Monday, April 3, 2017

En Şarkî Roma


Fergus Millar,  The Roman Near East, 31 BC – AD 337, 600 sayfa. Dar ufuklu akademizmin müstesna bir örneği. İnat ettim, sonuna kadar okudum. Not da aldım.

Konu, imparatorluk döneminde Yakın Doğu vilayetleri. En kuzeyde Commagene ve Oshroene krallıkları, sonradan Mesopotamia vilayeti (Urfa, Nusaybin, Sincar). Ona bitişik Tetrapolis, sonra Syria Coele (Antakya, Halep). Kıyıda Fenike kentleri ile içeride Palmyra ve Emesa krallıkları yerine kurulan Syria Phoenice (Lübnan, Humus). Dekapolis (Taberiye, Şam, Havran) ile eski Yahudi krallıklarını birleştiren Syria Palaestina. Nabati krallığı yıkıldıktan sonra Arabia (Ürdün, Negev, Suudi, Arabistan’ın kuzeybatı köşesi). Önce 360 yıllık dönem boyunca, eldeki belgelerin izin verdiği ölçüde bölgenin idari ve askeri tarihi. Sonra teker teker her vilayete dair günümüze gelen epigrafik ve edebi malzemenin ayrıntılı dökümü. Meraklı olmayana sıkıcı gelebilir. Meraklısı için savcılık soruşturma evrakı okumak gibi, kaptırırsan iptila yapar. Bilginin ham hali.

Bütün bu bölgede, Aramicenin çeşitli lehçelerinden proto-Arapçaya uzanan Sami dilleri spektrumu kullanılmış görünüyor. Bunu Roma-öncesi yerel krallıkların epigrafik kalıtlarından biliyoruz. Yer adları ile kişi adlarının büyük çoğunluğu o dilde veya dillerde. 4. yy’da Hıristiyanlığın egemen olmasıyla birlikte Urfa kökenli Süryani (Suristi) lehçesi muazzam bir ikbal dönemi yaşayacak. Lakin aradaki iki veya üç yüz yıllık dönemde üretilen yazılı malzemenin neredeyse tamamı Grekçe ve Latince. Yalnız “yüksek” kültür belgeleri değil, mesela Menbic ve Havran’ın köylerindeki graffitiler, Negev’in taşrasındaki evlilik akitleri, Deyrizor yakınındaki mezar taşları da öyle. [Mardin-Derik yakınındaki Kasrı Kanco’da antik bir kilise kapısı var, onun yazıtı da Yunanca.]

Burada tıpkı avukatlarınki gibi bir mesleki deformasyon devreye giriyor. Hoca “ben deliller kadar konuşurum” diyor. Dosyada “şark” dillerine dair evrak yok, demek ki “şark” dilleri yok. Adamlar Grekçe ve Latince konuşmuş. Kültürel referanslarının tamamını Batıdan ithal etmişler; evlerini Yunan mitolojisinden alınma mozaiklerle donatmışlar. “Şark” kültüründen temalar almışlarsa Hıristiyanlık prizmasından geçirip almışlar, ki o da Yunan-Roma dünyasının eseridir. Peki Süryanice? Yunan kültürünün bir “non-Mediterranean” şubesidir, çeviriden neşet etmiştir. Diyor Millar. [Nitekim düşünürsen Ermenice yazının icadını izleyen iki yüz yılın tüm yazılı eserleri Yunancadan çeviridir, zihin kurcalayan bir olgu.]

Akademik uzmanlaşmanın zararlı etkileri de kendini gösteriyor. Millar şarkiyatçı değil, Süryaniceyi ve bağlantılı dilleri bilmiyor. Dolayısıyla o dillerin yazılı hafızasında korunmuş olan kültürel süreklilik unsurlarına – mesela dinî ve mitolojik kalıntılara, kavim ve aşiret şecerelerine – vakıf değil. Bundan dolayı “dosyada yok, demek ki yok” tezini çok kolay telaffuz ediyor. Klasisizm hastalığıdır, tedavisi zor.

Yanlış yolda olduğunu gösteren yüz tane ipucu var, göremediği ya da görmezden geldiği. Misal: 2. yy tarihçisi Josephus, Yahudi Savaşları’nın Yunanca versiyonunun önsözünde (BJ I. 1:3-6) bu kitabı önce “kendi dilinde” (yani Aramice) yazdığını, böylece “Parthlar, Babilliler, Arabistanın en uzak aşiretleri ve Adiabeneliler [kuzey Irak] bile” gerçeklerden haberdar olurken, Grek ve Romalıların bilgisiz kalmasına gönlü elvermediği için Yunanca ve Latince çevirilerini yaptığını anlatıyor. Bugün elimizde sadece bu çeviriler var. Demek ki neymiş? Aramice bir yazı kültürü mevcutmuş, üstelik emperyal sınırın her iki tarafında cariymiş, ama bugüne gelmemiş. Yani “dosyaya girmemiş”.

x
Bu meseleler neden ilgimizi çekiyor? Şundan. Benzer problemler benim yakından ilgilendiğim iki diğer konu da karşımıza çıkıyor. Biri Türkçe yazı dilinin başlangıçları. Bu dilin bir versiyonu 730 yılı civarında aniden belirmiş; onu izleyen dönemde bir dizi kafa karıştırıcı iz bırakmış. 1070 ile 1300 yılları arasında tek bir örneği kaydedilmemiş; sonra patlamış. Bunun anlamı nedir? Bir yazı (kültür) dili olarak Türkçe neden ve nasıl doğmuş; nasıl bir toplumsal, psikolojik, siyasi bileşkenin ürünüymüş? Bir tarihte birden bire Farsçayı bırakıp Türkçe yazmaya başlayanlar “ne demek istemiş?Öbürü edebî Arapçanın başlangıçları. M 680 yılları öncesinde birkaç graffiti dışında yazılı bir Arap dilinin belirtileri yok. Bu olgu bize mesela Kuran’ın orijini konusunda ne söylüyor? “Arabistan’ın en uzak aşiretleri” mesela Josephus’un Aramice tarihinden istifade edebilmiş ise, “ümmi peygamber” deyiminin tam anlamı nedir?

Edebi Türkçe veya edebi Arapça veya edebi herhangi bir şeyce adını alan fenomen, ağaçlar ya da taşlar gibi doğal bir olgu değil, kültürel bir yapılanma. Bir tür bina gibi düşün: o bina nasıl ve neden inşa edilmiş?

Arzu edersen bugüne gel. Kurmanci dilinin bir yazı/kültür dili olarak belirmesinin koşulları ve muhtemel sonuçları nedir diye sor.

Bana sorarsan şahane bir konu. Sabah akşam Tayyip ne dedi, Binali ne zortladı diye tartışmaktan kesinlikle daha ilginç. 

No comments:

Post a Comment