En çok merak edilen
konu, dağdaki çobanla benim oyum neden eşit. Bunu daha önceki bir yazımda
etraflıca anlatmıştım halbuki. Yanılgı oy hakkının önemini fazla abartmaktan
ileri geliyor. Toplumda sözünü geçirmenin tek aracı oy değil ki? Para var,
diploma var, makam ve rütbe var, kalem var, silah var, kürsü var, sahne
yeteneği var, bir sürü araç var senin iradeni x ve y kişilerden üstün kılan.
Dağdaki çobanı zaten Allah çarpmış, bırak oy gibi bir tane mütevazı alanda onun
da sesi eşit çıksın. Bir alanda eşit olunca her alanda senle eşit olmuyor ki?
Adamda para yok, mevki yok, eğitim yok, gençlik ve güzellik yok, öyleyse beş
yılda bir televizyonları hangi kalın enselinin işgal edeceğine karar verme
hakkı da olmasın demenin mantığı ne? Onun oyu seninkinin iki misli sayılsa ne
kaybedersin? On misli sayılsa ne kaybedersin? O kadar önemli bir şey mi
sanıyorsun sandığa pusula atma hakkı?
Bir arkadaş “siyasi
sağduyudan” söz etmiş, tahsille, unvanla ilgisi olmadığına değinmiş. Bu da beni
gülümsetti. Siyasi sağduyu kriter olsa oy hakkı diye bir şey mi kalırdı? Devlet
yönetme sanatının inceliklerini seçmen ne bilsin? Siyasi kararlarla sonuçlar
arasındaki ilişkiyi nesiyle kursun? Bu memlekette “okumuş” sayılan insanları,
gazetelerde köşe yazanların, TV’de panel ağalarının haline bak, bir fikir
edinirsin. Ha kalp ameliyatı tekniklerini ya da edebiyat teorisinin son
durumunu “halkın sağduyusu” belirlesin demişsin, ha sonraki beş yılın enerji
politikasını ya da Suriye stratejisini. Komik bir fikir, akıllara ziyan.
Seçmen dünyanın hiçbir
yerinde oyunu rasyonel idari kararlara göre vermez. Kimliklere göre verir.
Sempati ve antipatilere göre verir. O sempati ve antipatinin rasyonel bir
açıklamasını asla yapamaz. Seçtiği kimliklerle kendi somut çıkar ve tercihleri
arasında mantıklı bir bağ kuramaz. Kendi çıkarı ve tercihi diye beyan ettiği
şeyler, duygusal nedenlerle seçtiği kimliğin sözcülerinden duyduğu
sloganlardır. Dolayısıyla, seçimlerde halkın sağduyusu rol oynarmış, halkın
fikri sorulurmuş, halkın çıkarı gözetilirmiş, bunlar hep tıraş. Yok öyle bir
dünya.
Bakın, seçimler önemsiz
demiyorum, demokrasi olmasın demiyorum. Çok büyük faydası var bunların. Nedir o
fayda? Devletin icadından beri devlet teorisinin en belalı meselelerinden
birine getirdiği çözümdür. Aşiretin reisi öldü, ya da eskidi: yenisi nasıl
belirlenecek? Aşiret ileri gelenlerinin yenisine oy birliğine yakın bir
ittifakla razı olması nasıl sağlanacak? Eski reisin adamlarının çıkarı ve
güvenliği yeni devirde nasıl korunacak? Çeşitli türde rejim krizleri çıkarsa, mesela
eski reis patinaj yaparsa, yahut son kullanım tarihini geçirirse, yahut halefi
cılk çıkarsa, yahut şefler elli elli bölünürse, yahut hakkı olmayan biri tacı
gasp ederse, herkesi razı edecek bir makul çözüm nasıl bulunacak?
Irsi (yani babadan
evlada) monarşi tarih boyunca bu dertlere verilmiş olan en popüler cevaptır.
Papalıkta ya da eski Alman imparatorluğundaki gibi seçimli monarşi bir cevaptır.
Çin Komünist Partisi modeli de bir cevaptır. Demokrasi de son yüz yılda birçok
yerde başarılı sonuçlar vermiş bir cevaptır. Eski reis yerine yenisini seçmek
için işlek bir mekanizma sağlar. reis seçilebilecek insan havuzunu büyütür. Net
ve inandırıcı bir meşruluk kriteri sunar. Çeşitli muhtemel rejim krizlerine
karşı etkin çözümler geliştirmiştir. Yani iyidir. Ama son yıllarda bütün
dünyada tekleme belirtileri göstermeye başlamıştır. Teklemenin nedeni birçok
gözlemciye göre siyasi partilerin sistemi kanser gibi ele geçirmesi ve
kemikleşmesidir. Buna karşı, mesela kamu yöneticilerini kurayla seçelim gibi
yeni ve orijinal öneriler getirenler vardır, geçenlerde bir yazıda bahsettim.
Bu önerilerin önümüzdeki yıllarda artması ve ciddileşmesi ihtimali kuvvetlidir.
Türkiye’de demokratik
modelin işlemeyişinin nedenlerini aklım erdiğince analiz etmeye çalıştım. Yorum
yazan arkadaşların tepkilerinden anladığım kadarıyla kendimi ifade etmekten
aciz kalmışım. Bir daha deneyeyim.
Bu ülkede neden siyasi
liderler öldüm Allah koltuğu terk etmez, kırk dokuz yıl, otuz altı yıl kazık
kakar, kapıdan kovsan bacadan geri gelir, gerek kendinin gerek rakiplerinin
siyasi meşruiyetini paçavraya döndürür?
Bunun sosyal yapıyla,
kültürle, az gelişmişlikle, gerilikle, geri zekâlılıkla bir alakası olduğunu
düşünmüyorum. Sorun kurumsaldır. Anayasa ve yasalarla ilgilidir. Mekanizma
yanlış kurulmuştur. Sen adama hayat boyu iktidar imkânı veren kuralları
koyarsan, elbet adam da hayat boyu iktidar hayali kurar. İnsan tabiatı bu,
Alman da olsa öyle davranacaktır, Japon da. Mesele Türk siyasetçilerinin ahlaki
zaafı değil bence, onları ahlaksızlığa teşvik eden, ahlaksızlığı önlemekte
yetersiz kalan oyun kuralları. Tabii bunun yanı sıra, ahlaksızlığı teşvik eden
kuralların edep sahibi insanları siyasetten kaçıracağını, meydanın çakallara
kalacağını da söyleyebilirsin. Ama bu, yan etkidir. Asıl mesele kurumların
yanlış kurulmuş olmasıdır.
Özal cumhurbaşkanı
seçildiğinde Demirel “onursuzca indireceğiz” demişti. Arşiv elimin altında
değil, tam sözcükleri aktaramayacağım, ama 1959’da Menderes’e, 69’da ve 75-80
arası Demirel’e, 77’de Ecevit’e, 95’te Mesut Yılmaz’a, 98’de Erbakan’a benzer
şeyler söylendi. Tahttan inen kendini kazıklanmış hissetti. Tahta bineni
milletin yarısı gasıp[1]
saydı. Oysa düzgün ve net sonuç veren bir sistem olsa, üç senede beş senede bir
gir teraziye tartıl, kim ağır basarsa o dense böyle olur muydu? On senenin
sonunda büyük ve şaşaalı bir törenle seni yolcu ediyoruz, seçmen kartını da
elinden alıyoruz dense geri gelmeyi akıllarından geçirebilirler miydi? (Emekli
olan ABD başkanlarına boşuna mı öyle lüks evler, konaklar, vakıflar,
kütüphaneler hediye ediyorlar sanıyorsunuz? Git, oyalan, kaybol demenin kibar
şeklidir.)
Yani ciddi bir anayasa
reformu şarttır ve hayati önemdedir.
Bundan güncel siyasete
ilişkin sonuçlar çıkarıp bana pozisyon biçmeye kalkmayın lütfen; yanılırsınız.
Bir analiz çerçevesi kurmaya, bir sebep-sonuç zinciri anlamaya çalışıyorum,
katılırsınız, katılmazsınız sizin bileceğiniz iş. Ama söylediğim sözleri güncel
siyasetin sefil diline tercüme edince ne kazanmış oluyoruz, onu anlamakta
zorluk çekiyorum.
16 yorum:
- Adsız24 Şubat 2017 11:31Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.Yanıtla
- Haziran-Temmuz 2016'dan bu yana Türkiye'deki Suriyeliler harıl harıl vatandaş yapılıyormuş, sağlam kaynaklardan duydum. Medyada henüz şimdilerde 2 bin Suriyelinin vatandaş yapılıyor diye haberler çıkıyor fakat gerçek rakam bunun çok üzerinde ve uzun zamandır Suriyeliler zaten TC kimlik no'su verilmek suretiyle sessiz sedasız TC vatandandaşı yapılıyorlar. Dağdaki çobandan ziyade, "elin Suriyelisiyle benim oyum niye eşit, referandumda neden Evet çıktı, AKP nasıl %50nin de üzerine çıkabildi?" diye sorarsınız artık. Dağdaki çoban cahil de olsa sonuçta Türkiye'nin evladı, ya daha 3 sene önce gelip yerleşen Suriyeli? 89'da Bulgaristan'ın yolladığı 300 bin Türk bile uzun seneler uzun uğraşlar sonunda vatandaş olabilmişti. Bugün Almanya'ya git yerleş, orada düzgün işin gücün de olsun, 8 seneden önce Alman vatandaşlığına müracaat edemezsin, vatandaşlık başvurun da en erken 1.5 ila 3 yılda sonuçlanır.Yanıtla
- Sanırım tek katıldığım yer şu kısım:Yanıtla
"Seçmen dünyanın hiçbir yerinde oyunu rasyonel idari kararlara göre vermez. Kimliklere göre verir. Sempati ve antipatilere göre verir. O sempati ve antipatinin rasyonel bir açıklamasını asla yapamaz. Seçtiği kimliklerle kendi somut çıkar ve tercihleri arasında mantıklı bir bağ kuramaz. Kendi çıkarı ve tercihi diye beyan ettiği şeyler, duygusal nedenlerle seçtiği kimliğin sözcülerinden duyduğu sloganlardır."
Teşekkürler yazı için. :) - Tiranların olduğu bir sistemde demokrasi bence gereksiz. Bu tiranlar ister devlet gibi dev örgütlenmeler olsun, ister dev ticari kuruluşlar olsun. İnsanları bunlar kodluyorlar veya yönlendiriyorlar ve demokrasiyi kontrol ediyorlar. İnsan zekası robotlar gibi çalışmadığı için %100 bir rasyonel karar beklenemez fakat bunun kalitesi var. Rasyonel seçim yapma kalitesini arttırdığınızda yaptıkları seçimlerin kendilerine olan faydası artıyor.Yanıtla
Fakat şu var; hem Liberalizm hem de Devletçi Sosyalizm’de karar kalitesi artmış insan arayışı yok. Aradıkları otoritenin gücü korunsun, verilen işi yapsın veya alanında uzmanlaşıp en yüksek verimi üretsin. Aynı nedenle görüyoruz ki; bir alanda uzman insanların bile rasyonel seçim yapma yetenekleri düşük.
O halde sistemi karar kalitesini arttırcak şekilde kurmanız lazım. İnsanlar tam rasyonel karar alamıyorlar diye demokrasiyi atmak, gavura kızıp oruç bozmak gibi (bu atasözünü de yeni öğrendim, kullanmak istedim).
İşe tiranlaşmayı engellemek, köleleşmeyi ortadan kaldırmak (ister devlet için, ister ticari kuruluşlar için) daha sonra rasyonel kararı etkileyen bireyi öne çıkarmak ve doğru bilgiye ulaşımı kolaylaştırmakla başlanabilir.
Yoksa günümüzdeki düzende ben de demokrasiye pek önem vermiyorum. - Sevan hocam "Ciddi bir Anayasa Reformu Şarttır ve Hayati Önemdedir" demiş. Bakın dün T24'e verdiği röportajında Em Diplomat ve Dışişleri Müsteşarı Özdem Sanberk bu hususta ne demiş:Yanıtla
- Cengiz Çandar, Hasan Cemal’in bugünü açıklamak üzere kullandığı “Ben değil, Erdoğan değişti” tezine dair bir parantez açarak “Türkiye’deki siyasal İslam’ın otokrasiye evrilme ihtimalini öngöremediklerini” söyledi. Murat Belge, referandum sürecinde ‘kandırılmış’ hissettiğini, Adalet Ağaoğlu da yetmez ama evet diyerek ‘enayilik yaptığını’ söyledi. ‘AKP’nin birikmiş sorunları çözme iradesi’ ve AB’ye katılım çabalarını takdir eden sizin süreç için benzer bir özeleştiriniz var mı?
Özeleştiri yapma konusunda hiçbir kompleksim yok. Benim için AK Parti’nin özellikle ifade ve basın özgürlüğü konusunda kendinde en ufak bir yanlışlık olmadığı görüşünü savunması, ‘onlar gazeteci değil terörist’ gibi beyanlarla yetinmesi büyük bir hayal kırıklığıdır. Kırılma noktamı sorarsanız, o da 2005’te AB müzakerelerine başlaması gibi tarihi bir sonucu elde ettikten sonra bu sürece birinci öncelik verilmemesi ve sürecin hangi sebeple olursa olsun duraklamasına izin verilmesidir. Bu duraklama, katılım sürcinin gereği olan toplumsal dönüşümü de yavaşlattı. Ne var ki bu sürecin durdurulmasına muhalefet de ciddi bir tepki göstermedi. Süreci sahiplenmedi. Demek ki muhalefet de aslında kendisinin nüfuz edemediği o muhafazakâr dindar tabanı dönüştürmek istemedi.
Türkiye halkı olarak nasıl bir toplum modeli istediğimiz konusunda bir mutabakatımız yok. Kutuplaşmanın sebebi de bu. Toplum modelimizi bir dindar toplum olarak mı kurmak istiyoruz, yoksa temel haklara, sekülerizme dayalı bir toplum olarak mı? Modeli çoğunluklu anlayış temelinde dayatarak mı, yoksa yurttaşların gönüllü rızasına dayalı ve farklı görüşlere saygı temelinde mi kuracağız? Bu konulardaki zihin karışıklığı giderilmeden de anayasa değişikliği çok kolay yapılmaz. - Sevan hocam tamam haklısın da her yerin kendine has bozuklukları var. Mesela Amerika'da George Washington'dan beri başkanlık 8 seneyle kısıtlanmış fakat ya senatörlere ne demeli? Adam politikaya girip 40 yaşında senatör oluyor, ondan sonra ta 80 90 yaşında ölene kadar senatör. Çünkü partileri her seçimde onları tekrar tekrar aday gösteriyor. Donald Trump, "bu ömür boyu senatörlük artık kalksın" deyince kötü tepkiler aldı. "Canım ne olacak asıl mühim olan başkanlık" demeyin Amerika'da her eyaletten 2 tane olmak üzere hepitopu 100 tane senatör var ve ülkenin iç & dış politikasında başkan kadar söz sahibiler, hepsi lobicilerin maaşlı çalışanları haline gelmiş.Yanıtla
- Sevan hocam, Hans Hoppe'nin _Democracy: The God That Failed_'deki demokrasi karsiti argumanlarina ne diyorsun? Tamam anladik demokrasi robust, kendini saglam koruyor, bir yerlesti mi atmasi zor oluyor; peki yarattigi negatif ekonomik tesviklere (ozellikle uzun vadede) ne demeli?Yanıtla
- yanlış hatırlamıyorsam; siyasi sağduyudan bahseden "bir arkadaş" bendim.Yanıtla
yalnız, benim söylediğim siyasi sağduyu, kriter değil, tespitti. ancak bu tespit türkiye ile sınırlıydı. türk eğitim sistemi denen garabette torna tesviyeden geçen beyinlerde sağduyu, solduyu, adı her ne haltsa, olumlu hiçbirşey kalmadığı, cahil denen kitlenin beyin yıkama sürecinden kurtulmuş olma avantajıyla, toplumsal hafıza ve bilinçaltı birikimiyle, eğitimlilere nazaran, katbekat daha doğru siyasi kararlar verdiğiyle ilgili bir tespitte bulunmaktı muradım...
Bir de; (yeri değil ama) etimolojik sözlükteki bir eksikle ilgili bir bilgi edindim. "LOŞ" kelimesi, sözlükte soru işareti görünüyor. kelimenin, ankara civarında yerleşik galatlardan geldiği ve keltçe olduğuna dair bir bilgi edindim. imkan bulursanız bir kurcalayın derim bu tezi...