Wednesday, November 22, 2017

Türkler Nece Konuşurdu yazısına ek notlar

Dil tarihi dizisinin yedinci yazısı "Türkler Nece Konuşur" epey ilgi doğurdu. Birkaç not ekleyeyim.

Ender olarak, belki ‘ayıp’ fıkralar ya da köylülere has gülünç deyişleri aktarmak, ya da yabancıları ilgilendirmeyen yerel konuları tartışmak için [‘aşağı’ dilde] yazıya baş vurulur.” 
Misal, İsviçre’nin Graubünden/Grisons kantonunda Romantsch dili konuşan dağ halkı. ‘Ciddi’ işler için sadece Almanca kullanıyorlar, öyle ki iç yüzünü bilmezsen İsviçre Almanından farkını anlayamazsın. Kişi adları Almanca. Ama Romançça bir ‘folk’ edebiyatı da var ve 16. yy’dan beri matbu. Anlattıklarına göre ‘çok esprili, çok komik’ imiş. Yerel, hatta aşırı derecede yerel gazete de çıkıyor. Dilin konuşulduğu beş vadide, beş ayrı lehçede çıkarmış gazeteler.
Laz dilinde de durum bunun gibi. Yıllar önce Ardeşen’de bir tanıdık söylemişti, “Lazca anlattığın fıkraların tadı başka hiçbir dilde yok” diye. Lazca yazan yok mu? Var. A) 1980’lerden bu yana değerli bir tanıklık işlevini yerine getirmeye çalışan bir avuç entelektüeldir, B) (tahmin ediyorum) mektup, bakkal pusulası, özel not vb. efemeradır.
13. yy Türkçesi de böyle olmalı diye akıl yürütmekteyim.
*
Şahsen tanık olduğum en aşırı polyglossia vakası Hatay’ın Vakıflı köyü Ermenileri. Kendi aralarında konuştukları Kesap Ermenicesini benim anlamama imkân yok, fiilen ayrı bir dil. Yanısıra “misafir dili” olarak herkes İstanbul Ermenicesi biliyor. Yörenin çarşı pazar ve genel iletişim dili Arapça, Arapçasız yaşamını sürdürmek mümkün değil. Resmi daire ve okul ve televizyon dili Türkçe. Artı, yaşlı kuşak Fransız idaresi altında okulda akıcı Fransızca öğrenmiş.
Jared Diamond’ın The World Until Yesterday’ini defalardır söylüyorum, alın okuyun diye. Orada dünyanın dört yanından örnek verir, ama özellikle Papua Yeni Gine’nin 300 küsur dil konuşan dağlık bölge halkları üzerinde durur. Aşiretler arası evlilik, savaş, müzakere, ticaret, yolculuk gibi konuları berrak ve uyanık bir gözle inceler. Birden fazla dil bilmenin ve ortak bir ticaret diline sahip olmanın önemini daha iyi kavrarsın.
*
Asya kültürlerinde Farsçanın işlevini daha iyi anlamamı sağlayan iki kitaptan söz edeyim.
Biri Zeki Velidi Togan’ın Hatıralar’ı. Zaki Velidof olduğu günlerde dedelerinin ve amcalarının geleneksel Başkırd kültürüyle tanışır, at sırtında gittiği köylerde sohbet meclislerine katılır. Daha sonra Kırgızlar arasında ve Turkestan vilayetindeki Taşkent’te benzeri ortamlarda bulunur. Bu meclislerde Farsça şiir ve gazel okunur, klasik Fars edebiyatı ve tasavvuf teorisi tartışılır, Farsça eski el yazmaları paylaşılır, Fars kültürüne vakıf alimlerin anekdotları anlatılır. 1905 ihtilali öncesi Rusya’dan söz ediyoruz.
Öbürü Vikram Seth’in A Suitable Boy adlı, Bollywood aile dizisi tadındaki romanı. 1950’li yıllarda Hindistan’ın kuzeyinde, Banares ile Patna arasındaki Brahmpur adlı hayali kentte geçer. Eski İslami elit çöküştedir. Hanende Saide Bai’nin evinde toplanıp Urduca fasıl dinlerler, orada geçen Farsça ibarelerin inceliklerini tartışırlar, eski Fars şiirinden nazireler ve mukabeleler söyleyip ölmüş güzellikleri anarlar. Hindu aydınları da bazen (ulusalcı dostlarının şiddetli eleştirisine rağmen) bu meclislere katılıp geçmiş devrin nostaljisini yaşarlar; ölümsüz aşkları, güle aşık bülbülleri, sevgilinin bir kirpiğine destan dizen şairleri, bir gazele karşılık tacını veren hükümdarları anarlar.
Gülşehri’yi ben bu referans çerçevesi içinde okudum. En makulü hiç şüphesiz günlük hayatta Türkçe, “kültürel” platformda Farsça konuştuklarını var saymak. Yüzde doksan dokuz böyle. Fakat aklımın bir köşesini ufak da olsa bir soru kemiriyor. Türkçe sahiden biliyorlar mıydı? Ne malum? Günlük hayatta dil Rumca, edebi sohbette Farsça neden olmasın?
*
Tarih okudukça fark ediyorsun ki geçmiş hakkında bildiğin ya da bildiğini zannettiğin her şey İNŞA ve İMAL edilmiştir. Bir anlatı kurulmuştur. Bazı detaylar es geçilmiş, bazı olgular hoşa gittiği veya işe yaradığı için abartılmış, hatta uydurulmuştur. Tarih anlatısı binlerce defa tekrarlandıkça vurguları değişmiş, bazı ayrıntılar kaynağı hiç sorgulanmadan ön plana çıkarılmış, tahminler yoruma, yorumlar olguya, olgular dogmaya dönüştürülmüştür. Dün akşamki yemeği anlatırken kırk türlü cambazlık yapıyorsun, bin sene önceki imparatorluğu anlatırken neler olur düşün.
Sokaktaki insan sadece anlatıyı bilir, olayların akışını tek düzlemde kavramaya çalışır. Tarih meraklısı için o anlatının inşa ve imal süreci daha ilginçtir. Kim anlatmış, neden anlatmış, neyi amaçlıyormuş? Neyi anlatmamış, neden anlatmamış? Yapılan iş bir sanattır, kimmiş bu sanatçı veya sanatçılar, hangi ekolün dilini kullanmışlar, hangi el becerilerini sergilemişler, kalite ve dürüstlük düzeyleri neymiş? Bunları sorarsan fantastik bir aleme adım atarsın. Anlatılan olayların kendisi arka planda kalır.
Yazmıştım buna benzer bir şeyler daha önce. Buyur bak: http://nisanyan1.blogspot.gr/2017/02/kara-delik-avclar.html
  

14 comments:

  1. Ama zaten bütün detaylara vakıf olmamız mümkün değil ki.

    Peki hiçbir zaman bütün detaylara vakıf olamayacaksak gerçekliğe nasıl ulaşacağız.

    Malum küçücük bir detay bile gerçekliği köklü bir şekilde değiştirebilir.

    Her zaman atladığımız daha küçük bir detay vardır.

    Gerçekliğe giden yol sonsuzdur.

    Yada herşey birbirini etkiliyorsa bir şeyin nedeni nedir diyede sorabiliriz?

    Herşey birbirini etkiliyorsa birşeyin sonsuz nedeni vardır diyemez miyiz?

    Buradanda aslında hiçbirşeyin nedeni falan yoktur sonucunu çıkartmak zorunda kalırız.

    Ama nedensellik ortadan kalkınca maalesef herşey boşlukta yüzen anlamsız şeylere dönüşür ve haliyle silik hayaletlere dönüşüp yokulur gider.

    Ve şu sonuca varırız :

    Biz aslında yokuz yani "koca evren dahil herşey yalan / sanal"....

    Not : Buradan tanrıya çıkmaya çalışmıyorum mistisizmi pek sevmem..............



    ReplyDelete
    Replies
    1. Sihirli kelime: anlatı. İngilizce narrative. Yunanca... mythos! İnsanoğlu anlatıyla yaşar. Dünyayı ancak bir anlatı çerçevesinde algılayabilir. Anlatıyı kavramak ve geliştirmektir marifet.

      Delete
    2. Çok rica etsem, buraya yorum yazanlar mümkün mertebe kimlik edinip follow etseler? "Adsız" gölgelerle diyalogun keyfi yok.

      Delete
    3. Kusura bakmayın.

      Aslında gmail hesabımla giriyorum ama nedense mail adresim "bile" çıkmıyor.

      Bunu düzeltmeye çalışacağım.....

      Delete
  2. Çok belli ki kendini Türk sayanı saymayanı, bunların az okumuşundan çok okumuşuna, bilgilisinden bilgisizine hepsinde "Türklerin 'gerçek' tarihine" dair bir merak var. Resmi tarihin yıkılmasını istemekle, yıkılırsa altında kalmayalımdan gelen bir korkudan kaynaklı istemezlik arasında baş edilemez bir merakla resmi tarihin Türklüğü bir şekilde 'ispatla' başlattığı yerlere neşter atmana meraklanıyorlar. Sen bu konuyu ne kadar deşsen o kadar gündem olacak gibime geliyor. Konu sana, zekana ve doğru entellektüel tutumla meseleyi deşeceğine güvenle takip ediliyor. Ben de merakla takip ediyorum. Birebir aynı düşündürtmüyor, imkan da yok ama ufuk açıyor.
    Sanırsam kendini Türk sayanlar geçrek tarihlerini, Türk olmayanlarsa "nasıl başımıza bela oldular?" sorusunun cevabını arıyorlar.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Oldukça espirikçisin "kendini Kürt sanan" kardeş :)

      Delete
    2. Tespit diye buna derler. Rumdan kaldığını bilen şüpheci bir ara grup da var. Daha çok Türk sananlar grubuna meyilli.

      Delete
  3. Ogrendikce cehaletim boynuma dolaniyor. Cok yasayin Sevan bey.

    ReplyDelete
  4. Selam. Geçenlerde çok sayıda dilde 1'den 10'a sayıları gösteren bir Wikipedia sayfası paylaşmıştın. Orada, dil geçişkenliğinin belki de şâhikâsını tanımlayan bir Türkî dil var: Äynu. Hakkında pek birşey bulamadım ama anladığım kadarıyla Çin'de mûkim bu arkadaşlar gramer iskeletini Türkçe tutup kelime haznesini Farsça'nınkiyle ikâme etmişler. O derece. Sevgiler. Sertaç (Abu Dhabi)

    ReplyDelete
  5. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  6. Verdiğiniz polyglossia örneklerinin hiç birinde yaşadıkları coğrafyada zimamı elinde tutan bir etnisite yok. Bahsettiğiniz dönem ve bölgelerde yönetim Türk soyundan gelenlerde değil miydi? Bu durumda Türkçenin alt dil olması, hatta hiç ortalarda olmaması hipotezleri yara almıyor mu? "Dünyada böyle durumlar var demek ki o dönemde Anadolu'da da durum buydu" gibi bir metodoloji mi söz konusu burada, yoksa Anadolu'da tam da Türkçe'nin Farsça'nın üst dil olduğu bir polyglossia olduğuna dair başka kanıtlarınız-argümanlarınız var mı?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Korkarım verdiğim örnekler kahredici örneklerdir, başkasını sormadan önce onları hazmetmeyi denediniz mi?

      Egemenliğin Türk soyundan gelenlerde olması, kültürel elitin kamusal sahada hangi dili konuştuğuna dair herhangi bir bilgi vermez. Hatta elitin, ya da sıradan halkın, ve hatta hükümdar ailesinin evde nece konuştuğunu da göstermez. Soy ve dil ayrı ayrı kavramlardır. Biri doğuştan gelir, öbürü sonradan öğrenilir.

      Hint padişahları da Türk soyluydu, Hindistan'da Türkçe konuşulmadı; hanedan içinde Türkçe üç dört kuşak boyunca bir tür "gizli" klan dili olarak kullanıldı, sonra unutuldu.

      Mısır Memlukları da Türk soyluydu. Kıpçak Türkçesini kendi aralarında dar bir kast dili olarak kullandılar. 1300 dolayında Türkçe Mısır'da aniden popüler bir kültür diline dönüştü. Sonra söndü.

      Delete
    2. kahhar isminizin tecellisinden gaffar isminize sığınıyorum üstad XD

      Delete
  7. Sinop'ta Selçuklu Dönemi'ne ait bir kitâbe,(1214 senesine ait) Yunanca ve Arapça olmak üzere iki dilli. Arapça hâkim dil, Yunanca halkın dili. Bu kitabe çok şey anlatıyor.

    ReplyDelete