Saturday, January 19, 2013

Ermeni komitacıları kimdi?

Ermeni konuları çok da ilgimi çekmiyor. Bir sürü başka konu var şu ara uğraştığım, dinî metinlerin aktarımı meselesi, Arapçanın kaynakları meselesi, geç antik dönemde Ortadoğuda mezhepler meselesi, Nasturi tarihi meselesi, rabbiler dönemi Yahudi dinî literatürü vs. vs.
Bundan iki yıl önce, sipariş üzerine bir “Türkler İçin Ermeni Meselesi” kitabı yazmaya başlamıştım. Sonra sıkıldım, bitiremedim, bir daha da dönüp bakmadım. Geçen gün bir vesileyle hatırlamam gerekti. 60 küsur sayfa yazı yazmışım, bir sürü de not almışım; ziyan olması yazık diye düşündüm. Birkaçtır paylaştığım yazılar oradan seçtiklerim.
*
19. yüzyıl sonunda silahlı devrim sevdasına kapılan “Ermeni komitacıları” kimdi? Türkiye’de bu konuları merak edip bilen pek kimse yok galiba. PKK kurucu kadrolarının magazine düşme eğilimi gösterdiği şu günlerde belki bu da, kıyas babında, ilgi çekici olabilir. Buyurun, on kişilik bir seçme.
Mıgırdiç Portukalyan : Memleketi Tokat’ta bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra 1878’de Van’da bir Ermeni okulu kurdu. 1885’te okul Abdülhamid yönetimince kapatılınca Fransa’ya kaçtı. Devrimci sosyalist çizgideki Armenia dergisini çıkardı. Ermeni siyasi radikalizminin kurucusu sayılır.
Avedis Nazarbekyan (1866-1939): Tiflis’te doğdu. St. Petersburg ve Sorbonne üniversitelerinde okudu. Portukalyan’ın Armenia dergisine yazılar yazdı, ancak kısa süre sonra Portukalyan’ı ilkesizlikle suçlayarak ondan ayrıldı. Üniversitede kendinden iki yaş büyük olan Maro Vartanyan sayesinde Marksizmle tanıştı. Maro’nun teşvikiyle diğer altı öğrenci ile Cenevre’de buluşup Hınçak örgütünü kurdu. Bu sırada Nazarbekyan 21 yaşındaydı. Maro ile evlendi. Marx, Engels ve Plekhanov’un eserlerini Ermeniceye çevirdi. 1923’te ABD’ye yerleşerek ABD Komünist Partisine katıldı. 1934’te Sovyetler Birliğine göçtü. Moskova’da öldü.
Rupen Han-Azad (1862-1929): Erivan’da doğdu. Cenevre Üniversitesi’nde okurken Hınçak Partisi kurucuları arasında yer aldı. 1889’da İstanbul’a gelerek Hınçak örgütünü kurdu. Zeytun direnişinin örgütleyicileri arasında yer aldı. 1895’te tutuklanarak 1901’e dek hapis yattı. Çıktıktan sonra siyaseti bıraktı. İran’a yerleşerek ticaretle uğraştı.
Stepan Zoryan (1867-1919): Rus yönetimindeki Ermenistan’da doğdu. Moskova üniversitesinde okudu. Rus devrimci hareketinden etkilendi, Bakunin’le tanıştı. 1890’da Tiflis’te Krisdapor Mikaelyan ve Simon Zavaryan ile birlikte Ermeni Devrimci Federasyonunu (Taşnaktsutyun) kurdu. Teorik ve hayalperest bulduğu Hınçaklara karşı, gizli örgüt pratiğini savundu. Rus polisinden kaçarak Cenevre’ye gitti, orada örgütün gazetesini yönetti. 1904’te Makedonya’da Bulgar devrimci hareketi içinde yer aldı. 1908’de semaver tüccarı kimliğiyle Erzurum’a yerleşerek oradaki devrimci hareketi örgütledi. 1914’te tekrar Avrupa’ya kaçtı. 1918’de Bakü’de Ermeni isyanı örgütlemeye çalıştıysa da yenilgiye uğradı. Tiflis’te öldü.
Hamparsum Boyacıyan (1867-1915): Hacin’de (Adana’nın Saimbeyli ilçesi) doğdu. İstanbul’da Tıbbiye öğrencisiyken devrimci harekete ilgi duydu. Hınçak partisine katıldı. 1890’da Kumkapı mitinginin örgütleyicileri arasında yer aldı. Sosyalist devrimin ancak Anadolu köylüsünün silahlı direnişiyle gerçekleşeceği fikrini savunarak Sasun’a (Batman’ın Sason ilçesi) gitti. Murad kod adını kullanarak Sason direnişini örgütledi. 1908 ve 1912’de İttihat ve Terakki listesinden Adana mebusu seçildi. 24 Nisan 1915’te tutuklanarak Kayseri’ye götürüldü. Uzun süre işkence edildikten sonra 24 Ağustos 1915’te 12 arkadaşıyla birlikte idam edildi.
Karekin Pastırmacıyan (1871-1923): Erzurum’da doğdu. Erzurum’da kurulan ilk modern okul olan Sanasaryan okulundan mezun oldu. Üniversite eğitimi için Fransa’ya gitti. Devrimci örgüte katıldı. 1895’te tarım uzmanı olarak Erzurum’a döndü, ancak tam o sırada patlak veren Zeytun isyanına katılmak üzere baba evinden ayrıldı. 1896’da İstanbul’da Osmanlı Bankası baskınını düzenledi. Avrupa’ya kaçtı, Cenevre’de doktora yaptı. Tiflis’e yerleşerek iş hayatına atıldı, bakır madeni işletti. Ancak 1908 devriminden sonra işi gücü bırakarak İstanbul’a geldi. İttihat ve Terakki listesinden Erzurum mebusu seçildi. Doğu Anadolu’da demiryolları inşaatıyla ilgilenen bir Amerikan firmasının temsilciliğini üstlendi. 1913’te Sait Halim Paşa hükümetinde Nafıa Nazırlığı teklifini reddetti. Savaş ihtimalinin belirmesi üzerine Alman karşıtı ve Rus yandaşı bir politikayı savundu. Savaş çıkınca Rusya’ya iltica etti. Rus ordusunda kurulan dört Ermeni gönüllü alayından birinin komutanlığını üstlendi. Osmanlı ordusuna karşı Eleşkirt ve Tutak cephelerinde savaştı. 1915’te Van direnişini örgütledi. Rus devriminden sonra bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ın özel temsilcisi olarak ABD’ye gitti. Savaştan sonra Cenevre’ye yerleşti. Orada öldü.
Antranik Ozanyan (1865-1927): Şebinkarahisar’da doğdu. Babasını döven bir Türk’ü öldürdüğü için başı derde girdi. İstanbul’a gitti. Kumkapı’da marangozluk yaptı. Devrimci örgüte katıldı. Örgütün isteği doğrultusunda Sasun’a giderek gerilla savaşına katıldı. Cesareti ve kişilik gücüyle isyanın önderliğine yükseldi. 1901’de Muş’un Arak Manastırında 30 adamıyla bir ordu birliğine karşı üç hafta direnip kurtulmayı başarınca ünü efsane boyutlarına ulaştı. Hakkında türküler, marşlar yazıldı.
1904’te Batılı devletlerin müdahalesiyle silah bırakarak yurt dışına çıktı. Bulgaristan’da çiftçilik yaptı. Bir gönüllü birliğiyle Bulgar ordusu safında Balkan harbine katıldı. Meşrutiyetten sonra yurda dönerek İttihat ve Terakki rejimiyle işbirliğini savunan Taşnak yönetimine karşı tavır aldı. 1914’te Rusya’ya geçti, Ermeni gönüllü alaylarından birinin komutanlığını üstlendi. 18 Nisan 1915’te Dilman’da Halil Paşa yönetimindeki Osmanlı kuvvetini yenilgiye uğrattı. Ocak 1916’da Rus ordusuyla Bitlis’e girdi. Önceki yazın Van olaylarına misilleme olarak kenti yaktı ve sivil halktan çok sayıda kişiyi öldürttü. Bundan dolayı Rus divan-ı harbinde yargılandı ve görevinden alındı.
1918 başlarında Rus ordusunun dağılması üzerine Erzurum’da Batı Ermenistan Geçici Hükümetini kurdu. İlerleyen Türk orduları karşısında tutunamayarak Kafkasya’ya çekildi. Yeni kurulan Ermenistan Cumhuriyeti Türkiye ile anlaşma yoluna gidince cumhuriyet yönetimiyle bağlarını kopardı. Ermenistan’ın güneyindeki Zangezur Dağlarına çekilerek gerilla hareketi başlattı. İngilizlerin müdahalesi üzerine hükümetle barışmaya razı oldu ve general rütbesini aldı. Ancak Nisan 1919’da yeniden isyan edip ordusuyla Erivan üzerine yürüdü. İkna edilerek yurt dışına çıkarıldı. Amerika’ya giderek Fresno’ya yerleşti. 1927’de öldü.
Arpiar Arpiaryan (1852-1908): Eğin’li bir ailenin evladı olarak İstanbul Ortaköy’de doğdu. İstanbul ve Venedik’te edebiyat ve tarih eğitimi aldı. Çeşitli edebi dergiler çıkardı. İşçi sınıfını ve sosyal sorunları irdelediği kısa hikâyeleri ile ün kazandı. 1889’da Hınçak örgütüne katıldı. 1890 Kumkapı mitinginin örgütleyicileri arasında olduğu için tutuklandı. 1896’da yurt dışına kaçarak Londra’ya yerleşti. Hınçak partisi içindeki bölünmede daha liberal görüşleri savunan kanadın lideri oldu. 1905’te Kahire’ye yerleşerek etkili bir edebiyat dergisi yayımlamaya başladı. 1908’de parti içindeki hizip mücadeleleri çerçevesinde bir suikast sonucu öldürüldü.
Krikor Zohrab (1861-1915). İstanbul’un Beşiktaş semtinde doğdu. Galatasaray Lisesini ve Hukuk Mektebini bitirdi. Parlak bir avukat olarak tanındı. Bulgar devrimcilerini savunduğu bir davada tutuklandıktan sonra Avrupa’ya kaçtı. 1908’de yurda dönerek İttihat ve Terakki listesinden İstanbul mebusu seçildi. 1915’e dek kaldığı mecliste dönemin en parlak hatiplerinden biri olarak tanındı. Realist tarzda romanları modern Ermeni edebiyatının başyapıtları arasında yer aldı. Kısa hikâyeleri, gezi ve hiciv yazılarıyla ün kazandı. Kayıp Kuşak adlı eserinde bir yandan Abdülhamid istibdadını yererken, devrimci kuşağı da eleştirdi. 21 Mayıs 1915’te Beyoğlu’nda tutuklanarak Diyarbakır’a sevkedildi. İttihat ve Terakki yönetiminin emriyle Urfa yakınlarında arabasını durduran saldırganlarca başı taşla ezilerek öldürüldü.

Vartkes Serengülyan (1871-1915): Erzurum’da doğdu. Sanasaryan okulunda lise öğrencisiyken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle tutuklandı ve bir süre hapis yattı. 1892’de serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’a ve Avrupa’ya giderek devrimci örgüte katıldı. 1901’de Sasun isyanına katılmak üzere geldiği Van’da tutuklandı, 101 yıl hapse mahkûm oldu. Meşrutiyetin ilanından sonra genel afla hapisten çıktı. İttihat ve Terakki listesinden Erzurum mebusu seçildi. 1912’de ikinci kez seçildi. 1915’te Zohrab ile birlikte tutuklandı. Diyarbakır Divan-ı Harbine sevkedilirken Urfa yakınlarında İttihat ve Terakki ajanlarınca öldürüldü. 

Friday, January 18, 2013

Hizan notları

Hizan’daki 180 civarında köy adının 140 kadarı Ermenicedir. Otuz tane kadar Kürtçe köy adı sayabiliyorum. Öz adı Türkçe olan tek yerleşim, şimdiki Hizan ilçe merkezi olan Karasu köyüdür. 1878 olaylarında eski ilçe merkezi olan Nefsi Hizan (şimdi Kayalı) kasabası tahrip olunduktan sonra, bölgenin yeni idare merkezi olmuş.

Xizan için Ermenice sözlükte şu anlamları buluyoruz: 1) sürgün, göçmen, başka yerde eğreti yaşayan kimse ve eğreti yaşanan yer; 2) gelin. Arasan kimbilir ardında ne hikaye vardır.

Türkiye’nin en ulaşılmaz, dağlık bölgelerinden biridir. Eskiden Hakif, Uçum, Spayert, Gargar ve asıl Hizan olmak üzere dört veya beş Kürt beyliğiymiş. Her birinin harabe kalesi var. 1840-öncesi idari yapıya ilişkin hiçbir bilgi bulamadım. O devirde nüfusunun hemen bütünüyle Ermeni olduğu anlaşılıyor. Bir miktar Kürt de belki varmış; ama bölge geniş çaplı hayvancılığa müsait olmadığı için, aşiret nüfusunun köklenmesine fırsat olmamıştır.

1840’larda, Tanzimat hamlesi gereğince etraftaki Hakkâri, Bitlis ve Cizre beyliklerinin tasfiyesinden sonra sosyal dengeler altüst olmuş.

*

Molla Sıbğatullah 1850’lerde yalınayak bir derviş olarak Müks-Bahçesaray’dan kalkıp Hizan’a gelmiş. Kürtleri etrafına toplamış. İstanbullu peder Natanyan’ın 1877 tarihli gezi raporunda aktardığına göre servet ve güç sahibi olmuş. Bağdat’lı Mevlana Halid’in müridi olduğu söylenir, Nakşibendidir.

Mollanın oğlu Şeyh Celaleddin iktidarının çapını büyütmüş. Mal mülk ve davar sahibi olmuş. Davarını besleyebilmek için “istediği dağı ve ormanı zaptetmeye, ayak bastığı her yeri işgal etmeye” başlamış. Birtakım Ermenilerin malına musallat olmuş. Zengin Ermenilerden Murad adlı birinin saray misali evini zaptetmiş – ki şimdi köy statüsünde olup Hizan şeyhlerinin mülkü olan Gayda arazisidir. Murad’ın direnmeye kalkan kardeşini bıçaklatmış. Hizan (eski) merkezdeki Surp Harutyun kilisesini yıktırarak taşıyla ev ve tekke inşa ettirmiş. Ermenilerin birçoğu onun hizmetine girmiş. Mal sahibi olan adam kendi tarlasında maraba olmuş, “karıları hizmetçi, çocukları rençber” olmuşlar.

1877’de Rus savaşı çıkınca, Hizan Ermenilerinin bir bölümünün Ruslardan medet umduğu anlaşılıyor. En azından Celaleddin’in 1878’de giriştiği katliamın gerekçesi olarak söylenen şey bu. Ben hikayeyi Ermeni tarafından okuduğum için, işin o yönüne dair pek bilgi bulamadım.

Katliamın sonuçlarını, İstanbullu peder Eprigyan’ın 1902 basımı Coğrafya Sözlüğü’nde aktardığı ayrıntılı tablolardan izleyebiliyoruz.  Eprigyan’a göre 1860 tarihinde 110 küsur köyde toplam 4324 hane olan Ermeni nüfusu 1880’de 1014 haneye düşmüştür. Kırktan fazla Ermeni köyü ve kasabasının Ermeni nüfusu kalmamıştır. Eski Hizan kasabasından anlatılana göre bir gecede 1500 kişi göçmüş ve kasaba tamamen terk edilmiştir. İlçede bulunan manastır ve kiliselerin büyük bir kısmı 1880 itibariyle metruk ve yıkıktır.

Eksilen üç bin hane (10 ila 15 bin kişi) nüfusun ne kadarı ölmüş veya kaçmıştır, bilme imkanımız yok. Benzer vakaların çoğunda olduğu gibi, eksilenlerin bir kısmı, korku veya çıkar veya fırsat saikiyle din değiştirmiş olanlardan ibaret olmalıdır. Nitekim bugün bile o havalide (Bahçesaray, Hizan, Çatak…) kimin ne kadar Kürt, ne kadar başka şey olduğunu anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. İkinci bardak çaydan sonra işler çatallaşır.

Yine Eprigyan’ın bir başka kaynaktan aktardığı kısmi bilgilerden, Ermeni nüfusun 1895’te, 1880’e oranla yaklaşık bir kat arttığını görüyoruz. Aradaki fark belki kaynakların birbirini tutmamasından doğmuş olabilir. Kaçanların geri dönmesi ya da bir müddet Müslüman olmayı tercih edenlerin asıllarına rücu etmesiyle de alakalı olabilir. Bilmiyorum.

*

Şeyh Celaleddin hikayesi, Ermeni yazar Raffi’nin 1878’de Moskova’da yayımladığı Celaleddin adlı romanının konusunu oluşturur. Ermeni devrimci edebiyatının ilk ve en ünlü klasiğidir. Konusu bildik: Memleket baskı ve zulüm altında inlemektedir; gerici din adamları halkı savunmaktan acizdir; Ermeni genci Serhad onları eleştirir, silahlı direnişin meşru olduğunu savunur, kahramanca çatışarak ölür. 1880-90’larda bir kuşak Ermeni gençliği bu romanla coşmuş, silahlı mücadele ve devrimci örgüt heyecanına kendini kaptırmıştır.

Celaleddin soyundan gelen Hizan şeyhleri 1970-80’lere dek ilçenin mutlak hakimi konumundaydılar. Bugün etkileri biraz azalmış görünüyor. Eski politikacılardan Kâmuran İnan, ağabeyi Abidin İnan Gaydalı ve onun oğlu Edip Safter Gaydalı bu ailedendir.

Serhad ve Murad diye Ermeni adları da olabiliyor, evet.

*

İspayert (Ermenicesi Spargerd, yeni adı Sağınlı) bucağı, Hizan’ın da en uzak ve ulaşılmaz kesimidir. Vadinin üç kolundan en sağdakinin ta sonunda Nurs köyü bulunur. Dağın kovuğuna sıkışmış, birkaç haneden oluşan bir yerdir. İnsana sanki kaça kaça gelip buraya sığınmışlar hissini verir. 1960’tan sonra resmi adı Kepirli idi, 2012 Haziranında Nurs adı iade edildi.

Belli ki eskiden önemsiz bir yermiş. Natanyan’ın (1877), Eprigyan’ın (1880-1895) ve Kevorkian’ın (1914) köy listelerinde adı geçmiyor. En erken 1928 tarihli Dahiliye Vekâleti listesinde izini bulabildim. Aslı Nork olmalı, “yeniler” veya “yenievler” demektir. Ermenice yer isimleri çoğu zaman nominatif değil akkuzatif halinde kaydedilir, bunun da akkuzatifi Nors olur.

[Doğudaki pek çok yerde bu k/s ikilisiyle karşılaşırız. Misal: Dunk/Dunıs (Ahlat’ta Tunus mahallesi), Arkunik/Arkunis (Olur Ilıkaynak köyü), Tağunk/Tağuns (Erzurum Köprüköy’de Karataşlar köyü), Xozunk/Xozuns (Erzincan Aydoğdu köyü), Garcgank/Garcganıs (Refahiye ilçe merkezi), Pertk/Pertıs (Şenkaya Zümrüt köyü), Punk/Puns (Hizan Derince köyü) vs. Her iki biçime Türkçe ve Ermenice kaynaklarda rastlarsın, aklın karışır. Oysa basit, biri adın yalın hali, diğeri –i hali.]

Nurs civarındaki mezraların adları Nırpan, Lvar, Nerkin Godens, Arkin veya Harkin, Tağik, Ant, Aros, Pandıs. Hepsi Ermenice – “narinler”, “çanak”, “nadaslık”, “mahallecik” vesaire, gayet sıradan isimler. İlk beşinin ahalisi 1914 itibariyle tamamen veya kısmen Ermeni imiş. Nors mahallesinin eski durumunu,az önce dediğim gibi, bulamadım.

Thursday, January 17, 2013

Bari dipnot ver birader

Süryanice İskender Menkıbesi (Neşônô dîle d-Oleksandrôs). Elyazması 7. yüzyıla ait. 1889’da E. Wallis Budge metni yayımlamış.[1] 1890’da büyük Alman şarkiyatçısı Th. Nöldeke bir makalesinde bu metnin Kuran’daki Zülkarneyn hikâyesinin modeli olduğuna işaret etmiş. [2] Bunlar bilinen şeyler, yenilik yok.
2002 ve 2003’te G. Reinink iki makalesinde İskender Menkıbesini Bizans İmparatoru Heraklios devrinin siyasi/ideolojik bağlamına oturtmuş, efsanenin gerçekte güncel bir siyasi anlamı olduğuna işaret etmiş. [3] K. van Bladel 2008’de Reinink’in çalışması ışığında menkıbe ile Kuran metni arasındaki ilişkiyi yeniden incelemiş.[4] İşte bunlar nefes kesici.
Bladel’in makalesini geçen gün okudum. Birkaç not aldım, paylaşayım.
Süryanice menkıbenin özeti
Basılı metin 21 sayfa, İngilizce çeviri 17 sayfa. Özeti şöyle:
Büyük İskender maiyetini toplayıp, dünyanın dört ucunu keşfetmek istediğini haber verir. Danışmanları, dünyanın çevresinde Oqyânôs adlı cerahatle dolu bulanık bir deniz olduğunu, buna yaklaşanın derhal öleceğini söylerler. İskender yılmaz, Allaha dua eder. Başına iki boynuz koyup kendisini yeryüzünde kudret sahibi ettiği için ona şükreder. Dünyanın sonuna gitmesine izin verirse, Mesih şayet kendi ömründe gelecek olursa ona itaat etmeyi, gelmez ise geldiğinde oturması için kendi tahtını Kudüs’e koymayı vaadeder.
Yolda Mısır’a uğrar, oranın kralından 7000 Mısırlı tunç ve demir ustası ödünç alır. Dört ay ve 12 gün sefer ettikten sonra Güneyde uzak bir ülkeye varır. Oranın halkına, hapiste ölüme mahkûm olan günahkârları (‘âbday-bîşê) kendisine getirmelerini söyler. Bulanık denizin etkisini sınamak için onları Okyanus’un kıyısına gönderir. Mahkûmların hepsi ölür. İskender bunun üzerine denizi aşma planından vazgeçer. Onun yerine, berrak suların olduğu bir yere gider. Burası, güneşin batarken aştığı Gökyüzünün Penceresinin bulunduğu yerdir. Pencereden geçince İskender ve ordusu kendilerini bu kez güneşin doğduğu yerde bulurlar. Gün doğumunda burası o kadar ısınmaktadır ki insanlar yanıp ölmekte, bu yüzden mağaralarda ve su altında yaşamaktadır. Burada başlarına birçok olay gelir.
Sonraki yolculukta İskender Fırat ve Dicle’nin kaynaklarına doğru seyahat eder. [Burada verilen ayrıntılardan, Süryanice metin yazarının Siirt-Bitlis taraflarını bilen biri olduğu anlaşılıyor.] Oraları aşıp, Fars hükümdarına ait olan Kafkas dağına ulaşır. Buranın halkı, dağdaki dar geçidin öbür yanında yaşayan vahşi Hunlardan şikâyetçidir. Onların vahşetini uzun uzun anlatırlar. Hunların krallarının adı Agôg ve Magôg’dur. Aslan gibi kükrerler, savaşta kadınları ve çocukları esirgemezler. İskender halkın dileği neyse yerine getireceğini söyler. Onların talebi üzerine, beraberinde getirdiği Mısırlı ustalara Hunlara karşı tunç ve demirden bir set (savunma duvarı) yaptırır. Sonra duvarın üzerine bir yazıt yazdırıp, geleceğe dair kehanetlerini kaydeder. Buna göre, o günden 826 yıl sonra Hunlar duvarı aşarak Haloras Irmağına dek ülkeyi yağmalayacaktır. [Haloras nehri, bugün Erzurum’a bağlı Olur ilçesine adını veren ırmaktır. Arapçası Halûras, Ermenicesi Olor şeklinde geçer.] 940 yıl sonra ise dünya çapında savaş olacak, tüm krallar ve kavimler birbiriyle savaşacaktır. Allahın bir emriyle sedde bir gedik açılacak, dehşet verici Hun orduları bu gedikten dalga dalga içeri akacaktır. Yeryüzü insanların kanı ve dışkısıyla kaplanacaktır. Ancak sonuçta Rum padişahı savaşa girecek ve zaferi kazanarak dünyanın dört bucağına egemen olacaktır. Bu olaydan sonra Mesih gelecek ve kıyamet gerçekleşecektir.
İskender bu yazıtı yazdıktan sonra Acem kralıyla karşılaşıp savaşır. Savaş sırasında Rab, meleklerden bir ordunun başında, savaş arabasını sürerek İskender’in ordusuna yardım eder; kralı yenip esir almasını sağlar. Kral haraç karşılığı barış teklif eder. Ancak Kralın kâhinleri fal kitaplarına danışıp, Rumların dünyaya hakim olacağını, Babil ile Asur’u yerle bir ettikten sonra Acem kralını öldüreceğini bildirirler. Bundan sonra İskender Kudüs’e giderek, ant ettiği üzere, Mesih geldiğinde kullanması için gümüş tahtını oraya bırakır.
Yorum ve notlar
1. Efsane kisvesi altında, 628-629 yıllarının siyasi olaylarına değinilmiştir. 27 yıl süren İran savaşı Rum ülkesi için büyük yıkım olmuş, İran orduları İstanbul kapılarına dayanmış, Kudüs’ü fethetmiştir. Kudüs’ün düşmesi halkta büyük demoralizasyona yol açmış, İncil’in Vahiy (Revelation) kitabı uyarınca kıyametin belirtisi sayılmıştır. Derken 628’de Heraklios cüretkâr bir kontratakla, İran ordusu Anadolu’da seferdeyken İran’ı istila etmiş, önce Ninive’yi (Asur), sonra İran başkenti olan Ktesifon-Medayin’i (Babil) ele geçirmiştir. Kudüs geri alınmış, İran şahının götürmüş olduğu Hakiki Haç bulunarak, iki yıl süren muazzam törenlerin ardından Kudüs’e iade edilmiştir. Barış girişiminde bulunan İran Şahı Husrev Pervîz kendi saraylıları tarafından kurulan bir komplo sonucu 629’da öldürülmüştür.
Bu sırada Bizans’ın müttefiki olan Türkler Kafkas geçitlerini aşıp İran Ermenistanını talan etmiş, İran’ın çöküşüne yardım ettikten sonra bu sefer Bizans’la bozuşup Rum Ermenistanını da yağmalamışlardır.
Reinink’in makalelerinde ayrıntılı olarak gösterildiği üzere, bu olaylar esnasında Heraklios umutsuzluk içinde olan Anadolu ve Ortadoğu halkına yönelik muazzam bir propaganda kampanyasına girişmiş, kendini İran’ı fetheden “Yeni İskender” olarak lanse etmiş, bu tezi işleyen sayısız şiir, destan ve kahramanlık öyküsü piyasaya sürülmüştür. Yeni İskender, eskisinden farklı olarak mümin bir Hıristiyandır ve Mesih’in ikinci gelişine yol açmakla görevlidir.   

2. Ortadoğuda yaklaşık bin yıl boyunca kullanılan ve “İskender Takvimi” olarak adlandırılan Selevkos takvimi, MÖ 312’de başlar. İskender’in Kafkas seddine yazdırdığı kehanette geçen iki tarihten ilki, o halde, M 514’e tekabül etmektedir. Sabirler adı verilen İç Asya kavminin Kafkas seddini aşıp İran ve Anadoluyu yağmalamasının tarihidir. İkinci tarih M 628 eşdeğeridir. Bu tarihte, Göktürkler (veya onlara tabi Hazar Türkleri), Heraklios’un çağrısı üzerine Derbent geçidini aşıp Ermenistan’ı ve İran’ı istila etmiştir.[5]

3. İskender’in Kafkas dağında inşa ettiği setten ilk kez M 1. yy’da tarihçi Josephus söz eder. Josephus seddin kapısının demirden olduğunu belirtir. Muhtemelen Tiflis’in kuzeyindeki Daryal geçidinde bulunan bu set, Hazar Denizinin sularının çekilmesinden sonra 4. yy’da İran şahlarının inşa ettirdiği Dağıstan’daki Derbend seddiyle karıştırılmıştır. [Daha önce bir yazımda İskender seddinin Orta Asya’daki Çin Seddi olabileceğinden söz etmiştim. Yanılmışım. Doğrusu budur.]

4. Metinde çok sık olarak, İncil ve Tevrat’ta geçen kıyamet alametlerine gönderme vardır. Gôg ve Magôg’un kıyametten önce kuzeyden zuhur edeceği, Ezekiel 38-39 ve Vahiy 20:7-10’da yazılıdır. Aslanlar gibi kükreyen canavar, tüm halkların birbirine karşı savaşı, İyi Hükümdar’ın dünyaya hakim olması vb. klasik kıyamet alametleri arasındadır. Van Bladel metinde yirmiye yakın kıyamet simgesi teşhis ediyor.

5. İskender’in sırasıyla güney, batı, doğu ve kuzey’e seyahati muhtemelen Haç sembolizmi içermektedir. Kahramanımız yeryüzüne dev bir haç işareti yapmış, böylece Mesih’in gelişine zemin hazırlamıştır. 

Sonuç olarak, 629 veya en geç 630 yılında kaleme alınmış bir Bizans yanlısı propaganda metni ile karşı karşıyayız. Yazarı muhtemelen Siirt-Bitlis kökenli bir Süryanidir. Anti-mezhepçi söylemi muhtemelen Rum davasına soğuk bakan çeşitli mezhep gruplarını ikna etmeye yöneliktir. Eldeki metnin lehçe özellikleri, eskiden beri İran sempatizanı olan Nasturilere yönelik bir propaganda çalışmasını akla yakındır.

Kuran ne demiş?
Şimdi Kur’an, Kehf suresi 83-102'i okuyoruz. Türkçesinde Diyanet İşlerinin eski ve yeni meallerini harman ettim, ufak tefek düzeltmeler yaptım.[6]
83. Sana Zülkarneyn'i sorarlar, "Size ondan bir kıssa [zikr] anlatacağım" de.
84. Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her şeyden yol [sebeb] verdik.
85. O da yolu izledi.
86. Güneşin battığı yere varınca, onu bulanık bir suda batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya onları cezalandırırsın, ya da haklarında iyilik edersin” dedik.
87. (Zulkarneyn) dedi ki: “Günah işlemiş olanı [men zaleme] cezalandıracağız, sonra Rabbine (sahibine, hakimine) geri gönderilecek ve o da onu şiddetle (gereken şekilde?) cezalandırır.”
88. “Ve her kim inanır ve doğru davranırsa, ona güzel bir mükâfat ve kolaylık söyleyeceğiz.”
89. Sonra yine yola gitti.
90. Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına siper (perde) koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
91. İşte böylece, biz onun çevresinde olanı tümüyle biliyorduk.
92. Sonra gene bir yola gitti.
93. İki seddin (dağın) arasına varınca, orada nerdeyse hiç söz anlamayan (dil bilmeyen?) bir halka rastladı.
94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana harç (vergi) verelim mi?”
95. [Zülkarneyn] dedi ki: “Rabbimin bana verdiği daha değerlidir. Siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım.”
96. “Bana demir kütleleri getirin” dedi. Bunlar iki dağın arasını doldurunca: 'Körükleyin' dedi. Demirler akkor haline gelince; 'Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim' dedi.
97. Artık o seddi ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Dedi ki, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.”
99. Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur üflenince hepsini bir araya toplarız.
100. Ve o gün kâfirlere cehennemi gösteririz.
101. Onların gözleri zikrime karşı perdelidir ve işitmeye kudretleri yoktur.
102. Kâfirler, beni bırakıp kullarımı mı dost edindiler? Biz cehennemi kâfirlere sunmak için hazırladık.

Kuran metninin notları
83. Zülkarneyn ذو القرنين “iki boynuzlu” demektir. Pseudo-Kallisthenes’in 3. yy’da kaleme alınan İskender destanından bu yana Büyük İskender bu sıfatla anılır ve ikonografide daima iki boynuzla gösterilir. Sebebi hakkında çeşitli görüşler vardır. Bir olasılık, İskender’in Mısır’da tanrı Ammon’un simgesi olan boynuzlarla donatılarak tanrı mertebesine yükseltilmiş olmasıdır.
83. Zikr ذكر “anı, anma” demek olduğu kadar “ün, şan, menkıbe, bir kişinin kahramanlıklarını anlatan destansı hikâye” anlamına gelir. Süryanice neşonô sözcüğünün tam karşılığıdır.
84. Zülkarneyn’in yeryüzünde kudret sahibi olması, Süryanice metinde İskender’in tanrıya yakarışını anımsatır.
84. Metinde dört kez geçen sebeb سبب sözcüğü burada “yol” anlamındadır. Bugün kullandığımız “bir sonuca yol açan şey” anlamı, sonraki devirde beliren derivatif anlamdır.
86.-88. Arapça metinde anlamı muğlak olan hikâye, Süryanice metin ışığında aydınlanmaktadır.  İskender suçlulara (günahkârlara, yani hapisteki mahkûmlara) bir ikilem sunar. Su zehirli değilse kurtulacaklardır, zehirli ise zaten ölüme mahkûm oldukları için kaybedecekleri bir şey yoktur. Arapça metin, ya sözlü olarak aktarılırken anlamını kısmen kaybetmiş, ya da (daha güçlü olasılıkla) editörün yanlış müdahalesine kurban gitmiş olmalıdır.
86. عَيْنٍ حَمِئَةٍ ifadesi çoğu zaman “çamurlu bir su pınarı,” “balçık” olarak çevrilse de, tefsirciler sözcüğün “deniz” anlamına da geldiğine işaret etmişlerdir. Edip Yüksel “okyanus” diye çevirmiş, ancak “bulanık” sıfatını görmezlikten gelmiş.
91. Ayetin anlamı belirsizdir. Muhtemelen güneşten korunma imkânı olmayan kavimden söz ediliyor.
93. Yunan ve Ortadoğu geleneğinde İç Asya göçerleri “Hun” jenerik adıyla anılır ve uygarlıktan nasibi olmayan barbarlar olarak takdim edilir. Kuran metnindeki “söz anlamayan kavim”den kasıt bu olsa gerek.
94.  Süryanice metinde Agôg ve Magôg görülür. Arapçada beliren hemze (Ye’cûc ve Me’cûc), erken dönem Arap yazısında sesli harf taşıyıcısı (mater lectionis) olarak kullanılan noktasız ya harfinin H 2. yy’da elif ve hemze ile düzeltilmesinden kaynaklanan bir yanlış okuma olmalıdır.
99. “Dalgalar halinde” [yamûcu يموج ] ifadesi Süryanice metindeki “dalga dalga” seddi aşan kavimleri hatırlatır.
101.  Burada sözü edilen zikr muhtemelen menkıbenin kendisidir (bkz 83. ayet). "Hikâyenin esas veya gizli anlamını anlamayanlar" kastedilmiş olabilir.

Nasıl aktarılmış? Ne oluyor burada?
Geleneksel kabule göre Kehf suresi Mekke’de indirilmiştir; dolayısıyla M 622 yılından öncesine aittir. Bunun doğru olamayacağı anlaşılıyor.
Sure şayet Muhammed’in eseri ise, orijinalin yazıldığı en erken tarih olan 629 yılı ile Muhammed’in vefat ettiği 632 yılı arasında Medine’ye ulaşmış olması gerekiyor. Bu mümkün müdür? Pekala mümkündür. Muhammed’in yaşadığı dönemde Arabistan’da çok sayıda Nasturi Hıristiyanın bulunduğunu, İslam cemaatinin ve diğer Arap aşiretlerinin İran ile Rum arasında süregiden “dünya savaşı”nı yakından izlediklerini ve birçok yerde müdahil olduklarını biliyoruz. Faraza Urfa’da yahut Irak’ta yayınlanan güncel bir risalenin Medine’ye ulaşması o günün şartlarında bir-iki ay sürecek iştir.
“Size bir zikr anlatayım,” diye başlayıp “bazıları bu zikrin anlamını anlamaz” diye biten anlatının, bir “metin aktarma” (reporting) işlemini ima ettiği açıktır. Aktarılan metinden Hıristiyan simgeleri ve Rum propagandası unsurları ayıklanmış, Mesih beklentisi yerine İslami öğretiye uygun kıyamet ve cehennem ögeleri ikame edilmiştir.
Hz. Muhammed’in bir söyleşide kendisine soru soranlara, “Hıristiyanlar öyle anlatmış ama, bak, o kıssanın gerçek anlamı öyle değil böyledir” diye anlattığını pekala tahayyül edebiliyoruz.
Peki güncel bir siyasi meseleye dair sohbetin, göz göre göre vahiy sayılıp Kuran’a dahil edilmesini nasıl açıklayacağız?
Benim aklıma gelen şu: Hz. Muhammed’in bildirdiği (yahut sonradan kendisine atfedilen) bazı sözler, cemaat tarafından makamla söylenen ilahiler (İng. liturgy, Süryanice keryânâ “kıraat”) şeklinde aktarıldı. Çok sonraları, muhtemelen M 7. yy sonlarına doğru, bunlar yazıya dökülerek derlendi. Aktarılanların çoğunun güncel/siyasi bağlamı, derleme tarihinde unutulmuştu. Halife Osman zamanında derlenen Öz Hakiki Kuran efsanesi, muhtemelen daha da sonra, belki M 9. yüzyılda, hadis çalışmaları çerçevesinde üretildi.
Yanılıyorumdur belki. Öyleyse lütfen beni aydınlatır mısınız?

DİPNOTLAR
[1] E.A.Wallis Budge, The History of Alexander the Great, Being the Syriac Version of the Pseudo-Callisthenes, Cambridge 1889, sf. 144-161. Pdf versiyonu için: http://rbedrosian.com/Ref/budge.html
[2] Th. Nöldeke “Beiträge zur Geschichte des Alexanderromans,” Wien 1890. Online http://openlibrary.org/books/OL23383899M/Beitr%C3%A4ge_zur_geschichte_des_Alexanderromans.
[3] Gerritt J. Reinink, “Heraclius, the New Alexander: Apocalyptic Prophecies during the Reign of Heraclius” (2002) ve “Alexander the Great in the 7th Century Syriac Apocalyptic Texts” (2003). İlki şuradan kısmen okunabiliyor: http://books.google.com.tr/books?isbn=9042912286 , sf. 81 vd.
[4] Kevin van Bladen, “The Alexander Legend in the Qur’an” in Gabriel S. Reynolds ed., The Qur’an in its Historical Context, Routledge 2008.
[5] 10. yy’da yaşayan Ermeni tarihçi Movses Kağankatıvatsi, vekâyinamesinde bu olaya ayrıntılı olarak yer verir.
[6] Aslı ve diğer Türkçe çevirileri için şuraya bakınız: http://www.kuranmeali.org/18/kehf_suresi/83.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx

67 yorum:

  1. muhammed' in okuma yazma bilmemesi ile ilgili net bir bilgi var mıdır? eğer varsa, yazamayacağı ve bu kadar sarih ifadelerle anlatamayacağı ortadadır.
    ifadeler muğlak demeyin sakın. zira muğlaksa bile hepsi izaha muhtaç olsa gerek ki, siz bile tefsir etme zahmetindesiniz.
    merakımı giderin, tartışmaya gelmedim.
    bazıları bu hikayeden bir şey anlamaz:)
    Yanıtla

    Yanıtlar


    1. Net bilgi yoktur. "Ummî" sözcüğü çeşitli yorumlara açıktır.

      Muhammed zamanında Hicaz'da yazı dilinin henüz Arapça değil Aramice/Süryanice olduğu anlaşılıyor. Erken Ortaçağda Fransa veya İtalya'da Latince yazılması gibi bir şey. Avrupa tarihi biliyorsanız, ummî sözcüğü sanırım tam anlamıyla Romanicia/Romance karşılığı olmalı. "Ancak yerel dili ve halk edebiyatını bilen kişi, kitabî olmayan kişi". Okur yazar olmadığını göstermez, formel eğitime sahip olmadığını gösterir.
    2. Tüccar olan yerliğinin en varlıklı hanımlarından biri ile evli olan kişinin okuma yazma bilmemesi cidden inandırıcı gelmiyor ki aslında oldukça mantıklı.

      Okuma yazma bilip , diyar diyar gezen kişinin bu bilgileri edinmesi işten bile değil ve bu bilgilerini Tanrının buyruğu olarak anlatsa da kimse inanmaz.

      Ben okuma yazma bilip gizlediğini düşünüyorum çünkü oldukça akıllıca. Gezginliği ve okuma yazması ile kırk yaşına karar bilgi biriktiriyor , kırk yaşından sonra erip buyurmaya başlıyor.Düşünsenize , Cebrail'in ilk getirdiği buyruk "oku" ardına Cebrail Muhammedin sırtını sıkarak bir anda okumayı öğretiyor.

      Oldukça belli , en başında örtüyor , gizliyor okuma - yazma bilmediğini buna bir anda Tanrı sayesinde nail oluyor.
  2. bunları okuduktan sonra, yazıya aldıklarınızı ekranlarda garip gurabanın, fakir fukaranın, cahil cühelanın önünde anlatabileceğiniz, sizinle kavga etmeden medenice tartışabilecek bir müslüman, bir türk var mıdır diye düşündüm. konuya ilgin ve araştırmaların için ayrıca teşekkür. güzel bir insansın. seviyoruz seni.

    Yanıtlar


    1. Faşist kardeşim günaydın her türk müslüman değildir ve sinirlenmeden tartışmak istersen birer çay içebiliriz.
  3. önce mekke'de kaleme anlatılmış, bellenmiş. takip eden yılarda kuzeye taşınmış ve çok kullanışlı bulunarak revize edilmiş olamaz mı hikaye?
  4. "Geleneksel kabule göre Kehf suresi Mekke’de indirilmiştir; dolayısıyla M 622 yılından öncesine aittir. Bunun doğru olamayacağı anlaşılıyor."

    Demişsiniz. Bu aslında yeterince yeterli bir açıklama ama madem tarih kaynaklarına inanmıyorsunuz, aklıma gelen başka bir açıklama var. Anlattıklarınıza bakılırsa, olaya tersten bakabiliriz.

    Benim açıklamam şu: Bence bu ayetler gerçekten o hikaye kaleme alınmadan önce inmiştir. Sizin dediğiniz gibi de 2-3 ay içinde tüccarlar v.s. vasıtasıyla doğu anadolu'ya kadar yayılıp orada tekrar hikayeleştirilmiştir. Eğer Bizans'tan Arabistan'a doğru yayılmış olabileceğine inanıyorsanız, ve eğer taraflı bakmıyorsanız, Arabistan'dan Bizans'a doğru gitmiş olabileceğine de inanabilmeniz gerekiyor

    Ayrıca böyle açıklamalara gerek yok. Eğer tarihte gerçekten Zülkarneyn diye biri yaşamışsa bu birçok kültürde hikayeleştirilmiş olabilir. Buna benzer başka kıssalar da var. Hem Eski Ahitte hem Yeni Ahitte hem Kur'an da olan hikayeleri illa birbirlerinden almışlar diye düşünmek zorunda değiliz. Aynı olay hem Bitlis'te hikayeleştirilmiş, hem de Kur'an ayetlerine konu olmuş olabilir. Surenin devamında mağara ashabının hikayesi var mesela. Şimdi bir Biazns kaynağında aynı hikaye anlatılıyor olsa illa biri diğerinden almış olarak mı düşüneceğiz? Hayır, aynı hikaye hem orada hem burada anlatılmış diye düşüneceğiz, müslümanlar olarak.

    Buna benzer bir örnek daha var. Hz. İbrahim'e inen ayetlerde geçtiği iddia edilen bir hikaye var ve bu uzak doğudan batıya kadar farklı kültürlerde hikaye edilmiş. Hem Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'unda hem de Tolstoy'da hem de budist anlatılarında geçen bir hikaye var. Kuyuya düşen adam, tutunduğu dal, dalın köklerini kemiren siyah-beyaz iki fare ve kuyunun dibindeki ejderha. Bunu da açıklamanın iki yolu var. Ya birbirlerinden araklamışlar diyeceksiniz, ya da aynı kaynaktan gelen bir hikayenin farklı kültürlerde anlatılışı diyeceksiniz.

    Sonuç olarak inanmayan hiçbir zaman inanmayacak. Başta geçen alıntıda geçtiği gibi, sadece "Bu ayetler o hikaye yazılmadan önce inmiştir" gibi basit bir açıklama yeterli aslında, ama inanmayacaksınız. Sonuçta yedinci yüzyıldan kalma bir belge getirip sizi ikna edemeyeceğimize göre hiçbir zaman inanmayacaksınız. Ben de sizi ikna etmeye çalışmıyorum zaten. Arada kalan, anlattıklarınıza anlam veremeyen okuyucular için yazdım.

    Selametle.

    Yanıtlar


    1. Sorgulama ve kuşkulanma yeteneğini a priori terketmiş birine herhangi bir (yeni) bilgi iletme imkânı yoktur.

      Zaten anlatmak istediğimiz şey bu, yoksa kimin umurunda bin sene evvel yaşamış birtakım şabalakların saçma sapan hurafeleri?
    2. Arkadaşım öğretmenler iki öğrencinin sınavda birbirinden kopya çektiklerini en kolay nasıl anlarlar? Her ikisi de tam olarak aynı sorulara aynı yanlış cevapları veriyorlarsa, değil mi? Diyelim ki Sevan bey yanılıyor ve siz haklısınız, hikaye ters istikamette yayılmış. Ne fark eder? Hikaye gerçek bir tarihi kişiliğin gerçekdışı öyküsü. Yani hikayenin kendisi esastan yanlış. Önce Süryani yazsa ne fark eder, Muhammed yazsa ne fark eder.
    3. Anlattıklarımdan sorgulama yeteneğimi iptal ettiğimi çıkardıysanız öyle olmadığını belirtmek isterim. Ben sizin aktardığınız tezi yanlışlığına şartlanmış olarak okuduğumu zannetmiyorum (şuuraltımı bilemem) ama benim için Kur'an'ı Efendimiz'in (sallallahualeyhivesellem) yazdığına inanmak, Allah'ın sözleri olarak kabul etmekten daha zor, mantığıma daha ters.

      Ayrıca Kur'an da geçen bir iddia var. Mealen, "eğer Kur'an'ı inkar ediyorlarsa benzerini getirsinler" gibi bir şey diyor, o zamanın inkarcılarına hodri meydan çekiyor. Eğer gerçekten Kur'an daha önce dolaşımda olan kaynaklardan derlenen bir kitap olsaydı, o zamanın Hristiyan ve Yahudi alimleri ya da müşrikler bunu söz konusu etmez miydi? Bu hikayeyi biz zaten biliyorduk, bari dipnot verseydin demezler miydi? Hikaye Mezopotamya'dan Hicaz'a gelirken herkesi ıskalayıp Efendimiz'e (Aleyhisselam) ulaşmış olamaz.
    4. aaa çok sağol kardeş iyiki insan yazısı olmadıgını cebraille geldiğini söyledin biz de bu güne kadar insan uydurması sanıyorduk kutsal kitapları. allah razı olsun mümin kardeşim hepimizi aydınlattığın için sağol senin gibi aydın, ilim ve irfan sahibi insanlar çok nadir gelir dünyaya çok sağol tekrardan teşekkür ederim.

      (kıyamadım o kadar uğraşmış bi kişiyi yola getirdim sansın)
    5. ah keşke hakaret etmemeyi öğrenebilseniz.
      O zaman belki sorgulama ve kuşkulanma yeteneğiniz de çok ötelere gidecek. Yetenekleriniz keskinleşecek. Ama özsaygınızı zedeliyorsunuz.

      Bin yıl sonra şabalak olarak anılmak hoşunuza gider mi acep. Birileri bugünkü bilim'e hurafe demeye başladıkları vakit!
    6. Ben burada elestiri sahibine katiliyor hatta ayni seyi ben de dusunuyorum. Dinsel metinlerin hikayelestirilmesi de mumkun. Kaldi ki, ayetlerin soz konusu anlatidan onceden indigi bilgisini bir cirpida silmeye calisip, tezinini dogrulatma cabasi icinde bulunuyorsunuz. Pekala bu anlatilar Arabistan`dan Kuzey`e gecmis olabilir. Kafkas mitleri, antik cagdaki karadeniz balikcilari sayesinde Atinaya ve Yunanistan`a getirilip, su an bilinen Yunan Mitolojisini olusturmustur. Kahramanlarina kadar hersey aynidir.Kafkas destani olan NART, Yunan destanlarindan cok daha eskidir. Demek istemem sudur ki, anlatilarin yonunu tayin edebilecek tek sey ortaya cikis tarihleridir ki, elimizdeki bilgiler Kuran ayetinin daha once indigi yonundedir.
    7. "Sorgulama ve kuşkulanma yeteneğini a priori terketmiş birine herhangi bir (yeni) bilgi iletme imkânı yoktur.
      Zaten anlatmak istediğimiz şey bu, yoksa kimin umurunda bin sene evvel yaşamış birtakım şabalakların saçma sapan hurafeleri?"

      Kendinden bilge ve aydın diye söz ettiren kişilerin en küçük bir kışkırtmada (sanırım eleştiriler artık hakaretten sayılıyor) uydurma hakaretler (bkz. "şabalak") ve çoğu kişinin anlayamayacağı yabancı kelimeler (bkz. "a priori") kullanarak cevap vermesini günümüzde aydın olarak kabul edilen belli bir kesimin seviyesini göstermesi açısından önemli görüyorum. Yoruma verilen cevaptaki böyle bir üslubun sebebinin, Youtube'da Türklerin ve Yunanlıların birbirlerine karşılıklı olarak sövmesinin arkasında yatan sebeplerden çok da bir farkını göremiyorum. Söylenenlerin yanı sıra üslup konusu da çok önemlidir. Üslubunuz uygun olduğu sürece çok farklı kesimlere hitap edebilirsiniz; böyle bir üslupla ise ancak sizin gibi düşünen ve benzer yaşam tarzına sahip, düşünsel açıdan kısır bir insan grubunun arasında tıkılıp kalırsınız.
      Kutsala saygı konusuna gelirsek, "kutsal" kelimesine atfedilen anlam boşuna değildir. Kutsal insanın cüz-i aklıyla tam olarak kavrayamayacağı şeylerden oluşur ve maddeci bir bakış açısıyla baktığımızda bize gülünç gelir. Ancak insanların kendilerinden daha büyük bir güce inanma ihtiyacı doğuştandır ve bazı kişilerde daha belirgin veya daha silik olabilir. Bu yüzden insanların kutsal olarak gördüğü şeyler hakkında herkesin görebileceği bu tür bir ortamda bunun gibi kanılara varmak, bahsedilen kutsal hangi dine ve inanışa ait olursa olsun, üslup açısından yaralayıcıdır.
  5. Sevan Bey, yazinizi okudum. Epey zaman harcadinizi anla$iliyor. Kur'an'da gecen Zulkarneyn kissasinin asil yazarinin Bitlis-Siir'li bir Suryani oldugunu iddia ediyorsunuz. Onun icin de Kehf Suresi'nin Mekki degil Medeni oldugunu iddia ediyorsunuz, cunku boylesi sizin kurgunuza daha uygun. Kafanizdaki kurguya gore bizim Bitlisli-Siirtli Surhani vatandas hikayesini yazmi$, Twitter olmadigi icin, bir iki aylik yolculuktan sonra Medine'ye yeti$tirmi$ ve Hz. Muhammed biraz elden gecirerek Kur'an'a koymu$! Bir sefer, Kehf Suresi'nin Medine'de nazil oldugunu Allah'in ne bir muslumani ne de muste$rigi iddia etmi$ bugune kadar. Dolayisiyla, Kehf Suresi'nin Medine'de nazil olduguna dair iddianizin tarihi veya bilimsel hicbir dayanagi yok. Ikinci konu, Zulkarneyn'in Buyuk Iskender oldugu kabulunuz. Islami literaturde Buyuk Iskender'e gonderme yapan varsa da B.Iskender'in ehli iman olmayi$i bu iddiayi gecersiz kiliyor. Zulkarneyn'in Fars Hukumdari Buyuk Daryus (Darius I) oldugu kabul edilir cunku Buyuk Daryus, ilahi bir din olan Zerdustluge bagli, ehli iman bir liderdi. Bir nokta daha: Kur'an'da gecen kissalarin, onceki ilahi kitaplarda gecmesi normaldir, zira kitaplarin sahibi Allah'tir. Iddia ettiginiz gibi Kur'an'in yazari Hz. Muhammed veya ba$ka birisi degildir. Kur'an, ve diger ilahi kitaplar, Yuce Allah'in Melek Cebrail araciligiyla Peygamberlerine gonderdigi mesajlardir.

    Yanıtlar


    1. "Bir sefer, Kehf Suresi'nin Medine'de nazil oldugunu Allah'in ne bir muslumani ne de muste$rigi iddia etmi$ bugune kadar." demişsiniz.

      Fakat Süyuti-el itkan; Mukatil Medine'de indiğini söylemektedir.
      kaynak: http://www.istekuran.com/index.php?page=kehf
  6. hocam kısa ama heybetli bir yazı olmuş. resmen meydan okuma! memlekete sağlam bir tarih, dinler tarihi, arkeloji ve antropoloji tedrisatı şart. bu topraklar, buralardaki okullar böyle şeyler okumadı, duymadı hiç!ah ah!
  7. Elimde ve dagarcigimda sizin kadar birikim olmasa da bu dini söylemlerin tamamen insanlarca uyduruldugu konusunda mantik olarak iknayim.Anca bazi durumlatda somut kaynaklari da tartismalara katmak daha yararli olacak.Örnegin Halife "Ömerin adaleti"konusunda söyleyecek bir kac sözünüz vami ? Veya bu konuda bir kaynak tavsiye edebilirmisiniz.Sizi cok yeni tanidim ve yazilariniz önemli ve aydinlatici kaynak benim icin.
    Yanıtla
  8. Sabri Kötçün17 Ocak 2013 22:45
    Sevan hocam, DhulQarnain'in kim olduğu muamma, kimileri hz Ibrahim devrinde yaşayan eski "Tubba" denen eski Yemen krallarından, bazıları ilk firaun Narmer olduğunu söylüyor. QARN hem boynuz aynı zamanda çağ veya yakınlık manasına da gelir. Makedonyalı Büyük Iskender çok sonra Mısır'ı fethedince Siwa vahasına gelip kendisine çift boynuzlu ünvanını almış. Ahir zamanda ortaya çıkacak Yecüc Mecüc için dünyadaki pek çok Islam alimi Moğollardır demiş, Türkiye'deki Said Nursi dahil.Zülkarneyn'in güneşin battığını gördüğü yer ise muhtemelen kıyısında kaynayan çamur gözelerinin olduğu Maeotis gölü, yani bugünki Azak denizidir. Seddin yeri ise mechul. Ama daha önce atlı göçebelerin geçtiği Dzungar, Curcan, Daryal, Derbend gibi geçidler var. Yecuc Mecuc ile alakalı pek çok hadis var onlara da göz atın.
  9. Arapça'da 'sebeb', 'ip' manasına da gelir.
    Yanıtla
  10. Hz Zülkarneyn'in, Sa'b b. Abdullah'ülkahtânî olduğu söylendiği gibi, babasının Hımyerîlerden olduğu da ileri sürülmektedir (Ibn Asakir Tarih). Ibn Habîb de Kitabülmuhabber'de: Hımyer krallarının isimlerini -Hişam b. Kelbî'den sırasıyla kitabına geçirirken, Sa'b b. Karîn b. Hemal'ı, -Yüce Allah'ın, Kitabında- Zülkarneyn diye anmış olduğunu kayd ettikten sonra, kral Zeyd b. Hemal'ı kayd edip ona da, Yüce Allahın Tübba' adını vermiş olduğunu açıklar. Ayrıca, Islam kaynaklarında Kisra(Hüsrev Perviz) için: Resul-ı Ekrem(sav)'in gönderdiği mektubu e kibir ve hiddetle yırtıp attığı için Allah Teala aynı Habil'i haksız yere öldüren Kabil'e yaptığı gibi Kisraya da oğlunu musallat etdi. Kabil'in oğlu Kabil'i, Kisranın oğlu da Kisrayı öldürdü.
    Yanıtla
  11. hocam kuran sizce bir kişi tarafından mı yazıldı? yoksa başka birinin ya da birilerinin yardımı da olabilir mi?
    çünkü eğitimli birinin yardımı ile olmuş olsa sanırım şaşırmayız. biraz da öyle duruyor kuran çünkü.

    selmanı farisinin kuran'a yardımını duymuştum iranlı birinden.
    sizin bu konuda bilginiz ya da düşünceniz nedir acaba?
  12. Nişanyan'ın üslubundan (belki de özet geçme kaygısından) ötürü bazı vurgular tam olarak anlaşılmıyor. Yazıyı okuduktan sonra ilk aklıma gelen Kehf 83-102 ile Neşono'nun, daha eski üçüncü bir metne veya anlatıya dayanıyor olabileceğiydi. Ancak van Bladel bunun neden mümkün olmadığını bağlamdan yola çıkarak ikna edici bir biçimde göstermiş. Makalenin yer aldığı kitap libgen'de mevcut. İngilizcesi olanlara tavsiye ederim. Okunduğunda mesele daha berrak bir hal alıyor.

    Yanıtlar


    1. 18.01.2013 saat 09.40 tarihli üsteki yorumu yazan Nişanyan'ın kendisi.

      Zaten, kendi yazısına adsız yorum yapan ne çok yazar var.

      Hepsi de yazdığını kafaya takanlardan demek ki.

      Ben de mi öyle olurum acaba.
  13. Bu yazıyı okuduktan bir saat sonra, daha yeni sahaftan aldığım 1966 tarihli Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın Piri Reis Haritası kitabını okurken, Piri Reis'ten naklen şu cümleye denk gelmem tesadüf müdür:

    "...Hususan yirmi miktar hartiler ve Yappamondolar (Mappa Mondo)dan yani İskenderi Zülkarneyn zamanında telif olmuş hartidir ki rubu meskun anın içinde malumdur..."
  14. Tarihte anlatılan hikayeler kuranda geçemez mi? Size göre tarihi bir kişilik olan zülkarneyn
    peygamber mi, veli mi yoksa mitolojik bir karakter mi? tam belli değil. Anlatılan bu hikayelerin kuranda olması normal değil mi? Bir yaratıcı varsa şayet insanlara bir takım öğütler vermek amacıyla daha önce yaşayan insanlardan ve kavimlerden örnekler sunması mantıklı değil mi. Kuran'da geçen bir hikayeyi ele alıp bu anlatılanın aslında şehir efsanesi olduğunu iddia etmek ne kadar doğru? Kuran'daki hikayelerin eski metinlerde de geçiyor olması Kuran'ın araklama yaptığını mı gösterir? Böyle kıssaların kuran'da olması Tanrı sözü olmadığına yeterince işaret midir?
  15. Güneşten korunma imkanı olmayan bir kavim derken, herhalde ağaçsız bir çölde yaşayan insanlar topluluğu ima ediliyor.
  16. Kuran'ın Muhammed'den yüz yıl kadar sonra yazıya geçirilmiş olması Kuran metnindeki abuklukların tek müsebbibinin Muhammed olmadığını göstermiyor mu? Kuran'ın yorumlanması yalnızca Muhammed'in bir takım yönelimlerine göre değil, şu durumda, yüz yıllık süreçteki politik yönelimlere de göre yapılmalı. Muhammed, Süryani'nin hikayesini gündem siyasetine yorum yapmak durumunda kaldığı için aktardı, ondan sonra Rum-İran meselesi aniden biti mi verdi? Şarkılı türkülü anlatı aktarımı süresince hiç mi bu konuda manipülasyon ihtiyacı ve fırsatı oluşmadı? Eğer oluşmadıysa ve metnin yorumunu yalnızca Muhammed'in kişisel niyetlerine endeksliyeceksek, metnin yazıya geçirilmesindeki gecikmenin belirtilmesi gereksiz kaçıyor kanaatindeyim.
  17. Hatta Muhammed'in anlattıklarıyla yazıya geçirilen farklı ise, belki de Süryani'nin hikayesinin Arap illerine ulaşması ve Rum-İran gerilimi karşısında pozisyon almak gerekliliği Muhammed'den sonra ortaya çıkmıştır ve hikaye Kuran'a sonradan eklenmiştir?
  18. Ya da Muhammed hikayeyi anlattığınız sebeplerle sohbet arasında geçiriverdikten sonra bu hikayeden söz ettiği bilinir ve anlatılır bir olay oldu, yüz yıllık yazılımsız süreçte ise Rum-İran gerilimi karşısında pozisyon almak gerekliliği ortaya çıkınca, anlatılagelen bu sohbet konusu 'ayettir bu' denilerek Kuran'a yerleştiriliverdi belki de? Mavzubahis anlatı bir ayet tonunda değil bir aktarım tonunda ise ve fakat bir ayet gibi Kuran'da mevcut bulunuyorsa, en mantıklı açıklama bu gibi geldi bana.
    Yanıtlar


    1. Vay be "Adsız"?! (3 Adsız görüyorum; aynı mıdır bilemem!)

      Kurân'a bu kadar karşı olup, Kurân üzerinde bu kadar kafa yormak sâdece "entelektüel" ilgi olarak görülebilir mi?!

      Bir şey var Kurân'da sizi rahatsız eden... Kurân'ın gerçekten beşer ürünü olduğundan emin olsaydınız, bu kadar uğraşmaya değer görmezdiniz... Bir şey var Kurân'da sizi rahatsız eden... Çözemediğiniz bir şey!! Acaba nedir; nedir?! :)

      Ateist olmanıza rağmen sizi rahatsız eden bir şey?!

      Oysa, dinlerin insanlığa tâlim ettiği herşeyi inkâr ettiğinize göre bu "rahatsızlık" niye; senin inkârına cebren müdahele edilmediği sürece?!

      Neden Kurân'ı bu kadar kafaya takıyorsunuz ki...?? Keyfinize bakmak varken...??

      Bir şey var sizi rahatsız eden ve inkârınızda şüpheye sevk eden... Dilinizle ikrar ettiğiniz inkârı kalbiniz tasdik etmiyor zâr?!

      Bana öyle geliyor ki, Kurân'a bu kadar takılıp kalmanız kalbinize söz geçiremiyor olmanızdan... Peki, eğer ben yanılmıyorsam ki siz bilmesenizde yanılmıyorum; aklınızla kalbiniz arasında sıkışıp kalmaktan nasıl kurtulacaksınız?! Yaratıcının sizinle özel iletişime geçmesini mi (vahiy) bekleyeceksiniz?! "Eğer varsan, benimle irtibat kur!" diye mi beklemektesiniz??

      İşiniz gerçekten çok zor!!

      Neyse, kendinizle çelişiyor olsanız bile Kurân'a takılmaya devam edeceğiniz anlaşılıyor... Ne çare?? Belki bir yerden sonra hidâyetinize vesile olur?!

      Allah'tan ümit kesilmez!

      N_S
      www.kuranizeka.com
    2. Bir: 1,4 milyar insanın bu kadar saçma, düzmece olduğu bu kadar bariz olan bir kitaba takılıp kalması, evet, kafamızı kurcalıyor.

      İki: Bazılarının bu kadar bariz bir gerekçeyi anlamayı reddedip akıldışı saikler araması, daha da beter aklımızı kurcalıyor. Bu kadar körelme gerçekten mümkün mü, yoksa sadece kendilerini mi kandırmaya çalışıyor bu insanlar diye merak ediyoruz.
    3. Nişanyan Bey, biliyorum burası atışma yeri değil ama şunu yazmanın eğlencesinden kendimi alıkoyamadım, kusuruma bakmayın. Yayınlamayabilirsiniz:)
      ---------------

      Vay be "Neyzen SEMAZEN"?! (Televizyon programlarında sema gösterilerinde ney üfleyen pek çok mevlevi gördüm, hepsi sen misin bilmem!)

      Dinsizliğe bu kadar karşı olup, dinsizlik üzerinde bu kadar kafa yormak sadece "Manevi" ilgi olarak görülebilir mi?!

      Bir şey var dinsizlikte sizi rahatsız eden... Kuran'ın gerçekten tanrı sözü olduğundan emin olsaydınız, dinsizliği bu kadar uğraşılmaya değer görmezdiniz... Bir şey var dinsizlikte sizi rahatsız eden... Çözemediğiniz bir şey!! Acaba nedir nedir?!:)

      Mümin olmanıza rağmen sizi rahatsız eden bir şey?!

      Oysa, aklın insan vicdanına teklif ettiği her şüpheyi reddettiğinize göre bu "rahatsızlık" niye; senin imanına cebren müdahale edilmediği sürece?!

      Neden şuracıkta kendi aralarında al gülüm ver gülüm yazıp çizen üç beş dinsizi bu kadar kafaya takıyorsunuz ki...?? İbadetinizle meşgul olmak varken...??

      Bir şey var sizi rahatsız eden ve imanınızda şüpheye sevk eden... Kalbinizle teslim olduğunuz imanı aklınız tasdik etmiyor zaar?!

      Bana öyle geliyor ki, dinsiz ortamlarda bu kadar takılıp kalmanız aklın işaret ettiği yoldan gözünüzü alamıyor olmanızdan... Peki, eğer ben yanılıyorsam ki pekala yanılıyor olabilirim, cennette ikamet ettiğiniz sonsuz süre zarfında, aklınızın gösterdiklerinin hep işinize gelen tarafını kabul ettiğiniz gerçeğini hiç mi içinizden geçirmeyeceksiniz? Hakikati daima hasır altı ettiğiniz gerçekliği sonsuz süreye binaen içinizde çığ gibi büyüyüp hiç mi vicdanınıza dokunmayacak? Cennetteki yüz milyarıncı senenizde 'yüz milyar yıldır düşünüyorum nasıl olur da kadır-i mutlak olunabilir kafam almıyor' diye isyan edesiniz geldiği vakit yaratıcı sırtınızı sıvazlayıp "Takma bunları kafana, bunları ben bilirim. Sen keyfine bak, cennettesin yahu" dediğinde huriler ve süt ırmakları azabınıza merhem olabilecek mi??

      İşiniz gerçekten çok zor!!

      Neyse kendinizle çelişiyor olsanız bile dinsiz söyleşilere katılmaya devam edeceğiniz anlaşılıyor... Ne çare?? Belki bir yerden sonra hidayetinize vesile olur?!

      Allah'tan ümit kesilmez:)))

      --Adsız--
    4. Sayin Nisanyan,

      "Bir: 1,4 milyar insanın bu kadar saçma, düzmece olduğu bu kadar bariz olan bir kitaba takılıp kalması, evet, kafamızı kurcalıyor." demissiniz.

      Merak ettigim icin soruyorum, Kur'an-i Kerim'i aslindan ve Arapca bilginize dayanarak, anlamini bilerek mi okudunuz yoksa meal veya tefsirinden mi? Kimin meali/tefsiri oldugunu da merak ediyorum. Muhammed Esed ilginc bir musluman, onun meal-tefsiri belki size farkli bir ufuk acabilir.

      Sacma ve duzmece bir kitap oldugunun delillerini zikrettiginiz bir yaziniz var midir?
    5. Kendisinden hazzetmemekle birlikte diyorum ki adam daha ne yazsın bacım? Süryani yazısı orada, ayet orada, birleştir pazılı. Tarihi bir kişiliğin (doğu-batı işgal etmiş) zülkarneyn ismiyle arap toplumunda geçtiği belli. Kontrol edilebilecek olan sadece süryani yazımın (gerçekse tabi) anlatımı ve orjinalliğinin, kurandakine ne kadar benzediğinin dil bilimciler tarafından araştırılması. Yok kuran meali yok tefsiri diye diye onlarca uydurukla kafayı bozmanın ne anlamı var. Sonuçta kuran dönem arap fonetiğini veren bir kitap olmalı sonuçta okuma yazma bilmeyen biri tarafından "anlatılmış." Buna rağmen benzerlikler varsa sakat yani söyliyeyim de.
  19. Bahsettiğiniz metnin orijinali 3. yüzyılda yazılmış, devam eden yüzyıllarda modifiye edilerek diğer dillere çevrilmiş. Yani Süryanice el yazmasının 7. yüzyıla ait olması bu hikayenin veya farklı bir versiyonunun Arabistan'a daha önce ulaşmadığı anlamına gelmez diye düşünüyorum, en azından sözlü olarak ulaşmış olabilir.
    http://en.wikipedia.org/wiki/Alexander_romance
    Merak ettiğim bir nokta ise İskender gerçekten de bir Kafkas seddi yaptırdı mı? Bu seddin üzerine bir kehanet yazdırdı mı? Bunların gerçek mi efsane mi olduğunu yazıdan çıkaramadım.
    Yanıtlar


    1. Hayır, 3. yüzyılda yazılmış olan ve Kallisthenes'e atfedilen İskender destanı (Alexander Romance) ile burada özetlediğim Süryanice anonim menkıbe (Alexander Legend) aynı değil. Kuran'daki metin bariz bir şekilde 6. yy'a ait olan menkıbenin özetidir.

      Süryanice metin herhangi bir zamanda yazılmış olan eski bir destanın tekrarı değil. Gayet spesifik bir siyasi duruma cevaben yazılmış bir siyasi broşür. Orijinal destanda apokaliptik unsurlar yok, Yecüc Mecüc yok, İskender'in kehanetleri yok, gölgesiz ülke anlatısı yok.

      İskender'in Kafkas seddi yaptırdığı öyküsü ilk kez MS 1. yy'da (yani İskenderin ölümünden 400 yıl sonra) Josephus'un tarihinde belirmiş. Epigrafik veya arkeolojik delili yok.Daryal geçidinde Pers krallarının yaptırdığı bir duvar var; belki onu onartmış olabilir.

      Derbend geçidi İskender zamanında yoktu, çünkü Hazar Denizi daha yüksekti. Sular çekildikten sonra ortaya çıkan geçit yoluna Sasani kralları MS 3. veya 4. yy'da Derbend seddini yaptırmış.
    2. Pardon 7. yüzyıl başları demek istedim, 6. yüzyıl değil. Bunu hatırlatan okur yorumunu da yanlışlıkla sildim.
    3. Sewan nisanyan seni ciktigin yere geri sokarim sen kimsinki dinikiz yuce kitabimiz KURAN I KERIM hakkinda salliyorsun sen cok fazla ileri gittin en iyi ermeni toprakta yatan olu ermeni hrant gibi gebereceksin hemde acili bir sekilde 0532 525 95 67 numaram game over sewan o gunu bekle
    4. Cevabınız için teşekkür ederim. Bu duvarın hangi duvarın hangi duvar olabileceğini araştırırken şöyle bir teoriye rast geldim.
      http://en.wikipedia.org/wiki/Cyrus_the_Great_in_the_Qur%27an
      Muhammed'e Zülkarneyn'i yahudilerin sormasından yola çıkarak bu şahsın yahudilerin aşina olduğu biri olmasının daha muhtemel olduğunu söylüyor. Eski ahitte de şöyle bir pasaj varmış: "As for the ram that you saw with the two horns, these are the kings of Media and Persia."
      Yani yahudilerin iki boynuzlu diye tabir ettikleri kişinin İskender değil de eski bir Pers kralı olması bu sebepten daha muhtemel görünüyor. Bahsedilen duvarı Pers krallarının yaptırmış olması da bu teoriyi destekliyor görünüyor. Bu teori hakkındaki fikrinizi de merak ediyorum.
    5. 7. yüzyıl başlarına ait İskender menkıbesiyle Kuran'daki Zülkarneyn hikayesi arasında tesadüf olamayacak kadar bariz bir benzerlik var. Pers kralı Kuruş hipoteziyse zayıf bir hipotez.
  20. Zülkarneyn ve Nişanyan

    http://www.facebook.com/notes/eternal-consciousness-ebedi-bilin%C3%A7/z%C3%BClkarneyn-ve-ni%C5%9Fanyan/466934633369445
    Yanıtlar


    1. Tilkinin şahidi kendi kuyruğudur diyorsunuz yani.
      Tengri eyiliğinizi versin.
    2. Maaşallah, Talmud müfessirleri halt etmişler sizin yanınızda! :)
  21. Betul adlı kullanıcıya;

    çeviri ile arapça aslı arasında ne gibi bir fark bulacaksın ki? bunca arapça bilen insan var ve yüzyıllardan beri düzgün bir çevirisi yapılamıyor ise ve ana temayı veremiyorsa bu ilahi kitap bizi muhatap olarak kabul etmiyor demektir. oysa kuran ve islam ısrarla son gelen, evrensel din olduğunu vurguluyor kendisi için. ve çevirilerin şu zamana kadar belli bir temayı veremeyecek kadar yetersiz kaldığını iddia etmek 1400 yıldır bu dine inanan insanların imanını ve varlığını önemsizleştirir. ve madem bunca arapça çevirmen bu kitap hakkında birilerine genel bir düzlem sunamayacak derecede kuranın anlamından uzak ise kim bu kuranı anlayabilir? Ve bu kitabın muhatabı kim olabilir?
    kurana edebiyat eseri muamelesi yapıp onu geliş amacından izole etmek kitabın içeriğindekilere ihanet etmektir. bu kitabın çevirisi hakkındaki düşüncelerimizde dikkat etmemiz gereken noktanın bu olduğunu düşünüyorum.aksi takdirde yani kitabın çevirisinden kuran anlaşılamaz deniyorsa, kitabın evrensellik savunusundan taviz vermek zorunda kalırsınız.
    Yanıtla
  22. Hayır; Sn. Adsız! Sn. Betul -tahmin ediyorum- ateistlerin de tilkiler gibi kuyruğu var mıdır diye merak ediyor?!

    Tahmin ediyorum, Kurân'ı ve İslâm'ı tenkide veya tahkire kalkışan ateistler içinde kâinatın nasıl olup da "yaratıcısız" var olabileceğini ispat edebilen bir "tilki" var mıdır diye merak ediyor?!

    Doğrusu ben de böyle bir "tilki"nin var olduğunu zannetmiyorum! Buna mukabil, eğer tilkiyi bulursam, kuyruğunun kendisine şehâdetini ayrıca merak edeceğim...

    Ancak görüyorum ki, aslında militan ateistler meydanı boş sandıkları için "tilkilik" yapıyorlar!

    "Vadi tenha olunca, tilki vali olur!" demişler... İman ve İslâm vâdisi boş olmadığına göre, valilik tilkileri kalmaz! :)

    Tengri iyiliğiMİ versin! Âmîn!

    (Muhtemelen, Nişanyan bunu da silecektir amma ben yine de yazdım! Sansürden geçsin diye "Adsız" da yazabilirdim; ama yazmam!!)

    N_S
  23. Her ne kadar çeşitli forumlarda Muhammed diye birinin gerçekte yaşamadığı ve Kur'an'ın kollektif bir eser olduğu iddiaları ve tartışmaları varsa da ben Kur'an'ın ve İslam'ın oluşmasında başrol olarak bir Muhammed'in yaşadığını düşünüyorum; zira bir kişinin tarzını oldukça güçlü bir barizlikle sergileyen bir günlük izlenimi de veriyor Kur'an. Bu izlenimi edinmemi sağlayan özelliklerden biri de, Kur'an'ın birçok yerinde, "Sana falandan soruyorlar, sana filandan soruyorlar..." şeklindeki hitaplardır, tıpkı bu konuya ilişkin ayetlerde olduğu gibi. Sanırım o dönemde de, insanüstü özelliklere sahip olduğunu, keramet ehlinden olduğunu vs. iddia edenler, bu dönemde dahi görüldüğü üzere bir takım kimselerce ciddiye alınıp muhatap kabul ediliyorlardı ki, Muhammed de bunlardan biriydi ve ona da "Peki yağmur nasıl yağıyor? Peki yer niye sallanıyor? Peki ay hakkında ne düşünüyorsun?" gibisinden, yahut deli muamelesi görüldüğünden yakınan ayetlerden çıkarılabileceği üzere "Peki bizim oğlan şu Zülkarneyn şöyle böyle yapmış diyorlar, sen ne biliyon?.." gibisinden sorular geliyordu. Bu konuyla ilgili söz açıldığında da, bir tüccar olarak onca yer gezmiş, onca insan tanımış, onca hikaye, masal, şiir, efsane, haber duymuş, dinlemiş biri olarak İskender'i de bu şekilde kendince Kur'an'a dahletmiştir. Doğrusu nasıl dahletmiştir Allah bilir, ama bugün olmuş hala anlayamadığım şudur ki, onca insan bu kitaba nasıl inanabiliyor? Demek ki tanrı kalbi mühürlemişse, binlerce kitap da okusam nafile. İyi de, ilk emri "Oku!" olan bir tanrının okudukça inanılmaz olması bir paradox değil mi?
    Yanıtla
  24. Siz Kuran-ı yorumlayamazsınız buna yetkiniz yok her kafasına esen onu yorumlayamaz bugün benim diyen din adamları dahi yazılan hakkında yorum yapamazken sizin yapmanız garip.ben bir müslüman olarak Tevrat veya incili okumuyorsam ve merak etmiyorsam Kuran-ı kerim de sizi alakadar etmez..saygısızlık etmeyin Bu ülkede her dil her din her kitap'a saygı varsa aynısını benim kitabıma ve dinime gösterin Saygısızlık erdemli bilgili insanlara yakışmaz..illa bir kitap yorumlayacaksanız Güney doğuda bulunan Orjinal bozulmamış İncili okuyun genelkurmay başkanlığında saklanıyordu tabi vatikan gerçekleri görünce oradan o incil uçmadıysa.. İncilin sonunda yazanda Hristiyanlara bir çağrı ; Benden sonra gelecek olan Peygamber son peygamberdir Hak din İslam dinidri'' sanırım bu ve buna benzer bir yazının orjinal ve Hz.isa tarafından söylenmesi Vatikanın çok canını sıkardı? haksızmıyım? 2.5 milyar hristiyanın bu çağrıyı okumasını sizce vatikan denen bozuk düzen istermiydi? gidin siz kendi kitaplarınızı ve bozulmuş içerikleri tevsir edin..saygısızlık etmeyin..her dine her kitaba saygım var ben nasıl bir müslüman olarak Tevrata incile Hz. isaya inanıyorsam ve varlığını kabul ediyorsam ( ki etmeyen Müslüman zaten müslüman değildir ) sizde sesinizi kesin kendi dininize bağlı olun..Allahın selameti Üzerinize olsun.. dinle kitapla peygamlerlerle uğraşmayın..canınızın ve öldükten sonra ne olacağınızın derdine düşün..

    Yanıtlar


    1. Aynı yazının içinde hem incili ve Tevratı okumadığını ve merak etmediğini söyleyip, sonra birde incilden biliyormuş gibi referans getirmeye çalışıtın ya la..

      Sonra bir de gez düşün "yahu bunlar bize ne cüretke cahil diyorlar?" diye demi?
    2. Neden zorbalık yapıyorsunuz ey adsız kişi. Sevan bence gayet ılımlı düzgün bir insan. İnanmadığı bir şeyin peşine düşmeyin diye insanları ikna etmeye çalışıyor. Niye susacakmış ki? Ateistler arasında gördüğüm en düzeyli tezleri ortaya koyan birisi. İnsanlara zulüm ya da baskı yapmıyor, eğer kuranı biliyorsan bizim savaşımız ancak savunmak için olur. Sevan da saldırgan falan değil. Niyeti de gayet açık, gizli bir olay yok.
  25. Merhaba Sevan Bey;

    Ben sizi yakinen takip eden, pek çok defa canlı dinleyen ve kendini agnostik olarak tanımlayan biriyim. Yazılarınızı büyük bir hayranlık ve ciddiyetle okur, notlarımı alırım.

    Ancak bu makalenizde kafama takılan şeyler var.

    Burada Kehf suresinin süryani metinden daha önce indirildiğinin düşünüldüğünü belirttiğiniz halde Kehf suresi süryani metinden alıntıdır diyorsunuz. Daha önce başka bir okurun da yorumunda belirttiği üzere tezinize ters yönlü bir etkileşme olamaz mı?

    Kehf suresindeki Zulkarneyn ifadesi çift boynuzlu demek olması ve Iskender'ın 3 YY'dan beri bu ifade ile anılması tezinizi yani Kuran'ın Süryanı metinden esinlendiğini destekliyor.

    Ancak bunun dışında bir falso göremedim ben. Yani Muhammed Zulkarneyn'in maceralarını anlatmış olabilir ve Suryani şahıs da bunu propagandasına uyacak şekilde modifiye etmiş olamaz mı sizce?

    Açıkcası sizi neyin bu kadar net bir şekilde Kuranın sonradan etkinlenmiş olmasına ikna ettiğini anlayamadım. Ama Sevan Baba böyle iddialı bir başlık atıyosa ben kaçırmışımdır diye düşünüyorum. Çok rica etsem kısa da olsa bir açıklama yapabilir misiniz?

    Şimdiden çok teşekkürler
  26. Kuran'ın sonradan hadislerle birlikte oluşturulduğunu söylüyorsun da sen hadis okudun mu hiç Sevan? Cehaletin, saçmalığın, mantık hatalarının cirit attığı bir mecradır hadisler. Bu da onu derleyenin hadisleri derleyenler olamayacağını ortaya koyuyor zaten. Bu tezin çürüdü mü?

    İkincisi sana zülkarneyn'i sorarlar deniyor ayette. Şimdi bu ayete göre daha evvelden dolaşan rivayetler olduğunu anlamaktayız Zulkarneyn hakkında. Sen diyorsun ki bu ayetler sözlü olarak aktarıldı yoksa skandal olur falan, o zamanki siyasi olayları vahiy olarak yazılı sunmak uygun olmazdı diyorsun. İlk tezime göre sonradan yazılmış olmadığını görüyoruz Kuranın.Ve ayrıca koca bir topluluk içinde Muhammed ve çevresinin Kuran'dan sıkı bir şekilde öğrendiği iyilik ve dürüstlük çerçevesinde bunu dinleyen adamlar hiç sorgulamadan eyvallah dedi öyle mi? Yazmış gibi olmadı yani bu şekilde? Şarkılar türküler okundu yutuldu diyorsun...

    Üçüncüsünü zaten arkadaşlar söylemiş süryani metinlerde kurandan kopya yapılması pek mümkün görünüyor. Aşırı varsayımlar var, evet kuşku uyandırıyor bu araştırmalar ama sen yazmaya devam et bunları Sevan, bilelim, bilelim ki daha doğru bir yol seçmekte daha kararlı olalım. Teşekkürler.

    Yanıtlar


    1. Said Jarah Zülkarneyn hikayesi gerçekdışı, hurafe, saçma bir hikaye. Büyük İskender'in kendi tarihsel kişiliğiyle ilgisi olmadığı gibi, mesela yukarıda Onur adlı arkadaşın da değindiği üzere dünyanın düz olduğunu zımnen kabul eden bir hikaye ve bu hikaye hadiste değil, Kur'an'da yer alıyor. Yani Muhammed kendisi yanlış biliyor olsa "Olabilir" deriz, neticede Muhammed de bir insandı. Muhammed'in dünyanın düz olduğunu veya Büyük İskender'e dair bu gerçekdışı anlatının sahiden yaşanmış bir olay olduğunu sanması onun peygamberliğine halel getirmez ama ya Tanrı dünyayı düz sanıyorsa? Yani burada temel problem Tanrı'nın sözkonusu dönemde revaçta olan muhabbetlere değinip birşeyler söylüyor olması çok problemli bir konu değil ya da ilk kimin yazdığı da değil mesele, mesele atıf yapılan metnin tümüyle ideolojik/politik amaçlarla üretilmiş bir saçmalık olması ve Kur'an'ın bu metni kozmik bir gerçekliğe dair bir kıssa olarak ciddiye alıyor olması. Ortada sahiden ciddi bir problem var.
    2. Dünyanın düz olduğuna dair hiçbir gönderme yok burada hocam, yapma allah aşkına, Zulkarneyn'in büyük iskenderle ilişkisi olmadığı kesin zaten, bu ilişkiyi kuran Tanrı değil insanlardır. Ben zülkarneynin henüz dünyaya geldiğini bile sanmıyorum, gelecekteki bir olay anlatılıyor burada belli ki, Tanrının siyaset yapmasıyla alakası yok yani bunların, siyasete malzeme yapan insanlıkla alakalı bir durumdur bu. Ayrıca o zamanlardaki olayların, olguların yüzde 80'ini bilmiyoruz, ayetleri o zamanın güncelliğinde geriye dönük değerlendirmek için çok iddialı olmak lazım, iddialarımızın da yüzde 90'ı zan oluyor heralde bu durumda. Zan ile iş yapacaksak zaten bu dünyada yaşamayalım olsun bitsin.
    3. "Kuranı Muhammed yazdı" varsayımıyla okusan yüzlerce ifade çıkarabilirsin kuranda bilimsel olarak yanlış olan. Ama bir de şöyle düşünmek lazım arada "bu cümleleri gerçek bir tanrı da söylemiş olamaz mı?". Bu açıdan bakıldığında bilimsel çelişki dediğiniz şeylerin zandan başka bir şey olmadığını anlarsınız. Kaldı ki kuranda dünyanın yuvarlak olduğuna dair çok güçlü edebi kelimeler kullanılmış bazı yerlerde, bilimsel olarak tam aksini düşünen birisinin bu kelimeleri kullanması çok beklenen bir durum değil.

      Mesela dünyanın döndüğü,

      "Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır." (Neml, 27/88)

      Küresel biçimde olduğu,

      "Allah geceyi gündüze dolar, gündüzü de geceye dolar.” (Zümer, 39/5)

      Bunlar açık olanlar. Bunlar gibi daha bir çok gönderme de var. Şimdi bunları hesaba katmayıp direk negatifi alıp koymak iyi bir muhakeme olmuyor haliyle.
  27. yanlış anlaşılmasın, ben bir ateistim ve bu hikaye daha öncesinde kulağıma çalınmış olduğu için gerçeğini araştırma ihtiyacı duydum ve sevan beyin bu yazısına denk geldim.

    ben bu hikayeyi kurandan yüzyıllar önce kaleme alınmış, büyük iskender ile ilgili gerçeklik dışı bir efsane zannediyordum. muhammedin bu hikayeyi kurana uyarlayarak çift boynuzlu iskendere de zulkarneyn diyerek güzel bir hikaye ortaya çıkardığını sanıyordum.ama şimdi öğrendim ki kehf suresinin indirildiği iddia edilen tarih bu hikayenin kaleme alınışından önce. üstte birileri daha sormuş ama ben açıklamayı tam anlayamadım. hikaye mekkeden mezopotamya tarafına yayılıp iskendere ve zamanın politik olaylarına uyarlanmış olamaz mı?

    amacım muhalefet değil, gerçekten açıklamayı anlayamadığımdan soruyorum.
  28. Ben de Sevan Bey'den bu yazıyı okur okumaz araştıma yapmaya başladım.
    gerçekten öğrenmek için soruyorum. araştırmalarıma göre kehf süresinin zürkarneyn hikayesini de içeren büyük bir kısmı mekke'de 69. sırada inmiş olduğunu öğrendim (kuran.diyanet.gov.tr). Yine diyanete referans vermiş internetteki bir diğer kaynaktan surenin 7. yılda mekke'de indiğini öğrendim. "Diyanet, bu belgeyi yayınlamakla birlikte mutlak doğru olarak kabul edilmemesi gerektiğini not olarak düşmüş." diyor aynı kaynak. Elimde bulunan Muhammed Esed'in Kuran Meali ve Tefsirinden bu surenin yine Mekke'nin son dönemlerinde indiğini öğrendim.

    Kuran'ın ilk 12 yılı Mekke'de, toplamda 23 yılda indiği biliniyor. 610'da inmeye başladığı bilgisi doğru kabul edilirse bu kaynaklara göre Kehf süresi ve ilgili ayetleri 622'den önce inmiş oluyor. Fakat Sevan Bey'in anlatımında İskender Menkıbesinin yazılma tarihinin 629'dan önce olamayacağı söyleniyor.

    Bunu bir açıklığa kavuşturabilir miyiz? Acaba Menkıbe tek seferde oluşturulmamış olabilir mi? Bir bölümü daha önce tamamlanmış olabilir mi?
  29. Zülkarneyn konusunu anlamak istiyorsanız şu herifi okuyun. Adam bol küfür kullanıyor okuyucuyu da pek umursamıyor, bilgilerini taze tutmak için bir taslak olarak blogu kullandığını söylüyor ancak herif acayip donanmlı tam felsefe hastası bir araştırmacı. Kritik düşünceye sahibi yarım cümlelerde kaybolmam diyorsanız ben bu heriften okumanızı öneririm.

    http://adilbak.blogspot.com.tr/2014/05/zulkarneyn-kissasi-ilmi-yonu.html
  30. İnsanların en doğru sözlüsü hakkında şüphe hissedebilen insana sadece acırım. Yeryüzünde her şey tartışılır ve tartışılabilir. Üç şey hariç. Çünkü tartışmaya ne yer ne mahal vardır. Onlar da: 1.Allah'ın varlığı, 2.Allah'ın bir olması ve 3.Hazret-i Muhammed'in sıdkı, ihlası ve tarihin 1500 yıldır aksini ispat edemediği doğruluğu.

    Ben bu konulardaki imanımı ve itmi'nanımı Risale-i Nur Külliyatının ilgili kısımlarını okuyarak elde ettim, pekiştirdim. Altıbin sayfanın hepsini okumasanız da olur. İlgili sayfalar altmış sayfayı ancak bulur. İnsanoğlu eceli gelmeden önce iman meselesini halletmelidir. Bence o sayfaları bir an önce bulun ve okuyun. Bir bilim adamının, iman hususunda bilim adına şüpheler taşıması onun için anlaşılmaz bir durumdur. Saygılarımı sunarım.

    Yanıtlar


    1. Tartışılmaz dediğin imanını, tarih boyunca yorumcular arasında sürmüş bir tartışmanın ürünü ve/ya durağı olan Risale-i Nur Külliyatının ilgili bölümlerinden elde etmiş olman dudak uçuklatıcı.
  31. Yecuc mecuc için şu destanına bakın. Saka turkleri hapsolmuş ve onun soyu hazarlar seddi delmişler (Ergenekon destanı) hazarlar seddi deldiğinde hadisde gedik açıldı yalaşan tehlikeden dolayı vay arabın haline. Evet yecuc mecuc bugünkü aşkenaz yahudilerdir. Aslen turklerdir.
  32. Yazılara devam hocam. Bazı çıkarımlarınız ikna edici değilse de genel olarak yazdıklarınız sayesinde daha çok sorguluyor ve daha çok merak ediyoruz. Sanıyorum bu sonuç sizin için de tatminkardır.
    özellikle etimoloji, resmi tarih ve din hakkındaki yeni yazılarınızı bekliyoruz.