Sunday, November 12, 2017

Yanlış Kutup


[Aralık 2014'te Yenipazar Cezaevinden bir arkadaşa yazdığım mektup. 7 Mayıs 2017'de Foça Cezaevinde iken temize çekip bu blogda yayınladım. Sonra beni benden fazla düşünen arkadaşlarımın ricalarını kıramayıp kaldırılmasını istedim. O hengâmede eldeki tüm dijital kopyalar silinmiş, ben kuş olup uçtuktan sonra da bir türlü bulunup yerine konamadı. 

Meğer şurada burada birtakım sitelerde kopyası varmış. Bugün arkadaşlar hatırlattı, sağolsunlar, yeniden yayınlama fırsatı buldum.]


Sevgili xxx,

Gönderdiğin kitapları dikkatle okudum. [Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler; Ebüla'lâ Mevdudi, İslam’a Göre Dört Terim] Teşekkür ederim. İlaç tedavisi gibiydi, mide bulandırıcı ama faydalı.

İslamın – genelde dini fanatizmin – herhangi bir türüne tahammülüm hiç kalmadı sanıyorum. İnsanlığa hakaret ve medeniyete tehdit görüyorum sadece.  “İyi niyetli” olduğu söylenen biçimlerinin dahi mantıki varsayımları ve sonuçları o kadar belirgin ki, bunlara müsamaha göstermenin bile bile ladesten farkı yok.

*
Temel mesele, benim Aslanlı Yol’da (özellikle önsözünde) değindiğim konudur. İnsanlar beş kıtada, binlerce yıldır, bir şekilde bu hayata bir anlam yüklemeye çalışıyorlar. Kimi inanç ve töreleriyle, kimi siyasi mücadeleyle, sanatla, emekle, felsefe ve hukukla, kimi sevgiyle, kimi inatla, kimi meydan okuyarak, savaşarak ya da kaçarak, kimi cinayetle ve eroinle.

Bu adamların ideolojisi bu sonsuz çeşitliliğin – ve onların ardındaki emeğin ve insan ruhunun – topyekûn inkârı üzerine kurulu. Bir cehalet ve nefret ideolojisi. Cehalet, yani kendi ufacık doğrularının dışında kalan insanlar alemini bilmeme, tanımama, bilmek istememe. Nefret, yani kendi o ufacık pencerelerine sığmayan insan yaşamlarını yok etme arzusu.

Silahlı ve muktedir olmadıkları sürece o nefret, teorik-folklorik bir motif gibi görünebilir. İktidara kavuştuklarında ve/veya köşeye sıkıştıklarında, o nefretin üretebileceği şerden Allah korusun.

*
Burada bahsettiğim şey “derin” cehalet. Mesela, mühendislik eğitimi için ABD’ye gönderilen Mısırlı bir gencin, orada çektiği yabancılık ve ezilmişlik sonunda, insanları ve kültürü algılama, iletişim kurma yeteneğini kaybedip toptan reddiyeye girmesi anlamında cehalet.

Bir de daha yüzeysel, göze daha kolay batan bir cehalet düzeyi var. Basit doğrular diye ortaya koyduğu safsataların yüzlerce yıldan beri tekrar tekrar çürütülmüş mantık hatalarıyla delik deşik olduğunu bilmeme anlamında cehalet. Kültür yoksunluğu anlamında cehalet. “İki kere iki beş eder” deyip bunun üzerine tez kurarken, bunun böyle olmadığına dair kaç tane kanıt olduğundan haberdar olmama hali.

*
İslamın temel ilkesi “la ilahe illallah”tır diyor. İlkokul bir seviyesinden başlayalım. İslamın temel ilkesi bu değildir, iki tanedir. İkincisi “Muhammedun resulullah”tır. İkisi birbiriyle temelden çelişkilidir. Sadece birine yüklenip öbürünü gözden saklamakla bir yere varamazsın. Sadece çelişkiyle yüzleşeceğin günü ertelemiş olursun, o kadar.

İslam sadece mutlak ve soyut bir ilahi iradeye boyun eğmeyi emretmemiş. Aynı zamanda, tarihi gerçeklik içinde varolan somut bir insana, 7. yy’daki bir Arap politikacısına, onun başlattığı siyasi akıma ve onun tanımladığı siyasi topluluğa boyun eğmeyi emretmiş. Bunu ahlakın, hukukun ve insanlığın temel şartı olarak vazetmiş. Allaha inanmak ve iradeni onunkine teslim etmek yetmiyor. Aynı zamanda belli bir tarihi geleneğe ve onun temsil ettiği siyasi kolektiviteye boyun eğmen gerekiyor. Peki ikisi çeliştiği zaman ne olacak? Ümmet pisliğe battığında sadakatin hangi yönde olacak? Ya ümmet ilk günden beri, Abdullah b. Cahş eliyle ilk Mekke kervanını vurduğu günden beri pisliğe batmışsa ne olacak?

Hatırlar mısın, bir İsveç sorusu sormuştum. İsveçliler mesela ahlaki temizlik açısından Müslümanlardan daha Müslümansa, Müslümanlar ne yapacak diye. Cevap: hiçbir şey yapmayacak. Çünkü Müslümanlık sadece bir ilke yahut ihlâs meselesi değildir. Bir tarihi cemaate itaat meselesidir. Müslümanlığın şiarı sadece “la ilahe” değildir, Muhammed'e mensup olmaktır. Bu anlamda Müslümanlık, doğası gereği bir tür milliyetçiliktir. Filistinliler haklı da olsa haksız da olsa Müslümanlar, iman gereği, Filistinlileri tutmak zorundadır.

Filistin yerine AKP’yi koy, “Türkiye”yi koy, Selefileri koy, gönlüne o an uyan aidiyet düzlemi hangisiyse onu koy, farketmez. Bir yaşam felsefesinin temeline cemaat mensubiyetini koydun mu konu kapanmıştır. Partizanlık, tarafgirlik, ilkenin ve etik kaygının önüne geçmiştir. Böyle bir insanın gerçek anlamda “ahlaklı” olmasına imkân yoktur. İslam ve ahlak, bağdaşmaz.

*

İslam, insanın insana kulluğunu reddeder diyor. Temel tezi bu, argümanın en çürük noktası da bu. Çünkü bunların Allahı aciz bir Allah. Kendi düzenini kuracak güçten ve iradeden yoksun. Dünyanın her yerinde sürekli olarak küfre ve putlara yenik düşme halinde. Allahın iradesini yorumlayıp icra etmek, birtakım kişilerin yetkisi ve görevi olmuş. Bu kişilerin başka kişilerden tek farkı, “Allah” namına söz söylüyor olmaları. E, papazlar da onu iddia ediyorlar. Hitler “Alman ulusunun ruhu” adına, Stalin “proletaryanın bilimsel çıkarı” adına konuştuğunu söylüyor. Farkı ne?

Üstelik bu Allah vekilleri, Allahın kendisinden bir hayli daha iddialılar. Gariban Allah, kendi bileceği nedenlerle, egemenliğini bunca bin yıldır dünyaya empoze etmemiş ya da edememiş. Bunlar ise tüm dünyaya boyun eğdirmeyi hak ve hedef olarak görüyorlar.

Sf. 75: “İslamın amacı kendi iradesini zorla benimsetmek değildir… İnsanların akıllarına ve ruhlarına kendi davetini sunduktan sonra, kendi özgür iradeleriyle imanı seçip seçmeme konusunda onları serbest bırakır.”

Ve lakin aynı sayfada: “Ancak bu, onların heva ve heveslerini tanrı edinmeleri anlamına gelmez. Onlara kula kul olmayı seçme hakkını da vermez.”

Demek ki neymiş? Bu sözde özgür kişiler kula değil Allaha boyun eğmeliymiş. Allah kim? Suya sabuna karışmayan bir aciz ihtiyar, neyi isteyip neyi istemediğine bizim arkadaşlar karar veriyor. Sıkıysa kula kul olmayı seçme bakalım.

*

Bunlarınki, kelimenin en radikal anlamıyla şirktir. Kendilerini Allahın vekili yerine koyuyorlar. Allahın yapmadığını yapma davasındalar.

Evet, mutedil orta yolcu Müslümanlara oranla bunların İslamın orijinal iddiasına ve orijinal üslubuna daha yakın olduklarını düşünüyorum. İslamın yayılmacı, tahakkümcü ve saldırgan bir öğreti olduğunu savunuyorlar, ki tarihi sicil de bu görüşü destekler yöndedir. M. de ilk baştaki mütevazı maskesini çıkardıktan sonra, Allahın iradesinin eli silahlı temsilcisi olarak, kan dökmekten, rakiplerini imha etmekten, kervan soymaktan, ahdini bozmaktan, esir ve cariye ticareti yapmaktan geri durmamıştı.

Hem la ilahe illallah hem Muhammedun Resulallah olmaz. Hem iman hem siyaset olmaz. O iki kıta arasında fay hattı vardır. O fay hattı köprü tutmaz. Köprü kurduğunu sanırsın. Suriye’de bir ufak sarsıntı olur, köprü yıkılır.

*

Dünyevi otoriteye karşı bir isyan çağrısı yapıyorlar. Bugün dini ve cemaati temsil eden kurumlar tükenmiştir, Şeytanın aracı olmuştur, dinin saf mesajını temsil eden biz Vekil’lere kulak verin diyorlar. Orijinal metinlere dönmeyi öneriyorlar.

16.yy Protestanlarına şaşılacak kadar benzeyen bir yönleri var. Luther ve Calvin de, aşağı yukarı aynı fanatizm ve aynı nefretle, var olan kurumların tümüne karşı cihat açmış, İncil’den ve İsa’nın yaşamından başka hiçbir otorite tanımadıklarına ilan etmişlerdi.

Saf bir entelektüel muhalefetin temsilcisi oldukları sürece, evet, bu davette cazip olan bir şey var. İmanı sarsılmış, güveni zedelenmiş olan kitleleri cezbedici bir yön var.

Ama o kitleler “peki biz geldik” dedikleri zaman ne olacak? İnsan yaşamının çıkmazlarını basit bir iman formülüyle çözebileceklerini iddia edenler ya cahildir ya dolandırıcı. Allahın krallığını bu dünyada kurmaya kalktığın zaman, bugüne dek krallık kurma hevesine kapılan herkesin geçtiği yollardan geçmek zorundasın. Allah bile yapamamış, sen nereden buldun anahtarı?

Bir seçenek Luther’inkidir. İsyanını ilan ettikten üç sene geçmeden yerleşik otoriteyle uzlaşmış, kralların danışmanı olmuş, Saksonya dükü ile Brandenburg elektörünün Papa’ya karşı siyasi mücadelesinde taraf olmuş, Anabaptistleri ve köylü isyancılarını ve benzeri “teröristleri” en katı yöntemlerle bastırmak için politika üretmiş.

Diğer seçenek Calvin’inkidir. Calvin kraliyet kurumuna karşı radikal eleştirisinden geri adım atmamış. Cenevre’de radikal bir cumhuriyet (CİD?) kurmuş. Beş seneye varmadan, en yakın ideolojik müttefiki ve anti-kralcı ideolojinin baş filozofu olan Michel Sevetius’u – Allahın otoritesine karşı gelmekten – idam etmek zorunda kalmış. İngiliz Kalvinistleri, ülke tarihinin en yobaz ve ideolojik ihtilâlini çıkartıp ülkeye hakim olmuşlar, 12 sene boyunca terör estirmişler. 12 senenin sonunda bir de ne görsünler? Devirdikleri rejimin tıpkısının aynısı olan bir rejim oluşmamış mı? “E ne anladık böyle cumhuriyetten, bari eski rejimde cumhura baş seçimi daha kolay oluyordu” deyip, eski kralın oğlunu tahta çağırmayı uygun bulmuşlar.

En radikal (ve mantıklı) denemeyi yine İngiliz Kalvinistlerin bir kolu olan Püritenler yapmış. Eski dünyada pisliğe ve kavgaya bulaşmadan Tanrının cumhuriyetini kurmak imkânsız bari dünyanın öbür ucunda boş bir yer bulup oraya kaçalım demişler. Gidip Massachussetts’e yerleşmişler. Yeryüzünde ideolojik cehenneme en çok yaklaşan rejimi kurmuşlar. İki üç kuşak sonra “aman, aman” deyip vazgeçmişler. New England Kalvinistleri, hâlâ laf düzeyinde Allahçılıktan vazgeçmezler. Ama dini din yapan unsurlarda – töre, itikat, iman, taassup – onlar kadar dinsiz dünyada ve Amerika’da kimse yoktur.

Özetle: Allahla ülke yönetimi arasında sonsuz bir uçurum vardır. Köprü kuramazsın. Kurduğun köprü ilk esintide devrilir.

*
Bu cehalet ve nefret ideolojisinin en çirkin tezahürü, şüphesiz, aile ve cinsiyet meselesindeki riyakârlığıdır. Neolitik çağda oluşmuş ve bugün çökmeye yüz tutmuş bir aile düzenini ahlakın temel direği haline getiriyor. O dönüşümün sancılarını çeken, el yordamıyla yeni düzenin anlamını çözmeye ve ahlakını kurmaya çalışan milyonlarca insanı, iğrenç bir taassupla “heva ve heves" = hayvani arzu kurbanı ilan ediyor.

Heva ve heves, insanın varoluşunun değişmez bir unsurudur. Müslümanların heva ve hevesten arınmış olduklarını sanmıyorum. Nüfus artış hızları daha yüksek olduğuna göre, tersi olmalı. İnsan olan her insan, heva ile heves gerçeğini bir ahlaki çerçeve içinde anlamaya ve zaptetmeye gayret eder; hayatının büyük kısmı bu mücadele ile geçer. Gayrimüslim Batıda bu çabanın daha derin, daha dürüst ve ahlakın daha ciddi olduğunu görmek için üç tane ucuz Hollywood filmi seyretmek yeter sanırım, insanların fiilen ne yaptıklarını değil, yaşamlarını nasıl algıladıklarını ve neyi önemsediklerini görmek için. Bunu ahlaksızlık sayıp sırıtanlar, üç günlüğüne Batı ile tanıştıklarında gazetelerin sadece magazin ve seks sayfalarını okuyup, Avrupa’nın kerhanelerinde müşteri rekorları kıran dini bütün Müslümanlardır.

Neden değişiyor cinsel roller ve aile yapıları? Basit ve karşı konulmaz nedenlerle değişiyor. Ev ve çocuk bakımı artık birinin full time fiziksel emeğini gerektirmediği için değişiyor. Ekonomik koşullar her iki eşin çalışmasını zorunlu kıldığı için değişiyor. Eğitimin yaygınlaşması tüm bireylerin daha fazla özgürlük ve saygı talebine yol açtığı için değişiyor. Doğum kontrol yöntemleri, denetimsiz cinsel ilişkiyi eskisi kadar ölümcül tehlike olmaktan çıkardığı için değişiyor. Elbette sancılı bir süreçtir. Arkada tarım toplumunun icadıyla başlayan, on - on iki bin yıllık bir alışkanlık var. Dürüst ve cesur insanlar, yeni koşulların ahlakını formüle etmeye çalışır. (Sadakat nedir? Sevginin sınırları nelerdir? Sorumluluk nereye kadar taşınır?…) Bugünün gerçeğini yok sayıp, Neolitik insanın ev düzenini tek ve mutlak tanrının değişmez iradesine yamamaya çalışanlar ise ahlaksızın ta kendisiymiş gibi geliyor bana.

Kaldı ki Kuran’da ima edilen aile düzeni hiç de o yücelttikleri tarımsal toplum idealine benzemez. Daha çok, avcı-toplayıcı aşiret düzeninden tarım düzenine yeni geçen toplumların izini taşır: kadınlar savaşır, düşmanın ciğerini yer; evlilikler çoklu ve hayli akışkandır. Bırak yüzlerini, bazılarının memelerini dahi örttüğü şüphelidir. Daha çok bugünkü Maasai’leri, ya da onların 30-40 yıl önceki halini hatırlatıyorlar bana.

*
İnsanların neden böyle bir cehalet ve nefret ideolojisine kapıldıkları muamma değil. Kırık, yalnız ve çaresiz insanlar Allah hayali görmeye başlar. “Benim babam polis, biliyon mu” sendromudur. Hitap ettiği kesim de belli: tüm tutamakları tükenmiş, inançları ve töreleri zedelenmiş insanlar. “Sağlam zannettiğin tüm değerler boştur, Mutlak Doğru bendedir, bana gel” diyor.

Nasır da buna benzer bir şey söylemişti. Benzer ihtiyaçlardan doğan bir İslami ideolojiydi o da. İslam dünyası asırlık bir perişanlık içindeyken bir meydan okuma ihtiyacından doğdu. Duygusal içeriğini demagojik bir Batı-Hıristiyan düşmanlığından (“antiemperyalizm” dedikleri), ve onun daha ucuz ve kolay sonuç getirecek zannettikleri alt kolu olan Yahudi düşmanlığından aldı. Kemalizm de, daha az popülist söylemle, benzeri bir denemedir. Kendi çağının koşullarında bir İslami reaksiyon hareketidir.

Nasır ve Kemal denemelerinde başarısızlığa yol açan şey, halkın psikolojisini yeterince tatmin etmeyen ikircikli söylemdi. Batıya düşmanız ama bir yandan ona öykünüyoruz; Müslümanız ama Müslümanlığı yenilemek lazım; cihatçıyız ama cihadımız sadece savunmaya yönelik, Batılı dostlarımızı kırmak istemeyiz…

Bu içten pazarlıklı ideolojiye karşı, retoriği tam gaza alan alternatifleri elbette daha cazipti. Düşman isek tam düşmanız! Nitekim halkın kolektif hafızasındaki İslam tarihinin verilerie de böylesi daha uygundu. İslamı toplumsal heyecanın ekseni yaparsan, daha İslamcı olan elbette kazanır.

“Sadece Allah ilah ve rabbdır, başkasına kanma” derken kastettikleri budur. “Kafanı karıştırma” diyor, “hakikatin çok yönlülüğüne aldanma, gerçek sorularla yalnız başına cebelleşmen gerekmiyor.” Siyahla beyazın net hatlarla ayrıldığı bir dünya vaat ediyor. Hakikatle bağı yokmuş, ne gam? Kitleleri tatmin eder mi, sen ona bak!

Hitler de tastamam aynı vaatle gelmişti, Lenin de öyle. Zor ikilemlere dolu olan ve basit çözümleri olmayan hayatı tek boyuta indirgeyebildiklerini iddia ettiler. Dünyanın içine sıçıp gittiler.

*
Siyasi İslamın her türlüsünü, bu çağda insanlığın önündeki en ciddi tehlike olarak görüyorum. Sanırım böyle düşünenlerin sayısı tüm dünyada (hem Paris’te, hem Nijerya ve Hindistan’da) epey arttı.

Olay bir düşünce özgürlüğü meselesi olmaktan çıktı, örgütlü bir saldırı niteliğine dönüştü. İnsanların inançlarına, özgürlüklerine, yaşam tarzlarına, saygınlıklarına karşı örgütlü ve bilinçli bir tecavüz var ortada. Buna karşı sessiz kalmamak gerekiyor.

Siyasi İslamı çıkarırsan geriye İslam namına ne kalır? Bir şey kalır mı? Emin değilim. İki sorunun cevabına bağlı bu. Bir, Müslümanlar Hıristiyanların son iki yüzyılda yapabildiğini yapıp, Kuran-Hadis anlatısını tarihi gerçek değil bir tür yüceltici mit, bir manevi terbiye metodu olarak okuyabilecekler mi? İki, başka insanları doğru yola getirme isterisinden kurtulup, ilahi emri bir kişisel ve manevi kurtuluş rehberi olarak görebilecekler mi?

Kendi manevi selameti uğruna içki içmeyene yahut oruç tutana saygı duyulur. Başkasının içkisine veya orucuna karışan kuduz köpektir. İtlaftan başka çare görünmüyor.

28 comments:

  1. Abi, rahle-i tedrisinden geçmek isteyenler için müfredat gibi bir şey hazırlayamaz mısın, en azından bir takım tavsiyeler. Pek çok kitaptan haberim yok ve nasıl bulacağımı da bilmiyorum.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Bu konuya ilişkin 2013 tarihli yazısı:
      http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2013/01/oku_3.html

      Delete
    2. Korsanla bir sorununuz yoksa libgen.io internetteki en geniş online kütüphane. Türkçesi zayıf tabii (onu da elinize pdf/ebook formatında kitaplar varsa siz yükleyin bir zahmet) ama İngilizcesinde aradığınız hemen hemen her kitabı bulabiliyorsunuz.

      Delete
  2. Seyyid Kutub'un İslam anlayışını yani 'Siyasal İslam'ı' hakikat olarak alıp "İslamiyet" hakkında hiçbir şey söylemiyor, hiçbir kavramsal ayrıştırmaya gitmiyor

    ReplyDelete
    Replies
    1. Orası öyle, fakat Seyyid Kutup modern Siyasal İslam'ın banisidir. Sadece Mısır'da değil bütün İslam aleminde büyük bir çığır açmıştır. Bunlar 1940larda Seyyid Kutb'un talebeleridir, O yıllarda başta Razmara olmak üzere pek çok İran başbakanlarını ve Ahmed Kesrevi gibi münevverleri katleden İslamcı militanların başı Nevvab Safevi onunla Mısır'da bizzat görüşmüşdür. Humeyni de, Müslüman Biraderlerin İran kolu olan bu bu grupla iltisaklıdır. Şimdiki İran lideri Hameney, Seyyid Kutb'un eserlerini ilk defa Farsça'ya tercüme eden şahıstır.

      https://en.wikipedia.org/wiki/Fada%27iyan-e_Islam
      https://en.wikipedia.org/wiki/Navvab_Safavi



      Delete
  3. Son cümle hariç gayet makul bir yazı.

    Ayrıca

    "Bir, Müslümanlar Hıristiyanların son iki yüzyılda yapabildiğini yapıp, Kuran-Hadis anlatısını tarihi gerçek değil bir tür yüceltici mit, bir manevi terbiye metodu olarak okuyabilecekler mi? İki, başka insanları doğru yola getirme isterisinden kurtulup, ilahi emri bir kişisel ve manevi kurtuluş rehberi olarak görebilecekler mi?"

    Bence yaparlar, buna dair potansiyel mevcut ama potansiyeli engelleyici çok fazla değişken var. Siyasal İslam ve Kemalizm bu potansiyeli engelleyici işlev görüyor. İzmir Marşı ile Mehter Marşı arasında sıkışıp kaldık diyordu Sırrı Süreyya Önder, haklı bir serzeniş.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Sen Türkiye özelinde konuşuyorsun. Yeryüzünde en az 1.5 milyar müslüman var(dünya nüfusunun 1/5'i), onları n'apıcaz?!?..

      Delete
    2. This comment has been removed by the author.

      Delete
    3. Unknown13 Kasım 2017 17:38
      Fakirlik başka bir konu, çağın düşünce ve ahlak yapısına toptan saldırmak ayrı bir konu. Afrika'nın fakirleri Avrupa başkentlerine kadar gelip etrafı kana bulamıyor. Müslümanlığın kendisi bizzat saldırı ve tahakküm kurma ideolojisi.

      Delete
    4. hayır, tam da aksine, tam olarak bunu yapiyor o fakirler, kendilerini yok eden kurumu, baskalarini yok ederek cezalandirmak gibi bir saçmalığın ya uygulayıcısı ya da destekçisi durumundalar ve çağın düşünce yapısı falan da değil, biriktirilmiş bir hazinenin bir avuç(-ki üç beş evdir) cahil cüretkâr bir gürûh tarafından muazzam bir yağma, kan ve yıkım ideolojisine çevrilmesidir olan biten(ayşe yanında muaviye ile savaşa giderken, karşısında ali ve ayşe'nin ağabeyi vardı, herhalde ali ve ayşe kim biliyorsunuzdur) ve kimsenin kimseye veya bir fikre saldırdığı da yok, tam tersine sizin argümanınız bana otelde güneşlenirken hava kapanınca "bulut neden orada" diye şikayet eden sevimsiz nineyi hatırlatıyor.. olgu o olgu.. olgu.. yanlışsa yanlış de.. saldırı ne.. ekrandan mızrak mı çıktı.. oof of

      Delete
  4.    Topluluk olmak, bundan güç almak Müslümanlar için fevkalade mühim. Mesela, Sünniler kendilerini "Ehli Sünne ve'l Cemaa" ve "Sevâd'ül Aazam" olarak tarif ediyorlar, tarikatler de esasen geçmişte bazı büyük İslamî cemaatlerin zaman içerisinde gelişip kurumsallaşmış hali.

       Seyyid Kutb, aslen medrese kökenli bir din adamı değil sosyolog olduğundan, bazı toplumsal yapıları dikkatli irdelemiş. Örneğin söylediği, "İslam, özü itibariyle dominant olmaya mecburdur, tahakküm altında kalırsa yok olur gider" tezi çok gerçekçi.

    Hitler “Alman ulusunun ruhu” adına, Stalin “proletaryanın bilimsel çıkarı” adına konuştuğunu söylüyor. Farkı ne?

       Hakikaten pek bir farkı yok(daha iyi organize olabilmeleri haricinde), Yalnız şu var, onların şerri müthiş feci ve yıkıcı olsa da dünyayla sınırlıydı, dayandıkları ideoloji seküler tabanlıydı. Dincilerin, onlara nisbeten daha güçsüz gibi görünen şerriyse sadece bu dünyaya değil öldükten sonraya da taalluk ediyor. Christopher Hitchens en zalim devlet olan K. Kore'yi ziyaretinin ardından bunu anlatmıştı. Hiç değilse orada ölünce iş bitiyor, Müslümanların insanları ölüm sonrası Allahın azabıyla tehdid edip korkutmaları, ölen "Kafir"lerin arkasından ettikleri beddualar("Kabri ateş dolsun, Cehennemde ebedi işkence görsün" tarzı) bitmiyor. Zaten Müslümanlar din üzerinden birbirlerini ahiret azabıyla bu kadar korkutmasalar, ortada hiç İslamcılık falan olmazdı.

    Müslümanların heva ve hevesten arınmış olduklarını sanmıyorum. Nüfus artış hızları daha yüksek olduğuna göre, tersi olmalı.

       Nokta atışı yapmışsın Sevan hocam. Bravo! 
    İslamcı fanatiklerin "Kafir dünyayı kadınlarımızın rahimleriyle mağlup edeceğiz" yahut RTE'ın sürekli söylediği, "Doğum kontrolüne rabbim karşı çıkıyor", "En az 3 çocuk, 5 olursa daha iyi olur", "Anne olmayan kadın, yarım kadındır" gibi sözleri herşeyi izah ediyor.

    ReplyDelete
    Replies
    1. "Yalnız şu var, onların şerri müthiş feci ve yıkıcı olsa da dünyayla sınırlıydı, dayandıkları ideoloji seküler tabanlıydı. Dincilerin, onlara nisbeten daha güçsüz gibi görünen şerriyse sadece bu dünyaya değil öldükten sonraya da taalluk ediyor. Christopher Hitchens en zalim devlet olan K. Kore'yi ziyaretinin ardından bunu anlatmıştı. Hiç değilse orada ölünce iş bitiyor, Müslümanların insanları ölüm sonrası Allahın azabıyla tehdid edip korkutmaları, ölen "Kafir"lerin arkasından ettikleri beddualar("Kabri ateş dolsun, Cehennemde ebedi işkence görsün" tarzı) bitmiyor. Zaten Müslümanlar din üzerinden birbirlerini ahiret azabıyla bu kadar korkutmasalar, ortada hiç İslamcılık falan olmazdı."

      Komünistler ; 150 yıldan bu yana, ‘İnsanlık İçin Tek Bir Dünyada Sınıfsız Toplum’ istemek “hayalciliğinde” olup, uğradıkları işkencelere, ölümlere rağmen bunu istemekten vazgeçmiyorlar. Bunu da bu dünyada istiyorlar üstelik, her türden cehennemi yaşama fedakarlığı göstererek… Dindar idealistin ölünce cennete gitmesine benzer bir büyük ikramiye de yok ortada .. Abdal mı bu Komünistler ?! Anarşistler gibi Cin olup adam çarpsalar, reel politik pragmatistler gibi Şeytanla dahi işbirliği yapıp, iktidar elde etmeye nöbetçi olsalar ?!!

      Delete
    2. @ Adsız 15 Kasım 2017 13:32

      Komünizm yeryüzünde suyunu çekmiş, İslamcılık yarı aktif olarak hep canlı.

      Totaliter de olsa, Komünizmin aksine İslamcıların beslendiği kaynaklar farklı. Biri binlerce yıllık din temelli, diğeri modern toplumlar için dünyevi. Elmalarla Armutlar yani.

      Delete
  5. M. ile kastedilen muslumanlar mi, kim olabilir? Sifreli olmus, emin olamadim.

    ReplyDelete
  6. GENELDE İNSANLIĞIN ÖZELDE MÜSLÜMANLIĞIN YOL AYIRIMI.
    Asıl olan. vakIanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
    BİLEREK.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=313021395815935&id=100013242319421
    BİLMEYEREK.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=307138193070922&id=100013242319421
    HEDEF.
    https://www.facebook.com/photo.php?fbid=344008116050596&set=pb.100013242319421.-2207520000.1507799058.&type=3&theater

    ReplyDelete
  7. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  8. Söylenemeyen sözleri söylemiş olmanın keyfiyle delilleri isteği gibi yorumlayan çoğu zaman onlara da ihtiyacı bulunmayan bir yazı olmuş. Yazının genelinde öfke daha çok da kin var.

    ReplyDelete
  9. Yazının ana fikri şu : "Uygar batı saldırı altında".

    Öylseyse şöyle kısa bir muhasebe yapalım :

    Uygar batı emperyalizmi müslüman memleketlerden İran'da darbe yapıp laik - sol Musaddık'ı petrölü millileştirdiği için devirdi.

    Uygar batı emperyalizminin bölgedeki temsilcisi İsrail müslüman memleketlerden Filistin'i işgal etti.

    Uygar batı emperyalizmi müslüman memleketlerden Irak'ı işgal etti.

    Uygar batı emperyalizmi müslüman memleketlerden Afganistan'ı işgal etti.

    Uygar batı emperyalizmi müslüman memleketlerden Pakistan'da pek çok köyü "yanlışlıkla" haritadan sildi.

    Uygar batı emperyalizmi müslüman memleketlerden Suriye'yi istikrarsızlaştırdı.

    Uygar batı emperyalizmi müslüman memleketlerden Libya'yı istikrarsızlaştırdı.

    Bu durumda sormak lazım kim kimse saldırıyor?

    Üstelik siyasal islam batı emperyalizminin besleyip büyüttüğü birşeydir.

    Ne demişti ABD Sovyet İmparatorluğu mu yoksa bir avuç fanatik müslüman mı (Taliban) daha tehlikeli?

    Taliban'ı eğiten / silahandıran CIA değil miydi?

    Suriye uygar batı emperyalizminin müdahelesiyle bu hale getirilmese IŞİD ortaya çıkar mıydı?

    Taliban - El Kaide - IŞİD maalesef uygar batı emperyalizminin "insanlığa hediyesidir".

    Yazıyı yoksa "Trumph"mı yazdı?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hayır, yazının ana fikri açıkça dediğinizden değil. Bence tam tersine sizin yorum eleştiri altındaki bir kutbun "whataboutist" bir hareketle karşı saldırı girişimi.

      Artık şu klişe "emperyal yekpare batı uygarlığı" algısından vazgeçmek gerek. Bu kafayla yazılan sözler net bir şekilde "zor ikilemlere dolu olan ve basit çözümleri olmayan hayatı tek boyuta indirgeme" çabası, sonuçları da yine diğer çabalarla aynı kapıya çıkıyor.

      Delete
    2. O zaman size şöyle sorayım :

      Malum ABD Irak ve Afganistan'ı işgal etti.

      Bunun nedeni neydi?

      İkiz kulelerin havaya uçurulmasıydı.

      Peki Paris ve Newyork'ta patlayan bombaların nedenide ABD'nin Irak ve Afganistan'ı işgal etmesi olmasın?

      "Hayat çok boyutluysa" islam coğrafyasında yaşananların yegane nedeni "islamın yanlış yorumlanması" yada "islam" olamaz.

      Bu kadar içiçe geçmiş bir dünyada böylesine "tek boyutlu analizler" yapmak ne kadar doğru?

      Newyork'ta yaşananlar Afganistan'ı etkiler.

      Afganistan'da yaşananlar Newyork'u vede Paris'i etkiler.

      Böyle bir dünyada yaşamıyor muyuz sizce?

      Delete
    3. Merhabalar, ben aynı Adsız. Elbette islamın yanlış yorumlanması ortadoğudaki hengamenin tek sebebi olamaz (aslında bana kalırsa sebebi bile değil, gayet de güzel doğru yorumluyorlar). Aslında belirtmek istediğim asıl mesele yazılan yazının batıyı herhangi bir yönden savunan bir tarafının olmadığını belirtmekti, ama konu artık bu yöne kaydığına göre yazmaya buradan devam etmek lazım.

      Batı (ki şahsen bu kelimeden nefret ederim) bir karakter değildir. İçinde liberali vardır, Alt-Right'ı vardır, neonazisi vardır, apolitiği vardır, troçkisti vardır, Antifa'sı vardır, SJW'leri vardır vs. İkiz kulelerin intikam çığlıklarını atan batı değildir, ABD de değildir, O dönemin ABD'sinin fındık beyinli hükümet takımıdır. İçinde art niyet vardır, çıkarcılık vardır. Ama aynı zamanda moral ve ahlak vardır, kendini ve mazlumları terörden "koruma" isteği vardır. Anlayacağınız kendini aldatma ve başından beri belirttiğimiz o sorun vardır; dünyayı basitleştirmeye çalışma, grileri netleştirip siyah ve beyaza dönüştürme çabası.

      Batı diye çağrılan ABD, Rusya ve AB'nin sorunu tüm güçlü devletlerin sorunu ile aynı; gücünü kontrol edemeyecek kadar sersem olmak. Saydığınız terör örgütleri ise bu gücün binde birini taşımadan bu ülkelerin sebep olabileceklerinden çok daha iğrenç şeylere yol açabilecek derecede dengesiz karaktere sahip.

      Sizce "batı" mı bunların yanına gelip kendinizi fişekleyin çevrenizdeki küffar da ölsün diye her gün propaganda yapıyor? 1400 yıldır ABD mi Avrupa mı bunları sünni - şii - satılmış - imansız - köpek - domuz diye bölüyor? Bu şu ana kadar öbür cenahtan gelen zararı ve nefreti örtecek bir mazeret değil, belirtmek isterim. Sadece kabul etmek gerekir ki sorunumuzun temeli zaten içimizde barınıyor, ABD veya başka herhangi bir gücu denklemden çıkarsak da çok farklı sonuca ulaşamıyoruz. Bunun tek sebebi de bu potansiyel değil işte, aynı zamanda süper güçlerin desteği dışında birçok farklı etkenin olayları bu yöne sürüklemeye devam etmesi.

      Delete
    4. Aslında size tek bir sorum olacak.

      Sürekli tekrar ettiğim bir soru ama gene soracağım :

      Malum CIA laik- sol Musaddık'ı devirdiğini "itiraf etti".

      Eğer CIA Musaddık'ı petrol kaynaklarını millileştirdiği devirmemiş olsaydı İran bugünkü halinde olur muydu?

      Ben iddia ediyorum İran Avrupa ülkelerine taş çıkartabilirdi.

      Bilmem bana katılmıyor olabilirsiniz ama Ortadoğu'nun en büyük sorunu bana göre "petroldür".....................

      Üstelik ben tek doğruyu temsil ettiğimi(de) iddia etmiyorum.

      Ama böyle bir "bakış açısınıda" reddetmemek lazım diye düşünüyorum............

      Delete
    5. Devletler arası ilişkiye girmek işi iyice derine götürüyor. İran, Irak ve Suriye'nin başına gelenlerin sebebinin ABD olduğunu kabul etmemek mümkün değil, ama söylemeliyim ki bu hareketlerindeki temel sebebin petrol olduğu gözüme hiçbir zaman mantıklı görünmedi.

      Yeterli gücü barındıran her devlet hakimiyetlerini dünyanın çeşitli yerlerinde pekiştirmek için uğraşır, bunu Roma yaptı, Ming yaptı, İspanya yaptı, yeterli gücü olsa Papua Yeni Gine de yapar, Monaco da yapar. Büyük güce sahip olma hırsının getirdiği kaçınılmaz bir geri besleme olayı bu. Bunun için oyunu kirli oynamayı da göze alırlar. İran Ortadoğu'yu Hizbullah ile boğar, Türkiye ÖSO adıyla Taliban'a otelcilik hizmeti sunar, Rusya Ukrayna'yı askersiz ilhak eder, ABD diktatörleri devirmek için ülkeler parçalar vs.

      Sorun (en azından tek başına) petrol müdür, sanmam. Bana sorarsanız bu topraklarda hala Birinci Dünya Savaşı'nın hayaleti dolaşıyor. Belirsiz sınırlar, iddialar, mezhepler, devletsizlikler, ümmet ve dahası. Basbayağı barut fıçısının üstündeyiz yani, yanması için benzinimizin olması gerekmiyor pek. Üstüne yukarıda bahsettiğim tavırları da eklerseniz işte size Arap Baharı.

      Tabi bir sıkıntı da insanların toplum algısı. Örgütler ve cemiyetler domine etmek ve asimilasyon üzerine kurulmuş. 21.yy koşullarında neolitik hayatta kalma içgüdüleri ile hareket ediyorlar. Tüm bunların üzerine petrol sorunu bana kalırsa en fazla Gavrilo Princip rolü üstlenebilir.

      Delete
  10. "Ya Sanat ya Teknik" dikotomisine girmek çıkmaz sokak. Galiba Nişanyan da bu sokağa girmiş. Kozmosun akışı Kuantum fiziğiyle, ve var olan herşey de [bundan yola çıkarak geliştirilen] Kuantum felsefesiyle yorumlanabilinir. Yani mutlak iyi veya mutlak kötü yoktur, birşey aynı anda iyi ve kötü olabilir, gerçek tek değil mültiformdur, siyah-beyaz ayrımı değil grinin tonları mevcuttur. Mevlana'nın sözüyle "kimine ayakbağı olan kimine kapıları açan anahtar olur". Dolayısıyla optimum olan "hem sanat hem teknik beraber" olmalı.

    ReplyDelete
  11. Burada biraz önce yazdığım yorum, "şiir konusuna devam" yazısının altına konacaktı, yanlış buraya geldi.

    ReplyDelete
  12. Bu kadar çaresiz bir İslam ve Allah'ın kimseye bir faydasıda olamıyor haliyle.Bir nevi garanticilik durumu risk barındıran bir yorganın ne altında ne dışında olma durumu müslümanlık.Duyduklarını tekrarla ve hayatta kal.

    ReplyDelete
  13. "Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), 2019 yılı faaliyetleri arasında, Ateizm, Deizm, Agnostisizm konularında gençlere yönelik yayın yapmayı planlıyormuş. Kolay gelsin. Bu gençlerin donanımsızı olmaz ama donanımlı bir Ateist, Deist ya da Agnostik gençle bizzat Diyanet İşleri Başkanı’nın karşılaşmasını dilerim. Doğduğuna pişman olur. Bu gencin ilk tepkisi, “Sana ne be kardeşim, Tanrı benim böyle olmamı istemiş. Tanrı’nın iradesine karşı mı çıkıyorsun, isteseydi beni Hıristiyan bile yapardı” olmaz mı?"

    Diyanet ateist gence karşı
    Özdemir İnce
    18 Kasım 2018 Pazar

    ReplyDelete