Saturday, April 1, 2017

Hitler


Geçtiğimiz Nisan ayında, Ian Kershaw’ın tuğla değil kütük kalınlığındaki Hitler biyografisini (Penguin, 2002 ve 2009) okudum. İzlenimlerimi birine mektup olarak yazmışım.

İstersen on tane kitap oku, Hitler muammasını tam olarak bir yere oturtamıyorsun. Bu denli cahil, seviyesiz bir şarlatan koca Alman milletini nasıl peşinden sürükledi? Sürüklemekle kalmadı, tarihte çok az lidere nasip olan bir ölçüde hükmü altına aldı. Bir toplumu yola sürmek zor, ama yoldan çıkarmak daha zor. Kershaw’ın kitabı bu iç karartıcı adamın öyküsünü ay ay, hafta hafta izliyor. Gene de geriye kavraması güç bir tortu kalıyor. Olmaması lazım, nasıl oldu?

Hayatta tek kozu hitabet yeteneği. Kalabalığı hipnotize etmeyi biliyor. Kalabalıkla adeta bir şehvet ilişkisi kuruyor. Neye dokunsa ses getireceğini, nereyi okşasa orgazm haykırışları duyacağını iyi hissediyor. Kalabalığa nefret sunuyor; karşılığında aşk alıyor. O aşk uğruna söylemeyeceği yalan, kırmayacağı kural, harcamayacağı kişi yok. “ Seni yıldızlara taşıyacağım” diyor; “aramıza giren herkes düşmandır, kahret onu” diyor. Cinayetse cinayet, acıysa acı, yeter ki sevişmemize halel gelmesin. 1919’da Münih’te birahane köşelerinde, kafeterya masalarında konuşmaya başlıyor; iki üç yılda yüz binlere, 1929 ekonomik krizinden sonra milyonlara ulaşıyor.

Önce Bolşevik tehdidiyle başlıyor - 1919’da son derece gerçek ve güncel bir kaygı. Sonra, hedef ne kadar muğlak ve gerçekdışı olursa nefretin o denli etkili olduğunu fark ediyor, Yahudileri hedef alıyor. Sonra 1. Dünya Savaşının galip devletlerini, Sovyetler Birliğini, tüm dünyayı düşman ilan ediyor. Yüce Alman milletinin her köşesine sızmış, her tersanesine girmiş hainlere savaş açıyor. Katolik kilisesi düşman, Protestan kilisesi düşman. Eski düzenin seçkinleri düşman. Kendi partisinin radikalleri düşman. Kendi partisinin ılımlıları düşman. Röhm düşman. Generaller düşman. Sonunda Göring ile Himmler bile düşman. İleri gitmezse geriye düşeceğini, geriye düşerse kurtuluşu olmadığını biliyor. Orgazm fırtınasına kapılmış kalabalıklar önce onu paralar.

O yüzden, her şeyi göze almış çılgın bir kumarbaz gibi, potu devamlı artırmak zorunda. Bir yerde batacağını herkes görüyor; belki kendi de görüyor. Basit ihtimal hesabı onu gösteriyor. Ama Stalingrad’a kadar, yıllar boyu üstüste düşeş atınca bütün dünya hipnotize olmuş bir şaşkınlığa düşüyor. Tanrının seçkin kulu olduğuna inanmaya başlıyor. Doğa yasalarını lağv edebileceğine inanıyor. Rusya seferi gibi bir çılgınlığın tek mantıkî açıklaması bu. Aslında ondan öncekiler de kumar. 1933’ten, hatta 1923 darbe girişiminden itibaren attığı her adım kumar. Ama bir şekilde, Rusya cephesinde duvara toslayıncaya dek, talih ve blöf gücüyle oyunu götürmeyi başarıyor. Klasik süreç: hubris ve nemesis.

Elbette tek faktör Hitler’in kendisi değil. Alman milleti de Hitler’e hazır. Korkunç bir savaşta yenilmişler. Üstüste iki ekonomik yıkım yaşamışlar. Nihayet, bunu da gözardı etmemeli, gerçek ve korkunç bir Bolşevik ihtilal tehlikesi ile yüz yüze gelmişler. Siyasi sistem, zavallı çekişmeler içinde kendini tüketmiş. Millet kurtarıcı aramış. Kanmak istemiş. Bağrını açmış.

Çaresiz insanın gücünü asla küçümsememek lazım.

7 yorum:
  1. Hitlerin rusyayi isgal kararinda, ruslarin finlandiyada 3-5 capulcuya karsi cok zorlanmalarini oldugunu duymutum. (ruslar finlilerle basa cikamiyora bizle hic basa cikamaz)
    Yanıtla
  2. Eski Volkswagen Beetle'ların motorları sadece hava soğutmalıdır. Transporter'lar da öyle. (1980'den sonra su soğutmalı hale dönüşüyor) İddia'ya göre bu arabalar Operation Barbarossa’da, Rusya seferi için de kullanılabilsinler ve soğuk iklimde donmasınlar diye geliştirilen motorlar nedeniyle bu şekildeler. Hava soğutmalı motor, Almanya’nın ikliminde kullanılcak bir motor değil, hemen hararet yapıyor ve benzin filtresi motora bitişik olduğundan, arabalar alev alıyor. Etrafta çok yanmış, vosvos görürsünüz. Arabalarının içinden çıkan el kitapçığında, yağ devir daiminin yüksek olması ve motoru soğutması için “devirli kullanılması gerekir” diye uyarı vardır. (Bende eskiden orjinal 73 model Transporter vardı, oradan biliyom) Yani Hitler, Rusya işgali ile sağlam kayaya çatacağını görmüş muhtemelen ki; hava ve yağ soğutmalı motor teknolojisine yatırım yapıp, ön sıraya almışlar.

    Ayrıca o zaman Hitlerin Alman Askerlerine motivasyon için, propagandasını yaptığı, Rusların moğol karışımı oldukları, o nedenle alt-insan oldukları söylemi, halen günümüzde Avrupa’daki takipçilerinin, doğudakilere karşı, kullandıkları bir numaralı referans söylemlerden birisi.

    Tabi o dönem alt-insan dedikleri Rusların ürettikleri T-34 isimli bir Tank var ki; o dönemin teknolojisine göre en ileri savaş makinası. Zaten Operation Barbarossa’da da Almanları en çok şok eden şeylerden birisi o olmuş. Çünkü T-34’leri ilk defa o zaman, alana sürmüşler. Fakat Stalin’in aptallığı, tecrübeli, bilgili komutanları ortadan kaldırması nedeniyle, bu tanklardan yeterince faydalanamamışlar.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Ellerinde sadece birkac yil var Stalin'li Sovyetlerin korunmaya hazirlik icin. Bunu yapmalari bir mucizeden baska bir sey degil. O 'Stalin'in aptalligi" yuzunden mi Hitler'in ordusunun %80i, (yaziyla da: yuzde SEKSENI) Stalin yonetimindeki Sovyet ordusunca yok ediliyor?
    2. Doğu cephesinde sovyet ve alman karşılıklı kayıplarına dair istatistikler var. 1 Alman askerine karşı 2 rus askeri ölmüş örneğin. Ya da tank kayıpları 1'e 3 gibi muazzam bir fark. Ama sonunda tükenen alman ordusu olmuş. Böyle düşününce Hitler'in Barbarossa'daki "kumarbazlığı", deli cüreti daha iyi görülüyor sanki.
  3. Hitler, (her ne kadar 1919'dan beri çok etkili bir siyasi hatipse de) 1932'de profesyonel tiyatroyuncularından ders almış. Hatta bunların isimleri biliniyor fakat ben unuttum şimdi. Erdoğan da 80lerde arkadaşlarıyla amatör olarak İslami tiyatro yapıp sahneye çıkarken, Can Gürzap'tan ders görmüş.

    Hitler'in Almanya'nın nasıl başına geçtiğine gelince,

    Adolf Hitler, 1932 sonundaki Almanya genel seçimlerinden hemen önce Alman vatandaşlığını alıyor. Düşün yani adam 12 senedir profesyonel politikacı ve partinin lideri fakat son dakikada Alman vatandaşı oluyor.

    Hitler Almanya şansölyesi olmadan birkaç yıl evvel Papalık sefiri Vatikan'a mektup yazıyor ve kısaca diyor ki: " Alman halkı eğitimlidir, böyle bir demagogu bizim Mussolini gibi başa getirmezler".
    Yanıtla
  4. Ayrıca şunu da ilave edeyim, ben Alman milletinde bir bozukluk olduğuna inanıyorum, asıl problem Hitler değil yani, bunları da müşahede etmiş biri olarak iddia ediyorum. Faşizan temayül bilhassa Katolik güney Alman ve Avusturyalıların (ve hatta biraz İsviçre'li Almanların da) ruhlarına işlemiş. Ne kadar maskelemeye çalışsalar da bir yerden ortaya çıkıyor. Ama faşizan temayül, Katolik olmayla da alakalı değil. Mesela Luteran protestan Finliler Almanlardan 40 kat daha Faşist, fakat içiçe yaşadıkları komşuları İsveç'lilerde bu tarz faşizmden eser yok.
    Yanıtla
  5. Hitler fenonemini açıklamaya çalışırken Alman İdealizminden de bahsedilebilir. Nitekim 19. yüzyıl Alman toplumunda en etkili felsefe Alman İdealizmiydi ve daha sonra 20. yüzyılda da Hegelcilik olarak çeşitli şekillerde ortaya çıktı. Daha da geriye gidersek, bu iş Kant'ın idealizmine ve deneycilik karşıtlığına dayanır, ama o kadar geriye gidince aradaki bağlantı bulanıklaşıyor. O nedenle sanrım Hegel üstünde durmak lazım Hitler'in felsefi kökenlerini açıklarken. Hegel'in tarih felsefesi, objective spirit dediği ve toplumun kültür, sanat ve dininde tezahür eden soyut kavram, bağımsız devletin bir milletin en yüksek varoluş şekli olduğu fikri, Napolyon'un tarihin o anının en yüksek tecessümü olduğu düşüncesi, yer yer güç hayranlığı, bireyi milletin tarihteki kendini ortaya koyuşuna kurban edici bir kolektivizm, tarihin belirli bir yüksek ideale doğru gittiği ve tarihin bir amacının olduğu inancı--Hegel'in bu fikirleri Almanca konuşan Orta Avrupa'da ve hatta İtalya'da çok büyük tesir yaptı. Hegel bir idealistti, materyalist değildi, ama ondan sonra gelen ve kendini Hegel'in ardılı olarak gören Feuerbach Hegel'in idealizmini materyalist bir kalıpta yeniden yorumladı. Marx ve Engels ise Feuerbach'ın materyalizminden etkilendiler. Marx'ın diyalektik materyalizminin dialektik (mantık) kısmı Hegel'den, materyalizm kısmı ise Feuerbach'tan gelir. En son Nietsche übermensch'i uydurdu--üstün insan. Bir de güç istencini teorize etti. Hitler tabii ki bütün bu fikirlere en azınan aşinaydı. Hatta İtalya'da Faşist Partinin ideologlarından birisi açıkça Hegelciydi. O nedenle Almanya'da 19. yüzyılda ve 20. yüzyılin başlarında bir kültür ve millet (Volk) fetişizmi var gibidir, ki Osmanlı'daki Alman hayranları tarafından bize bile esintileri gelmiştir. Bu felsefi fikirler edebiyat ve sanat aracılığıyla da muhtemelen daha basit şekilde daha geniş kitlelere nüfuz etmekteydi. Nazilerin sosyalist olduklarını da hatırlatmak lazım (National Socialismus). Hitleri doğuran felsefi-entelektüel ortam bu fikirlerle yüklüydü. Marx'in en zor risalelerinden birini çevirmiş biri olarak Sevan hocanın üstüne bu konuda laf söylemek
    pek doğru olmaz ama işin felsefi-teolojik yönü gölgede kalmasın istedim. İngiltere'deki gibi duyumcu, deneyselci bir kültür içinde Alman İdealizminin soyut ve imajinatif kavramları pek kabule mazhar olmuyor. O nedenle de soyut putlar oluşmuyor. Ama Almanya'da bu kadar soyut put havada uçuşurken insanların bir gün gelip topyekun bunlara köle olacakları en azından ihtimal dahilindedir. Bu mesele üzerine daha detaylı ve karşılaştırmalı bir yorumu için The Theological Origins of Liberalism adlı kitabım hizmetinizdedir.
    Yanıtla

No comments:

Post a Comment