Friday, September 14, 2018

Liboşlar çeşit çeşit - 2

Geçen gün basit bir şey söyledim, arkadaşlar hayretlere gark oldu, vay ne demek, sen nasıl sosyalizm tüketimdir dersin, vs..
“Sosyalizm demek daha az yatırım, daha çok tüketim demek. Eldeki parayı sermayeye yatırmak yerine işçine ücret olarak dağıtmak demek, ki işçin gitsin eğitime, sağlığa, çamaşır makinesine, gazoza harcasın.”
Basit, temel bir gerçek. Elinde, misal, bir milyon liran var. İki şeyden birini yapabilirsin. Ya tüketime harcarsın: çocuğunu daha iyi okula gönderirsin, burnuna botoks yaptırırsın, Paris’te konsere gidersin, daha güzel bir hayat yaşarsın. Ya da bir kısmını saklayıp yatırım yaparsın, tohumluk stok alırsın, atölye kurarsın, şimdi dişini sıkıp yarına gelir kaynağı yaratırsın. Bu ikincisini yapana kapitalist adını veriyoruz, isterse şahıs olsun, isterse devlet yahut kamu kurumu. Umumiyetle bencil, cimri adamlardır. Ama onlar olmasa aç kalırdık.
Bütün paranı tüketsen ya da tüketmesi için işçine pay etsen ne olur? Bir süre güzel yaşarsın, sonra nefesin kesilir ölürsün. Aksine bütün paranı yatırıma ayırsan ne olur? Gene aç kalır ölürsün, ya da aç kalan işçin ayaklanır, seni yer. Demek ki mesele bir denge meselesidir. Çok tasarruf edip kemer mi sıkacağız, az tasarruf edip işçiyi mi memnun edeceğiz? O ikinciye işte “sosyalizm” adı veriliyor.
Hayatta gerçek bir iş yapmamış olan şair ruhlu arkadaşlar “hani nerede bütçe” sorusunu sormayı bilmezler. O yüzden zannederler ki sosyalizm gelince çölde güller bitecek, işçiler elele kardaşlık türküleri söyleyerek üret babam üretecekler; sabahları vida sıkıp akşam Bach konserine gidecekler. Benim bildiğim, yatırım olmadan bir kıl üretemezsin. Yatırım için sermaye gerekir, yani kapital. Gökten bedava para yağmıyorsa nereden gelecek o para?
Sosyalistlerin bu soruya iki tip cevabı var. Bir, Venezuela modeli. Babadan kalma sermayeyi halka dağıtırsın, bedava konut, bedava petrol, bedava sağlık, bedava gıda ikram edersin. Bedavayı kim sevmez, ilk seçimi açık ara kazanırsın. Sonra memleket batar, herkes aç kalır. İktidarını sürdürebilmek için mecburen meydanlara mitralyöz kurup kalabalığa ateş açman gerekir. Üçüncü dünya ülkelerinin hepsinin yönetim stratejisi aşağı yukarı budur, adlarında “sosyalist” olsun olmasın.
İki, Stalin modeli. Sermaye mi lazım? Çökersin işçinin, köylünün boğazına, öldüresiye sömürürsün, tasarruf ettiğin parayla yirmi senede dünyanın iki numaralı sanayi gücü haline gelir Almanya’ya kafa tutarsın. Batılı tüy sıklet kapitalistin rüyalarında görse inanmayacağı bir kapitalist başarı öyküsüdür. Tek problemi vardır: sürdürülebilir değildir. İnsanlar çıplak sömürüye bir yere kadar tahammül eder. Sonra çalışmayı bırakırlar. Daha zorlasan kazan patlar.
*
Eski çağdan bir öyküyle örnekleyelim.
MS 5. yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğunun gelir kaynakları kurumaya başladı. Asker maaşları zamanında ödenemediği için isyan üzerine isyan çıktı, askeri darbeler oldu. 491’de tahta geçen Anastasius yaşlı ve huysuz bir maliyeciydi. Kemerleri sıktı. Kamu harcamalarını kıstı. Devlet hazinesini artıya geçirdi. Asker maaşlarını zamanında ödemesiyle ünlendi. Halefi Justinus aynı politikaları sürdürdü.
527’de başa geçen Jüstinyen ilk başta benzer bir yola gideceği izlenimini verdi. Dört yıl sonra kazan patladı. İstanbul’da eşi benzeri görülmemiş bir halk ayaklanması çıktı. İmparator canını zor kurtardı. Hipodrom’da kırk bin kişiyi kılıçtan geçirip isyanı ancak bastırabildiler. (Kırk bin kişinin kemikleri hala orada, Sultanahmet Meydanı’nın altındadır derler.)
İsyanı izleyen aylarda Jüstinyen kamu fonlarıyla devasa boyutlarda bir bayındırlık seferberliğine girdi. İsyanın bastırılmasından beş hafta sonra temeli atılan Ayasofya o kampanyanın ürünüdür. İmparatorluğun her kentinde aynı günlerde benzer anıtsal yapılar inşa edildi: Efes’teki Sen Jan basilikası ile Antakya’da şimdi Habib Neccar Camii olan Vaftizci Yahya kilisesi onlardandır. Doğu Anadolu’da Rize ve Sivas’tan Diyarbakır ve Halep’e uzanan hattaki düzinelerce görkemli kale aynı yılların eseridir. 540’larda yazan Prokopius ayrıca bir sürü köprü, kaplıca, liman ve saire sayar. Özetle: para saçıldı, istihdam yaratıldı, tüketim canlandırıldı. Sosyalist bir projeydi.
Yirmi senede imparatorluk battı. 540’lardan sonra asker maaşlarının ödenemediği, en geç 570’lerde, altı yüz seneden beri imparatorluğun göz bebeği olan maaşlı profesyonel ordunun dağılıp gittiği anlaşılıyor. Yerine, orduyu bedavaya mal etme yöntemi olan pronoia (Osmanlıcası ikta) sistemini getirdiler; lazım olduğunda belli sayıda asker temin etme karşılığında ilçe ve bucakların tahsilat işlerini yerel beylere ihale ettiler. Nakit dolaşım hacmi iki üç kuşak içinde ellide bire düştü. Kaliteli ürün imalatı bıçakla kesilmiş gibi kesildi. Okuryazar zümre sıfırlandı. Paralı ordunun geliriyle yaşayan büyük taşra kentlerinin hepsi iflas etti. Anadolu ve Balkanlardaki büyük kentlerin çoğu terk edildi. Kent yaşamını yitiren Balkanları ilkel Slav kabileleri istila etti, doğuda Arapların biti kanlandı, Müslümanlık zuhur etti, vs.
Sonuç? Sizi bilmem, benim çıkardığım sonuç şu. Sosyalizm demek ki bazen lazımmış. Ama ölçüyü kaçırsan öyle bir yıkım getirirmiş ki, aradan bin beş yüz yıl da geçse iflah olmazmışın.  


31 comments:

  1. Sevançe selam, üstadım konu dışı bir sorum olacak:
    ' Türkler 20.yy başı güçsüz, bulgar rum vs. komitacı toprak aldı; bi Ermeniler bi de şimdiki kankalarınız kürtler alamadı. Kuzum namusluca cevap ver, en beceriksizi bizimkiler ve kürtlerinkilermiş diyor musun?

    ReplyDelete
    Replies
    1. 1. Ermenilerin hiçbir yerde sayısal çoğunluğu yoktu. Kısmen bu nedenle, Türk toplumuna fazlaca entegre oldular; aradaki ilişki yataydan ziyade dikey hale geldi. İki yan yana toplum değil, aynı toplumun iki katmanı. Bu anlamda Türklerin Ermenileri temizlemesi bir tür toplumsal intihar eylemidir; kendi alter-egosunu tasfiye etmiş.

      2. Kürtlerde devlet oluşumunun altyapısı yoktu. Ayrıca siyasi varlıklarına yönelik asıl tehlikeyi Ermeni cephesinde gördüler, Türk kalkanını kaybederlerse Müslümanlığa filan sığınamayacaklarını sezdiler. Erzurum Kongresinin temel mesajı budur: ey Kürtler, bize katılın yoksa Ermeniler sizi yutar.

      Delete
    2. Bugün kendini millet-i hakime olarak gören siyasal islamcılar da alter-ego görevini kendisi gibi yaşamayan "laiklere" atfediyor diyebilir miyiz?

      Delete
    3. Toplumsal intihar eylemi demek, bunu 'Ortada fol ve yumurta yokken yaptılar' demektir hacı. Ve bu konunun, adına Şark Meselesi denen bir asırlık arka planını da görmezden gelmektir. İnsaf et. Türkiye Berlin Muahedesinden sonra adım adım planlanmış bir süreçte buna acımasızca zorlandı. Eğer 1917’de Bolşevik İhtilali patlak vermese de, Çarlık devleti galiplerin safında yer alsa, haritada ‘Ermenistan’ diye işaretlenen yerde tek bir Müslüman bırakılacağını aklın kesiyor mu senin? Kim tahmin edebildi 1917’de Rusya’nın harpten çekileceğini? Kimse edemezdi ve ne yazık ki iş artık, ‘-Ya siz, ya biz. Ya ölüm ya kalım’ noktasına gelmişti. Ta 1829 savaşından bu yana Çarlık Rusya’sının bu felakette oynadığı iğrenç ve meşum rolü ısrarla görmezden gelip, her şeyi Talat’ın (ve dolayısıyla Türkün) omuzuna yıkmak sana kendini daha iyi hissettiriyorsa, diyecek sözüm yok.

      Delete
  2. Bunu ve bilhassa altindaki yorumlari oku. Tam senin soylemek istedigini anlatmis

    《 Germany must abandon its record surplus and rebalance 》

    ◇ https://www.ft.com/content/78607f14-a61c-11e8-a1b6-f368d365bf0e ◇

    ReplyDelete
  3. peki olması gereken sistem ne size göre
    ütopyanız?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Sevan üstadın adına konuşamam fakat yazısından anladığım ve tek dediği "Denge" haklı da! Evet! her şey dengesinde olmalı,akıl ve mantık ile yürümeli, Sosyalizm veya Liberalizm vb. hepsi dengeli uygulandığında netice %90 iyi sonuçlar verir.İkisi'de var oluş olgularını, doğadan ve yaşamın özünden alırlar, fakat sadece birinde ısrar eder isek B..ku'nu çıkartırız ve bunu uygulamalarda görüp yaşadı insanlık.

      Delete
  4. Teşekkür ederim ama vallahi isterdim bir Türk olarak senin gibi heriflerle birlikte yaşamayı. Öyleyse bir soru daha, niye olmadı be Sevan?

    ReplyDelete
  5. Sevan bey 20li yaşlarinizda da sosyalizm hakkında böyle mi düşünüyordunuz yoksa yaş ilerleyince böyle düşünmeye başladıniz, daha doğrusu romantizmden gerçeklere nasıl vardınız? Bernard Shaw in sözü aklıma geldi de.

    ReplyDelete
    Replies
    1. 22-23 yaşımda Marx'ın en zor teorik eseri olan Grundrisse'yi Türkçeye çevirmiştim. 110 sayfalık da önsöz yazdım. O süreçteyken yavaş yavaş uyandım.

      Delete
  6. Yutabilir miydi peki ?

    ReplyDelete
  7. Justinianus ekonomiyi imar faaliyetlerine gömüp batırmadı asıl batıran "kaybettiğimiz topraklar" politikasıdır. Çok başarılı savaşlar verdi, inanılmayacak ölçüde imparatorluk genişledi ve tekrar eski sınırlarına ulaşmaya ramak kaldı ama ne eski başkent Roma eski Roma'ydı nede imparatorluğun geri kalanında elle tutulur bir şey vardı. Nihayetinde askeri harcamalar hazineyi boşalttı.

    Yoksa büyük tapınak yapmışsın, han-hamam yapmışsın bunlar fasa fiso.

    Bugünde dünden farklı değil. Amerika, Çin, Rusya gibi ülkelerin orduya harcadığı kaynak muazzam büyüklükte. Bu paralarla dünyayı yeniden şekillendirmek mümkün ama insanoğlunun planları farklı.

    ReplyDelete
  8. Vay canına!

    Ben de ne olmuş bu 6. yy'da diye kıvranıp dururdum. Her yerde izlerini gördüğümüz şehir kültürü sanki birden buharlaşıp yok olmuş Anatolya'da o yy'da. Kölelikle ilgili bir mesele mi acaba falan diye düşünürdüm.

    Şimdi oturdu

    ReplyDelete
    Replies
    1. Bunu da hesaba katmak lazım:

      "The Late Antique Little Ice Age was a long-lasting Northern Hemisphere cooling period in the 6th and 7th century AD, during the period known as late antiquity. Its existence was proposed as a theory in 2015, and subsequently confirmed as the interval from 536 to about 660 AD.[1]"

      http://www.wikizero.co/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTGF0ZV9BbnRpcXVlX0xpdHRsZV9JY2VfQWdl

      Extreme weather events of 535–536

      http://www.wikizero.co/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRXh0cmVtZV93ZWF0aGVyX2V2ZW50c19vZl81MzUlRTIlODAlOTM1MzY

      Delete
    2. "From these data interesting climate information emerge. From the beginning of the Roman Empire to its peak (c. 50 BC to AD 250), the climate was relatively stable, with warm and dry summers. During the two-and-half centuries or so that followed Europe apparently experienced very unfavourable conditions for agriculture, with summers being wet and cool. This time period corresponds to what today is known as the Migration period - a 250-year-period of turmoil and waves of migration in Europe.
      Wet weather apparently may have made harvest conditions very difficult around the end of the Roman Empire in the fifth century. In this way cool and moist summer climate may have contributed to the Decline of the Roman Empire. Later climate then transitioned to an very dry and cold period around AD 550. Better conditions returned again around AD 700, and the subsequent reduced climate variability from AD 1000 to 1200 was coincident with prosperity and a growing population."

      http://www.climate4you.com/ClimateAndHistory%200-1000.htm#476%20AD:%20Collapse%20of%20the%20Roman%20Empire

      Delete
  9. Geçen hafta bir arkadaşla konuştuğumuz bir meseleye denk geldi bu yazılar. Bana şöyle bir öneriyle geldi; miras kökten kaldırılacak, ölen herkesin mali mülkü devlet kasasına aktarılacak. Bana daha eşit şartlar yaratacağından bahsetti, ben de vergi neden toplanıyor diye sordum, rahat bir saat böyle tartıştık. Sonra o zaman malımı ölmeden önce pay ederim dedim. O vakit tehlikenin ucunu gördü sanırım ki konuyu kapattık.

    Bence cevap vermeniz gereken grup sosyalistler değil, devletçiler olmalı, devletin ekonomide de ideolojide de tekel olması gerektiğine inananlar. Kalabalık bir güruh, genelde yazılarınıza itiraz edenler bu fikirdekiler. Türkiye'de devletin (kendi bakış açılarındaki) sorunları çözmeye niyetli olduğuna inanan insanların sayısı (devletin girdiği bütün çamurlara ve yaptığı her türlü pisliğe rağmen) bir hayli fazla. Ulusalcılar, Ülkücüler ve son dönemde AKP'lilerin büyük çoğunluğu da bu konuda mutabık, aralarındaki asıl dert devletin hangi ideolojiye bağlı olması. Bu yüzden memleket islamcısı da gelse kemalisti de gelse değişmiyor, hiçbir kutbun taraftarı kuyusunu böyle kazdığını anlamıyor, fakat devlet kurulduğundan beri güç odağı olarak tasarlandığı için koltuk herkese bu haliyle cazip geliyor. Ortada kalan liberallere de her kesimden dayak yemek düşüyor.

    ReplyDelete
  10. Bunlara ilaveten; sona kalan dona kalır da diyebilir miyiz?

    ReplyDelete
  11. https://www.theguardian.com/books/2018/sep/14/yuval-noah-harari-the-new-threat-to-liberal-democracy

    ReplyDelete
  12. Merhabalar Sevan Bey, yazılarınızı okuyunca bir otorite karşıtlığı karşıtlığı seziyorum. Fakat realist biri olarak devlet olmadan bir ilerlemenin, birlikteliğin zor olduğunu bildiğinizi de düşünüyorum. Acaba yakında otorite, devlet, anarşi, demokrasi, ilkellik, ilerleme vb. konularında bir yazı görür müyüz?

    ReplyDelete
  13. justinianus yorumu eksik ve hatalı maalesef...
    ilk olarak 560'dan sonra 900 yıl daha yaşayan bir imparatorluğun bitişini başlangıcına bağlamak pek doğru değil gibi...
    bizans'ın bitişi daha çok kilise çekişmelerine, komnenos hanedanıyla beraber gücün merkezileşmesine ve tek adamlığa bağlı... ama bu justinianus'tan 400 yıl sonra...

    mavi ve yeşiller veya diğer ismiyle nika ayaklanması, fakirlikten değil, bildiğiniz taht kavgaları ve holiganlıktan çıktı... hypatius'u başa getirmeye çalışan atyarışı takım taraftarları ayaklandı... justinianus'un çıkardığı kanunları pek sevmeyen saray çevresi kışkırttı halkı...

    amcası justin bir domuz çobanıyken saray muhafızı olup imparatorluğa yükselmişti, hereditiary değildi justinianus'un hanedanı... justin ile anastasius'un da kan bağı yoktur, pek sevdiği muhafızı olarak öldüğü gün, konstantinapolis'te en büyük askeri güç olduğu için ve anastasius'un oğlu olmadığı için imparatorluğa el koydu denilebilir. tahta çıktığında 68 yaşındaydı, zaten pek değişiklik yapacak zamanı olmadı. değişiklikleri yapması için yeğeni justinianus'u eğitti kısa sürede...


    ayasofya da "temel atma" değil, justinianus'un yaptığı üçüncü ayasofya... ikincisi nika ayaklanmasında yine holiganlar tarafından yakıldı...

    justinianus tabi ki sonuçta diğer bir kanlı diktatör ama en azından corpus juris civilis önemlidir... halka sermaye, para değil, daha çok hukuk dağıttığı söylenebilir.

    bizans sonuç olarak askeri aristokrasinin yönettiği, sık sık hanedanların değiştiği, tüm parasını orduya ve savaşa bağlayan bir imparatorluk, sosyalizmle bağlantı kurmak biraz zorlama olmuş.

    justinianus, bütün yatırımını belisarius'un ve narses'in ordularına yaptı, ayasofya'nın görkemi de hristiyanlığın parçalanmaya başlayan kiliselerini birleştirmek için yapılan bir yatırımdı. halka hizmet vs. için değildi.

    ReplyDelete
  14. http://www.newleftproject.org/index.php/site/article_comments/a_short_history_of_neoliberalism_and_how_we_can_fix_it

    ReplyDelete
  15. Kapitalizmin ve türevlerinin eninde sonunda tüm doğayı tüketeceğini bile bile umut olarak görmek ham insan zekası. Komünizmin nihai hedef olarak rakipsizliğini tartışmak bile abes.

    ReplyDelete
  16. açıkçası grundrisse'yi türkçeye çevirmiş birinin analizini "elimizde x miktar para var" üzerinden yapmasını biraz yadırgadım.

    para, değeri ve gücü kendinden menkul mutlak bir "şey" midir? yoksa karmaşık toplumsal-ekonomik süreçlerin bir ürünü/sonucu mudur (ve dolayısıyla gücü ve değeri contingent mıdır)? siz zaten analizinizi para üzerine kurarak (parayı yapıdan bağımsız bir substance olarak alarak, yani reify ederek) çerçevenizi çiziyorsunuz; ve -kesinlikle hakir manada söylemiyorum- liberal bir bakış açısına oturuyorsunuz. sizin tanımladığınız anlamıyla sosyalizm-kapitalizm ikiliği aslında liberal düşünce içerisindeki laissez faire-welfare state ikiliğinden ibaret. tarihsel olarak sosyalizmlerin welfare state capitalism'den öteye geçmemiş olduğunu söylerseniz katılırım; fakat marx'ın (ve bu geleneğin) getirdiği en temel eleştiriler zaten kapitalin ve paranın bu kendinden menkullüğünün bir yanılsama olması üzerine kurulu. yani siz analizinizi gücü kendinden menkul bir kapital üzerinden yapmaya başladığınız anda marx'ı unutup 20. yy'ın spesifik bir welfare anlayışını eleştiriyor oluyorsunuz.

    bahsettiğim şey, bu sürekli yanlış anlaşılan commodity fetishism meselesi. bir örnekle açıklayayım:

    300 sene evvel, sizin gibi birisi bu tarz bir analiz yapıyor diyelim. analizine şöyle başlaması gayet normal olurdu: "basit bir gerçek, kral diye bir şey var ve herhangi bir şeyi gerçekleştirebilmek için kralın gücüne (veya o gücün bir bölümüne) ihtiyacımız var. kral çok güçlü olursa toplum sıkılır; çok gevşek olursa toplum dağılır vb." lakin bu kişi asla kralın olmadığı bir sistemi (bugünkü liberal demokrasiler diyelim) düşünemezdi, zira en temel aksiyomu kralın gücü varsayımına dayanıyor.

    buradaki problem (kralın gücünün reify edilmesi, bağlı olduğu toplumsal tabiyet ilişkilerinden vb. arındırılması) ile yukarıda kapitalin gücü konusunda problem tamamen aynı: fetişizm. yani, formal tanımını söylersek; bir yapının/sistemin/aranjmanın/ilişkiler ağının sonucu/ürünü (effect) olarak ortaya çıkan bir şeyi (kral olmak, kapital); sistemden bağımsız ve onun üstünde var olan primal/substantial bir eleman olarak görme yanılgısı. her nasıl kralın krallığı yalnızca tebasının ona kral gibi davranmasından ileri geliyorsa (ama tabî olan biri "biz öyle davrandığımız için adam kral değil; adam zaten kral, bu yüzden biz de tabi oluyoruz" diyecektir); paranın bu gücü de bizim aynı şekilde kolektif eylemimizin sonucu olan bir şeye hepimizin dışında ve üstünde bir güç atfediyor ve buna göre yaşıyor olmamızdan ileri geliyor.


    yani, tabii ki sizin tanımladığınız çerçevede (elimizde şu kadar para var, nereye harcayalım) düşündüğümüz zaman sosyalizm de(aslında welfare) kapitalizm de (aslında laissez-faire) zaman zaman uygulanacak, aralarında bir compromise bulunacak stratejiler gibi görünüyor. eğer sosyalizm adıyla eleştirdiğiniz şey 20. yy sosyalizmi veya türkiye solcularının fantazileri ise, evet çoğu zaten welfareci ve bunun farkında bile değiller. argümanınız onlara karşı çalışır.

    ama karşı çıktığınız şey marx'ın kitaplarında ortaya koyduğu düşüncesi ise, maalesef ki marx'ın temelden hatalı olduğunu gösterdiği bir varsayım üzerinden bunu yapamazsınız. ama bugün solcuların en radikal rüyalarının bile aslında liberal bir düşünce olan welfare state olduğunu düşünürsek, marx'ın ideolojik savaşı çoktan kaybetmiş olduğu noktasında anlaşabiliriz.

    ReplyDelete
  17. "... siz zaten analizinizi para üzerine kurarak (parayı yapıdan bağımsız bir substance olarak alarak, yani reify ederek) çerçevenizi çiziyorsunuz;"

    Ben öyle bir çerçeve görmedim yazıda. Para kavramını standart bir değer taşıyıcı olarak olarak kullanmış. Paranın değer taşıyıcı özelliği elbette bir bağlamın ürünü. Ama oraya hiç girmemiş. Para neden ve nasıl değer taşır konusu yazının tamamen dışında.

    Marx neyin temelden hatalı olduğunu göstermiş onu da anlamadım. Marx'ın kendisinin temelden hatalı bir varsayımı var oysa: Ricardo'dan aldığı, katma değerin sadece ve sadece emeğin bir fonksiyonu olduğu varsayımı. Değer üretimi daha karmaşık bir şey. Zuckerberg o milyar dolarları başkalarının emeğini çalarak toplamadı. Ölçeklendirme (çoğaltma) ve dağıtım maliyeti son derece düşük, son kullanıcıya faydası yüksek bir ürün tasarladı. Tasarım, dağıtım ve ihtiyaç değer yaratmada önemli faktörler. Son tahlilde psikolojik bir süreç değer yaratma süreci. Kolay ölçülebilir bir şey değil.

    Öte yandan liberalizmin, katma değerin becerikli ve çalışkan bireyler tarafından yaratıldığı önermesi de bir yalan. Facebook, Zuckerbeg'in fikri değildi. Kullandığı teknoloji kendi ürettiği bir teknoloji değildi. Kodlamaya meraklı şanslı bir veletti o kadar. Katma değerler networkler ve toplumlar tarafından üretilir, bireyler tarafından değil (ister işçi olsun ister işveren)

    Einstein, bir Endonezya adasında doğsa idi ömrünü hindistancevizi toplayarak geçirecekti. Genel Görelilik Kuramı yine ortaya çıkacaktı, aşağı yukarı o yıllarda. Sadece Avrupa'da yaşayan başka bir fizikçinin beyninde belirecekti. Zamanı gelen fikir, doğru yer ve zamanda ortaya çıkar. O ya da bu bireyinde, fark etmez. Fikirlerin taşıyıcısı bireyler değil toplumlar hatta tüm insanlıktır.

    Dolayısı ile tek tek bireylerin eline akıl almaz servetler bırakmak yanlıştır. Para bir enerji birimidir de. Milyarlarca trilyonlarca dolarlara hükmedenlerin aldığı kararlar milyonlarca milyarlarca insanı etkiler. Böyle bir güç (son derece sınırlı beyin kapasitesine sahip) tek bireylere verilemez.

    Öte yandan bir ortak yaşam tasavvurunun öznesi toplum da olamaz. Ancak birey olabilir. Toplumların hayatı ve bilinci yoktur. Bireylerin vardır. Toplumlar adına hareket ettiğini söyleyen herkes dolandırıcı bir bireydir. Hepimizin 100 milyar nöronu var. Herhangi birimizin 100 milyar nöronunun diğer bütün 100 milyar nöronların toplamından daha fazlasını kavradığını ve daha fazlasını yapabileceğini düşünmek budalalıktır.

    Devletçilik de bir beladır. Liberalizmin fırsat eşitliği, bireyin yaratıcı gücü gibi yalanlarının panzehiri olmak bir yana, yangına benzin dökmek demektir. Devlet mistik bir yapı değildir, parayı ve gücü bir merkezde toplayan bir bozucu (noise) dur. Sonuçta "devlet adına" da bir avuç birey karar verir, bütün o güç ve para bir avuç bireye teslim edilmiş olur.

    Ne kadar küçük devlet o kadar iyi (sıfır devlet iyi değil, çünkü evet, homo homini lupus) Hele hele Türkiye gibi kendine devlet diyen bir mafyanın sömürgesine dönüşmüş geri kalmış bir ülkede devleti küçültmeden ortalama bireyin mutluluğunu sağlamak imkansızdır.

    İşin özü şu: bir toplum içinde bireylerin özgürce yaşamasını sağlayacak bir çerçeve üzerine yapılmalı bütün toplumsal tartışmalar. Toplumu ve bireyi tümüyle kavrayacak ve çözümler önerebilecek bir ideoloji yok. Toplum, hayat, birey çok karmaşık. Bütünü ile kavranamaz. (Fizik gibi basit hareketsiz madde ile uğraşmıyoruz.) Ortak hayatın kurallarına karar verilebilir ancak.

    Buna en yakın sistem liberalizm. Teorik çözümlerin mümkün olmadığı bir alanda empirik bilgi geçtiğimiz 200 yılda en başarılı sistemin liberalizm olduğunu söylüyor.

    Hiç bir sistemi gözü kapalı savunmamak, yere ve zamana göre sıfırdan düşünmek şart, değişime adapte olabilmek için.

    Merak edene not: mecbur kalırsam kendimi seküler hümanist olarak tanımlarım, ama ondan da emin değilim.

    ReplyDelete
  18. Sosyalizm yatırımla ilgili birşey değilki.

    Sosyalizm zamanla iyice rafine hale gelsede hala devam eden "köle / efendi" ilişkisinin bitmesi demektir......

    Çalışan patronun "beyefendi" / "kanımefendi"nin
    kısaltılmışı ( bey / hanım ) diye seslenirken patron çalışanın "adıyla" seslenmiyor mu?

    Yani köle ( çalışan ) efendi ( Bey - efendi) ilişkisi hala devam ediyor.

    Katılmıyorsanız patronunuza adıyla hitap edin... ( İstisnalar kaideyi bozmaz )

    Köle - efendi ilişkisi artık sadece daha "rafine"...

    Ve köleler efendilerini seçme hakkı verilmiş...

    Artık efendileri tarafında satılmıyorlar kendi kendilerini satıyorlar.....

    Sosyalizm bunu "bitirmek" için var........

    Sosyalizmi bir kalkınma yolu zannetmek "üçüncü dünya ülkelerine" özgü bir yanlış anlamaydı..........

    Sosyalizm zenginlik değil "eşitlik" vaat eder......

    ReplyDelete
    Replies
    1. Vaat etmekle olmuyor. Nasıl yapacak? Son 150 yıllık deneyimler berbattı. Eşitliğin yanına bile yaklaşamadı sosyalist olduğunu iddia eden rejimler.

      Ayrıca: İkisinden birini seçmek zorunda kalsan hangisini seçersin? Özgürlük mü? Eşitlik mi? Niye?

      Delete
    2. Merhaba

      Özgürlük ve eşitlik birbirinden ayrılabilir mi?

      Bir özgürlük ancak "herkeze eşit bir şekilde dağıtıldığında" özgürlüktür diye düşünüyorum.

      Mesela Türkiye'de Erdoğan'ın fikirlerini istediği gibi açıklama özgürlüğü var.

      Ama fikir özgürlüğü tek bir kişi değil ancak bütün vatandaşlar bu özgürlüğe "eşit bir şekilde sahipse" özgürlüktür.

      Herkez eşit bir şekilde sahip değilse fikir özgürlüğü "despotun" baskı aracına dönüşür diye düşünüyorum....

      Reel sosyalist rejimlerin başarısız olmasının bana göre pek çok nedeni var o z....

      Ama benim düşündüğüm rejim "sosyalizm" değil..

      "Yöneticilerin ve paranın olmadığı" doğrudan demokrasinin olduğu bir düzen düşünüyorum....

      Peki bu ütopya mıdır?

      "Üretim süreçlerinin otomatikleşmesi" ve "Enerji üretim kapasitemizin" artmasıyla "üretim maliyeti" neredeyse "sıfıra" inecek.

      Yani paraya "gerek kalmayacak".

      Doğrudan demokrasi ise artık teknik olarak "gayet mümkün".

      Üstelik genetik biliminin gelişmesiyle aptallıkta tedavi edilebilecek....

      Yani yöneticilerede gerek kalmayacak......

      Ama buna daha zaman var...........

      Benim "kişisel tahminin" mevcut düzen en fazla 100 sene daha sürer....

      İyi günler

      Delete
    3. Özgürlük ve eşitlik bağdaşmaz.

      Evrende bedavaya hiç bir şey yok (evrenin kendisi dışında).

      Pasta yiyerek zayıflayamazsın. Ya pasta ya zayıflık. Bu tamamen sübjektif bir tercih. Hayattan ne beklediğine, değer yargılarına bağlı.

      Delete
    4. Merhaba

      Bir toplumda bazıları "çok" özgürlüğe bazıları "az" özgürlüğe bazıları ise "hiç" özgürlüğe sahipse o toplumda özgürlükten bahsedebilir miyiz?

      Kölelik yani bir insanın tüm özgürlüğünü elinden almak neden yanlıştır?

      Zira bütün insanlar eşittir.

      Lincoln bu sloganla yürüttü iç savaşı.....

      Özgürlük = eşitlik = özgürlük = eşitlik .............

      Aynı şeydir.

      Evrende ise herşey bedavadır.

      Sahip olduklarımızdan hangisi ( boy / pos / zeka / güzellik / yakışıklılık vs.vs. ) için para ödedik?

      Tüm o özgürlük mücadelesi birilerinin pastanın çoğunu yiyerek "obez" olup diğerlerini "ağırlığıyla" ezmesini "engelleme" mücadelesinden başka nedir ki?

      Yani herkez pastadan sadece bir dilim yerse herkez zayıf kalır......

      "Paradoksuda" böylece çözmüş olduk......

      İyi günler


      Delete
  19. Liboşlar çeşit çeşit - 2 ve Profesör Nişanyan
    Çeşitli durumlarda Türklerle konuşmama şahit olan bir arkadaşa elimden geldiği kadar tercüme ettim. Bir gün bana "sizin Türkler çok ' professorial'" dedi.
    Ben 'compagnon'larla çalıştım, sabah bana ne yapacağımı söyler kendi işine dönerdi. Aynı işi Türklerle yaptığımda daha çekici elime almadan profesörlük ilahileri başlardı.
    Bu sayfa maşallah dolu. Yoksa "Self Advertisement" falan filan mı?
    Altın yumurtalar çok, hangisini seçmeli? KAPİTALİSTLER OLMASA AÇ KALIRDIK.
    Kapitalizm 10-11. yy'da Avrupa'da doğdu, 17. yy'da ruhülkudüs ile kutsandı, " 19 yy'da the holy trinity", üçte-bir/birde-üç oldu. Bu kaba özetim için ince eleyip sık dokuyan profesörlerden özür dilerim.
    Diğer bir kabalık. İnsan 4 milyon, 2 milyon, 300 000, 200 000, 100 000, 50 000 yıldır insan.
    Eğer Nişanyan gibi profesörlerin "Homo sapien" (kafası çalışanlar) tanımını bile ölçek alsak, son 1 000 yıl, 300 000 yıla göre bir günün son 5 dakikası Benim gibi kafası çalışmayanların, 4 milyonu, ölçek alsak, bir günün son 22 saniyesi.
    Bu insanlar tarih boyunca aç kalarak yaşamasını becermişler! Bu beceri yanında kapitalistlerin becerisi ağza almaya değmez bile. Bu çevik maymun kapitalistler bir türlü açlara aç yaşamasını öğretemediler. Eğitim efendim, eğitim problemi!
    Her neyse, Eski Ahit'teki cenneten kovulup alın teriyle yaşama bedduası boşuna değilmiş. Meğersem, en fazla 10 000 yıl önce, Medeniyet başlayana kadar ne devlet, ne zengin/fakir, ne banka, ne para, ne çalışma, ne tapınak, ne baskı, ne kurtuluş, ne kapitalizm, ne sosyalizm,ne endüstri anarşizmi ... hepsinden daha kötüsü ne de Nişanyan gibi dahiler olmadığı doğruymuş!
    İşin tuhafı bunu kapitalizm şakşakçısının farkında olmadan itiraf etmesi!
    With Capital all is possible!!!
    Ama bir ihtimal daha var. Öğrenciyken siyasi bilimler dersinde İsraillilerin Araplar hakkında söylediklerini, Hitler Almanlarının Yahudiler hakkında söyledikleri diye bir yazı yazdım, zavallı profesör yuttu. Belki profesör Nişanyan Ermeni kırımını unutuverdi, 7 bin yıl önce Medeniyet doğana kadarki insanları insan saymıyor. Hatta yazdıklarına bakarsak son 7 bin insanlarının "hepsi insan ama bazıları daha insan" diyor.
    Bu acıklı hikayeyi gülerek bitirmek fena olmaz.
    Üniversite öğrencileri arasında antropoloji esprisi:
    - Antropoloji dersi almayı düşünüyorum.
    - Zamanını boşuna harcama. İlk iki derse gir yeter. Birinci gün tumturaklı profesör Nişanyan sorar: "Biz neden ilkellerden üstünüz?" Kendisi cevap verir:. "Çünkü onlar TEMBEL, biz ÇALIŞKAN. Çalışkanlığımız sayesinde Medeniyet geliştirdik, iyi okullar yaptık, burnumuzu botoks yaptıran doktor yetiştirdik, Paris’te konsere gitmek için uçak yaptık, falan filan, falan filan." Ertesi ders aynı soru ve yine kendi cevap verir:" Çünkü onlar salt aç kalmamak için gece gündüz ÇALIŞIRLAR, biz Paris'e konsere gideriz, televizyon seyrederiz, Şirincik'te tatil yaparız, bu sayfada yazdıklarım gibi kültür tüketiriz, kısacası ÇALIŞMADAN geçirecek boş zamanımız çok.
    Hatta kapitalizmin şirin bebeği modern bilim-teknik matematikçiye benzetilebilir: Kısa yol bulmak için gece gündüz çalışmak.
    Yürümenin otomobilden daha hızlı olduğu defalarca ispat edildi ama uçakla Parislerde dolaşmak isteyen kapitalist, marksist, sosyalist, komünist, endüstri anarşistleri yürüyen fakirlerin haklarını savunmakla sonsuz meşgullar, duymamışlar. Çok rahatlığın sayısız hastalıklara neden olduğu ilan edildi ama jimnastik salonları 'bussi-ness'e yaradı.

    ReplyDelete
  20. Did you ever hear the tragedy of Karl Marx the Wise? I thought not. It’s not a story the Liberals would tell you. It’s a Communist legend. Karl Marx was a Great Thinker of Communism, so powerful and so wise he could use Dialectical Materialism to influence the workers and create equality… He had such a knowledge of economics that he could even keep the ones he cared about from being exploited. Dialectical Materialism is a pathway to many abilities some consider to be unnatural.

    ReplyDelete