Hitch-22,
Christopher Hitchens'ın otobiyografisi. Yedi sekiz ay önce okumuştum. O
tarihte bir arkadaşa yazdığım izlenimlerimi sizinle de paylaşayım,
hazır soldan sağa dönenler mevzuu açılmışken.
Kitabın ilk yarısı
nefis. Üslubu uyanık, çok katmanlı, kültürlü, esprili, okurun aklını
küçümsemeyen cinsten. Annesi intihar etmiş. Onun çaresizliğini niye fark
etmedim diye kendini sorgulayan bir bölümle başlıyor, iyi bir roman
kalibresinde. Sonra okul yılları, 1960'lar İngiltere'sinin ruh hali: 2. Dünya Savaşında büyük fedakârlıklar yapan ve büyük bir
kolektif macerayı birlikte yaşayan insanların, savaş sonrası dönemdeki
düş kırıklığı. Sonra Oxford. Vietnam savaşına karşı gösteri, bildiri vb.
derken Troçkist hareketin en sivri militanlarından biri oluşu. O
dönüşüm de aslına bakarsan başlı başına bir roman konusu olur.
1950-60'ların kasvetli durgunluğundan 1968 kıvılcımı nasıl doğdu?
Devir
dünyada iyilerle kötülerin belli olduğu, siyahla beyazın net çizgilerle
ayrıldığı yıllar: Portekiz'de devrim, Polonya'da Dayanışma,
Yunanistan'da cunta karşıtı mücadele, Güney Afrika'da insan hakları,
Irak'ta mazlum Kürtler. Hepsinde bizimki ön saflarda, gösteri, bildiri,
işgal, grev, polisle çatışma, gözaltı... Gazeteciliğe başlıyor.
Londra'nın basın-dergi-edebiyat kliklerinin parlayan genç yıldızı
oluyor. En keskin polemikçi, en hızlı içici, en hızlı zampara (daha çok
kadınlarla, ama erkeklere de açık), en yakışıklı sarışın.
[1978
olmalı, New York'ta bizim DTÖD'ün - Demokratik Türkiyeli Öğrenciler
Derneği - Kıbrıs paneline Hitchens'ı da çağırmıştık. Sonra ne oldu,
geldi mi, hafızamdan tamamen silinmiş. Ahmet Tonak'a sormalı.]
Derken,
küt, 1980-81'de, yakın arkadaşı romancı Martin Amis'in peşinden
Amerika'ya taşınma. O kararın gerekçesi net değil. Görünürde ekonomik
nedenler var - ABD dergileri İngilizlerin dört beş katı maaş veriyor.
Ama sanırım, o denli coşkuyla anlattığı Londra sefalarından bunaldığını
hissediyorsun. Belki de İngiltere ile doğru dürüst yüzleşememenin
getirdiği bir tıkanma var. Thatcher'ın ilk iktidara geldiği yıllar.
Bizimki İngiliz muhafazakârlığının tescilli düşmanı, Thatcher'a karşı
suskun. İşçi Partisine olan nefreti ağır basıyor. (Henüz başbakan
değilken Thatcher bir kokteyl partide buna ''eğil'' diye emredip
cetvelle kıçını pataklamış. O günden sonra Thatcher'a karşı dili
tutulmuş görünüyor.)
Washington'a gelip ABD'nin sayılı siyasi
yorumcularından biri oluyor. Sonraki 15-20 yıl çok muğlak. Karmakarışık
beş on sayfadan sonra geliyoruz 90'ların sonuna - Salman Rushdie olayı,
ikiz kuleler saldırısı, Irak savaşı. Bir de ne görelim? Chris Hitchens
neo-konservatif takımın önde gelen sözcülerinden biri olmuş. İslamcılara
karşı savaşın yılmaz öncüsü, islamofaşizm tabirini icat eden kişi, baba
ve oğul Bush iktidarlarının sözü dinlenen adamı.
Ne yazık ki bu
döneme dair yazdıkları sanki başka bir insanın ürünü; dürüstlükten uzak,
klişelerle dolu bir siyasi polemik dili. Vietnam gösterilerinde kırk
defa gözaltına alınmakla övünen adam, Irak'ta vatan uğruna şehit olan
kahraman Johnny'lere kasideler düzecek kadar düşüyor, ABD vatandaşlığı
aldığında milli ve vatani hislerle nasıl coştuğunu anlatan sayfalar
döktürüyor. Tipi de şaşılacak kadar değişiyor. O yakışıklı genç adam
oluyor alkolden yüzü yastık gibi şişmiş yamuk bakışlı bir ayı.
Son
bölümde o dönüşümle yüzleşmeye çalışmış, ve hayır, başaramamış. Zeki bir
adam ve iyi bir polemikçi olduğu için elbette gerekçeleri mantıklı ve
tutarlı. Evet, gençliğimizde özgürlük mücadelelerini destekledik, ve
evet, islam günümüzde özgürlüğe yönelik büyük bir tehdittir. Peki, ama
bunun senin kişiliğindeki karşılığı nedir? Eski senle yeni seni bir
kimlikte birleştirebiliyor musun? Eski arkadaşların ne diyor? Vietnam'da
haksız olup Irak'ta haklı olan neydi? Bugün şehit edebiyatı yapacak
kadar Amerikancı olduysan, geçmişindeki mücadeleleri nasıl o kadar
özlemle ve haklılığından emin olarak anlatabiliyorsun?
Ne yazık ki
Hitchens bu sorulara sıra geldiğinde yeterince dürüst değil. Gençliğine
yönelttiği keskin ve ironik bakışı, belki alkol dumanları arasında,
bulanıklaşmış. Belki son yıllarında bu ve benzeri sorularla yüzleşmekten
bıkmış. Belki sosyal medya çağının acımasız polemik dilinde yorulmuş.
Bir
1968 devrimcisinin Bush propagandistine dönüşünün samimi öyküsünü
anlatabilseydi bir çağın önemli kitaplarından biri olurdu sanırım.
Anlatamamış. Belki imkânsızdı diyorsun. Ama öykünün ilk yarısını, bugün
halâ, dürüstlükle ve hakikat aşkıyla anlatabilen biri, ikinci yarısını
niye anlatamasın?
Hitchens anılarını yazmaya başladığında
terminal kanser teşhisi konmuştu. 2014'te kitabı yayınlandıktan kısa bir
süre sonra öldü. Günahını almayalım; belki son kısmı aceleye gelmiştir.
Şehit Johnny yazısı filan, hazırdaki makalelerden aktarılmış olabilir.
68 kıvılcımı tam da 50 ve 60'ların kasvetli durgunluğuna bir tepki olabilir mi?Tam da o dönemin konformizmi ve refah devletine? Dünya Savaşı'nı gören insanlar yeni ve farklı bir dünyayı yaşadılar ve refahıyla kasvetiyle kabullendiler ama savaşı görmeyen 40'larda doğanlar bu sistemi kabullenemedi gibi.Hippiesi,68'i rahat yaşamak varken insanı buna ne sokabilir? -Onur Sönmez
ReplyDelete