Bir başka son derece önemli dönüm noktası Antuan Tıngır ile
Krikor Sinapyan’ın 1891 ve 1892’de iki cilt olarak yayımladıkları Fransızcadan Türkçeye Istılahat Lugati’dir.
(İstanbul, Bağdadlian Matbaası). Tıngır ve Sinapyan sözlüğü, idari bilimler,
mimarlık, astronomi, bankacılık, kimya, ticaret, diplomasi, gastronomi, coğrafya,
finans, matbaacılık, matematik, tıp, madencilik, eczacılık, felsefe, zooloji
gibi türlü bilim ve sanat dallarında kullanılan kırk bin dolayında Fransızca
teknik terime Türkçe karşılıklar vermek gibi devasa bir işe soyunur. Söz konusu
terimlerin ezici çoğunluğu, sözlüğün yayımlandığı tarihten kısa bir süre
öncesine dek Türkiye’de duyulmamış olan kavramlara ve nesnelere ilişkindir.
Adeta yeni bir kıta keşfedilmiş, ve bu kıtayı oluşturan birimlerin Türkçe
adlandırılması ve anlamlandırılması işine girişilmiştir.
Yazarların önsözüne göre,
Son yıllarda Türkiye’de sanatlar
ve bilimler dikkate değer bir gelişme göstermişlerdir. Her gün yeni kitaplar,
bilimsel ve edebi mevkuteler yayımlanmaktadır. Siyasi gazeteler dahi sıklıkla
bilimsel, ekonomik ve edebi bahislere dair uzun makalelere yer vermektedir.
Yeni kavram ve nesneleri ifade etmek için alimlerimiz ve yazarlarımız yeni
kelimeler yaratmak zorunda kalmakta, ya da dünyanın en parlak medeniyetlerinden
birine vasıta olan Arap dilinin hazinesinden buldukları unutulmuş terimleri gün
yüzüne çıkarmaktadırlar.
Yazarlar yeni kelime yaratma hakkını kendilerinde
görmezler. Sözlükte yer verdikleri kelimelerin tümünü var olan Türkçe metinlerden
derlediklerini belirtirler.
Bu eserde yer verdiğimiz Türkçe
terimlerin tümü, efkâr-ı umumiyenin tanıdığı ve değer verdiği yazarların ve
alimlerin eserlerinden alınmıştır. Kelime icat etme hakkını asla kendimizde
görmedik. Fransızca bir terimin karşılığını bulamadığımız zaman, birkaç
sözcükle anlamını açıklamakla yetindik.
Sözlük, Fransızca sözcüklerin aynen Türkçeye aktarılması
konusunda oldukça temkinlidir. Örneğin oksijen yerine müvelledül humuziye, hidrojen yerine müvelledül ma, otomobil yerine müteharrik
binnefs, radikal yerine cezrî,
depo yerine ardiye, kritik yerine tenkidat ve münekkid, fokal yerine ihtirakî
ve mihrakî karşılıklarını tercih
eder. Sonuç olarak Fransızcadan aynen aktarılan sözcüklerin sayısı beş yüz
dolayında kalır:
albinos, alüminyom, diyapazon, dosya,
elektrik, espanyolet, furgon, gardenya, gliserin, gotik, iskelet, kinin, kloroform,
maroken, merinos, mimoza, nikotin, obua, ozon, ökaliptüs, prostat, protein, ray,
rokoko, sonda, stronsiyom, üniversite, üre, valf, virüs...
Sözlükte yer alan terimlerin takriben üçte biri kadarına,
Türkçenin yerleşik sözcük hazinesinden az ya da çok tatmin edici karşılıklar
bulunmuştur:
şeker illeti (diabet), katran ruhu
(kreozot), ahenk miyarı (diyapazon), kanlı ishal (dizanteri), çetme veya gedme
(dantela), ayaklık (pedal), taban ağacı (demiryolu traversi), turşu ve reçel
(konserve), tulumba kasırgası (siklon), eşref saat (horoskop)...
Binlerce terim, o dönemde az ya da çok yaygın kullanıma
girmiş olduğu anlaşılan deyimler ya da dolaylı (perifrastik) ifadelerle
karşılanmışlardır.
külliyat-ı ulûm ve fünûn (ansiklopedi),
emtia kaimesi (fatura), maraz-ı asabî (nevroz), cünun-ı ğulmet (nemfomani), cinnet-i
harikiye (piromani), ahcar-ı semaviye (gök taşı, meteorit), mikyasül gazat
(gazölçer, manometre), mukavelat muharriri (noter), levzül mide (pankreas), tahvil-i
terkib (metabolizma), fart-ı enaniyet (egoizm), heyet-i sarrafiye (banker
sendikası), kemâkân (status quo ante), darülfünun (üniversite)
Bunların ötesinde, sayıları yine binleri bulan yeni tabirin,
1930’ların Yeni Türkçecilerini aratmayacak bir cüret ve yaratıcılıkla Arapça (ve daha ender olmak üzere Farsça) köklerden uydurulduğunu görüyoruz. Özellikle
tıp ve kimya alanında tam bir terminoloji sistemi oluşturacak nitelikte olan bu
‘Yeni Osmanlıca’ terimlerin, belki Encümen-i Daniş veya Tıbbiye Mektebi
bünyesinde sistemli ve örgütlü bir şekilde üretilmiş olduklarını
varsayabiliriz.
dur-nüvis (telgraf), hurde-şinû
(mikrofon), kehrübaiye ve seyyale-i berkiye (elektrik), lifîn (gluten), hulvîn
(gliserin, Ar hulv = Yun glykos = tatlı), duhanîn (nikotin, Ar duhan = tütün), lülüîn (margarin, Ar lülü = Yun margaron = inci), madde-i demağiye veya demağîn (lesitin), intan
(enfeksiyon), teşelşül (duş), zevahıf (sürüngenler), mihrak (fokus), irtisam ve
intıba (empresyon), isticvab ve mülâkat (interview), müsteşrik (oryantalist), mezabe-i
bürkâniye (lava), ekalliyet (parlamentoda minorite), işrakiye (panteizm),
mihaze (reseptör), tahtelbahir (sous-marin, denizaltı), müberrid (frigorifik),
hüvamî (entomolojik), muğeym (nebülöz)
Yukarıdaki neo-Osmanlıca yeni sözlerden sadece iki üçünün (intiba, müsteşrik, belki ekalliyet) hayata tutunmuş ve diğerlerinin tamamen günümüzde unutulmuş olması dikkat çekicidir.
Sözlüğün üçte birini aşkın bir bölümünde, Fransızca tabirin kullanışlı
bir karşılığı bulunamadığı için tanım ve tasvirle yetinilmiştir:
Pingouin: Tuyur-i mütekeffifetür recüli ğavvase [insana benzer
dalgıç kuşlar] fırkasından sebtariyye fasilesinin nümunesi bulunan ve bahr-i
müncemid-i cenubiyyeye [Güney kutup denizine] mahsus olan bir nevi balıkçın
kuşu.
Vandalisme: Ulûm ve fünûndan nefret etme mezhebi.
(Penguen sözcüğü
Türkçe metinlerde 1910’larda, vandalizm
1920’lerde boy gösterecektir.)
Hocam telgrafla mikrofonu yine Hazro'daki ninelere sormuşlar herhalde...
ReplyDeletehastanelerde intaniye hala kullanılıyor sanırım enfeksiyondan daha kısa diye..
ReplyDeleteBu ne ya. Blogun tipi degismis. Hocanin yuvarlak kafasi ustte duruyor.
ReplyDeleteNeyse, hayirli olsun.
Bunu eğer Türk birileri yapsaydı emin olun Sevan Bey, böyle anlatmayacaktınız. Malesef yıllardır sizde gördüğüm TEK KUSUR, içinizdeki -belki kendinize bile itiraf edemediğiniz- ERMENİ KAVİMCİLİĞİ izleri. Bu kusur mudur? Hayır elbette; ama kendinizle çelişmenizden dolayı sizin açınızdan, evet, kusurdur. İki yüzlülük de demek istiyorum ama eğer bu, insanî bir duygu ise vicdansız bir eleştiriden de korkuyorum. Gerçekten bunca senelik bilgi edinme emeğinizi hiç eden bir şey varsa o da içinizdeki nefretin yönlendirdiği sonuç çıkarma çabasından başka bir şey değil. Mesela sözlüğünüz... Şu dile (ki bu dil de insanlığın mirası olduğuna göre insanlığa) büyük bir hizmet olduğu halde içinizdeki bastırılmış HİSLER yüzünden bir sürü yanlış sokuyorsunuz çalışmanızın içine. Ne dediğimi anlamanız için sözlüğün "çabuk" maddenize bakmanız yeterlidir. Yazılı örnekleri olmayan, ses değişimleri dikkate alınarak tahmin edilmeye çalışılmış, 7000 yıl önce öldüğü varsayılan ve bugünkü adıyla Hint-Avrupa aile isminden anılan Hint-Avrupa anadiline dair her fikri kabul edip kesin yargılarla konuşabilirken çabuk kelimesinin Türkçeden geçmiş olabileceğini ama bunun kesin olmadığını vurgulamanız bence gerçekten zihin kodlarınızı gösteriyor. Lütfen Sevan Bey, ciddî mânâda kıymetsiniz. Şu kalbinizin cüruflarını atın da mis gibi cevher kalsın geriye. Mesele Türkçeye geldiğinde ya da dinî bir kavrama geldiğinde sakin olun, rahat olun. Olmanız gerektiği gibi olun.
ReplyDeleteBu yorumun yıkıcı bir niyetle yazılmadığını lütfen bilin.
sayın fatih bey, kesinlikle bunun yeri değil ve uzun bir istişâre için, lütfedip isminizle yazdığınızdan, size ulaşmak kolay olacaktır, merâkım şudur; sizde bu intibayı metnin neresi uyandırdı?
Delete