1. Bir kere daha, tekrar, yeniden ve eksilmeyen bir dehşetle müşahede ediyoruz ki insanların kahir ekseriyeti mit ile tarihsel hakikat arasındaki ayrımı kavramaktan acizdir. Geçmişe ilişkin öykülere, gerçeği aydınlattığı, ya da eleştiri süzgecinden geçtiği, ya da objektif ikna ediciliğe sahip olduğu için değil, hoşa gittiği veya duygusal ihtiyaçları tatmin ettiği için inanırlar. Tarih anlatımının motoru bilgi arayışı değildir, arzudur. Tarihçi yaygın arzuları tatmin ettiği zaman baş üstünde tutulur; irrasyonel bir sevgiyle sevilir; hatta mürşit ve peygamber makamına yükseltilir. “Eleştiri süzgecinden geçirelim” dediği zaman anlaşılamaz bir şey yaptığına hükmedilir ve cahil kalabalıklarca lanetlenir.
2. Başlangıçlara geri gittiğimizde belki onlar haklıdır. Mythos ve história, özgün anlam itibariyle birbirinin hemen hemen eşi iki kavram. İkisi de “anlatı” demektir, akşam köy odasında toplanan cemaate atalarımızın şanlı menkıbelerini, dev aşklarını ve akla ziyan kahramanlıklarını anlatan ozanları akla getirir. Nitekim história ile muhtemelen eş kökenli olan Arapça esātīr, Yunanca mythos’un tam karşılığıdır. Farsçası dāstān, yani “öğreti”. Cemaatin tam üyesi olmak için öğrenilmesi şart olan öyküler. Pembe boyalı bir evde doğdu, Cebrail’e rast geldi, vb.
Historia’nın farkı eleştiri süzgecindedir. Tarihçi delil ister. Belge sorar. Tanıkları sorgular. Çelişkileri deşer. Siniksen diyebilirsin ki sonuçta onun da yaptığı bir tür mit anlatımı, ama daha rafine bir mit: kütüphaneler dolusu bilginin öğütücü dişlerinden geçmiş, zıt görüşlerin cenderesinde yontulmuş, avamın cehaletine karşı aşılanmış bir mit. İki bin beş yüz sene önce girişti insanlık o çabaya. İlki belki Miletli Hekataios’tur, ya da Bodrumlu Herodot. “Acaba doğru mu, ne malum” diye sordular, otorite sorgulamayı spor edinmiş, aşırı derecede tartışmacı bir toplumda. Kanıt göster! Yoksa neden inanayım?
3. Can sıkıcı bir sonuç çıkıyor bundan. Eleştirel tarihçilik belki bir elit imtiyazıdır. Kütüphaneler dolusu bilgiye erişimin yoksa nasıl eleştireceksin; zıt görüşlere – ve onlarla münazaranın yöntem ve araçlarına – vakıf değilsen neyi sorgulayacaksın? Belki o yüzden, eleştirel historia’nın ortaya çıkışıyla toplumsal sınıf ayrımlarının keskinleşmesi aynı dönemin mahsulüdür. Belki de avamın mitlerini sorgulayanlar aslında “kardeş, ben sizden değilim, level’ımız başka” mesajını vermektedir basitçe. Cahil halk tarafından durmadan “kibirli” olmakla suçlanmaları ondandır.
4. O halde müstahaklar, gitsinler Boğaza karşı viskilerini yudumlasınlar?
Demeyeceğiz. 2500 senedir sürdürüldüğüne, ve özellikle en başarılı toplumlarda her zaman daha yoğun olarak sürdürüldüğüne göre vardır onların da bir işlevi diyeceğiz.
Birinci işlev, avama değil ama toplumu yönetenlere yol göstermektir. Çünkü mit kabin içini aydınlatır; alışılmışı tekrarlar. Pilot koltuğundan ileriye ışık tutmaz.
İkinci işlev daha mühim: toplumun sarıldığı mitlere bir kuşku ve esneklik payı katmaktır. O pay yoksa toplum kırılgan olur; yeni koşullar ve yeni olgularla karşılaştığında ayak uydurmakta zorlanır, evrilemez.
Üçüncü işleve “işlev” diyebilir miyiz bilmiyorum, başlı başına amaçtır. Hakikati sırf hakikat olduğu için aramayı varoluşun amacı – ve en büyük zevklerinden biri – saymayan bir toplumdan kime ne fayda gelir? Belediye otobüsündeki mütevazı insanlar o zevkten mahrum kaldılar diyelim. Öyle bir ihtimalin varlığı dahi, onlar için olmasa çocukları için, umut ışığı değil midir?
5. Mitin işlevi cemaat inşa etmektir: community formation. Aynı kahramanlara tezahürat eden, aynı aşklara ağlayan, aynı zalimlere lanet okuyan insanlar hısım ve kardeş olur. Tasada ve kıvançta ortak, vs. Türkiye’de bugün esas problem mitlerin kontrolden çıkmış olması değil, birbiriyle hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak üç, dört, beş, yarım düzine mitoloji sisteminin aynı anda toplumun değişik kesimlerini ele geçirmiş olmasıdır. Ortak mitlere sahip olmayan insanlar, bırak uzlaşmayı, birbirinin ne dediğini duyamazlar. Bir süre sonra birbirini boğazlamaları Allahın emri.
6. Neden böyle oldu? Evvela memleket kötü yönetildiği için böyle oldu. Yüz senedir empoze etmeye çalıştıkları mitler manzumesi yıpranıp tükendi. Bir yanda memleketin en parlak beyinleri, öbür yanda büyük avam kitlesi, dindarlar, devletin sopasından başka şeyini tanımayanlar “pembe boyalı ev” hikayesinden sıkıldılar.
Daha önemlisi, eleştirel düşünceye yaşam hakkı tanınmadığı için oldu. Eleştiri geleneği ve alışkanlığı toplumda yoksa, eskimiş mitlerini nasıl tazeleyeceksin? Herkese iyi gelecek yeni anlatıları nereden bulacaksın? Dayak yedikçe içine kapanıp daha beter bayrak sallamaktan başka çaren yok.
*
Şu yazıya da bir göz atın isterseniz, konu ilgili. http://nisanyan1.blogspot.com/2017/02/kara-delik-avclar.html
*
Şu yazıya da bir göz atın isterseniz, konu ilgili. http://nisanyan1.blogspot.com/2017/02/kara-delik-avclar.html
İyi geceler Sevan bey.
ReplyDeleteEtimoloji sitenizde dolaşırken bazı sözcüklerin köken bilgisinde hatalar yaptığınızı fark ettim.
Öküz kelimesi toharca kabul edilmiş ama kelimenin atası öküR (sondaki büyük r sert r KAR:Çuvaş vakar),
Göl orta Farsça verilmiş ama kelime tüm Türkî dillerde bulunduğundan Farsça olamayacak kadar eskidir.(çuvasca küle biçimi ses değişimine uyuyor ama tatar devşirmesi de olabilir.)
Yağ kelimesi Ermenice olabilir yazıyor ama kelime tüm türkî dillerde bulunur ve çok eskidir.Ata kelime SaG'dır.(Büyük s oguzcada kelime başı y sesine dönüşen tıslamalı bir sessiz harf ve büyük g yüksek ihtimalle girtlaksal bir sessiz.KAR:oguz yağ,Kıpçak Jav,Altay sayan cav-cağ,yakut sıa,çuvaş śu)
Bu arada geçen yazınızda paylaştığım gönderiler ilginizi çekebilir.
Öküz sözcüğünün Proto-Türkçe olduğunu ben de düşünüyorum, ancak Hint-Avrupaca olma ihtimâli de var, örneğin İngilizce "ox". Ancak Pre-Türkçede kökü var gibi, şöyle ki:
DeletePre-Türkçe
*ö- (yükselmek, yukarı doğru çıkmak) > *ök (boynuz) > *öküre (öküz)
Aynı kökten > ör- (yükselmek 2. kalkmak 3. güneş vb. doğmak) > örki (tepe) > örküç (dalga 2. hörgüç) > örgin (taht) > örge (saray)
Anadolu halk ağızlarında da bu kökten gelen kimi sözler yaşamaktadır: örü/öre (yukarı), kimi yörelerde hörü/höre (yukarı), örene (taştan yığma duvar), "duvar örmek" aslında "duvar yükseltmek" anlamındadır.
İşte bu ana kökten > ök (boynuz) ikizleme ekiyle > öküre > öküz türeyişi muhtemel gözüküyor. Diyeceksiniz ki, "Tek boynuzlu hayvan öküz mü? Neden bu kökten türetilmiş?", Latincede de "cervus" (boynuzlu) anlamındadır ve (geyik) demektir, yani olabiliyor. İkincisi, Türk Tamgalarında da "ök" okunan bir tamga vardır, en eski biçimi "Dağ Keçisi" biçimindedir, oldukça iri boynuzları olan bir hayvandır o da, "ök" tamgası da bu resimden sadeleşe sadeleşe harfleşmiş ve Göktürk Alfabesinde yerini almıştır.
Orta Farsçadaki söz "kôl" ve anlamı (çukur) bence de ilgisi yok, Sevan Nişanyan yorum yapmış sadece, kesin dememiş zaten. Köl sözünün kökü < *kö- (bağlamak 2. etrâfını sarmak/çevirmek)'tir. Bu kökten:
> köl (etrâfı sarılı/bağlı, denize açılmayan kapalı su)
> köle (bağlı olan, bende)
> köl- (bağlanmak) > kölge (cisme bağlı olan karaltı). Bildiğiniz gibi "gölge" ana cisme bağlıdır, cisim ne yaparsa o da aynısını yapar.
Kul sözcüğü de "köl" ile benzer yapıdadır örneğin, Proto-Türkçe *ku- (sarmak, bağlamak)
> kul (bağlı olan, bende)
Aynı kökten > kur (bel bağı, kemer) > kurşa- (etrâfını sarmak, kuşamak) > kurşak (kuşak), > kurşat- (kuşat-), > kurşan- (kuşan-) vb.
Yağ sözü de Türkçedir, ana kökü *ya- (suyunu çıkarmak, özsu çıkarmak) bu fiil kökü Hakasçada ya- olarak hâlâ yaşamaktadır, örnek: Üzümi yadım (Üzümün özsuyunu/şırasını çıkardım). Muhtemelen yağ- (yağmak), dolaysıyla > "yağmur" da bu kökten geliyorlar.
Proto-Hint-Avrupaca, Proto-Uralca ve Proto-Türkçe aşağı yukarı aynı coğrafyada doğmuş diller (Hepsi Ob ile İrtiş ırmakları havzasında, o dolaylarda doğdular) ve muhtemelen en eski arkaik ata dilleri Proto-Avrasyaca denen ortak bir dil, ancak bu dil son derece ilkeldi (15.000 yıl kadar önceden söz ediyoruz), henüz belli bir grameri, çekimi vb. yoktu, sadece en temel sözler ve fiiller vardı, işte ta o dönemlerden kalma kimi "ortak" sözler ve eylemler var Hint-Avrupa, Ural ve Altay dilleri arasında. Özellikle ilkel tarım toplumlarındaki evcil hayvan anları hayli yakın, muhtemelen bu ilkel ana dilden kalma "ortak" sözler. Daha sonra kimi batıya, kimi güneye, kimi doğuya göçtü ve herkes gittiği yerde kendine özgü bir gramer, çekim vb. geliştirdi ve böylece Hint-Avrupa, Ural ve Altay aileleri oluştu. Söz gelimi bütün Hint-Avrupa, Ural ve Altay dillerinde birinci tekil kişi eki /-m/'dir > mine, moy, mon, me, min, minun (Fince "benim"), menim/benim vb. Örneğin bir Ural dili olan Marice > pört "ev" > pörtem "evim" vb.
Sayın Oğuz
DeleteYorumunuz için teşekkürler.Ön bulgar-türk dilindeki ö ve kö kökleri ve bunlardan türeyen sözcükleri bilmiyordum,aydınlattığınız için sağolun.Umarım Sevan bey'de bunu dikkate alır ve etimoloji blogunda düzenleme yapar.
Yalnız bazı eleştirilerim var.Ön Bulgar türk dilinde kelime başı y olarak varsayılan sesin S türevi bir ses olması daha doğru ve hakasçada bildiğim kadarıyla oguzca ortak olan y başlı kelimeler c olarak söylenir.
Ama yağ kelimesinin,özünü çıkarmak anlamında Sa-(ya- degil)kökünden geldiği doğru.Anadoluda gezinti yazısında paylaştığım linklerde daha fazlası var.İlginizi çekebilir.
Ön Bulgar türk dilinin anavatanı olarak ob-irtiş havzasındaki baraba stepleri dilbilgisel ve arkeolojik olarak en güçlü aday.Genetik araştırmalara göre baraba steplerindeki insanlar 6000-1500 MÖ yılları boyunca disardan bir müdahale olmadan bir yaşam sürmüş ve teknolojileride aşamalı olarak otokton bir evrim geçirmiş.En son,bronz çağında Hint Avrupalılar Orta Asya'ya gelmeden öncede Seima-Turbino denen atlı göçebeli ve bronz işlemeli bir kültür kurmuslar.HA'lar orta Asya'ya gelince onlarla karışmış lar ve sonradan Ön türkler doğuya altaylara ve Moğolistana göçmüşler,Ön Bulgarlar ise batıya.İnternette baraba steplerindeki genetik ve arkeolojik çalışmalar ve seima türbino fenomeni ile ilgili birçok bedava makale var.İngilizceniz varsa okuyabilirsiniz.
İyi günler.
Geçenlerde de buna benzer bir yazıya bir yerlerde rastlamıştım. Yazı, gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye'de halkın bazı sosyal asgarî müşterek değerlerde mutabakat sağlayamadığını, bu yüzden Türkiye iç siyasetinde de uzlaşı kültürünün asla yerleşemediğini anlatıyordu. Mesela halkın bir yarısı Türkiye'nin Suudi Arabistan benzeri İslam şeriatı teokrasisiyle idare edilmeyi düşlerken, diğer yarısı ülkede Avrupai tarzda seküler hayat tarzının hakim olmasını hayal ediyor. Böyle en temel birarada yaşama kültüründe bile bu denli ayrışıp farklılaşan bir millet, elbette birgün şartlar tevafuk ettiğinde iç savaş ve yıkıma gider.
ReplyDeleteBu arada şunu söyleyeyim Sevan hocam, kusura bakma ama sen de benim nazarımda, en azından bazı açılardan, patolojik Atatürk tapıcılarından esasen pek de farklı değilsin. Onlar, (yani koyu Ulusalci-Kemalist tayfa) TC'ni Atatürk'ün yoktan var ettiğini, Anadolu coğrafyasına her güzel her iyi şeyin Atatürk'le geldiğine gönülden inanıyorlar. Sen de aynı şekilde TC coğrafyasında yasanan her türlü melanetin fesadlığın çürümüşlüğün kokuşmuşluğun geri kalmışlığın sebebini Atatürk'ten biliyorsun. Yani Kemalistler ve anti-Kemalistler de Türkiye'deki herşeyin sebebini tek bir adama bağlıyor. Neresinden ele alınırsa alınsın, bu hastalıklı, sakat, absürd bir düşünce. İşe sadece böyle bir mefhumun prizmasıdan bakmak, sosyoloji ve jeopolitiği reddedip görmezden gelmektir... Tamam, geçen 19 Mayıstaki makalende fikirlerini biraz yumuşattın ancak hala bazı hususlarda oldukça sabit fikirli bir duruş sergiliyorsun. Elbette, insanların bir yaştan sonra görüşlerinin katılaştığı ve değişime kapalı hale geldiğini kabul ediyorum...
ReplyDeleteBir de şunu hatırlatayım: Ülkelerin gelişip kalkınmasında eğitimin önemini, bir hayli küçümsüyorsun, herşeyi ama herşeyin sebebini ideolojiye bağlıyorsun. İdeolojik sistemin halkın eğitimini belirlediğini düşünüyor, fakat halkın ortalama eğitim seviyesinin, aynı halkın ideolojisini belirleyebileceğini üstü kapalı bir biçimde inkar ediyorsun.
Bu kadar takip edip hiçbir şey anlamamak apayrı bir yetenek olmalı.
DeleteTürk dili ve Türkiye tarihi konusunda bir özeleştiri mi bu Sevan Nişanyan?
DeletePeki Hocam bu eleştiri süzgecinden geçirme bağlamında islam tarihindeki cerh-tadil metodunu nasıl buluyorsunuz?
ReplyDeleteDüzgün, tutarlı ve herkesi asgari ölçülerde ikna edebilecek mitlere ve bu mitleri bir arada tutacak bir mitolojiye ihtiyaç vardı. Bunun en erken denemeleri Osmanlıcılık hareketi, en son denemesi Anadoluculuk hareketi.Entelektüel anlamda ve elde mevcut bilgi kapasitesi ile başarılı olamadılar yoksa iki ana akımda kötü değildi. Osmanlıcılık başarılı olsaydı imparatorluk parçalanmazdı, Anadoluculuk kapsayıcı olarak devam etseydi bugünkü sorunların büyük bir bölümü olmayacaktı.
ReplyDeleteÖte yandan tarih tamamen objektif de olamaz tabi. Olayın bir veri tarafı var, objektif olması gereken (Kuran'ı kim yazdı? İlk ne zaman yazıldı? Talat-M.Kemal 1919-1921 arası ne yazıştılar? vb) Bir de anlatı tarafı var. Orası sübjektif. Aynı objektif verilerden yola çıkıp farklı anlatılar ortaya çıkabilir, çıkar da. Her şey göreli çünkü. Mutlak referans yok.
ReplyDeleteİşte benden de bir anlatı önerisi:
Bizim yaşadığımız toprak parçasına 21. yy normlarına göre bir ülke denebilir. Bu ülkede yaşayan insanlara 21. yy normlarına göre halk da denebilir, bunu sağlayacak ortak bir alt hikaye aslında var.
Bu hikaye Türklük olmaz. Türk kelimesi muğlak ve ne anlama geldiği belli olmayan bir kelime. İçeriği zamana ve mekana göre değişiyor. Soy adı desek, biz Türk soyundan değiliz. Kültür adı desek biz Azeriler ve Kazaklar ile aynı kültüre sahip değiliz. Doğu Akdenizliyiz. Kullandığımız dil, Azericeye yakın, Kazakçaya da uzaktan akraba. Ama atalarımızın kullandığı dil değil. Gelişmiş bir dil de değil. Kaldı ki dil tek başına bir halk oluşturmaya yetmiyor. Kürtler zaten kendilerini ne soy, ne kültür ne de dil olarak Türk kabul ediyor. "TC vatandaşına Türk denir" ise kimsenin kullanmadığı bir tanım. Mezarlıkta ıslık çalmaya yarıyor sadece.
İslamcılık olmaz. Dinin gerçek olmamasını bir kenara bırakalım. İslam, tek bir anlatıya sahip değil. Tarihin hiç bir döneminde hiç bir yerde ortak bir hikaye sağlayamamış. (Eğer Taberi'ye ulaşan söylentiler doğru ise) Muhammed döneminde bile. Kaldı ki Araplar hala İslam'ı evrensel değil milli bir din olarak görüyorlar. Arap olmayan müslümanları Arap kültürüne biat etmiş alt halklar olarak algılıyorlar. İran'ın şii olmasının esas sebebi bu. Buradan "bize özgü" bir hikaye çıkmaz. Çıkmamış zaten.
Anadoluculuk, kısık sesle mahçup mahçup önerilmiş başlarda. 1920lerin ırkçı atmosferinde kabul görmemiş. Ben tekrar masaya sürüyorum ve arttırıyorum: Anatolyancılık.
Anadolu diye bir yer yok. Tarihte buranın adı Anatolya ya da Rumi. İspanya'da yaşayana İspanyol, İtalya'da yaşayana İtalyan diyor isek Anatolya'da yaşayana Anatolyan diyebiliriz.
Tarihimiz Türk tarihi değildir, Anatolya tarihidir. Bizi biz yapan şeyler Anatolya'da pişmiş ve olgunlaşmıştır. Ortaasya'da değil. Arabistan'da da değil. İspanyollar tarih okurken Vizigot tarihi okumaz. Katolik tarihi de okumaz. İspanya tarihi okur. Fransızlar, tarihimiz derken Germen/Frank tarihini kasdetmez, Latin tarihini de kasdetmez, Fransa tarihini kasdeder. Latincilik ya da Germencilik peşinde koşmaz. Fransız halkını Fransa ortaya çıkarmıştır. Anatolyan halkını da Anatolya.
Görece yeni bir halkız. İngilizler'den ve Fransızlar'dan, yani ilk millet/halklardan daha yeniyiz. Hamurumuzda Göbeklitepe var, Çatalhöyük var, Hatti var, Yunan, Ermeni, Roma, İslam, Türkçe var, velhasıl Doğu Akdeniz var.
Kürtler kendilerini bu anlatının içine koyar mı? Bilmem. Kürtler bilir. İster koyarlar, ister koymazlar. (PKK koymaz kesin. Onlara yaramaz.)
Bu anlatıya ilgi olur mu? Olmaz.Çünkü devleti ele geçirme oyununda hiç bir kabilenin işine gelebilecek bir hikaye değil. Ama diğer hikayelere göre objektif verilere daha uygun.
Yeni bir "Mit İnşası Girişimi", ancak asla tutmayacak bir formül. Bir kere şunu atlıyorsunuz, ulus olabilmenin ilk koşulu bir dilin olmasıdır, genetik köken ya da coğrafya çok daha önemsiz şeylerdir.
DeleteSöz gelimi Yunanistanlılar, Kıbrıslılar ve Pontuslu Rumlar genetik olarak birbirleriyle "hiçbir ilgileri olmayan" insanlar, gerek tarihî, gerekse coğrafî olarak da oldukça "ilgisiz" yerlerde yaşıyorlar, ancak tüm bunlara karşın birbirlerini "kardeş" ve hatta "soydaş" kabûl ediyorlar, neden? Çünkü ortak bir "dilleri" var. Haklılar da, Kıbrıslıların genetik olarak Levantlı Araplardan, kuzey Yunanistanlıların Bulgarlardan, güney Yunanistan-Moralıların kuzey Afrikalılardan ve Pontusluların da Gürcülerden "hiçbir" genetik farkları olmamasına bakmadan, "dil" nedeniyle bu üç halk birbirlerini kardeş olarak "görebilir", önemli olan dil bazlı etnik kimliktir.
İspanya'da yaşayana "İspanyol", İtalya'da yaşayana "İtalyan" denir çünkü dilleri var, ancak sözde Anatolya'da yaşayana *Anatolyan denemez, çünkü *Anatolyanca diye bir dil yok.
Ayrıca İspanya'da yaşayan herkese İspanyol denmiyor, yalnızca anadili Castiliano olanlara İspanyol deniyor. Söz gelimi Galiçyalılar, Katalanlar, Aragonlar ve Basklar kendilerine asla İspanyol demezler. Çünkü her birinin sırasıyla ve kendi "dillerinde": Galego, Català, Aragón, Euskara denen dilleri var. Bir de yine aynı yarımadada Portekizliler var meselâ, çünkü onların da kendi "dillerinde" Português denen bir dilleri var. Yoksa sizin mantığınızla hepsine birden "İberyan" der geçilirdi.
Fransa'da da aynı durum söz konusudur, Bretonlar, Alsaslılar, Korsikalılar, Basklar ve Oksitanlar asla "Fransız'ız demezler, her birinin birer dili ve dolayısıyla kimliği var. Yani "Fransız kimliğini Fransa" değil, "Fransızca" oluşturmuştur.
Deleteİtalya'da da benzeri bir durum vardır, ortak bir "İtalyan" kimliği yoktur. Bir sürü İtalik dil vardır ve her dilin konuşucusu kendini o dil ile betimler. Bir arkadaşım Napoli'de okuyordu, yanına gitmiştim. Meselâ Napoli'de İtalyanca "bilmeyenler" var, evet yanlış okumadınız, adamlar "Biz Napolitanız" diyorlar, çünkü Napolice "Napolitano" adlı bir dilleri var, Siciliano, Veneto vb. bir sürü İtalik dil söz konusu. Hatta yolda bir adama adres sormuştu arkadaşım ve "İtalyancayı çok iyi bilmiyorum" demişti, Napolili adam gülerek "Sorun yok, ben de İtalyancada iyi değilim" demişti :)
Yani, bizler bal gibi "Türk'üz", siz olmayabilirsiniz, kimse Türk olmak zorunda değil tabii, ancak "kendi adınıza" konuşunuz, ne "olmadığınızı" söylüyorsunuz, "Ben Türk değilim" derken (ki bu cümle bile Türkçe), o hâlde ne "olduğunuzu" da söylerseniz daha sağlıklı tartışabiliriz, ancak öyle "Anatolyan" gibi fantazilere girmeyiniz, ha "Anatolyanca" diye bir diliniz var da biz bilmiyorsak tamam, o zaman Anatolyan olabilirsniz tabii.
Azerbaycanlılar da bizim için "kardeş", Azerbaycan Türkçesiyle "qardaş"tır, sizin için olmayabilir. Kazaklar da daha uzak olmakla birlikte bize bir Alman'dan, bir Japon'dan, bir İngiliz'den çok daha yakın bir halktır, hem dilce hem de kültürce.
Deleteİşi sadece genetiğe dökecekseniz teziniz yine çuvallar. Yani bu topraklara "Anatolya" demenin hiçbir anlamı yoktur, Türkiye demek gibi bir şey. Sonuçta "Anatolya" 2000 yıl önce bu topraklara kolonici olarak gelmiş, bir avuç Helen'in verdiği ve "doğu" demek olan saçma sapan bir söz. Neden "Türkiye" değil de bir önce adı kullanalım? Hadi bizler genetik olarak çok fazla Turkic değiliz de ondan desek, iyi de genetik olarak Indo-European da değiliz ki, bu topraklardaki en baskın genler Türklerde de, Kürtlerde de, Ermeni ve Rumlarda da "J2" genleridir, bu gen Indo-European değil, dolayısıyla Helen de değildir. Bu genden sonra taşıdığımız ikinci en yoğun gen ise "G" genleridir ki bu gen de Indo-European değil, Kartvelian yani Gürcü, Laz, Svan, Mengrel genleri, ayrıca Orta Asya'da da yoğun sayılır.
Uygurların meselâ taşıdıkları en fazla gen de "J2"dir, %35 ile birinci sıradadır. Biz Anadolu Oğuzlarında da %26 "J2" var.
Ayrıca sap saman hepsini çorba etmişsiniz, hamurumuzda Göbeklitepe de var, Ermeni de var, Rum da var, Doğu Akdeniz de var deyip saymışsınız, ancak nedense Türklük demeyip ayıp olmasın diye "Türkçe" demişsiniz. Sizi bilmem, sizin hamurunuzda Türklük olmadığı belli, bu denli Türk karşıtı olmanızdan anlaşılıyor, ancak benim hamurumda Türklük de var, dediğim gibi "kendi adınıza" konuşunuz.
DeleteAyrıca Göbelitepe "Anatolya" sınırları dışında kalıyor, Anatolya Fırat'ta biter, Trakya'yı da kapsamaz. Dedim ya sap saman karıştırmışsınız, Trakyalı birinin hamurunda Urartuluk yoktur örneğin, ya da yarı Aydınlı, yarı Manisalı bir Yörük olarak benim hamurumda Kommagenelik, Araplık, Ermenilik ya da Kürtlük yok. Bu etnisitelerle bir zorum olduğu için yazmıyorum, hakikaten yok, olsa dükkan senin. Benim hamurumda olsa olsa Lidyalılık, Frigyalılık yani özetle Rumluk olabilir Türklüğün yanında, ancak Lazlık ya da Trakyalılık da yok meselâ, yani "Herkesi bir torbada toplayalım" mantığı doğru değil, tutmaz.
Bir ülkede sorunsuzca yaşayabilmenin yolu, "Herkesin birazcık ötekinden de olması" değildir, bu Ortadoğulu mantığıdır. Bir arada yaşayabilmek için ortak bir kimlik olsun fikri... Yanlış bir fikir, gereksiz de. Bir arada yaşayabilmenin yolu "hukuk"tur sadece, hepsi bu. Devletin bir kimliğe, dile, dine torpil geçip, diğerlerini vatandaştan saymaması sorun çıkarır. Yoksa benim Türklüğümden kime ne? Bu ülkede Ermeni de var, Kürt de var, Çerkes de var diye ben Türk olmaktan vaz mı geçeceğim? Ne münâsebet? Bu ne saçma bir görüştür, ülkenin çoğunluğu Türk diye Ermeni Ermenliğinden, Kürt Kürtlüğünden vaz mı geçiyor? Ya da geçmeli mi? Tabii ki hayır.
Bizde, bir arada yaşamak için ille de aynı etnik kökenden, ya da aynı anadilden, ya da aynı din ve mezhepten olmak gerektiği sanılıyor, öyle düşünülüyor, böyle olursa hiç sorun çıkmaz sanılıyor, bundan dolayı da fantastik fikirler öneriliyor. Yok Osmanlıcılık, yok Anadoluculuk gibi... Al Fetöcüler de Sünni Müslüman, Ak Reyizciler de Sünni Müslüman, hepsi "Osmanlı Torunu", nasıl geçiniyorlar? İyi mi? Değil, çünkü "hukuk" nedir bilmiyorlar, iki taraf da hak nedir, hukuk nedir, eşitlik nedir, umurlarında değil, tam bir Ortadoğulu iki taraf da.
Deleteİster "Anatolyancılık"ta birleşin, ister "Hatticilik"de (bu toprakların bilinen en eski adı Hatti'dir), hukuk olmadığı sürece demokrasi olmaz, demokrasi olmadığı sürece de özgürlük olmaz, huzur olmaz. Ülkeyi kim ele geçirecek, kim hukuğu kendinden olmayanları yok etme aracı olarak kullanacak didişmesi son bulmaz. Yani, Osmanlıcılık, Anadoluculuk gibi fikirler boş Ortadoğulu fikirleridir...
Oldu da yarın sizin gibi Türk alerjisi olan "Anatolyancılar" ülkeyi ele geçirdiler, bu Ortadoğulu zihniyetiyle bu kez benim gibi Türkleri inim inim inletirsiniz, "Siz Türk değilsiniz, siz denizde trük, trük diye yüzerken Türk olmuş deniz Anatolyanlarısınız" diyerek kimliğimizi, dilimizi inkâr edersiniz, aşağılarsınız, ki aşağılamaya çalışmışsınız da aklınızca, yazınızda Türkçe için, "Gelişkin bir dil de değil" demişsiniz, dilbilimcisiniz ya :) otorite konuştu... Daha "sen" ile "siz"in farkı olmayan İngilizce "gelişkin" mi meselâ? :)
Büyük annem kalçasını çatlatmıştı, doktor kendisine tedavi sürecinde yürümesine yardımcı olması için "yürüteç" vermişti, tabii doctor "yürüteç" değil "walker" demişti, ben de "Onun Türkçesi yürüteç değil mi doktor bey?" deyince, "Onun Türkçesi yok ki?" demişti, ben de "yürüteç" dedim ve ekledim, "İngilizce olan walker "yürüyeç, yürüyen, yürüyücü" demektir, oysa "yürüteç" bir kişinin "yürümesini sağlayan şey, aygıt" anlamına gelir, zira bu zımbırtı kendi kendine yürümüyor ki "walker" olsun, asıl "yürüteç"in İngilizcesi yok demiştim. Dut yemiş bülbül misâli uzaklara daldıydı doctor jiwanım :)
Hadi şimdi ödevinize iyi çalışın, hangi dil "gelişkin" hangi dil "gelişmemiş" bir daha düşünün bakalım...
Sayın Köroğlu, "Anatolyacılık veya Anadoluculuk" için artık bir ihtiyaç var mı ki? ne kaldı ki geriye? Kürtler mi? bunca zaman dır ve canhıraş bir şekilde dile getirilmeye çalışılıp vede söylenemeyen bu kavramlar sadece Kürtler kopmasın diye mi ? acaba Kürtler kopar mı ? yoksa Kürtler in umurunda değil mi böyle işler ve hatta Kürtleri bir şey sayıyor mu Türki kesim? (Millet,Güç,Adam) vb. Kürtler koparsa kıyamet mi kopar? Ve yahut Kürtler veya Türkler Anatolyalı mı?
DeleteNe kadar da Ulus devletler,Şirketler vb. olguların desteği ile Globalleşme vb. gibi döngülere'de girsek, Tarih tekerrür'den ibaret haller çizdiğinden dolayı, yeniden küçük kavimlere bölünme yolunada gidebilir İnsanlık,Çünkü eğitim ve insan kalitesi arttıkça kişisel manada Diller,Soy-köken ve hatta genetik ve Fenotip var oluşlar bile, kişiler ve topluluklar nezdinde kıymetleniyor vede ayrıcalık olarak algılanıyor. Bir nevi yok oluşa direnme olduğundan dolayıda desteklediğim bir durumdur bu.
İhtiyaçtan değil hocam. Hakikate daha uygun diye.
DeleteGerçi rahatlama da getirir. Gerginlikten yer adlarından bile korkuyoruz baksana.
Leadri doğru söylüyor sevan hocaa.. sende burada demagoji yaptın şimdi.. sanki osmanlı da her şey idaal olmasada iyi kötü gidiyordu, ama kemal geldi bombok oldu. Bu kadar değil. Irkçılık geldi bu doğru. Bunda o günkü dunya konjuktrunun de payi yadedilemez. Sizde bilirsinizki iyi yanlarida çok fazla. Kemalden sonra gelenler kemal adına isleri bombok ettilerse bunun gunahini sadece ona yüklememek lazim.
ReplyDeleteOsmanlıda da ayrımcılığın en halisi ve muhlisi vardı, Din ayrımcılığı kimi bölgeler de özellikle Balkanlar ve Anatolya'da zirvelere oynuyordu velhasıl lisan boyutuna inilmemiş'ti. Ve ne zaman ki İttihatçılar ve Kemalistler ortalığa döküldü Lisana değinilerek fıtrata ve var oluşa dokunuldu, işte o zaman kıyamet koptu, şerrin önü açıldı.
DeleteSöyledikleriniz ve duruşunuz doğru olmakla birlikte insanların çok büyük bir çoğunluğu ne yazık ki çok mantıkla hareket etmiyor.Türklerin geçmişteki yanlışlarla yüzleşmesi lazım, saçma mitlerden, kendini,geçmişini övmeden kurtulması lazım. Ama ya bunun sonucunda Almanlardaki gibi suçluluk kompleksi, şu anda Batıyı iyice saran patolojik self-hate ortaya çıkarsa? Politik doğrucuların yaptığı gibi mantık çizgisinden çıkılırsa? Batıda oldu Türkiyede olmaması için bir sebep yok ki yavaş yavaş ortaya çıkıyor da.Kemalistler Batının güncel durumu hakkında neredeyse hiç fikir sahibi değiller ama expatriateler ve bir çok Türkiyede yaşayan kişi bunları görüyor.Bir ara oğullarınızın yazısını paylamıştınız, modern muhafazakarlık hakkında.Sözün özü şu ki, büyük olasılıkla Kemalistler batıdaki değişimi bilmiyor ve ona göre hareket etmiyor ama biz bilenler olarak sizce Batıdaki gibi patolojik self-hate ve suçluluk duygusuna düşmeden, bunu yaygınlaştırmadan ülkedeki mitlerden nasıl kurtulabiliriz?
ReplyDeleteSevan hocam bence sizde yazılarınızı tarafsız bir gözle okusanız aynen laedri'nin söylediklerini anlarsınız.
ReplyDeleteGelinen noktada RTE ve dindarlar kendi mitlerini televizyon ve gazeteleri üzerinden sağlamlaştırdılar. Buna karşın diğer cepheler de sosyal medya Twitter ekşisözlük vs. üzerinden pembe boyalı mitlerini günde binlerce kere farklı şekilde üreterek tazelediler. Ayrışma süreci bu sayede çok hızlı gelişti. Önümüz karanlık hayırlısı olsun.
ReplyDeleteBilgilerinizi paylaştığınız için müteşekkirim size sayın Sevan Nişanyan.
ReplyDeleteAnatolya ortak vatan,hepimiz anatolyan!
ReplyDeleteYaşaa!
Delete"Trakyalı birinin hamurunda Urartuluk yoktur örneğin, ya da yarı Aydınlı, yarı Manisalı bir Yörük olarak benim hamurumda Kommagenelik, Araplık, Ermenilik ya da Kürtlük yok. " Sen öyle san:
ReplyDeletehttps://waitbutwhy.com/2014/01/your-family-past-present-and-future.html
"...tüm bunlara karşın birbirlerini "kardeş" ve hatta "soydaş" kabûl ediyorlar, neden? Çünkü ortak bir "dilleri" var..." "..., "dil" nedeniyle bu üç halk birbirlerini kardeş olarak "görebilir", önemli olan dil bazlı etnik kimliktir...." İrlandalılar, Kanadalılar, Kenyalılar, Malezyalılar, Hintliler, İsviçreliler, İranlılar, Arjantinliler, Mozambikliler bu önermeye şiddetle itiraz ederlerdi. Bir İrlandalı'ya "sen İngilizce konuştuğuna göre İngilizsin" derken orada olup seyretmek isterdim.
İşin özü şu: millet uyduruk bir kavram. Bize avcı-toplayıcı atalarımızdan miras kalan aidiyet dürtüsünün sömürülmesine gidiyor kökü, uzun hikaye. Tarihi süreçler sonucu bir devlet ortaya çıkıyor önce. Sona o devlete bir halk ve dil uyduruluyor. Önce devlet, sonra halk, sonra dil şeklinde sıralama, tersi değil.
İbranice, İtalyanca, standart Almanca,vb 150 yıl önce var olmayan dillerdi. Portekiz olmasa idi Portekizce (İspanyolca'nın bir lehçesi, tıpkı Katalan lehçesi gibi) olmazdı. Fransa olmasa idi, Fransızca olmazdı.
Moğollar 13.yy'da Anatolya'yı işgal etmese idi Türkçe değil Farsça konuşuyor olacaktık. 2.Abdülhamit, düşündüğünü uygulasa ve Arapça'yı resmi dil yapsa Arapça konuşuyor olacaktık. Latinler Konstantinoupolis'i işgal etmese belki Yunanca konuşuyor olacaktık.
Biraz rastgele bu dil işleri.
Hocam o kadar geriye gidersen elbette 60.000 yıl önce Afrika'da buluşuruz :)
DeleteMoğollar Türkçe mi konuşuyordu ki 13. yy'da? Moğollar ne zaman Türkçe konuştular da biz Türkçeyi onlardan aldık? Kusura bakmayın ama saçma bir yorum olmuş.
2. Adbülhamit resmî dili Arapça yapsaydı da bugün Arapça konuşmazdık, Elsine-i Selase yani "Üç Dil" denen, bugün bilgi eksikliği içinde olanların "Osmanlıca "dedikleri dil zaten Türkçe değildi ki, bunu bu dilin kullanıcıları da bildikleri için, Türklerin diline "Türkî" derlerdi, bugünkü "Türkü" adı oradan gelir, "Türk dilinde olan, Türkçe" demektir, ya da kimileyin "Türkîce" derlerdi Elsine-i Selaseciler...
Kuzey Afrika'da resmî dil Arapça ancak hâlâ yerli dilleri olan Amazigh, Tamazigh gibi dillerin tümü yaşıyor ve kullanılıyor. Ne Arapçanın ne de Fransızcanın yayılışı ve resmî oluşu bu dilleri yok edememiş.
Belki Cumhuriyet ilan edilmeseydi, resmî dil "Elsine-i Selase", ya da dediğiniz gibi Abdülhamit resmî dili Arapça yapsaydı Arapça, ya da tarih farklı aksaydı Yunanca olabilirdi, ancak yine de bu topraklarda özellikle bizim Yörükler başta olmak üzere anadili Türkçe olan ciddi bir nüfus yine olurdu, 11-15 milyon arası anadili Türkçe olan bir halk yine olurdu, bu kez bizim Yörükler resmî dili Elsine-i Selase, ya da Arapça, ya da Yunanca olan devlete varlığımızı ve dilimizi kanıtlamaya uğraşırdık, belki bize "Deniz Osmanlısı" ya da "Kır Yunanı" falan denirdi, ancak direnir, varlığımızı kabûl ettirirdik merak etme :)
Şu kısmı fark etmemişim
Delete""...tüm bunlara karşın birbirlerini "kardeş" ve hatta "soydaş" kabûl ediyorlar, neden? Çünkü ortak bir "dilleri" var..." "..., "dil" nedeniyle bu üç halk birbirlerini kardeş olarak "görebilir", önemli olan dil bazlı etnik kimliktir...." İrlandalılar, Kanadalılar, Kenyalılar, Malezyalılar, Hintliler, İsviçreliler, İranlılar, Arjantinliler, Mozambikliler bu önermeye şiddetle itiraz ederlerdi. Bir İrlandalı'ya "sen İngilizce konuştuğuna göre İngilizsin" derken orada olup seyretmek isterdim."
İyi de İrlandalı kimliğini, dilini yitirmemiş ki, benim yazdığım örnekte ise aslen Levantlı, muhtemelen Fenike kökenli olan Semitik bir halk olan Kıbrıslılar, dillerini "yitirmiş", Yunancayı "benimsemişler", oysa İrlandalıda böyle bir durum yok, dili de duruyor kim olduğunu da biliyor, aynı şey değil.
Sevan Nişanyan hepimizden iyi Türkçe biliyor, Türk mü oldu? :) Elbette değil, bir dili bilip konuşmak, yaşadığın ülkede resmî dil olması nedeniyle yaşamını o dille sürdürmek ayrı, kendi öz dilini "unutmamak" ve aslında kim olduğunu "bilmek" ayrı. İrlandalılar da Sevan Nişanyan gibiler, yaşadıkları yerdeki resmî dil olmasından ötürü İngilizcesiz bir hayat sürdüremezler, ancak Galikçeyi de bilen bilir, Galikçe bilmeyen de en azından köklerini bilir.
@...
DeleteKuzey Afrika'da yerel Arapça lehçeleri hakim dildir, Berberi dilleri ve diğer kadim diller azınlıktadır, bir kısmı Arapçanın yayılmasıyla çoktan yok olup gitmiştir. Kuzey Afrika'da anadili Arapça olanlar Araplığa vurgu yapmak ve Berberiler gibi kadim Kuzey Afrika halklarından gelmelerine vurgu yapmak gibi iki kutup arasında gidip gelmektedir, yani kimlik tartışmaları coğrafyamıza özgü değildir.
İrlanda'da İngilizceye geçiş yakın yüzyıllarda olduğu için süreci tarihi kayıtlardan izleyebiliyoruz, o yüzden orada pek kafa karışıklığı yok. Bizimki ve Kuzey Afrika'daki gibi kayıtların kısıtlı olduğu asırlarda görülen dil yayılmalarında iş belirsizleşiyor, o yüzden bu konuda genetik en büyük yol göstericimiz. Coğrafyamızdaki genetik durumu önceki pek çok yorumumda anlattığımdan tekrara girmeyeceğim.
1) O kadar geriye gitmiyoruz. Yaklaşık M.S. 1200 civarı hemen hemen herkes, bugün yaşayan hemen hemen herkesin atası. İyi oku linkini verdiğim blogu. Hesabı da iyi anla.
Delete2) Anatolya'da Türkçe Moğol işgalinden önce konuşuluyor idi ama baskın dil değildi anlaşılan. Farsça, Yunanca ve Türkçe birlikte konuşuluyor gibi duruyor. Farsça elit dili imiş. Moğol işgali ile Türkçe diğerlerine baskın çıkmış. Bunun Moğolca ile ilgisi yok. Moğol egemenliği ile birlikte kökeni Orta Asya'ya dayamanın meşrulaştırıcı etkisi ile ilgisi var. Nişanyan'ın konu ile ilgili yazılarını oku.
3) Sen Türk hissediyorsan kendini hisset. Bana ne? Kime ne? Seni ilgilendiren bir iş.
@Köroğlu
DeleteMS 1200 civarında da, 30.000 yıl öncesinde de, hatta 60.000 yıl öncesinde de dünya üzerindeki yaşayan hemen hemen herkes bugün yaşayan hemen hemen herkesin atası değildi. Çünkü her ne kadar her birimizin şeceresindeki atalar her bir nesil geriye gittiğimizde ikiye katlansa da geriye gittikçe her birimizin soyundaki soy hatlarında belli bir soy hattının tekrar etme olasılığı artıyor. Bu olayı örneklerle açıklarsam daha iyi anlayacaksın. Diyelim ki annenle baban birinci dereceden kuzen, bu yakın atalarında bile belli bir kişinin birden fazla kere görüldüğü anlamına gelir. Annenle babanın bilinen akrabalığı yok ama köken olarak aynı coğrafyanın insanlarılar diyelim, bu durum da yakın ataların arasında olmasa bile nispeten daha uzakta olan ataların arasında aynı kişinin birden fazla görünme ihtimalinin yüksek olduğuna işaret eder, ne kadar geriye gidersek de bu ihtimal o kadar yükselecektir, yani her bir nesil geride ikiye katlanan atalar arasında aynı kişinin görünme ihtimali artacağından ataların miktarının aslında her zaman ikiye katlanmadığı, birçok geri gidişte aynı kişinin görünmesi olayı vuku bulduğundan iki kattan az miktarda ata görünme ihtimalinin de arttığı görülecektir. Biraz karışık bir mevzu, umarım anlamışsındır. Ama zaten arkeolojik ve genetik veriler de misal MS 1200 civarında yaşayan hemen hemen herkesin bugün yaşayan hemen hemen herkesin atası olamayacağını anlamamız için yeterlidir, Amerika yerlileri binlerce yıldır Eski Dünya'dan tamamen izole yaşadılar, Avustralya ve Papua yerlileri ise on binlerce yıldır izole oldular, Sahra Altı Afrika'da da benzer bir izolasyon görüldü.
Türkçenin yayılması şehirlerden çok taşra dinamikleri ile alakalı görünüyor. Oğuz/Türkmenler hayvancı göçebe olduklarından ekseriyetle taşra bölgelere yerleşip taşradaki Rum ve Ermeni grupları İslamlaştırıp asimile etti ve onlarla karıştı, bu durum yaşadığımız coğrafyada Türkçenin neden bu kadar çok yayıldığını açıklayabilir.
@Köroğlu and @Onur Dincer
DeleteAnatolya da Antik çağlar dan ve özellikle ilk dönem orta çağ başların dan beri Tanrısal makamı olan başkent Konstantinopolis in düşmesi sonrası İslamlaşmanın hızlanması gibi bir durum söz konusu ve bunu göz ardı edemeyiz muhtemel İslamlaşmanın temel gücü buradan geliyor gibi olabilir mi?
Sayın Onur'un bahsettiği ""Türkçenin yayılması şehirlerden çok taşra dinamikleri ile alakalı görünüyor. Oğuz/Türkmenler hayvancı göçebe olduklarından ekseriyetle taşra bölgelere yerleşip taşradaki Rum ve Ermeni grupları İslamlaştırıp asimile etti ve onlarla karıştı,""
Düşünülmesi ve sorulması gereken Taşra daki göçebe Oğuz /Türkmenlerin böyle bir ilgi odakları varmıydı ? ve böyle bir girişim için eğitimli miydiler. Yoksa binlerce yıldır Devlet sisteminin vede yerleşik düzenin ne olduğunu iyi bilen Çok kalabalık orandaki yerli topluluğun bir çok sebepten ötürü kendi başlattığı bir değişim miydi İslamlaşma ve Türkçe?
Yani nasıl diyeyim Sayın Onur; tamam, Karadeniz gibi küçük otokton halkların yaşadıkları yerler de dediğiniz gibi bu iş böyle oldu ve de Türkçe medreseler,şeyhler,ticaret vb. olaylar ile Cumhuriyete kadar Gürcüce,Lazca, Rumca ve Hemşince ile beraber topluma yerleşti,kimi yerde Türkçe tam etkin oldu fakat kimi yer de ikinci ortam dili gibi durdu ve halen daha bu şekilde seyrediyor bölgede.Anılar ve kimlikler iyi veya kötü yerinde duruyor. hatıratlar ve tarihler halen daha mevcut.
Bakınız 1895 Ermeni İslamlaşmasını ayrı tutuyorum.Bunları biraz didiklesek kuvvetle muhtemel belki buluruz kim olduklarını.
Fakat komple bir Anatolya Müslümanlaşması ve Türkleşmesi çok ciddi kanıtlar ister, bölgesel olarakta ele alsak özellikle Ege,iç ve Batı Anadolu vede Akdeniz tam bir muamma.
fakat bu genel Müslümanlaşma daki O çok kalabalık kimseler kimdi? Her şeyi not eden Ermeni ve Rum tarihçi ve gezginler nerede? Anılar nerede? hatıralar ve dedikodular nerede? İşte onu maalesef kimse bulamıyor ve kanıtlayamıyor.
Ben her zaman derim Anatolya ya azınlık gelen doğulu halkların Oğuz/Türkmen vb. Doğum oranları çok yüksekti ve hakim Türkçe de bunun eseri. Tıpkı Kürt/Zaza çoğalması gibi.
@Onur Dinçer
DeleteGayet iyi anladım. Zaten kuzen evlilikleri ve tekrarlayan atalar olmasa her birimizin 2^32=4,3 milyar civarı atası olurdu M.S. 1200'de. İnsan nüfusu M.S. 1200'de tahmini 400 milyon civarı olduğuna göre tekrarlanan atalar kaçınılmaz.
Kaldı ki 1900lerin ortalarına dek kuzen evliliklerinin tahmini ortalama %80 olduğu savını okumuştum. Mekana ve zamana göre değişse de mantıklı geldi bana.
Gel gör ki 7,6 milyar insanın her birinin 1200'de 4,3 milyar olması gereken ataları toplamını 400 milyona indirmek için takdir edersin ki hemen hemen herkesin o 400 milyonun hemen hemen tamamına ihtiyacı vardır. Aborijinler, Pigmeler, Khoisanlar, Guariboslar gibi kapalı gen havuzları hemen hemenin sebebi tabii ki. Kaldı ki hiç biri sızdırmaz gen havuzu değildir.
Diyorsun ki haplayan hoplayan genetik grupları ne yapacağız? İskandinav ile Hintli aynı atadan mı gelme? Cevap evet. Aradaki fark şu: tekrarlanan ata frekansı doğal olarak coğrafi yakınlıkla doğru orantılı. İki boyutlu bir yüzeyde yaşadığımıza göre muhtemelen coğrafi yakınlığın karesi ile doğru orantılı. Hindistan ve İskandinavya gibi görece uç yerlerde çeşitlilik daha az. Ama bu seni yanıltmasın. Her Hintli'de bir Ragnar Lothbrok parçası var. Her İskandinav'da bir brahman ata var.
Yol geçen hanı olan Avrasya ve Doğu Akdeniz'de ise her türlü gen havuzu kevgire dönmüş durumda (tereciye tere satmak gibi olmasın)
@12 Haziran 2018 15:45'te yazan adsız
DeleteModern öncesi dönemin nüfus dinamikleri ile modern devrinkileri karıştırma hatasını yapıyorsunuz. Modern öncesi devirde Anadolu ve civarındaki doğum oranları halktan halka önemli bir değişiklik göstermiyordu, bunu nüfus kayıtlarının olduğu dönemlerin (15. ya da 16. yy'dan itibarenki dönemler) nüfus verilerini incelediğinizde görebilirsiniz. Müslümanların İslam hakimiyetine giren yerlerde zamanla oranlarının artmasına sebep olan ana faktör İslamın devlet eliyle desteklenmesi ve yayılmacı/cihadcı yapısıdır, doğum oranları konusuyla alakası yoktur. İstisnasız İslam devlet eliyle girdiği ve desteklendiği her yerde zamanla yayılma göstermiştir. Anadolu'yu ele alalım, Anadolu'da Müslüman idareler kurulmasa Müslüman Oğuz/Türkmenler gelse dahi İslamı yerli halk arasında yayma imkanına sahip olamazdı, Hristiyan Bizans idaresi böyle bir şeye izin vermezdi ve Müslümanlar küçük bir göçmen azınlık nüfus olarak kalırdı Anadolu’da (tabii şayet Bizans Anadolu’da yaşamalarına izin verseydi). Anadolu'da İslama geçişlerin çoğunun yaşandığı dönemlere ait kayıtlar ne yazık ki kısıtlı, o yüzden tarihi kayıtlardan genel durumu izleyemiyoruz, ancak parça parça bilgi edinebiliyoruz kayıtlardan, bu konuda en iyi bilgi kaynağı her zaman dediğim gibi genetik testlerdir.
@Köroğlu
DeleteHintlilerle İskandinavlar iyi bir örnek olmadı, zira her iki grupta da Bronz devri Hint-Avrupa göçlerinin genetik katkısı var değişen oranlarda. İskandinavlarla Çinlileri kıyaslasan daha iyi bir örnek olurdu, bu iki grup arasındaki genetik izolasyon çok daha geriye gidiyor.
Bu mevzuda son bir lakırdı edeyim:
ReplyDeleteErmeni asıllı Türk, Kürt asıllı Türk, Çerkez asıllı Türk, Arnavut asıllı Türk hepimizin hissettiği gibi tam uymuyor. Çünkü iddia edilenin aksine Türk bir vatandaşlık tanımı değil, bir soy ve dil tanımı olarak kullanılagelmiş Cumhuriyet boyunca.
Türk asıllı Anatolyan, Ermeni asıllı Anatolyan, Arnavut asıllı Anatolyan, Arap asıllı Anatolyan ise cuk oturuyor. Kimsenin Türklük'ünden ya da Kürtlük'ünden ya da Çerkezlik'ten vazgeçmesine gerek kalmıyor. Ama ortak bir vatan ve ortak bir hikaye de vurgulanıyor.
Osmanlıcılık'tan farklı bu. Anatolyanlık'ta sahici bir hikaye olduğunu hissediyoruz. Osmanlılık'ta yoktu.
Yeter ki milleti hakime sapkınlığından kurtulabilelim.