I.
Laiklik şarttır ve hayati önemdedir. Bin yıl öncenin hurafelerini kamu yönetiminden dışlamadan, gençleri o zararlı iptiladan az ya da çok kurtaracak tedbirleri almadan, sağlıklı ve uygar bir toplum yönünde adım atılamaz.
Türkiye laiklik yönündeki en ciddi adımlarını 1850-60’larda ve tekrar 1908’i izleyen yıllarda attı. Ülkede Müslüman olmayan herkesi ve her şeyi imha ettikten sonra Cumhuriyet rejiminin benimsediği “laiklik” politikası sahtekârlıktan ibarettir. Görüntüsü modernleştirilmiş, fakat İslam dininin en çirkin boyutları – kâfir nefreti, milleti hakime kibri, fetih hırsı – korunup pekiştirilmiş bir Devlet Dini yaratma teşebbüsüdür. Hüsranla sonuçlanmıştır.
II.
Cumhuriyetin kurucusu, kelimenin klasik anlamıyla “Büyük” bir adamdır. Olağanüstü siyasi zekâya ve iradeye sahip, büyük riskler almış ve büyük hatalar yapmış, etkileyici bir liderdir. Hayret edilecek ölçüde realist, gıpta edilecek ölçüde radikaldir. Günümüzde Türk Faşizminin simgesi ve ikonu haline gelmemiş olsaydı, yaşam öyküsünün bir büyük dram veya siyasi destan olarak ele alınmasını savunabilir, hatta o göreve kendimiz talip olabilirdik.
Ne yazık ki mutlak iktidarın kaçınılmaz olarak getirdiği mutlak cinnetten, en azından selefi Abdülhamit kadar, ve en azından halefi olan bugünkü örnekler kadar, nasibini almıştır. 1920’lerin sonlarından veya 1930’ların başlarından itibaren, ruhsal dengesini normal insanlara özgü ölçüler içinde değerlendirmek mümkün değildir. Mutlak gücün kanlı, paranoyak, akıl ve hukuk dışı üslubu iktidarının son on yılına damgasını basmış; ülkeye, etkileri günümüze dek hissedilen hasar vermiştir.
III.
Bugün memleketin ufkunu saran kara kargaların akla ve bilgiye saldırılarına tanık oldukça “Atatürk’ün Türkiye’si böyle mi olacaktı” diye iç geçiren iyi niyetli insanlar, önce 1930’lu yıllarda Atatürk’ün şahsi gözetimi altında toplanan Türk Dil ve Türk Tarih Kongrelerinin tutanaklarını incelemelidirler. Türkiye’de entelektüel ahlaksızlığın ve iktidara yaranma hırsının ulaşabileceği seviyeler hakkında yeterli bilgi sahibi olduktan sonra, günümüz hakkında daha sağlıklı bir eleştiri mümkün olabilir.
IV.
En geç 1960’tan bu yana, sağ ve sol çeşitli kılıklara bürünen Kemalcilik, Türk Faşizminin kod adıdır. “Ulusal bağımsızlık” kisvesi altında, Batı dünyası ile her türlü ittifakın ve yakınlaşmanın asli düşmanıdır. “Anti-emperyalizm” görüntüsü altında, Türk milletinin genetik kodunda var olan gâvur düşmanlığını durmaksızın kışkırtır. Tarih anlatısı, gerek Cumhuriyetin gerek Osmanlı’nın temel ekonomik gerçeği olan gayrimüslim soygununu meşrulaştırmaktan başka amaca hizmet etmez. Bireysel girişime ve bireysel özgürlüklere karşı daima Devlet’in kahredici gücünden yanadır. Demokrasiyi kendi varlığına ve ideolojik egemenliğine yönelik ölümcül bir tehlike olarak algılar. Tüm totaliter ideolojiler gibi, müktesep hak ve hukuk kavramlarından yoksundur; hakkı ve hukuku, kendi egemenliğinin işine geldiği ölçüde ve işine geldiği sürece bahşedilecek bir ihsan olarak görür. “Vatan” olarak tanımladığı kendi iktidarı mevzubahis ise hukukun ve bireyin, aklın ve vicdanın, terbiyenin ve uygarlığın kolayca harcanacak teferruat olduğuna inanır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde 1930’larda cinnet halini alan ve günümüzde yeniden yükselişte olan milliyetçi dikta ideolojilerinden içerik açısından ciddi bir farkı yoktur. Dört kuşaktan beri sürdürülen endoktrinasyonla toplumun beynine kazındığı için, ve son dönemde “sol” söylemle aşılanıp olası bir gerçek muhalefet hareketine karşı bağışıklık kazandığı için, dünyanın başka bucaklarındaki Faşist hareketlerin pek çoğundan daha tehlikelidir.
V.
Son yıllarda ülkeyi saran İslami azgınlık, Kemalci hegemonyanın doğal ürünü ve doğal tepkisidir.
Doğal ürünüdür, çünkü doksan yıldan beri sürdürülen “Milli” Eğitim programları, doğal olarak, dünyadan habersiz, yabancı dil bilmeyen, Batı’yı ancak Haçlı Seferi/Viyana Muhasarası/Denize dökülen düşman/Misyoner komplosu olarak algılayan, dünyaya ve medeniyete düşman bir kitle yaratmıştır. 1930’lar veya 1960’lar usulü Türk ırkçılığı bugün fikren yetersiz kaldığı için, o kitle, yakın coğrafyadaki “kardeş” kavimleri de kapsayan bir tür İslami milliyetçiliği dar anlamda Türkçülükten daha doğal ve daha inandırıcı bulmaktadır.
İslamcı dönüşüm aynı zamanda Kemalist hegemonyaya bir tepkidir, çünkü Faşist-Devletçi ideolojinin dayattığı mutlak ahlaki kofluk ("vatan mevzubahisse...") insanlarda doğal olarak bir ahlaki dayanak arayışına yol açmış, ve cumhuriyet eğitiminin bıraktığı entelektüel boşlukta insanlar aradıkları dayanağı dededen kalma birtakım hurafelerde bulabileceklerine kendilerini inandırmışlardır.
O yüzden diyoruz ki bunlar Kemal’in gayrimeşru çocuklarıdır. Ve o yüzden diyoruz ki Kemalci tümör temizlenmeden bu ülke dikiş tutmaz.
Laiklik şarttır ve hayati önemdedir. Bin yıl öncenin hurafelerini kamu yönetiminden dışlamadan, gençleri o zararlı iptiladan az ya da çok kurtaracak tedbirleri almadan, sağlıklı ve uygar bir toplum yönünde adım atılamaz.
Türkiye laiklik yönündeki en ciddi adımlarını 1850-60’larda ve tekrar 1908’i izleyen yıllarda attı. Ülkede Müslüman olmayan herkesi ve her şeyi imha ettikten sonra Cumhuriyet rejiminin benimsediği “laiklik” politikası sahtekârlıktan ibarettir. Görüntüsü modernleştirilmiş, fakat İslam dininin en çirkin boyutları – kâfir nefreti, milleti hakime kibri, fetih hırsı – korunup pekiştirilmiş bir Devlet Dini yaratma teşebbüsüdür. Hüsranla sonuçlanmıştır.
II.
Cumhuriyetin kurucusu, kelimenin klasik anlamıyla “Büyük” bir adamdır. Olağanüstü siyasi zekâya ve iradeye sahip, büyük riskler almış ve büyük hatalar yapmış, etkileyici bir liderdir. Hayret edilecek ölçüde realist, gıpta edilecek ölçüde radikaldir. Günümüzde Türk Faşizminin simgesi ve ikonu haline gelmemiş olsaydı, yaşam öyküsünün bir büyük dram veya siyasi destan olarak ele alınmasını savunabilir, hatta o göreve kendimiz talip olabilirdik.
Ne yazık ki mutlak iktidarın kaçınılmaz olarak getirdiği mutlak cinnetten, en azından selefi Abdülhamit kadar, ve en azından halefi olan bugünkü örnekler kadar, nasibini almıştır. 1920’lerin sonlarından veya 1930’ların başlarından itibaren, ruhsal dengesini normal insanlara özgü ölçüler içinde değerlendirmek mümkün değildir. Mutlak gücün kanlı, paranoyak, akıl ve hukuk dışı üslubu iktidarının son on yılına damgasını basmış; ülkeye, etkileri günümüze dek hissedilen hasar vermiştir.
III.
Bugün memleketin ufkunu saran kara kargaların akla ve bilgiye saldırılarına tanık oldukça “Atatürk’ün Türkiye’si böyle mi olacaktı” diye iç geçiren iyi niyetli insanlar, önce 1930’lu yıllarda Atatürk’ün şahsi gözetimi altında toplanan Türk Dil ve Türk Tarih Kongrelerinin tutanaklarını incelemelidirler. Türkiye’de entelektüel ahlaksızlığın ve iktidara yaranma hırsının ulaşabileceği seviyeler hakkında yeterli bilgi sahibi olduktan sonra, günümüz hakkında daha sağlıklı bir eleştiri mümkün olabilir.
IV.
En geç 1960’tan bu yana, sağ ve sol çeşitli kılıklara bürünen Kemalcilik, Türk Faşizminin kod adıdır. “Ulusal bağımsızlık” kisvesi altında, Batı dünyası ile her türlü ittifakın ve yakınlaşmanın asli düşmanıdır. “Anti-emperyalizm” görüntüsü altında, Türk milletinin genetik kodunda var olan gâvur düşmanlığını durmaksızın kışkırtır. Tarih anlatısı, gerek Cumhuriyetin gerek Osmanlı’nın temel ekonomik gerçeği olan gayrimüslim soygununu meşrulaştırmaktan başka amaca hizmet etmez. Bireysel girişime ve bireysel özgürlüklere karşı daima Devlet’in kahredici gücünden yanadır. Demokrasiyi kendi varlığına ve ideolojik egemenliğine yönelik ölümcül bir tehlike olarak algılar. Tüm totaliter ideolojiler gibi, müktesep hak ve hukuk kavramlarından yoksundur; hakkı ve hukuku, kendi egemenliğinin işine geldiği ölçüde ve işine geldiği sürece bahşedilecek bir ihsan olarak görür. “Vatan” olarak tanımladığı kendi iktidarı mevzubahis ise hukukun ve bireyin, aklın ve vicdanın, terbiyenin ve uygarlığın kolayca harcanacak teferruat olduğuna inanır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde 1930’larda cinnet halini alan ve günümüzde yeniden yükselişte olan milliyetçi dikta ideolojilerinden içerik açısından ciddi bir farkı yoktur. Dört kuşaktan beri sürdürülen endoktrinasyonla toplumun beynine kazındığı için, ve son dönemde “sol” söylemle aşılanıp olası bir gerçek muhalefet hareketine karşı bağışıklık kazandığı için, dünyanın başka bucaklarındaki Faşist hareketlerin pek çoğundan daha tehlikelidir.
V.
Son yıllarda ülkeyi saran İslami azgınlık, Kemalci hegemonyanın doğal ürünü ve doğal tepkisidir.
Doğal ürünüdür, çünkü doksan yıldan beri sürdürülen “Milli” Eğitim programları, doğal olarak, dünyadan habersiz, yabancı dil bilmeyen, Batı’yı ancak Haçlı Seferi/Viyana Muhasarası/Denize dökülen düşman/Misyoner komplosu olarak algılayan, dünyaya ve medeniyete düşman bir kitle yaratmıştır. 1930’lar veya 1960’lar usulü Türk ırkçılığı bugün fikren yetersiz kaldığı için, o kitle, yakın coğrafyadaki “kardeş” kavimleri de kapsayan bir tür İslami milliyetçiliği dar anlamda Türkçülükten daha doğal ve daha inandırıcı bulmaktadır.
İslamcı dönüşüm aynı zamanda Kemalist hegemonyaya bir tepkidir, çünkü Faşist-Devletçi ideolojinin dayattığı mutlak ahlaki kofluk ("vatan mevzubahisse...") insanlarda doğal olarak bir ahlaki dayanak arayışına yol açmış, ve cumhuriyet eğitiminin bıraktığı entelektüel boşlukta insanlar aradıkları dayanağı dededen kalma birtakım hurafelerde bulabileceklerine kendilerini inandırmışlardır.
O yüzden diyoruz ki bunlar Kemal’in gayrimeşru çocuklarıdır. Ve o yüzden diyoruz ki Kemalci tümör temizlenmeden bu ülke dikiş tutmaz.
Türk Dil ve Türk Tarih Kongrelerinin tutanaklarını nereden buluruz?
ReplyDeleteHer üniversite kütüphanesinde vardır. Ben Boğaziçi'nde okumuştum.
DeleteHatta TDK bir kısmını yeniden yayımladı galiba, ama ayıklamış olabilirler.
1932 ve 1937 tarihli kongrelerin yayınları:
Delete1. http://www.ttk.gov.tr/yayinlarimiz/i-turk-tarih-kongresi-02-11-temmuz-1932-ankara/
2. http://www.ttk.gov.tr/yayinlarimiz/ii-turk-tarih-kongresi-20-25-eylul-1937-istanbul/
hocam su mübarek 10 kasim gününde zülfü yare dokundugunuz icin hic bir türk yorum yapmamis, küstüler mi ne?
ReplyDelete"..Günümüzde Türk Faşizminin simgesi ve ikonu haline gelmemiş olsaydı, yaşam öyküsünün bir büyük dram veya siyasi destan olarak ele alınmasını savunabilir, hatta o göreve kendimiz talip olabilirdik." Sevan Bey bu yorumu daha önce benzer şekillerde, Aslanlı yol, Ağır kitap ve Yanlış Cumhuriyet kitaplarınızda da okudum. Her seferinde Gazi'yi çok bilinmeyen yönleriyle anlatacak olmanız ama ortam müsait olmadığı için anlatmamanıza üzüldüm. Şimdi kendi aramızda sohbet eder gibi bu bilinmeyenleri paylaşmaya başlasak fena olmaz. Ömür geçiyor, ölüp gideceğiz ve resmi tarihin anlattığı Gazi'den fazlasını hakediyoruz. Bari ipuçları verin de gerisini biz araştıralım yahu...
ReplyDeleteYok, öyle bir şey ima etmiyorum. Cinsel yaşamı elbette çok sıra dışı, ama öyle konuları fazla deşmeye gerek görmem. Şahsi iktidarını sıfırdan kurması, yanında bulunmuş herkesi sırayla tasfiye etmesi, gitgide yalnızlaşması, paranoyaya ve alkole sığınması... bunlar dört dörtlük Shakespeare mevzuları. Biyografisini büyük bir edebiyatçının yazması lazım, adi övgü/yergi mantığının dışında. Dahiyi (kibriyle, yalnızlığıyla, deliliğiyle) ancak bir dahi anlar.
DeleteAraştıralım dediğiniz konulardan kişisel hayatla ilgili ipuçları Rıza Nur'un (güvenilmez) anılarında, İngiliz irtibatıyla ilgili ipuçları Kemal Tahir'in (gerçek bilgiye dayanan fakat üstü kapalı ifade edilmiş) romanlarında yazar. İstiklal Harbinde çevirdiği dolaplar için Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay'ın anılarında epey malzeme vardır. Enver Paşa'nın eşine mektuplarını da ben çok aydınlatıcı buldum. Şiddetli birer anti-Atatürkist olan İbnülemin (Son Sadrazamlar) ve İsmail Hami Danişmend'in (İzahlı Osmanlı Tarihi) ilgili pasajları büyük dikkatle ve satır araları gözden kaçırılmadan okunmalıdır.
DeleteBenim kişisel kanım MKA muamması için kilit olayın 1918 Mayıs-Haziranında Viyana'da sözde "tedavi" amacıyla geçirdiği bir buçuk aylık süre olduğu yönünde. Sanırım orada İngilizlerle, belki Avusturyalılar vasıtasıyla üst düzeyde görüşmeler yapmış olmalı. Hemen ardından Filistin cephesine olağanüstü yetkilerle atanması, Alman karargâhını etkisizleştirmesi ve Filistin-Suriye'nin İngilizlere teslimine gözkulak olması, hele daha sonra Allenby'nin tavsiyesiyle Anadolu Umum Müfettişliğine atandığı göz önüne alınırsa, ciddi ve kapsamlı bir planın parçaları olabilirmiş gibi geliyor bana.
Gerçekten son yüz küsur yılda Türkiye'de yaşamış en parlak, en orijinal, en vahşi ve en ilgi çekici siyasi şahsiyet olduğu şüphesiz. Keşke beyinsiz müritlerinin tahakkümünden kurtulsaydı da doğru dürüst ve objektif bir incelemenin konusu olabilseydi.
DeleteCiddi ve kapsamlı değil, olasılıksız bir senaryo.
DeleteÖrneğin İstanbul'da ingilizlerle anlaştı deseniz makul bir senaryo olur ama 1918'de mevzuyu başlattığınızda çok girift bir senaryo ile karşılaşıyoruz.
Şayet böyle bir plan varsa bunu planlayan, yapan ve uygulayan herkesin elini öperim. Çok uçlu, çok değişkenli bir denklem ve ben dünya tarihinde böyle bir senaryo okumadım.
Filistin Cephesini bir ajanla çökertip, o ajanla bir milli mücadele başlatıp ve onu kahramanlaştırıp onu modernist bir diktatöre dönüştürme.
Bu sırada denklemin diğer tarafında olanları yani Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele gibi isimler her şeyden habersiz.
Yunanlılar İzmir'i işgal için ikna ediliyor, Ermeniler tuzağa çekiliyor, Fransızlar ve İtalyanlar taleplerinden vazgeçiriliyor, tabii ortada dönen savaşın ve kayıpların senaryonun "gerçekçi" olması için sergilenen bir tiyatro olduğuna inanmamız gerekiyor.
Bu senaryolardan yola çıkarsak Ekim devriminin altında da sizin dil altında tuttuğunuz "Siyonist Hareket" var dememiz gerekiyor çünkü Ekim devrimi olmasa Rusların Doğu Anadolu'dan çekilme olasılıkları yok. Ruslar, Doğu Anadolu'dan çekilmese milli mücadelenin başlaması da mümkün olmazdı.
İyi bir kurgu-roman olacak ama gerçeklikle bağını kuramadığım iktidarın bugün kullandığı jargon olan bir "üst akıla" işaret eden devasa bir komplo teorisi.
Dedikodular.. Romanlar.. İmalar.. Bunlarla tarihsel araştırma yapılmaz.. Yok İngilizlerle ilişkiye geçmiş, filan.. Nasıl açıklayacaksınız "The Chanak Affair"i.. Nasıl açıklayacaksınız Lloyd George'un ve Liberal Partinin politik hayatının bitmesini.. Ama haklısnız, bunu Türkler bilmiyor ama Kanadalılar biliyor.. Bırakın bu dedikodulara dayalı tarih yorumlarını.. Nesnel olarak söyleyecekleriniz varss, tarihsel kaynaklara dayalı söyşeyin..
DeleteBöyle ol canımı ye, Mustafa Kemal eleştirilecek tarafları olmakla birlikte bir deha. Ama Sevan Beyciğim hangi dehanın çevresi beyinsizler ile dolu değildi ki.
DeleteÖrnek bir cok hatası olmakla birlikte zekasının hakkını vermemiz gereken Sevan Nişanyan güzellemesi yapanların çoğu da beyinsiz değil mi?
"Cinsel yaşamı elbette çok sıra dışı, ama öyle konuları fazla deşmeye gerek görmem."
Deleteaz bisey desiversen de havimizi bulsak yahu. hem yeni musteriler de gelir bloga...
mustafa kemal vahdettinin yaveri olarak padişahla beraber almanyalara gitmiş biri. enver paşa gibi hanedana damat olmak istemiş, hükümette harbiye nazırlığı kovalamıştır. tabi istekleri kabul görmemiştir. erzurum kongresine de vahdettin adına katılmış, padişah yaveri kordonlarıyla kürsüye çıkmıştır. kısacası son ana kadar akıllıca hamleler yapmıştır. gizli kapılar ardından kimlerle görüşmüş, kimlerden güvence almış olursa olsun (ingiliz, siyonist, mason vs) bugün geldiği konumda kendisinde payı büyüktür. dahi olduğuna katılıyorum.
Delete"Filistin Cephesini bir ajanla çökertip, o ajanla bir milli mücadele başlatıp ve onu kahramanlaştırıp onu modernist bir diktatöre dönüştürme." Bu kadar saçmalayacağımı düşünüyorsunuz değil mi?
Delete1918de Viyanada olması muhtemel olan, en üst düzeyde bir ayrı barış teşebbüsüdür. Cavit ve Rauf Beyler kesinlikle, Talat ve Veliahd Vahidettin muhtemelen işin içindedir, Fethi Bey belki. Almanlara sezdirmeden İngilizlerle temas aranmıştır. Şiddetli Alman ve Enver karşıtı olan, ya da o görünümü veren MK görevli gitmiştir. Suriye sınırı muhtemelen o zaman çizilmiştir. Suriyeyi Almanları ürkütmeden kazasız bir şekilde vermek gibi olağanüstü hassas bir görevi MK üstlenmiştir. Karşılığında İngilizlerin (özellikle Allenby'nin) güvenini kazanmış ve Mayıs 1919'a dek onlarla yakın temasta olmuş görünüyor. Mayısta teması koparmış olması son derece makul.
Psikolojik biyografisi yazıldı Vamik Volkan tarafından : Ölümsüz Atatürk. Kitapta Ödipus Karmaşası, Baş örtüsü nefreti ile annesi arasındaki ilişki, bitmek bilmeyen üvey baba çatışması, kendine yeni yurt arayışı, kardeşi'nin ölümünün bıraktığı etkiler vb. psikanalitik çözümleri mevcut.
DeleteHayır düşünmüyorum ama yazı alanı kısıtlı olunca kestirmeden gitmeyi tercih ettim. Nihayetin iddia sahibinin dikkatini çekmem ve iddiasının somut olarak ne olduğunu anlamam gerekiyor.
DeleteŞimdi bu iddianızın başlangıç noktası olarak Viyana seyahatinde gizli bir barış teşebbüsünden
bahsediyorsunuz ve bu barış teşebbüsünde "Almanlar" çevrimdışı.
İddianızda;
1 - Cavit ve Rauf Beyler kesin işin içinde.
2 - Talat Paşa ve Veliahd Vahidettin muhtemelen işin içinde.
En iyi ihtimalle bu taraftan üç kişi kesin bu işi biliyor. Birde bu teşebbüsün diğer tarafı var, diğer taraftan kimler biliyor ?
3 kişi bu taraftan biliyorsa en azından diğer taraftan 2 kişinin daha bilmesi gerekiyor tabii sayının daha fazla olması muhtemel. Tüm bunlar olurken karşı istihbaratı by-pass etmeleri gerekiyor hemde ortada bir omerta olması lazım.
Peki bu görüşmeye dair elinizde bir veri var mı ? Bir mektup, bunu ima eden bir satır, bu görüşmeye dair iz ?
Çok kişinin bildiği ama 100 yıldır saklanan sır.
Bu görüşmenin 1. dünya savaşının belgeleri yayınlandığı ve artık bilginin kolay ulaşılabilir bir çağda hala ortaya çıkmaması ayrı bir mevzu.
Fırat, geç bu lafları. Doğru iz üzerinde değilsin.
DeleteArkadaş diyor ki "hocam bize Atatürk dedikodusu anlat." Cevaben ben diyorum ki, öyle bir niyetim yok, merak ediyorsan ayyuka çıkmış iki dedikodu başlığından sübyancılık ve ibneliğe ait olanı Rıza Nur'da, ajanlığa ait olanı Kemal Tahir vs.'de bulursun, ama Rıza Nur'a güven olmaz, öbürü de kanıtsızdır.
Millet ısrar edince ekliyorum ki "İngiliz ajanı" lafı abartıdır, fakat savaşın son yılında besbelli İng. ile ayrı barış için gizli görüşmeler yapılmış ve besbelli o görüşmelerin odağında MK var. Nerede nasıl ilişki kurmuş bilmem, ama Viyana güncelerini dikkatle okuduğunda ciddi boşluklar buluyorsun, üstelik tam da o günlerde Avusturya-Macaristan'ın Almanları atlatıp İngiltere ile ayrı barış pazarlığında olduğunu öğreniyorsun, sonra Eylül-Ekim'de MK'in Suriye cephesindeki etkinliğine bakıyorsun ve bütün taşlar yerine oturuyor. Neden anlatıyorum bunları? Senin gibi şablon argümanlarla konuyu kapatabildiğini sananların sağlam zeminde durmadığını hatırlatmak ve insanları daha çokyönlü düşünmeye teşvik etmek için. Karşılığında ne duyuyorum? Yüz senedir tekrarlana tekrarlana tiridi çıkmış kalıpları yüz bin milyonuncu defa tekrarlamaktan bıkmayan bir düzine yassı kafalı trol!
O çeteyle karşı karşıya gelince zevk ehli bir insan ne yapar? "Azdıralım şunları da kudursunlar" deyip ortaya birkaç hormonlu yem atar, sonra kaçar. E? Doğru yapmamış mıyım?
This comment has been removed by the author.
DeleteÖnce sondan başlayalım hocam, yaptığınız doğru. Üst paragrafa çıktığımızda hayır konuyu kapatmaya çalışmıyorum, bu konuda meraklıyım ama ortada net bir şey yok.
DeleteBoşluk diyorsunuz ama ortada bir krater var yani doldurmak şimdilik imkansız ama mevzu İstanbul'dan Ankara'ya uzanan maceraya başlayınca orada çok fazla tuhaflık var ve orada yaşanan tuhaflıklarda belli deliller ve doldurulabilir boşluklar mevcut ama ciddi bir araştırmaya konu olmadığı için söylenen her şey afaki oluyor.
https://en.wikipedia.org/wiki/Khilafat_Movement
Mesela Hilafet Hareketinin büyümesi sonra bizdeki mevzulardan sonra "pat" diye durması. İngiliz gazeteleri saltanatın kaldırılması haberini sırıtarak vermişler. İsyancılara büyük bir şok etkisi yaratmış olmalı.
Sevan Beyciğim, sen eleştir herkesi ve her tabuyu ,Paşam da dahil, ve de sorgula. Seni şans addediyoruz bu topraklar için. Ama kudurtmayı boş ver bence. Boşver ki, sana daha sakin yaklaşsın insanlar. Ha deyince Sevan gelmiyor bu topraklara. Kaliteli bir eğitim geçmişimiz de yok ne yazık ki ; bari Sevan Nisanyan verimliliği artsın bu toprağın çocuklarının.
DeleteMuhabbetle...
This comment has been removed by the author.
Delete"Kemalist diktatörlüğün bir huyu var. Öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor, sonra da İngiliz ajanı diyor."
Delete(Altan Tan'ın İskilipli Atıf Hoca'yı savunduğu meclis konuşmasından)
Tayyibist diktatörlüğün de bir huyu var. Öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor, sonra da FETÖ'cü diyor.
İngilizlerle asıl içli dışlı olanlar Kemalistler'di.
Tıpkı FETÖ ile içli dışlı olan Tayyibistler gibi.
Sevan üstadım Teşekkürler,Müsadeniz ile Devrimci Karadeniz sitesinde görüp okuduğum ve alıntı yaptığım Tamer çilingirin bir Konferanstaki kısa bir tespitini paylaşayım,sizler ne düşünürsünüz?
ReplyDelete“ANADOLU CUMHURİYET’TEN ÖNCE DE AYDINLIKTI, İLERİCİYDİ”
Tamer Çilingir de Cumhuriyet’in aydınlanma, modernleşme, çağdaşlaşma vurgusuyla öne çıkarıldığını ama gerçeğin böyle olmadığını ifade ederek sözlerine başladı. Resmi tarihçilerin “Anadolu açtı, Anadolu yoksuldu, Anadolu cahildi; Cumhuriyet ile birlikte aydınlanmayı sağladık’ söylemlerini eleştirdi. 20. Yüzyıl’ın başında Pontos (Karadeniz) şehirlerinde çekilmiş, opera binaları, hastaneler ve okullarla ilgili çeşitli fotoğraflarla yaptığı sunumunda aslında o coğrafyada aydınlanmanın, modernleşmenin çok önceden başladığını; ama bunun önce İttihat ve Terakkiciler ardından Kemalistler tarafından yok edildiğini örneklerle, belgelerle açıkladı.
şuursuz bir anti-kemalistsiniz sevan bey.birçok konuda körleşmenize sebep oluyor bu da.şeriatçıların demokrat olabileceğini düşünüp kemalistlere karşı saf tutmanız da bunun göstergesiydi.
ReplyDeletebu ülkede kemalcilerin tutumları,fikirleri değişir ve farklı şekillerde varlıklarını sürdürmeye devam ederler.t.c devleti varolduğu sürece ne m.kemal ikonu ne de kemalizm yok olmaz, gerisi laga luga.
ayrıca, m.kemalin müritlerinin aptal oldukları konusunda hemfikiriz,bu da m.kemalle ortak olan noktalarınızdan biri.
Sayın Sevan Nişanyan,
ReplyDelete(1) ' ... İslam dininin en çirkin boyutları – kâfir nefreti, milleti hakime kibri, fetih hırsı – korunup pekiştirilmiş bir Devlet İslamı yaratma teşebbüsü ... ', hangi tarihte olmuş, acaba? Teşebbüs hala devam etmekte midir? Ne zamanlarda ortaya çıkmaktadır?
(2) İktidarı'nın: ' ... kanlı, paranoyak, akıl ve hukuk dışı üslubu ... 'na ayrı ayrı, en bariz ve bilmediğimiz (az bilinen) örneklerinden vermeniz mümkün mü? Bunların günüze sarkan hangi etkileri devam etmektedir, acaba? Örneklerle yazar mısınız?
(3) Bu tutanakların İnternet uzantısını verirseniz makbule geçer ve ayrıca bu ahlaksızlıklara dair somut örneklerle alakalı düşünceleriniz antitezlerinizi, belki ayrı bir yazıyla sunarsanız çok faydalı olur diye düşünüyorum.
(4) İktisat Kongreleriyle, İtalyan Faşizm'i arasında bağ görüyor musunuz? Evet ise neden? Hayır ise neden acaba?
Sayıları milyonla ifade edilen Rum ve Ermeni nüfusu barındırabilseydik Türkiye bugün bambaşka güzel bir yer olurdu; buna gönülden inanıyorum.
ReplyDeleteLakin, sanki Cumhuriyete olan öfkeniz ve düşmanlığınızda yıkılıp Anadolu'da küçük bir devletçik olarak var olması gerekirken onun hiç yoktan bağımsızlık mücadelesi verip başarılı olarak Türkiye adıyla varlık bulmuş olmasını hazmedemeyişiniz var gibi. Sizce bu devlet var olmamalıydı; madem ki var oldu, o laiklik, demokrasi gibi erdemler Ortadoğulu olması gereken bir devlete yakışmayan erdemlerdir. İslamcılara daha sempatiyle yaklaşmanızın sebebi de bu. Türkiye şeriatla yönetilen bir cehennem olsa daha mutlu olacaksınız.
Yazdıklarınızı beğenerek okuyor, fikirleriniz yüzünden ceza alıp ülkeden kaçmak zorunda kalmanızı bu ülkenin büyük bir ayıbı olarak görüyorum. Bununla birlikte sizin de savunduğunuz fikirler kadar özgürlüğü inanan biri olmadığınızı hissediyorum. Çünkü siz de sürekli eleştirdiğiniz Atatürk'ü seven insanları, profilinde bayrak resmi olanları facebook arkadaş listenizden çıkarttınız. Demek ki sizin de inandığı şeyi açıkça ifade edenlere karşı tahammülünüz yok.
Sizi seviyor ve saygılar sunuyorum.
Harika tespitler. İslamcılardan yediği kazıktan sonra belki içine temiz Ege havası çekerek daha sağlıklı düşünmeye vakti olur.
Delete[Aha bunu kaçırmışım :) !]
DeleteTürkiye zaten hep aslında bir nevi "şeriatla yönetilen bir cehennem" oldu Kazım bey, mesele şu ki 2012'den evvel siz bunun farkında değildiniz. Sevan hoca da esasında daima bunu izah etmeye çalıştı. Kemalizm'in özünde İslamın bir mezhebi ve/veya asırlardır süregelen Türk-İslam geleneğinin postmodern devamı, yani temelde eski bilindik muhteviyatın yeni ambalajda sunulma gayreti olduğunu şimdiye değin anlattı durdu. Belli ki siz hala bunu idrak edememişsiniz
...Cumhuriyete olan öfkeniz ve düşmanlığınızda yıkılıp Anadolu'da küçük bir devletçik olarak var olması gerekirken onun hiç yoktan bağımsızlık mücadelesi verip başarılı olarak Türkiye adıyla varlık bulmuş olması...
DeleteLOL:)
Bütün İstiklal Harbi'de savaş meydanında ölen şehit sayısı 9.167'dir (662 subay ve 8.505 er) yani sırf Çanakkale savaşındakinin beşte biri. Bunlar Genelkurmay'ın verdiği resmi rakamlar.
Tamam Sevan üstad, bunların hepsinin altına imzamı atarım da... Sen de münafıklık etmedin mi?! Ne halt etmeye gittin, Gezi Parkı'na 2013'te?! Orada onbinler götleri yırtılasıcaya dek, "MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ" diye hönkürüyorlardı. Hayko Bağdat çağırdı diye mi, Osman Kavala destek verdi diye mi?!?!?!...
ReplyDeleteKemalist Müritlerin "O bir deha vede dahi o bir vizyon sahibi vb.Uçurtmaları karşısında. M.Kemal hakkın da hep aklıma takılan bir soru var? Selanik ve Balkanlar gibi farklılıkların ve kültürlerin Bizanstan beri bolca var olduğu bir yerde doğup büyüyen Hatta Arnavut ve Sabey köklerede sahip olduğu söylenilen ve müritleri tarafından deha ve ileri görüşlü olduğu iddia edilen bir insan,nasıl olur da bu kadar basit ve ırkçı yaklaşımlar sergileyebilir doğup büyüdüğü kapı komşularını nasıl görürdü acaba.Şimdi gelip "Bunlar taktik Heval" falan demeyiniz lütfen.Bu nasıl bir Haleti Ruhiye'dir Aman yarab! Hani vizyonlar ileri görüşlülükler falan filan varya !. Ondan. Hep hayret etmişimdir! Ha derseniz ki grup Psikolojisi ve Eğitilme tarzı buydu; ee! O zaman diğerlerinden bir farkı kalmadı.
ReplyDeleteSevan bey, Nihal Atsız'ın üvey babası Rıza Nur'un hatıratını Türkiye'ye kaçak getiren Kadir Mısıroğlu, MKA'nın 1913'te Balkan Harbi'nin hemen ardından Cemal Paşa'nın Ali Fethi Okyar'ı Paris'e, Mustafa Kemal'i de tayın ettiği Sofya'daki askeri ataşelikteki görevinde ilk defa İngilizlerle anlaştığını, aynı yıl Aubrey Herbert'le onun ailesinden miras kalan 28 km2lik Pixton Park'taki malikanesinde, yani İngiltere'de bizzatihi görüşüp yemek yediğini yazar. http://bit.ly/2zthyhF + https://www.kisa.link/6phW
ReplyDeleteCihan savaşı sırasında İngilizlerle görüşmeleri savaşın son yıllarında Enver Paşa'nın o zanan tarafsız Isviçre'de İngiliz temsilcilerle birebir yüzyüze yaptığını, yutubdaki The Great War kanalında geçen ay verdi.
Sevan bey, bu "anti-emperyalizm" karikatürleri üzerinden Kemalizm'e vurmadan önce "emperyalizm" dedikleri şeyin ne olduğunu bir düşünsek olmaz mı, ne dersiniz?
ReplyDelete"Emperyalizm" demek NATO demek, NATO demek TSK demek, TSK demek de Kemalizm demek değil mi?
Sanırım burada - sizin bir yazınızda çok güzel ifade ettiğiniz üzere - "zor ikilemlerle dolu olan ve basit çözümleri olmayan hayatın" bu zor ikilemlerinden biriyle karşı karşıyayız.
This comment has been removed by the author.
DeleteHayrola, neden? İngiltere'ye yamanınca Kemalizm oluyor, Amerika'ya yamanınca olmuyor mu?
DeleteAşağıdaki yazı ilginç. TC-Batı ilişkilerini bütün bölge ile ve son gelişmelerle birlikte ele aldığından güzel analiz etmiş kanımca;
Deletehttp://marksist.net/oktay-baran/ortadogu-savasina-yeni-halkalarin-eklenmesine-dogru.htm
This comment has been removed by the author.
Deletehayat acıdır, biber acıdır o zaman hayat biberdir :)
DeleteHocam, Engin Ardıç hakkında görüşlerin neler acaba? Kemalizm hususunda o da seninle aynı kafada galiba.
ReplyDeleteHocam insanlar size neden inanmak istemiyor anlamıyorum, fakat gerçekten de Kemalizmin nasıl bir sorun olduğunun en güzel kanıtı şu son günlerdeki siyaset. Millet yeni parti söylemiyle gele gele yine aynı saçmalıklarla dolu bir MHP-VP kompozisyonu çıkarabildi. Öbür taraftan AKP de kendini eski iktidar partilerin ayarına sokmayı başardı, merkez-sağ bir milliyetçi hareket biçimini aldı. Ülke 40'lardan beri bariz bir çıkmazda.
ReplyDeleteBen bunun bir ilacı olacağını zannetmiyorum. İnsanlar Kemal putunu nefes almak kadar doğal bir şeye dönüştürdü. Yapacağınız her eleştiride size gelen tepkilerin aynı olması bizzat bunu gösteriyor bence; adam bariz İngiliz hükümetiyle görüşmüş diyorsunuz, karşı taraf "İngiliz ajanı diyorsun" a çekiyor. Karşınızdakiler her şeyi manipüle etmeye müsait, ikna etmeniz mümkün değil.
Bu arada hocam, ne yalan söyleyeyim şu konuda diğerlerine katılıyorum. AKP ve siyasal İslam hakkında yaptığınız bazı yazılarda hala bu insanlara gönlünüz varmış gibi görünüyor. Fikren ve fiilen karşı olduğunuz bir grup, biliyorum tabi ama yazılarınızda onlara gösterdiğiniz tolerans diğer güruhtan bariz bir şekilde daha fazla.
Gerçi anlaması o kadar zor bir şey değil, AKP tabanı kıyasladığında daha sıcak ve daha gerçek insanlardan oluşuyor. Ben de etnik kimliğimle girdiğim ortam ve muhabbetlerde Atatürkçülerin gerçek yüzünü daha bariz bir şekilde görebiliyorum. Buna karşı öbür cemaat daha meraklı ve sizi kabullenmeye hazır. Öyle anlatıldığı gibi de eşşek ziken tarzı ahlaksızlıklarını da en azından şu ana kadar görmedim.
Ama hocam diyeceğim şudur ki Milliyetçi/Atatürkçü güruhtan aldığımız tepki dışarıdaki AKP'li veya İslamcı insanı bağlamıyor, çünkü hem çoğunluk olmanın hem de kayda değer (ve bu nedenle saygıdeğer) rakip olmanın avantajına sahipler. Bu iki grup arasındaki ilişki diğer tüm kanatlardan daha sağlıklı bir düşmanlık. Başınıza gelen onca olayı da düşününce millet sizden AKP tayfasına karşı kendi duyduklarından çok daha yüksek bir nefret beslemenizi bekliyor. İnsanların sizi samimi ve doğru bulmamasının bir sebebi bence bu.
Sonraki yazılarınızda tavrınızı buna göre ayarlamayı deneyin bence, belki bir şeyler değişebilir.
Cumhuriyetin bu sözde laik ve modern kimliğinin sığlığı konusunda haklısınız da, ona bir derinlik kattığı için inanıldığını söylediğiniz İslam inancı ondan da sığ değil mi?
ReplyDeleteİslam'a, Kur'an'a gerçekten neden inanılır hiç anlayamıyorum ve anlayamayacağım. Ne var Kur'an'da? Hiçbir derinliği yok, hiçbir özelliği yok, Tanrı'ya inanan biri için gerçekten "tanrısal" olduğuna inanmamızı sağlayabilecek hiçbir şey yok.
Bütün din, bütün felsefe, hayatın anlamı, derinliği sadece tek bir şeyin üzerine kurulmuş: "La ilahe ilallah Muhammeden resulullah", o kadar, bitti. Zaten kitabın büyük bölümü de buna inananların ödülleri / inanmayanların cezaları ile ilgili. "La ilahe illallah Muhammeden resulullah" derseniz cennette iri gözlü, tomurcuk memeli, bakire, cinler ve insanlar tarafından "kirletilmemiş" kızların yanına gidersiniz, yok demezseniz cehennemde derileriniz eritilir. Tehditlerle dolu bir kitap. Geri kalanı Yahudi-Hıristiyan inancından alıntılar, Muhammed'in başından geçen olaylar, İslam hukuku vb ile ilgili. Bir din bu kadar mı sığ olur? Dünya üzerindeki en sığ din İslamdır.
Derin olan tek şeyi fani dünya hayatının, maddi zevklerin geçiciliğini söylemesi belki. Ki bunu farkedebilmek için herhangi bir dine, tasavvufa, felsefi veya ideolojik akıma inanmak gerekmez. Dahası bütün akımlar bu düşünceyle bir tezat oluşturur.
Sevan hocanın Yanlış Kutup başlıklı bir yazısı vardı, sildi onu nedense. Otosansüre takıldı herhalde.
DeleteAcayip fırtınalar oldu, en yakınlarım bana küstü, sevgili avukatım işi bıraktı filan. Yazının içeriğine karşı oldukları için değil, oğlum üç hafta sonra gidiyorsun, yine sikecekler seni, otur zıbar oturduğun yerde diyerek. Benim de yumuşak günüme geldi, peki madem deyip Arsen'i aradım, sil şunu dedim. O muhterem de sil deyince komple silmiş. Elimizde dijital kopyası kalmadı.
DeleteElyazısı müsveddesi var gerçi, ama kim uğraşacak şimdi?
Burada dijital kopyası varmış → https://ermenistan.de/sevan-nisanyan-yazi-yanlis-kutup
Deletesevan hocam ermenistan.de sitesinde yanlış kutup yazınızın bir kopyasını buldum. ilginç ve bir o kadar ufuk açıcı bir yazı. sahi siz hep yazın emi. linki veriyorum isteyen bakabilir. yandexten aratınca ilk sırada çıkıyor.
Deletehttps://ermenistan.de/sevan-nisanyan-yazi-yanlis-kutup/
Kemalistlere karşı dincilerle saf tuttun. Dincidden demokrat olur diye umdun. Sonra günün birinde Muhammed peygamber değil yalan söylemiş dedin ve kemalistlerden görmediğini dinciler den gördün. İşler herşeyi geride bırakıp kaçmaya kadar vardı. Dincilere gösterdiğiniz merhametin acısını şuan tüm ülke çekiyor. Ve tünelin sonundada ışık gözükmüyor. Ben kendime adamlar şuan İslam cumhuriyetini ilan etseler buna kim yada hangi karşı koyabilecek diye soruyorum. Cevap bulamıyorum. Hasılı dinciden demokrat olmaz. Mutlak bi şartlanmışlık la aynı şeyi istiyorlar. Şeriat. Kemalizm ülkeden büyük ölçüde tasfiye edildiğine göre bugün bizi bu tehdide karşı kim koruycak.
ReplyDeleteHayret bir şey "dincilerle saf tutmuşum", ben nasıl fark etmedim?
DeleteEn az elli seneden beri İslamın saçmalık ve talan ideolojisi olduğunu bilen ben, değil İslamcıların herhangi birinin "demokratlık" iddiasını kırk seneden beri gülümseyerek karşılayan ben, demokratlığın ideolojik bir tercih değil yapısal bir sonuç olduğuna dair otuz sene önce tez yazmış olan ben nasıl düşmüş olabilirim ki böyle bir hataya? Hakikaten?
Belki siz söylenen sözü anlayamayacak kadar dikkatsiz veya özensiz veya önyargılısınız? O ihtimali hiç düşündünüz mü? Belki kısıtlı hayal gücünüzle yarattığınız bir şeytanla boğuşuyorsunuz, mümkün müdür?
Herhangi bir yazımı aklınız başınızda bulunarak okumamış olduğunuz anlaşılıyor. "Cevap bulamayışınızın" sebebi bu olabilir mi?
"Topluma cehalet ve hurafe saçmak" diye adlandırabileceğimiz illetten sadece İslamcılar değil belki siz de mustaripsiniz, bunu düşündünüz mü?
Demir Küçükaydın'ın şu tespitine katılmamak mümkün değil;
ReplyDelete"Türkiye’de de siyasi yapı, Çin, Yugoslavya vs. gibi ülkelerle analoji içinde, daha baştan bürokratik bir deformasyona uğramış bir burjuva iktidarı olarak da görülebilir.
Ne var ki, bu paralellikte onları yıkıma götüren tam da Kemalizm’in ömrünü uzatandır.
Onların, sosyalist örneği ve esin kaynağı, Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği ise, kendisi bizzat, bürokratik bir karşı devrimle sınıfın iktidardan uzaklaştırıldığı bir bürokratik diktatörlüktü. Dolayısıyla, İşçi sınıfının sınıf olarak iktidarı alması, yani bir sosyalist demokrasi, hiçbir zaman bir örnek olarak ortaya çıkamıyordu.
Kemalizm ise, cılız burjuvazinin yerine ikame olmuş bir bürokratik diktatörlük olduğundan, kapitalist ülkeleri örnek alıyordu ve bunlar aynı zamanda burjuva demokrasileriydi. Dolayısıyla, geri ülkelerdeki sosyalist devrimleri yapanların, demokrasi diye bir hedef ve denemeleri olmaz iken, Kemalizm’in Serbest Fıkra denemeleri ve daha sonra çok partili sisteme geçiş, ona belli bir esneklik kazandırmış bu da onun ömrünü uzatmıştır.
...Kemalizm’in ömrünü asıl uzatan, ne Atatürk’ün “deha”sı, (ki aslında en sıradan Osmanlı generallerinden biridir, pragmatik bir politikacıdır) ne de uzak görüşlülüğüdür.
Bugün Stalin’in heykelleri yıkılmış, Mao bir kenara itilmiş, Tito’nun adını kimse ağzına bile almaz iken, Atatürk’ün heykelleri hala duruyor ve Atatürkçülük Türkiye’nin resmi devlet dini olmaya devam ediyorsa, bu Kapitalizmin, Bürokratik diktatörlükler karşısında kazandığı tarihsel zafer nedeniyledir.
Onun modeli ve ideali zafer kazanmıştır; o modelin temsili niteliği ona esneklik kazandırmıştır. Kemalizm şimdilik bu tarihsel zaferin rantını yemektedir. Yoksa tarihsel ömrünü çoktan doldurmuş bulunmaktadır.
Henüz öldüğünün farkında değildir. Genelkurmay destekli “Doğuluyuz”, “Asyalıyız” şiarları bu ölümün bizzat Kemalistlerce ilanından başka nedir ki?"
(Atatürk, Demir Küçükaydın - 10 Kasım 2001)
aslında kemalizmi sol sosuna bulayıp hem sosyalist hem de m.kemal'e saygılı bir gençlik türetme çabaları 1960 darbesi sonrasında başlar.m.kemal'i anti-emperyalist bir lider olarak göstermede epey de yol katedildi.ama son yıllarda bu konuda bir revival yaşanıyor n.genç ve ismail saymaz gibi alt kesimden gelen ağlak yazarların duygusal yazılarıyla toplumun alt kesimlerinde bir solcu,mağdurdan yana m.kemal imajı oluşturuldu.
ReplyDeleteBirader sen ne yazıyorsan, her yazdığını sonradan siliyorsun. Yazma öyleyse!
Deletekimle karıştirdin beni hacu :)
DeleteSevan bey, bahsettiğiniz ideolojik vahşilik, gavur düşmanlığı, dincilik, kemalistlik gibi eğilimler her ülkede farklı şekillerde olup meşruiyeti sağlamak amacıcıyla kullanılmıyor mu? Bunları attıktan sonra yerine nasıl bir egilim koymayı öneriyorsunuz? Hem modern bir demokrasi olurken hem tüm azınlıkların kalbini kazanmak ancak hakim unsurlara karşı kendimizi meşru kılmanın yolu nadir sizce?
ReplyDeleteNe kadar kolay tarihe dudak büküp onu pervasızca düzlemek Sevan bey, hele ki o tarih Türklerin tarihi olunca... hele ki sizin gibi kalemi kıvrak biri tarafından.
ReplyDeleteVallahi kolay değil, kırk senelik emek var arkasında. Ama zevkli, onu kabul ederim.
DeleteSizi ayrı gayrı gördüğümden değil, ama biraz da çuvaldızı deneseniz Ermeni asıllı bir vatandaş olarak, millet-i sıdk-ı sabık olarak Hınçak, Taşnak konusunda. İttihatçı Ermeniler nasıl oldu da ayılamadı yaklaşan 'Genosid'e... ve savaş ortamında nerede ve nasıl bir sistemle yok edildi o kadar insan... Herşey nasıl da bir anda tersine döndü ? Anadolu'da 4 milyon insan yokoldu Birinci Dünya Savaşında ve hiçkimsenin Türkleri andığını duymadım kimseden. Balkanlardan sürülen, oralarda katledilenler ha keza... Tehcir büyük bir trajedi, ama başka ne yapılabilirdi ? (gerçekten safiyane soruyorum, bilgi ve fikrinizden yararlanmak için. Anlatım bozukluğum varsa da, kusura bakmayın.)
DeleteSevan, akılcısın, realistsin. Bilgi verirken belgelere dayanmaya özen gösterirsin. Ama sendeki bu Kemal nefreti çok aşırı. Bu nefret o kadar ileri boyutta ki gerçekleri görmeni, hayal ürünü senaryolar kurgulamanı intac ediyor. Öyle yorumlar yapıyorsun ki ingilizler kadir-i mutlak oluyor. Kemali ayarlayacak, kuracak, arkadan idare edecek ve sonunda onunla anlaşma yapma oyunu oynayacak ve bütün dünya da aval aval bakacak kadar. İnanamıyorum ya. Bu kadar akılcı, dinci faşizme bu kadar kafa tutmuş, putlara karşı bu kadar dik durmuş bir Sevan nasıl bir nefretin ve kinin kurbanı oluveriyor bu konuda. Neyse yine de seviyroum seni. İyi ki varsın. (Eski bir dinci ve seni seven Türk.)
ReplyDeleteEnteresandır ki dinciler de bana egzaktıman aynı şeyleri söylüyorlar, ters tarafından. Bu kadar akılcı şahane bir adamsın Kemalci faşizme kafa tuttun, sevgili peygamberimize bu nefret neden nedennnn, vs.
Delete"ingilizler ... Kemali ayarlayacak, kuracak, arkadan idare edecek ve sonunda onunla anlaşma yapma oyunu oynayacak ve bütün dünya da aval aval bakacak" tezini ne zaman söylemişim ne olur belirtin, uykumda neler yaptığımı bazen bilemeyebiliyorum.
Affınıza sığınarak belirteyim, ne "Kemal nefreti" var bende ne de "Muhammed nefreti". Zekâya ve cürete hayran olan biriyim, hayatta kırk çeşit profesyonel katille uğursuzla arkadaşlık ettim, onları bile sevdim, ne nefreti ya?
DeleteAptallıktan nefret ediyorum, aptallıktan. Aptallığı deşiyorum yazılarımda, ya da deşmeye çalışıyorum. Aptalları provoke etmeye çalışıyorum.
Üstünüze alınmanız hatadır bence.
gece ikide aptallik desilmez. yatin uyuyun, sabah desersiniz...
DeleteYorum apsürd olur;ama bizden genç insanların elini öpmek normal sayılabilseydi ülkemde,değerli kardeşim Sevan'ın elini öpmek isterdim,ya da hiç değilse yanaklarını.Sevgi ve saygı ile
ReplyDeleteÖmer Vatansever
El sıkışmak yeter Ömer Bey, sağ olun.
DeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteBize dayatılmış bir adam oldugu besbelli ki hala bu yorumgeden çıkamıyoruz.
ReplyDeleteÜtopyanız nedir peki? Sınırsız bir evrenden ne isterdiniz? Merakımdan soruyorum, sizi daha iyi anlayabilmek amacım.
ReplyDeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteMilli Gazete yazarı Mehmed Şevket Eygi'nin 03 Kasım 2017 tarihli "Yapılması Gerekenler" başlıklı yazısından;
ReplyDelete"M. Kemal’in ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Kemalizm özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın.
Egemen azınlık vesayet sistemine son verilecek.
Laikçilik kaldırılacak, din devlet münasebetlerinde İngiliz sistemi kabul edilecek.
...Türkiyenin, dünyanın en örnek, en erdemli, en huzurlu, en bilge, en yaşanılır ülkesi olması için bütün çareler çözümler bulunacak ve bunlar uygulanacak.
Egemen azınlık vesayet sistemi, gerçek erdemli cumhuriyete dönüştürülecek.
Ehliyet ve liyakati olmayanlara hizmet, memuriyet, makam, mevki, başkanlık verilmeyecek.
Geri zekalılara, ahlaksızlara, beyinsizlere, ehliyetsizlere, hainlere, hırsızlara emanet verilmeyecek."
http://www.milligazete.com.tr/makale/1283185/mehmed-sevket-eygi/yapilmasi-gerekenler
Sevan Hocam alakasız olacak ama sizden köy enstitüleri tahlili okumadık hiç. Bugün için ne anlam ifade ederler ve bulundukları dönem içerisinde ne ifade ettiler, değerlendirebilir misiniz? Özellikle Atatürkçü kesim kapatılmalarını büyük kayıp olarak görüyor, diğer kesimlerde de bu okullara doğrudan övgü olmasa da içten içe bir saygı var sanki. İnönü neden enstitüler için önce "en büyük eserim" deyip, sonra gericilere taviz verdi?
ReplyDeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteTaner Akçam bir yazısında "Irak diye ortak bir kimlik yoktur; Irak İngiliz salaklığının ürünü, ancak bir diktatör tarafından birarada tutulabilecek suni bir yapıdır." demişti.
ReplyDeleteTürkiye de Kemalist salaklığın bir ürünü, ancak bir diktatör tarafından birarada tutulabilecek suni bir yapıdır. Türkiye diye ortak bir kimlik de var gibi görünse de aslında yoktur ve temeli çok zayıftır.
Daha önce kim neredeydi bir hatırlayalım. Rum, Ermeni ve Yahudiler kendi cemaatleri içinde birer "millet" idiler. Kürtler kendi bölgelerinde fiilen özerk bir "millet" sayılırlardı. Türkler ise bir yandan Sünni ve Alevi olarak, bir yandan da şehirli bir yönetici ve aydın azınlık ile köylüler ve Yörükler olarak bölünmüştü.
Böyle birbirlerinden kopuk toplulukların ve bozuk bir temelin üzerine sağlam bir yapı bina edilemez. Aradan geçen zaman ve güçlenen merkeziyetçilik bile bunu değiştiremez.
Malum Uğur Mumcu'da kemalistti.
DeleteYazar eklediği karikatürle Uğur Mumcu'yada "Nazi" demiş oluyor.
Valla ona buna nazi demeden önce kendi "yazılarını oku" derim Sevan.
Kavgam kitabından hallice.....................................................
Yazıda kemalist yerine yahudi koy aynı "şeytanlaştırma" faaliyeti.
Malum Nazilerde yahudileri "yokedilmesi gereken tümör" olarak tanımlamıştı.......
Faşitsin Sevan...........
Ama dahada kötüsü kendini demokrat / özgürlükçü falan zannediyorsun.........................
Üstelik kemalizmin ne olduğunuda bilmiyorsun.
Kemalizm laik ulus-devlet demektir.
"Tarihsel bir aşamanın" Anadolu'ya yansımasıdır.
Senin "o uygar dediğin" vede hayranı olduğun batılı memleketlerde "özünde" kemalisttir........
Taner Akçam acaba hayatında hiç Iraklı görmüş mü?
DeleteBana kalırsa görmemiş.
Ben gördüm.
Ülkesiyle gurur duyuyordu.
O kadarki Irak milli takımına laf ettirmiyordu.
Tam bir Irak milliyetçisiydi.
Üstelik bahsettiğin ayrımlara bakarsak en büyyyük ulus-devlet ABDyi nasıl açıklayacağız?
Milliyetçilik zaten "kurgu" birşeydir.
Sonradan uydurulmuş "temelsiz" birşeydir.
Ama bu sadece Türk milliyetçiliği-ulusalcılığı için değil bütün milliyetçilikler-ulusalcılıklar için böyledir.....
Temelleri sağlam olan ulus-devletler ile bozuk olanlar bir tutulabilir mi?
DeleteBenzer bir durumu da dini alandan verelim isterseniz.
Yüzlerce yıldır doğal mecrasında evrilmiş, kendine taban bulmuş bir "halk İslamı" var.
Halktan kopuk modern İslamcı aydınlar (örn; "Kuran'a dönelim", hadisleri veya tasavvufu, tarikatları, mezhepleri, türbe ziyaretlerini reddedenler, "türban/başörtüsü İslam'da yok", Türkçe ezan vb.) veya radikal Selefiler gibi tepeden inmeci kesimlerin din anlayışları bir taban bulamayacağı için - zor kullandıkları durumlar hariç - başarısızlığa mahkumdurlar.
Temeli bozuk olmayan ulus devletlere dair örnek verebilir misiniz?
DeleteABD'nin mesela temeli "ekonomik başarıdan" başka birşey değildir.
Daha önce parçalanmak üzereydi.
Silah zoruyla birleştirildi.
Birlikten ayrılmak iseyen Güney eyaletleri üstünde askeri vesayet kuruldu.
Şimdi Trumph seçilince Amerikan ulusu "ruhen" gene parçalandı.
Eğer Trumph zapturapt altına alınamazsa ABD'nin ulusal birliği parçalanabilir.
Zira beyaz amerikalılarla beyaz olmayan amerikalılar arasında muazzam bir gerilim var.
Yada UK'nın temeli sağlam mıdır?
Mesela Kuzey İtalya daha zengin olduğu için italya'dan ayrılmak istiyor.
Bu durumda İtalya'nın temeli sağlam mıdır?
Yada Kanada?
Quebec eyaleti ayrılmak istiyor.
Yada İspanya'nın?
Katalonya mesela?
Dünyada homojen bir ulus var mıdır?
Dünyada 1000'e yakın etnik grup var.
Ama 200 kadar ulus devlet var.
Yani aslında bütün ulus devletlerin "temeli bozuktur".................
Olur da çöplüğe geri dönecek olursan şuraya bir bakmanı tavsiye ederim, yeni malzeme çıkabilir.
ReplyDeletehttps://www.youtube.com/watch?v=iGV34wFAOds
"""Bu M. Kemal'in ilk emir dinlememesi değildir. Aynı "itaatsizliği" Çanakkale muharebelerinde de, Doğu cephesinde Ruslara karşı çarpışırken de göstermiştir. Ama bu "itaatsizliğinin" verdiği neticeler onu her defasında haklı çıkarmıştır. O kadar ki, mesela Çanakkale'de verdiği emrin hilafına hareket eden M. Kemal'in bu "itaatsizliği"nde ne kadar haklı olduğunu harekat olup bittikten sonra gören Alman subay, M. Kemal'den rütbece üstte olduğu halde onu "kumandanım" diyerek selamlamak adamlığını göstermiş ve M. Kemal'in hakkını teslim etmiştir. Bunların hepsi de kayıtlı/belgelidir. Peki, burada ben de size bir soru sorayım: Bahsettiğiniz bu hadiseden sonra L. V. Sanders'in askerlik mesleği mucibince bunu mesele etmesi gerekirken etmemesinin sebebi nedir?"""
ReplyDeleteyukarıdaki yazıyı bir yerden aldım, doğruluğunu araştırabilirsiniz...Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. ordu geri çekilmese idi kaçınılmaz sonuç sadece bir kaç gün gecikecekti, bunu diyen Necip Fazıl Kısakürek'tir. Bunları yazdığı zaman olayın şahitlerinden hayatta olanlar vardı onlarla görüşüyordu isimlerini de veriyor.(Necip Fazıl bile geri çekilmenin kaçınılmaz olduğunu dolaylı olarak kabul ediyor, gerçi o gene de geri çekilmemesi lazımdı diyor. Yani 7. ordu da yok olsaydı).
aşağıdaki paragrafı da bir yerden aldım:
"Şu tarihlere bakmak yeterli:
Mustafa Kemâl'in Filistin'de bulunan 7. Ordu Komutanlığı'na ikinci defa atanması 7 Ağustos 1918
Mustafa Kemâl'in 7. Ordu Komutanlığı görevine başlaması 1 Eylül 1918
Nablus Meydan Muharebesi 19 Eylül - 21 Eylül 1918
Nablus'te mağlubiyet ve geri çekilmenin başlaması 21 Eylül 1918
İngilizler’in, Akdeniz’le Hicaz Demiryolu arasındaki kuvveti: 67.000 personel, 56.000 tüfek, 11.000 kılıç ve 552 toptan meydana geliyordu.Deniz ve Hava Kuvvetleri'nde de büyük üstünlüğe sâhip bulunuyorlardı.
Mustafa Kemâl'in komutasındaki 7. Ordu: 14.522 muharip er, 7.046 cephedeki piyâde tüfeği, 51 hafif ve 348 ağır makineli tüfekten ibâretti. Sonuca siz karar verin."
...
Ayrıca Alman komutan Liman paşa, sürekli olarak yeni er temininin gerçekleşmediğinden şikayet etmekteydi, Yıldırım Orduları asker ve malzeme ikmalinden yoksundu, gelmiyordu. Bunun sorumlusu enver paşadır kafayı kafkas cephesine takmıştır ondan...
...
Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın Filistin cephesinde iken "Alman konutanlar savaşmakta isteksiz, kaybedilen topraklar ve askerlerimiz onların umurunda değil " şeklindeki raporlarından haberiniz varmıydı bilmem...
Not: Rıza Nur isminde kişinin yazdıklarını, "güvenilmez" olduğunu belirterek dahi referans göstermeniz beni hem şaşırttı hem de şaşırtmadı herhalde Atatürk'e karşı olsun da kim olursa olsun diyorsunuz... Rıza Nur bir şizofreni hastasıdır Paris'te hastaneye tedaviye gitmiştir orda kendisine şizofreni teşhisi konulmuştur (bu hastalığın tedavisi günümüzde de yoktur)...Kendi yazdıklarına göre kendisi evde yokken kendi karısı ve hizmetçisi eve erkek alıyormuş, başka bir yerde de İsmet Paşa'yı Ankara'da fahişelerle caddede dolaşırken gördüğünü yazıyor...Atatürk düşmanlığı uğruna rıza nura bile salrılmak...kendiniz bu kadar düşürmeyin
Merhabalar Sevan Hocam. Yazılarınızı çok önceden beri takip etmekteyim, ve ancak, en azından, yazdıklarınıza küçük de olsa bir tepki vermek şimdiye ait bir eylem oldu. Öncelikle söylemeliyim ki sizin hayatınız bana çok değerli geliyor, çünkü belli ki hayatınızda sürekli olarak bağlı olduğunuz bir varlığa sahipsiniz: Yazdıklarınız ve okuduklarınız. Ne zaman sizin sayfanızda bir yazı paylaşıldığını görsem içeriğinden bağımsız olarak mutlu oluyorum (içeriğinde bana küfürler etmiş olsanız bile). Ve bu mutluluk sizin çağdaş Türkiye'de tarih üzerine yazılar yazdığınız ve literatürü geliştirdiğiniz için veya 'oh ne güzel. Ne güzel laf sokuyor bu bey' demek için var olmuyor. Tam tersine, nasıl anlatsam... Her şeyden bağımsız olarak siz, en azından benim için, siz olduğunuz için mutlu oluyorum. Ve fakat ilginç şeydir, eleştirdiğiniz, yerin dibine batırdığınız kemalist düşünceye bugün sahip olan insanları da seviyorum, çünkü onlar bir oyun oynamıyorlar, ne gördülerse, küçüklüklerinde okulda ne işittilerse , onu uyguluyorlar. Bir anlamda kendi dünyalarına sahip çıkıyorlar. Onları Mustafa Kemal'in faşist olup olmaması bağlamı dışında seviyorum. Bu durumda, yazdıklarınız benim için anlamsızlaşıyor. Çözüm üzerine yazıyorsunuz ama onların dünyasına girmeden yazıyorsunuz gibi geliyor. Asla ılımlı olmanızı istemiyorum. Sonuna kadar düşüncelerinizi savunun ancak sanki gerçekten arayışta olduğunuz dünyayı (bu bilimsel olarak açıklanmış küresel her yerine vasıtalarla ulaşabileceğimiz bir dünya değil, düşüncemizin olduğu ya da düşüncemizin oluşturduğu, Heideggerci bir anlamda,'zaten var olduğumuz' bir dünya) siz istemiyormuşsunuz gibi geliyor çünkü hedefiniz sürekli onların dünyasını sanki tarihsel olarak akıllarındaki bir cümleyi değiştirerek yıkmak gibi gözüküyor. Ama bu hedefe gerçekten inandığınızdan emin değilim. Bana karşılık olarak 'tabi ki böyle olacak çünkü bilimsel düşünce böyle bir yarara sahip!' diyebilirsiniz ama sanki bu durumda da yine unuttuğunuz bir nokta olabilir; onların bilimsel düşüncenin veya yarar kavramının sizinle aynı şekilde dünyalarında sahip olamayabilecekleri. Lafı çok dönüp dolaştırdım, farkındayım.
ReplyDeleteYazdıklarım ışığında sormak istediğim şey, kimseye bir üstünlük veya alçaklık tanımadan, sizin dünyanızı tanımak adına, siz gerçekten yazdıklarınızı ne için yazıyorsunuz? Gerçekten "yanlış cumhuriyet" kitabınızın yazılma hedefi gibi insanlarla bir diyaloğa mı geçmek istiyorsunuz yoksa sadece tümüyle kendi dünyanızı olduğu şekliyle devam ettirmeye mi çalışıyorsunuz? Tabi ki iki durumda da yine sizin dünyanızda kalmak zorundayız. Hal böyle olunca çok kısa bir soru daha sorsam, sizi rahatsız etmem umarım. Eğer gerçekten bir savaş içindeyseniz(ki olunması gereken bir savaş benim için de mevcuttur) gerçekten tarihsel bir tutarlılık yakalamak yerine bu tarih anlayışının üzerinde bir ilişki yakalamaya çalışsak olmaz mı? Eminim ki Şirince'de kemalist olup, sizin yazılarınızı okumadan önce sizinle bir şekilde tanışmış sizi seven (aynı şekilde sizin de onu sevdiğiniz) bir bakkal, bir yan komşunuz vardır. Sizin de hedefiniz Şirince'ye gitmekle bunu yakalamak değil miydi zaten? (Eminim ki aynı güzelliği Yunanistan'da da yakalayacaksınız. Yeni köyünüz pek güzel gözüküyor.) Hal böyle olunca sanki sizin de dünyanız aslında Atatürk'ün o olup bu olmasının bir şey değiştirmeyeceği bir dünyaymış gibi geliyor bana. Bu da beni yazılarınızın hoyrat kimliğini(ki ben pek seviyorum bu kimliği) "toplumsal bir işe yararlık" bağlamında değerlendirmekten alı koyuyor ve bununla mutlu oluyorum, çünkü sizinle ilişkim Atatürk'e dayanmıyor. Diyorum ki, eğer yazdıklarım gerçekten biraz olsun değerliyse, anladığınız kadarıyla bunun üzerine, bundan kaynaklı, tarihten bağımsız bir yazı yazsanız, (Biliyorum Şirince'de böyle bir yazı yazmak yerine bunu yaşadınız.) eğer cidden yazdıklarınızla hedeflediğiniz bir şey varsa, ne kadar güzel olur.
Soru sorayım deyip bir istekle bitirdim. Yeniden düşünce akışı olarak yazdığım bu yazı için sizden af diliyorum.
Sevgiler.
Anıtkabir müzesinde Atatürk’ün siluetini gösterdiğine inanılan bulutların ve dağların fotoğraflarını sergileyerek Atatürk sempatisi yarattığını düşünen akıl, Atatürk gibi mi düşünmektedir?
ReplyDeleteGökyüzünde Atatürk silueti için festival düzenleyenler Atatürk gibi mi düşünmektedir?
Gökyüzündeki bulutların şeklinden anlamlar çıkarmak nasıl tanımlanabilir?
“Antitarikatçı görünümlü neotarikatçılık” mı?
Adına ne derseniz deyin kesin bu sayılanlar, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünün hançerlenmesidir.
Bugün gökyüzündeki bulutta Atatürk görenler, yarın rüyasında şeyh göreceklerdir.
Bugün bulutta Atatürk görenler, “meşe ağacında kelime-i şahadet gören” kadroların yedekleridir.
Bulutta Atatürk görenler, dinsel/sihirsel düşünüşün “laik!” kanadıdır.
... Onlar büyüye, hurafeye karşı değildir. Sadece büyünün ve hurafenin içeriğiyle ilgili sorunları vardır.
Karşılarsa “Kuran’daki 19 mucizesi”ne karşılardır; “Atatürk ve 19 mucizesi”ne karşı değillerdir.
Akıl dışılığın akılcılığı nasıl teslim aldığının, nasıl yıktığının hazin örnekleridir bunlar.
... Kendini Cumhuriyetçi olarak tanımlayanların, bulutlardaki Atatürk silüetlerinden dünyaya, saçma sapan sayı hesaplarından maddeye, mesihçi açıklamalardan somuta dönmeleri, kendi ait oldukları dünyaya, akla, Aydınlanmaya ve maddeye dönmeleri, var kalmaları için bir zorunluluktur. Aksi takdirde ortada “dönecekleri bir madde” kalmayacaktır.
... Zırva, sadece bir “düşünce nesnesi” değil aynı zamanda bir “düşünme düzeneği”dir. Bugün “senin zırvana” inanan, yarın kontrolünden çıkar ve “başkasının zırvasına” inanır. Onu zırvaya alıştıranların, toplum başkasının zırvasına inanmaya başladığında, “vay zırvaya inanıyorlar” diye şikayet etmeye hakkı yoktur.
Atatürkçüler “Atatürk gibi düşünüyor mu?” ya da Norveççede “Atatürk gibi düşünmek” deyimi var mıdır? / Taylan Kara
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/ataturkculer-ataturk-gibi-dusunuyor-mu-ya-da-norveccede-ataturk-gibi-dusunmek
Bunun bir aslı var mıdır hocam?
ReplyDeleteZamanın İngiliz sefiri (Büyükelçisi) Sir Percy Loraine‘i İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’na çağırdı. İkisi arasında geçen mülakatlar yaklaşık olarak otuz (30) sene gizli kaldı. Gizli mülakatlar ilk olarak Piers Dixon’un babası (Sir Percy Loraine) hakkında hazırladığı “Double Diplomat” (Çifte Diplomat) isimli kitabında yer alan '' Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi, benimle çok sade ve serbest bir vaziyetde meşveret ediyordu. Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu. Mütefekkirane bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişden sonra ekselanslarına (Mustafa Kemal’e) “Bütün taleb ve duygularımı kelimelerle izah etmeye yetkili değilim!” şeklinde cevab verdim. Hakikaten o anda çok şaşırmış bir vaziyetde tefekkür ediyordum; hatırladığım kadarı ile yapmış olduğum mulâkatların hiç birisinde bu kadar derin tefekkür edecek derecede bir mülâkatla karşılaşmamıştım'' ifadesi.
Source: The Sunday Times (London), February 11, 1968, page: 8
DIPLOMATIC HISTORY
Martin Gilbert
HOW OUR MAN DECLINED TO RULE TURKEY
Hocam Yanlış Cumhuriyet ve diğer kitapların baskısı tükenmiş. Tekrar basılmaz mı?
ReplyDelete