Friday, August 23, 2019

Türk asıllı bir Rum İtalya'da Türklerin Kürt olduğunu söylemiş

Theodoros Gazís (Γαζής) 1400 yılı dolayında Türk yönetimindeki Selanik’te doğmuş. Babasının Türk, anasının Rum olduğunu bir mektubunda belirtiyor. Soyadı yahut lakabı belli ki Gazi. Batı kaynaklarında Theodore Gaza olarak geçer.
1430’ların sonunda Selanik ikinci kez Türklerin eline geçince İtalya’ya göçmüş. 1447’de Ferrara Üniversitesi’nde Yunanca profesörü olmuş. Namı dünyaya yayılınca papanın davetiyle Roma’ya gitmiş. Aristoteles’in eserlerinin yeni Latince çevirilerini hazırlamış. De animalibus ve Problemata ile Theophrastus’un Historia plantarum çevirileri online bulunabiliyor. Ayrıca Cicero’nun bazı eserlerini Yunancaya çevirmiş. Kuzey Rönesansının piri sayılan Rudolph Agricola bunun öğrencisiymiş. Agricola’nın öğrencisi ve takipçisi olan Erasmus, hocasının hocası olan Gaza’nın dört ciltlik Yunanca Grameri’ni kısaltarak Latinceye çevirmiş, övücü bir de önsöz yazmış. Yüzyıllarca üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuş.
Türk asıllı olduğu kendi çağında biliniyor olmalı. Talep üzerine Türklerin kökenine dair De origine Turcarum başlıklı bir risale yazmış. Bunun Yunanca ve Latince tam metnini Leon Allatius’un 1653 Zürich basımı Symmikta sive Opusculorum Graecorum et Latinorum... adlı derlemesinin 2. cilt 383. sayfasında buluyoruz. Gülümseten bir polemik. Türklerin Orta Asya’dan geldiğini iddia eden Gemistus Plethon’a karşı, 11. yy tarihçisi Skylitzes’e istinaden aslında Kuzey Kafkasya’dan geldiklerini ve Kürtlerle (Curtii) muhtemelen aynı millet olduklarını savunuyor. 
(İstanbullu olan Plethon ile Gaza’nın yaşam öyküleri paralel. Gaza’nın Ferrara’da kurduğu akademiye karşılık Plethon Floransa’da akademi kurmuş, İtalyan Rönesansının kurucu babaları arasında yer almış. Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları anlaşılıyor.)
Çıkardığımız sonuçlar: 1. Türklerden kaliteli adam çıkıyor. 2. Türk milli-siyasi-entelektüel ortamının dışında yetişenlerden daha çok çıkıyor.

Düzeltme ve özür
Theodoros Gazis'in adına rastlayınca "Türk olmalı" diye düşündüm: Bizans'ın son demlerinde Türk ismi taşıyan eşraf ve erkan çoktur, Achmetes'inden Tarchaniotes'ine kadar. Kısa bir Google aramasında babasının Türk olduğu ve ünlü hümanist Filelfo ile mektuplaşmasında buna değinildiği bilgisine ulaştım. Devamına bakmadan bu notu yazdım.
Şimdi ne kadar arasam arayayım, bu bilginin aslına ulaşamıyorum. Hayal mi gördüm? Kuşkulandım ama pek de sanmıyorum. Filelfo-Gaza mektuplarının tamamına baktım (gallica.bnf.fr/ark:/12148/bpt6k5439025d.texteImage), böyle bir konu geçmiyor. P. Luigi Leone'nin yayınladığı Theodori Gazae Epistolae (Napoli 1990) nihai referans olmalı, ama online kopyası bulunmuyor maalesef.
Bu durumda, özür dileyerek, yukarıki yazıda yanılmışım demekten başka çare yok. Γαζής adının "gazi" anlamına geldiği şüphesiz, ama 14. yy sonunda Selanik'te kimler bu unvanı kullanırdı, benim uzmanlığımı aşan bir konu.

Wednesday, August 21, 2019

Vurdum hakim bey, ama sebep nedir sor

Latince causa, nihai kökeni bilinmeyen bir hukuk terimi: “dava, iddia, yargıya taşınan konu” Ac-cusare “birini dava etmek, hakkında iddia ileri sürmek, suçlamak”. Ex-cusare “davadan vareste etmek, mazeretini kabul etmek”. Re-cusare “karşı-dava açmak”. İkincil anlamı Cicero zamanından (MÖ 1. yy) itibaren belirmiş: “dava konusu olan şey, bahis mevzuu, sözü edilen şey”. Bu ikinci anlam Ortaçağdan itibaren ağır basacak, Fransızca chose “şey”, İtalyanca ve İspanyolca cosa “dava, şey” biçimlerine evrilecek.
Causatio klasik dilde “mazeret, gerekçe”, sanırım “kendi lehine iddia etmek” gibi bir anlamdan. Ayrıca tıp dilinde “hastalık” demek, aynen Türkçe mazeret gibi. Accusativus gramerde adın +i hali, Yunanca αιτιολογικός’tan direkt çeviri, “hakkında iddia ileri sürülen şey, yüklem”. Aynı anlamda causativus da kullanılıyor, mesela Priscianus sf. 671, “eyleme konu olan şeyin adı”.
Soru şu. Klasik dilde causa “sebep” anlamında kullanılır mıydı? “Vurdum hakim bey, ama sebebi neydi sor” anlamında evet, var, belirgin, problem yok. Ama “hastalığın sebebi yüksek tansiyon” anlamında objektif sebep kastedilmiş mi? Antik çağda öyle bir kavram var mıymış? Yani eski insanlar muraddan (iradeden) veya mazeret beyanından bağımsız bir neden-sonuç kavramına ulaşmışlar mı? Ulaşmışlarsa ne zaman ulaşmışlar?
Epey aradım, ama bu sorulara tatmin edici bir cevap bulamadım. Net olan şu: 13. yy’dan itibaren skolastik felsefede causa’nın yeni moda anlamı: ampirik olarak daima b’den önce gelen, dolayısıyla tümevarım mantığında onun zorunlu öncülü kabul edilen a. Kavramı ilk kez geniş şekilde işleyen Roger Bacon sanıyordum, sene 1270’ler, ama 1170’lerde Aquinas’ta da . (bu anlamda) mevcutmuş. Du Cange sözlüğü Latince yeni anlam için en erken 1170'leri veriyor. Fransızca ve İngilizce cause 1310’lardan itibaren görülüyor. Fransızca chose ile kökende aynı kelime, fakat chose avam dilinden gelmiş, cause ise “okullu dili”. Elit icadı bir kavram.
*
Yunanca aitía αιτία esasen “mesuliyet, suç, kabahat”. Hukuk dilinde “mesnetsiz suç atfı, soyut iddia”. Daha genel anlamda “iddia, bir şey ileri sürme”. Kavramı felsefeye taşıyan Aristoteles’tir. Fizik 194 vd. ile Metafizik 983 vd.’da saydığı dört çeşit aitía hammadde (materia), biçim yahut taslak (forma), eyleyen (agens, efficiens) ve maksat’tır (finis). Aitía kavramı Latinceye her zaman causa diye çevrilir, İngilizcesi de mecburen cause olmuştur. Lakin burada sayılanların hiç birini modern anlamda “sebep, neden, cause” kavramıyla eşitleyemeyiz. Açıkça sanat/imalat modelinden esinlenmiş, iradî ve insan-odaklı (antropomorfik) bir açıklama çerçevesi kurulmuştur. “Mesul kim veya ne” sorusuna cevap aranmıştır. Anonim, iradesiz bir korrelasyon anlamında neden-sonuç ilişkisi tasarlamak için henüz vakit erkendir.
Geç Antik çağın Yeni-Aristocuları o adımı atmış olabilirler mi? Evrenin İlk Neden’i (prima causa) olarak tasarladıkları Tanrı kavramı o denli soyuttur ki, belki iradeden bağımsız bir korrelasyonlar sistemi anlamında nedenselliğin ilk ifadesi sayılabilir. Ama şimdi kim oturup da Porphyrios yahut Augustine okuyup ne demişler anlamaya yahut hatırlamaya çalışacak?
*
Arapça sebeb سَبَب bildiğiniz “ip, urgan” demek. Kuran’da dokuz defa geçer. Dördünde basitçe ip ya da daha geniş anlamda “bağ” demektir, beşinde mecazi anlamda “yol, ulaşım” kastedilmiştir. “Aralarındaki bağlar kopacak”... “tavana bir ip çekip kendini assın”... “onlara bir yol (ulaşım?) verdik” ... “Göklerin ipine/yoluna erişirim”.
Bugün kullandığımız anlamı en geç 10. yüzyılda belirmiş görünüyor. 15. yüzyıla ait Kamus’ta tanım şöyle:
“Bir şeye ulaşmaya araç ve alet olan şey”. Lane sözlüğü, kaynak belirtmeksizin, “asli neden değil özellikle ikincil veya arızi neden” demiş. Yani bir sonuca yol açan ilk irade değil, o iradeden sonuca varan ara basamaklar, ki hem “ip, bağ” kavramına tam uyar, hem de modern/bilimsel nedensellik kavramına giden yolda son derece elverişli bir soyutlamadır.


12. ve 13. yüzyılların tüm skolastik felsefe kavramları gibi sebeb = cause kavramı da batıya Arap medresesinden aktarılmış olabilir mi acaba?,
*
Arapçada nedenselliğin çeşitli nüanslarını ifade eden diğer kelimelerden aklıma gelenler: ˁillet (neo-Osmanlıca ˁilliyet var “nedensellik” anlamında), ˁiye (daha ziyade “gerekçe”), mahall (“bir sıkıntıya mahal vermeyiniz”), mucib, hatta galiba vech (ol vechile = o yüzden).
Sebeb yokken EskiTürkçede ne denirdi diye sormuş birisi. Kaşgarlı’yı didik didik ettim bulamadım. Korkarım o anlama gelen bir kelime yokmuş.
Olmaması da normal herhalde, eski Latincede de (1100’lerden önce) yokmuş görünüyor, İngilizce ile Fransızcada haydi haydi yokmuş, Arapçada da sebeb ne zaman o anlama gelmeye başladı kestirmek zor.
Dil(ler) evriliyor. İnsan aklı da onunla beraber evriliyor. “Atalarımız ne derdi, biz de öyle diyelim” sevdasına tutulanlar yavaş yavaş mağara yaşamını araştırmaya mı başlasalar?

Sunday, August 18, 2019

Yer Adları bitti, gözümüz aydın

Yer Adları çalışmasına 15 veya 17 Eylül 2009’da başlamışım. Fikir Everest Yayınları yönetmeni Vedat Bayrak’tan geldi. O günlerde Kürtçe yer adlarının iadesi meselesi gündemde, Sevan Türkiye’de Cumhuriyet döneminde değiştirilen yer adlarının envanterini çıkaralım mı? “Kolay”, dedim, elbette bunun bir yerde listesi vardır. Derleriz, internetten tamamlarız, bir iki aylık iş.
Ortaya çıktı ki öyle bir liste hiçbir yerde yoktur. Devlette de yoktur. 1968’de İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı liste eksiktir, feci hatalarla doludur. 1928’den önce değiştirilen adların dökümü hiçbir yerde yoktur. Ülkeye sonradan katılan Artvin, Kars ve Hatay illerinin eski isim listesi yoktur. Mezra ve mahalle adlarının doğru dürüst listesi yoktur. Evvelce mezra ve mahalle iken 1968’den sonra köy olan yerlerin dökümü yoktur. Adı iki kere değiştirilen yerleri takip etmek imkansız gibidir.
İlk rauntta yedi ay çalıştım, Nisan 2010’da kitabı yayınevine teslim ettim. Adını Unutan Ülke adıyla çıktı. Beni çok tatmin eden bir iş olmadı. O vesileyle bir de web sitesi tasarladım. Tüm yerlerin koordinatlarını internette bir yerden bulup indirdik, Google haritasına uyarladık. Ortaya çıktı ki kırk bin yerin en az altı yedi bini tam yanlıştır, gerisi de az veya çok kayıktır. Bilgisayarcı Gökhan bir map edit sayfası hazırladı. Kışın vakit çok, otelde çalışan kızlardan ikisini görevlendirdim. Dört beş ay uğraşıp haritayı epey düzelttiler. Yetmedi gerçi. Sonraki yıllarda ben o haritada tam 18.913 kez daha düzeltme yapmışım, veritabanında kaydı var. Google ve Yandex’in haritaları da arada geçen zamanda çok gelişti, onu da itiraf etmek lazım. Sırf onlara yetişmek için harcadığım mesaiyi tarif edemem.
Kitap çıktıktan sonra, projeyi geliştirmek için, o zamanlar etkinliğinin zirvesinde olan TESEV’e başvurdum. Ufak bir sponsorluk sağlamayı kabul ettiler, sağolsunlar, 3000 dolar gibi bir şey kalmış aklımda. Onunla genç bir stajyeri görevlendirip 1946 Meskun Yerler Kılavuzu’ndan beş bine yakın yeni yer adı ekledik. Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Değiştirilen Yer Adları başlıklı raporum Nisan 2011’de basıldı.
Devamı gelmedi. Bir buçuk yıl kadar yer adlarını unuttum. Etimoloji sözlüğümü geliştirmekle uğraştım. Hatırlarsınız, İslam dini üzerine uzun bir polemik dönemine girdim; epey İslam tarihi okudum.
2013 Şubatı olmalı, yeniden geldiler. Değişmeyen adları belgelemedikçe değişen adları listelemenin pek bir anlamı olmadığına kanaat getirdim. İçişleri Bakanlığı’nın 1928’de eski yazıyla yayınladığı elli bin köy, mezra, mahalle adı içeren Köylerimiz listesini baştan sona sisteme aktardım. Deli işidir. Eski yazının alfabe sırası başka, idari yapılanma hiç durmadan değişmiş ve kitabın genel indeksi yok! Buna rağmen sekiz dokuz aylık mesaiden sonra oradaki yerlerden %85 ila 90 kadarını bugünkülerle eşleştirmeyi başardım. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri GM’nün yayınladığı eski Osmanlı tahrir defterleri ile ele geçirebildiğim geç devir Osmanlı vilayet salnamelerini de o dönemde taradım.
Sonra cezaevine girdim. Dört yıl için konu kapandı. Site yüz üstü kaldı. Bir daha da dönmem o mevzuya diye düşündüm.
*
2018 Mart başında Halim ile Selim’i yatağa koyduktan sonra siteyi biraz adam etme niyetiyle yine yer adlarına döndüm. Bir de ne görelim? Eskiden ağırlığınca altın versen bulamayacağın antika Kiepert haritalarının hepsi internete inmiş. O yetmemiş, Erkanı Harbiye’nin 1910’larda yaptırdığı eski yazı askeri haritaların hepsi olmasa da çoğu TBMM Açık Erişim Sisteminden halkımızın nazar-ı tedkikına açılmış. Yumuldum. Toplam 180 pafta kadar haritayı didik didik inceledim. 15.000’e yakın yer adı kaydettim: 1928 listesinde olmayan yerler, 1928 listesinde yanlış yazılmış ya da adı değişmiş yerler, olanların alternatif adları, ikiye bölünmüş ya da birleşmiş köyler, yanlış yere kaymış mahalleler, başka köye aktarılmış adlar... Bu iş beni yaklaşık bir yıl uğraştırdı. Gözlerim eskidi. Bir yılda iki kez yakın gözlüğü değiştirdim.
Geçen yılın sonlarında antik Yunan ve Roma yer adlarıyla uğraştım. O devirlerden günümüze gelen 1500 küsur yer adının tam olarak en erken hangi tarihte kaydedildiğini belirleme sevdasına düştüm. Yüze yakın eski Greko-Romen ve Bizans yazarının, bir sürü arkeoloji dergisinin varsa indeksini yoksa OCR’lenmiş pdf’ini tarayıp yer adı avladım. Bir yerde mutlaka hazırı vardır diye düşünüyorsun ama yok. Varsa da güven olmaz. Bazı bilgiler on, yüz, bin defa aktarılınca olmadık deformasyonlara uğruyor. Hayali kent adları türüyor, yinelendikçe kendine özgü bir hayat kazanıyor.
Bu yılın Ocağında dipnotlarla kaynakçayı derlemeye başladım. Matbu kitapta karınca yazısıyla 21 sayfa, 819 kalem tutan kaynakçayı tam bir şekle sokmak üzereydim ki, Şubat’ın ilk günlerinden biri, tek bir yanlış SQL komutuyla, hepsini uçuruverdim. Uzun zamandır backup almamıştım, düğünden önce işi bitirme hırsıyla o ara çok verimli iş çıkarmıştım. Yıldım. İki ay çalışamadım.
Sonra gene kolları sıvadım. Eski Yunan ve Bizansları yeni baştan taradım. Eskisinden de güzel bir kaynakça çıkardım. Arada TBMM sisteminde eksik olan Erkanı Harbiye paftalarından onunu Fransa Ulusal Kütüphanesinde buldum, onları da işledim.
Bir ara niyetim, Türkiye yer adlarında geçen çeşitli dillerden yapım unsurlarını ufak bir etimolojik sözlük haline getirmekti. En az bir iki yılımı alacak işti, gözüm korktu. Eldeki malzemeyi önsöze eklemeye karar verdim. 75 sayfalık bir önsöz yazdım. Türkçe, Yunanca, Ermenice, Kürtçe, Arapça, Gürcüce ve Lazca birer yer adları sözlükçesini oraya ekledim.
Önsözü biliyorsunuz, 5 Ağustos’ta noktaladım. Veritabanında paramparça tablolar halinde duran malzemeyi tek bir metin olarak derlemek işin her zaman zevkli kısmıdır. Anormal konsantrasyon gerektirir, günde on beş saat nefes almadan çalışacak kondisyon da cabası. Son on gün onunla geçti. 19 kolon çarpı 114.000 satırlık tabloyu Excel’de yahut Word’da çalışmak kolay iş değildir, bilen bilir. Çok uyanık olman, kestirme çözümler arayıp bulman gerekir, yoksa makina bayılıverir. Günde iki paket sigara ve birkaç litre kahve gücüyle o iş de başarıldı.
Bugün hepsini derleyip topladım. Noktalı virgülleri düzeltip, haritaları trimleyip, son dakika Midyat ve Gercüş bilgileri ekleyip, ara başlık puntolarını gözden geçirip, düz tırnakları çengelli tırnağa çevirip, Word hayvanının bozduğu büyük I’ları büyük İ’ye döndürüp, simgeler tablosunun çerçevesini adam edip... topunu yayınevine yolladım. Bitti. Benim büyük sözlük boyutunda tam 1834 sayfalık bir monster oldu,  16 x 24 cm, tıklım tıkış çift kolona 9 punto dizili. Bakalım basabilecekler mi. O boyda tek cilt basabilen matbaa yahut ciltçi bulunur mu? İki cilt mi yapalım diyecekler? Sevan manyaksın, bırak allaşkına, kısalt şunu mu diyecekler? Göreceğiz.  

Bana geçmiş olsun. On tam yıldan bir ay eksik sürdü, bitirdim. (Sigara deliliği de üç hafta sürdü. Bugün bıraktım. Olur bazen böyle.)

Monday, August 12, 2019

Bagratuniler kimdir

"Bagratuniler" hakkında birtakım eblehçe komplo teorileri belirli çevrelerde çok duyulmaya başladığından kısa bir açıklama faydalı olabilir.

1. Bagratuni (Batı Erm. telaffuzu Pakraduni, 
Gürcüce Bagrationi) bir HANEDAN (sülale, beylik) adıdır. Kavim veya aşiret değildir.
2. Ermeni kaynaklarında 4. yy'dan itibaren anılır. İlk egemenlik sahası İspir ve Bayburt bölgesidir.
3. 5. yy'da yazan Ermeni tarihçi Horenli Movses, Bagratuni hanedanının kurucusu Bagrat'ın Kral Davut (Davut Peygamber) soyundan olduğunu ve Kral Vağarşak zamanında (MÖ 2. yy) sürgün olarak Yahudi ülkesinden Ermeni ülkesine geldiğini bildirir. Bu ifade iki türlü yorumlanabilir:
a) Davut soyu aynı zamanda Hz. İsa soyu olduğundan, Bagratuni hanedanı övücüsü mutaassıp bir kişi olan Movses patronunu yüceltmektedir.
b) MÖ. 2. yy'daki Yahudi ayaklanmasının bastırılması esnasında Selevkos kralları belki o ayaklanmada rol alan bazı Yahudi önderlerini, kendi hakimiyetleri altında olan Ermeni ülkesine sürmüştür.
4. 8. ve 9. yy'larda Arap yanlısı bir politika izleyen ve Abbasi halifelerince ödüllendirilen Bagratuni hanedanından Aşot, 9. yy sonlarında Arap egemenliği çöktüğünde Kars ve Ani'de "Ermeniler Kralı" unvanıyla taç giymiştir.
Krallığa 1020-1040 yıllarında Bizanslılar son vermiş ve son Bagratuni krallarını aileleriyle birlikte Kayseri yöresine sürmüştür. Ailenin soyunun 12. yy'dan sonra sürdüğüne dair hiçbir belirti yoktur.
5. Ailenin Artvin-Yusufeli'nde hüküm süren kolu 11. yy başında Gürcistan kralı olarak taç giymiştir. Bu hanedan 19. yy'daki Rus işgaline dek sürmüştür. Halen o soydan gelen kişiler Paris, Madrid ve Moskova'da yaşar.
6. 1500 yılı aşkın bir süre tarihte rol oynayan Bagratuni sülalesinin üyelerinin Yahudilik iddia ettikleri ya da Yahudilik davası güttükleri duyulmamıştır. Bu yöndeki iddialar, birtakım paranoyak Türk Nazilerinin saçma sapan fantezilerinden ibarettir.

Thursday, August 8, 2019

"Türkçe" nedir?

1720 yılında sadrazam Damat İbrahim Paşa yeniden imar ettiği kente Nevşehir adını verdi. Adı oluşturan birimlerin her ikisi de aslen Farsçadır. Nev “yeni”, şehr “beylik, belde”.
Fakat bu ismi Farsça değil Türkçe sayıyoruz. Çünkü Osmanlı Türkçesinde “doğru” ve “anlamlı” kabul edilen bir yapıda inşa edilmiş, Türkçenin egemen olduğu bir kültürde anlamlandırılmış ve kullanılmıştır. Türkçe bilen fakat Farsça bilmeyen birine 1721 yılında “bu adın anlamı ne” diye sorulduğunda, doğal olarak yanıt verecekti.
Dil bir kurallar sistemidir. Kurallar zaman içinde değişebilir, hatta kaçınılmaz olarak değişir. Ancak verili herhangi bir anda o dili bilenler son derece karmaşık bir kurallar sistemini içselleştirirler. O kurallara uyan dil eylemlerini “doğru” ve “anlamlı”, uymayanları “yanlış”, “anlaşılmaz”, “bozuk”, “yabancı” veya “eskimiş” olarak algılarlar. Dili kullananlar muhataplarının neyi anlamlı, neyi anlamsız bulacağını çok net olarak bilirler; o anlam sistemine ayak uydurmaya özen gösterirler.
Kelimelerin  arkaik kökeni sadece dil arkeologlarını ilgilendiren bir konudur. Verili anda geçerli olan dil, bu konuya kayıtsızdır. Geçmişte bir kelime mesela Türkçe olabilir; bugünün Türkçesinin kurallar manzumesine yabancıysa Türkçe değildir. Bir kelime falan dilden devşirilmiş olabilir. Bugünün dilinde “doğru” ve “anlamlı” olarak algılanıyorsa, anlamlı cümlelerde kullanılabiliyor ve muhataplarca kabul görüyorsa Türkçedir. Bu kadar basit.
Türkçeyi sadece Türkçe kökenli sözcüklere indirgeme çabası ideolojik bir cinnetin ürünüdür. Kısmen Osmanlı devletinin çöküşünün doğurduğu ulusal travmaya bir tepki, kısmen 1930'larda Nazi Almanyasından yayılan ırkçı teorilerin bir yansımasıdır. Reel dile, yani ideolojik militanlar dahil olmak üzere Türkçe konuşan herkesin benimsediği kurallar sistemine yönelik bir güvensizliğin, hatta nefretin dışavurumudur.
Okullarda öğretilen teorik dil fikriyle reel Türkçe arasına bir bilinç yarılması sokmuş, Türkiye'de ciddi anlamda dilbilimin gelişmesini önlemiş, reel dilin anlaşılması, incelenmesi, hatta sevilmesi önünde neredeyse aşılmaz bir engel örmüştür.

Tuesday, August 6, 2019

Kürtçe yer adları sözlükçesi

Türkiye'de Kürtçe kökenli olduğunu değerlendirdiğim 3200 dolayında yer adında belli bir sıklıkta rastlanan yapı birimlerinden bir seçme. Kürtçe bilmeyen birinin derleyebileceği sözlük bu kadardır. Düzelten ve fikir veren olursa memnun olurum.

Değirmen. Beraş “değirmen yanı”.
Av
Su. Berav “su yanı”, Delav “yalak, oluk, kanal”.
Ava
Tamlamaların ikinci unsuru olarak Farsça/Türkçe abad karşılığıdır. “İmaret, mamure, şenlendirilmiş (imar ve iskan edilmiş) yer” anlamına gelir. Vezîrava, Melkava, Mîrava.
Ayn/Eyn
Arapça ve Kürtçe (özellikle Urfa ve Botan lehçelerinde) “göze”. Çoğu örnekte Arapça ile Kürtçeyi ayırt etmek güçtür.
Ban
Ev, dam. Banasalara “ordu evi, karargâh”.
Bav
Baba. Bavık, Babık “dede” veya “baba” anlamında.
Bavîn
Babalık, baba yerine geçen kimse. Bavîna çoğul.
Baz
Şahin. Ermenice aynı anlamda paz kullanılır.
Belut
Meşe.
Beroj/Beroc
Gün yanı, güney.
Best/Bast
Dere. Bastek “derecik”. Sadece Erzincan havalisinde görülen Brastik muhtemelen aynı sözcüktür.
Bidar
Bidar “ağaçlı”, Bîdar “ağaçsız”. Ayrıca bêdar “yoksul, sefil”. Yerel bilgi olmadan üçünü ayrıt etmek zordur.
Bîr
Arapça ve Kürtçe “kuyu, yer altı kaynağı”. Bîrik ve Bîrke “kuyucak” anlamında. Hakkari, Şırnak ve Siirt dolayında Bê/Bî ile başlayan çok sayıda Süryanice yer adıyla geçişme olabilir.
Çal
Çukur veya su çukuru, kuyu. Çoğul olan Çalkan/Çalxan “makber, mezarlık” anlamına gelebilir.
Çem
Küçük ırmak, akarsu. Çemik “derecik”.
Dêr, Deyr
Süryanice, Kürtçe ve Arapça “manastır”. Dêrik “küçük manastır, kilise”.
Dirêj
Uzun. Dirêjan Malatya ve Adıyaman’da aşiret adıdır.
Dîz
Hisar.
Dol, Dolik
Dere, vadi.
Gamêş
Su sığırı, manda. Gamêşvan “mandacı”.
Gelî
Boğaz, geçit.
Germ
Kürtçe “ılı”. Germav “ılısu, ılıca”. Aynı sözcük Farsçadan alıntı olarak Osmanlı resmi dilinde de görülür.
Gewr
Kır, kirli beyaz renk. Gewrik “kırca”.
Gir
Tepe. Girik “tepecik, höyük”.
Gol
Göl. İrani dillerle Türkçede eski çağlardan beri ortak olan bir kelimedir.
Gund/Gundik
Köy.
Havînge
Yazlık.
Hêştir
Deve veya katır. Hêştirban “deveci”.
Hop
Çok sayıda yer adında görülen bu sözcüğün anlamından emin değilim. Belki “gölet, yapay göl, baraj”.
Jêr, Jêrîn
Aşağı.
Jor, Jorîn
Yukarı.
Kani
Pınar, çeşme. Kanisork “kızılca pınar”, Kaniya Haso “Hasan pınarı”.
Kefer/Kefr
Aslen Süryanice “köy”.
Kela
Kale. Arapçadan alıntıdır.
Kevir
Taş. Kevirgewrik “akçataş”.
Koç
Göç. Koçik, Koçer, Koçgir “göçebe, yörük”. Türkçeden alıntı olabilir.
Kol/Qol
Kesik. Sıfat olarak “bodur, kısa”, ad olarak “hendek, ark” anlamına gelebilir. Kolik, Qolan.
Kom/Gom
Türkçe, Kürtçe ve Ermenice “ağıl, hayvan damı”. Komik/Komk Kürtçe “ağılcık” veya Ermenice “ağıllar” anlamına gelebilir.
Kop/Qop
Doruk, tepe.
Koz
Ağıl, özellikle “koyun ağılı”. Kozan çoğulu.
Kulek/Kûlek
Topal.
Kur
Oğul, evlat, soy, döl, sıpa. Aşiret ve soy adları çoğu zaman kur veya kurik ön adıyla belirtilir: Kurê Musa, Kurikê Etman, Kurêmillî. Kurikan “sıpacıklar” yalnız başına kullanıldığında muhtemelen “Kürtler, Kırolar” anlamına gelir.
Kurdîk/Kurdîkan
Aşiret veya kavim adı.
Kuştiyan
Kanlılar. Genellikle kan davası nedeniyle oluşmuş veya ayrılmış bir köyü belirtir.
Mal
Ev, hane, hanedan. Malabadi “Bad hanedanı”, Yekmal “tek hane” (tek aile anlamında).
Mam
Amca. Mehmed adının kısaltması da olabilir.
Merg
Çayır, otlak.
Mil
Kol. Bazı örneklerde “sülalenin kolu” anlamında milê ön adı melê “molla” olarak yorumlanmıştır. Ör: Mıledirej “uzunkol” > Molla Derveş.
Millî, Milan
Urfa ve Mardin kökenli büyük aşiret. Milan belki “kollu, dallı budaklı” anlamındadır.
Mîr
Bey. Mîran “beyler”, Mîrze “bey oğlu”, Mîrange “beyler yurdu”, Gundemîr “bey köyü”.
Newal
Vadi, dere.
Pag
Harabe, ören.
Pan, Panik
Yassı, yazı, düzce.
Pir
Köprü. Ancak pîr “dede, ata”.
Reş
Kara. Reşik/reşk “karaca”.
Sahrinc/Saxrinc
Türkçe ve Kürtçe “sarnıç”.
Ser
Baş. Serêgol “gölbaşı”, Serçeme “pınarbaşı”, Serpir “köprübaşı”, Serêsipî “akbaş”.
Sêv/Zêwî/Zevî
Sêv “elma”, zêwî “zaviye”, zevî “tarla” anlamındadır. Ayrıca “boğaz, geçit” anlamında zêwik bulunur. Çoğu örnekte ayırt edilemez.
Sipî
Ak. Avasipi/Avaspi “aksu”, Sipîndar “akağaç, kavak”.
Sor
Kızıl. Sorik/Sork “kızılca”.
Şikeft
Mağara, Şikeftikân “mağaralılar”. Çoğu yerde kaya yerleşimleri kastedilmiştir.
Şin
Mai/yeşil. Türkçesi gökçe. Avaşin “gökçesu”. Bazı örneklerde Ermenice şén “köy” yerine ikame edilmiştir.
Şor
Tuzlu yer, tuz batağı. Türkçede aynı anlamda kullanılır.
Tax/Taxik
Mahalle. Aynı anlamda Ermenicede kullanılır.
Xirbê
Tamlanan halinde “ören, viran” (Xirbêxelîl, Xirbêsorik). Arapçada aynı sözcük genellikle xirbet olarak telaffuz edilir. Tamlayan halinde xarab (Bajarêxarab, Tezxarab).
Zer/Zerk
Sarı. Alozerk “sarı erik”.
Zivînge
Kışla.
Zorava
Zorabad, zorla kurulmuş yer. Belki “mecburi iskân” anlamında. Tümü Kürt coğrafyasında 16 örnek.

Monday, August 5, 2019

Türkçe yer adlarının tipik bileşenleri

Türkiye'de 20. yüzyıl başlarından daha eski olan yer adlarının yaklaşık dörtte üçü (30.000 yer adı) Türkçedir.
Aşağıda Türkçe yer adlarında belli bir sıklıkla geçen ve güncel Türkçede anlamı herkes için açık olmayan sözcüklerden bir seçme verilmiştir. Yabancı kökenli sözcükler ancak Türkçede yerlileşmiş ve Türkçe adlar üretiminde kullanılmışsa burada gösterilmiş, aksi halde ilgili dil altında listelenmiştir. Tekil yer adlarına ilişkin daha ayrıntılı bilgi Sözlükte ilgili maddelerde bulunabilir. 
Abad: Tarım ve iskâna açılmış yer. Türkçe ‘ova’ Farsça kökenli bu sözcükten evrilmiştir. Yalakabad > Yalağova > Yalova. Rumca yer adlarında kambos
Abdal/Aptal: Gayri-Sünni bir cemaat adı. Çoğulu Budala da kullanılır.
Ağın/Ağin: Ak in, beyaz mağara.
Ahi/Ahı/Aha: Birader. 13.-14. yy’da Ahi cemaati önderi kişi unvanı.
Aligör/Alikalkan/Alikur/Alikulekan: Aliuşağı, Alevi. Kürtçe Elîkur/Elîkurikan “Ali soyu” deyiminden.
Alpağut/Alpavut/Alpat: Askeri bir unvan. Muhtemelen soy adı.
Amarat: İmaret. Genellikle her türü hayrat ve vakıf yapı anlamında.
Argıt: Geçit. Arkamak/argamak fiilinden.
Asar: Hisar. "Eski eser" anlamında âsar sözkonusu değildir.
Aşık/Işık: Gezici dervişlere verilen ad. Bazı yerlerde “abdal” veya “çingene” anlamında kullanılır.
Atik: Osmanlı bürokratik dilinde “eski”, Arapça.
Atma/Atmalı/Adaman: Kürt veya Türkmen olduğu savunulan bir aşiret, çoğunlukla Alevi.
Aul/Avul: Türkçe “ağıl”. Kafkas dillerinde “köy” anlamında kullanılır.
Avlan: Ak alan > Ağlan.
Avşar/Afşar: Oğuz boyu. Bir bölümü Kürt veya Kürt kökenlidir.
Badıllı/Beğdilli/Beydilli/Bedil: Oğuz boyu. Bir bölümü Kürt veya Kürt kökenlidir.
Bahşayiş: İhsan, ödül. Bir üst makam tarafından karşılıksız verilmiş araziye denir.
Bakşı/Baxşı: Türkçe ve Kürtçe “ozan”.
Balâ: Osmanlı bürokrasi dilinde “yüksek, yukarı”, Farsça. Bazı yer adlarında yanlış telaffuzla Ballı şeklini alır.
Balaban: Bir tür iri doğan, iri kişi. Çoğu örnekte muhtemelen soy veya cemaat adı.
Barak: Halep vilayeti kökenli Türkmen topluluğu.
Bayat: Oğuz boyu. Belki “at zengini” veya “adı zengin” anlamında.
Bayındır: Oğuz boyu.
Becene/Becenek/Peçenek: Oğuzlara katılmış bir boy.
Belen: Türkçe “dağ”.
Bolu: Yunanca pólis (“şehir”) sözcüğünden. Eski yazıda daima Boli yazılır.
Boynuyoğun: Kerkük vilayeti kökenli bir Türkmen topluluğu.
Buğur: Deve.
Bulak: Pınar.
Burgaz/Bergos/Birgi: Yunanca pyrgos “kule, burç” adından.
Büget/Büvet: Türkçe bük sözcüğünden, “ırmakta su birikintisi, gölet”.
Büğdüz: Oğuz boyu.
Caber: Halep vilayeti kökenli Türkmen topluluğu.
Camuş/Camuz/Kömüş/Kömeş: Su sığırı. Arapçada ilk seste c, Kürtçe ve Ermenicede g/k kullanılır.
Cankara/Conkara/Çongar: Aşiret/cemaat adı. Cenger maddesine bakınız.
Cebel: Arapça “dağ”.
Cedid: Osmanlı bürokratik dilinde “yeni”, Arapça.
Cenger/Çengel/Zengi/Zengan/ Zenger: Çingân/Çingen anlamında.
Cerit: Beğdili ulusuna bağlı Türkmen topluluğu. Ceyhan dolayından yayılmışlardır.
Cırık/Cirik: Küçük akarsu. Birkaç örnekte Ermenice çırik (“küçük su”) adından, fakat daha çok Türkçe çığrık “küçük akarsu”. Karş. Cırlayık/Çığrık.
Cırlayık/Çığrık: Şakırtılı akan su. Bkz. Gürleyik.
Cuma: Cami, cuma namazı kılınan mescit. Cumayanı, Cumalı, Eskicuma vb.
Çakal/Çakallı/Çakallar: Aşiret/cemaat adı. Bir bölümünün Kürt kökenli olduğu söylenir.
Çal/Çaltı: Seyrek çalılık, maki.
Çandır/Çandar/Çavdar/Çavundur: Oğuz veya Moğol boyu.
Çanlı/Çengilli: Çanlı kilise. İslam hukukunda İslam nüfusun bulunduğu yerleşimlerde çan yasak olduğundan ayırt edici sıfat vurgulanmıştır. Bazı örneklerde Çanlı adı Cumhuriyet döneminde ‘Çamlı’ olarak düzeltildi.
Çat/Çatak: Kavşak, iki derenin birleştiği yer.
Çeçen/Çaçan/Şeşen: Kuzey Kafkasyalı bir Müslüman halk. 1864’ten itibaren Rus baskısı altında Osmanlı ülkesine göçtüler.
Çeltik/Çeltek: Pirinç tarlası. Osmanlı döneminde özel bir vergi statüsüne sahipti.
Çepni/Çetmi: Oğuz boyu. Aşiret adı muhtemelen “çapulcu, vurguncu” anlamındadır. Çöplü, Çaplı gibi deformasyonlar yaygındır.
Çerkes: Kuzey Kafkasyalı bir Müslüman halk. 1864’ten itibaren Rus baskısı altında Osmanlı ülkesine göçtüler.
Çermik/Çermük: Ermenice “ılıca”.
Çevlik: Türkçe “etrafı çevrili yer, bostan”. Ancak Bingöl kentinin yerel adı olan Colik/Cewlik Türkçe değildir.
Çıtak/Çitak: “Kavgacı, belalı” anlamında cemaat adı. Özellikle Balkan göçmeni bir topluluk.
Çok: Genellikle “sesli, gürültülü” anlamında. Çokçaabdal “bağıran deli”, Çokdeğirmen “sesli değirmen”, Çokpınar “öten pınar”.
Çokran/Çokrak/Çokak/Çokradan: Gürültülü akan veya fışkıran su. Çokramak fiilinden.
Çor/Şor: Tuz birikintisi, tarıma elverişsiz toprak.
Çorum: Bir aşiret veya konar göçer topluluk adı. Kökeni meçhuldür. İl adı topluluk adından gelir.
Çöğürler/Çekür/Çekür/Çinğir/Çünğür: Cemaat adı. “Aşısız bitki, delice” anlamına geldiği kabul edilse de muhtemelen “Çingene” demektir. Karş. Cenger.
Çörten: Su kanalı.
Danişment/Danışman/Tanışman: “Bilgin kişi, molla” anlamında kişi unvanı.
Deliler/Deller: Genellikle “isyancılar” ya da “Abdallar” anlamında.
Denek/Dinek: Orta Anadolu’da 9 yerde görülen adın kökeni anlaşılamadı. Belki "durak"?
Der/Deyr: Kürtçe ve Arapça kökenli yer adlarında “manastır”. Derik: “kilise, küçük manastır”.
Derbent/Dervent: Aslen “geçit”. Osmanlı’da karayollarını ve dağ geçitlerini koruyan küçük hisar, karakol.
Diğin/Din/Tigin/Tekin: Türkçe tekin/tigin “soylu kişi, hanedan mensubu, komutan”. Beydiğin, Çerdiğin (“çeri başı”), Eldiğin (“il yöneticisi”), Gümüşdiğin, Karadin/Karadiğin/Karatekin (“kara prens”).
Divan: Birkaç köy veya mahalleden oluşan idari birim, böyle bir birimin idari merkezi.
Dodurga/Todurga/Tödürge: Oğuz boyu.
Döngel: Trabzon hurması veya Ege’de muşmula adı verilen ağaçtır. Yer adlarında muhtemelen “dönmeler” anlamında  topluluk adı.
Dulkadir/Zülkadir/Kadirli: 15. yy’dan sonra Maraş sancağından gelen konar göçer toplulukları ifade eder.
Dumlu: Dumanlı, sisli.
Eğlence: Konak, durak.
Elemin/Elemli: Genellikle il emini (“bölge yöneticisi”) deyiminden bozmadır. Ancak Ege Bölgesinde Elemen: Rumca “zeytinlik”.
Ellez: Genellikle İlyas.
Emiralem/Miralem: Sancak beyi.
Esb/Hesp: Farsça veya Kürtçe “at”.
Esbiyelü: Bir cemaat adı.
Eseli/Selli: Genellikle İsa’lı.
Eşme: Su çukuru, kuyu. Bazı örneklerde aşiret/cemaat adı.
Eymir/Eymür/İymir/İmir: Oğuz boyu.
Eyne/İne/İğne ve Ezine: Cuma hutbesi okunan cami. Cuma gününün Farsça adıdır.
Fakı/Fakih: “Din alimi, medreseli” anlamında unvan.
Ferenk/Fernek: Rumca farángi “boğaz, koyak” sözcüğünden Türkçeleşmiştir.  Batı Anadolu’da 8 yerde görülen Pöhrenk/Pörnek sözcüğü aynı sözcüğün bir eşdeğeri olmalıdır.
Fındık/Funduk: Çoğu yer adında Arapça “yol konağı, han”. Bitki adı olan fındık yer adlarında enderdir.
Gencelli: Bir cemaat, belki Genç Ali.
Geren: Killi veya verimsiz toprak.
Geriş: Dağ sırtı.
Gir/Gır: Kürtçe “tepe”. Girik “tepecik”.
Göden: Su kaynağı. Ancak Antalya Gödene kasabası antik Kotenná biçiminden bozma olmalıdır.
Gökçe/Göğce/Göce: “Yeşil” veya “güzel” anlamına gelebilir. Modern dilde tercih edilen yeşil sıfatı, eski yer adlarında çok ender görülür.
Göynük/Göynücek: Yanık yer, yangın yeri.
Gülabi: “Kudurmuş deli”, bir topluluk adı.
Güme/Gümele: Kulübe, bağ evi. Sözcüğün nihai kaynağı Rumca kymbalaíos olabilir. Bizans çağında Şarkışla yöresinde bir ilçe adı olarak görülen bu isim muhtemelen “tumba, höyük” anlamındadır.
Gürleyik/Gürlevik/Gürlek: Şelale.
Halı/Hali: Boş, metruk. “Yer yaygısı” anlamında halı, yer adlarında görülmez.
Harmandalı/Harbendeli: “Katırcı”, muhtemelen aşiret/cemaat adı.
Havas/Havsa: Haslar, hanedana veya üst vezirlere tahsis edilmiş kamu arazisi.
Hobyar/Hubyar: “Can dost” anlamında, Alevi ocaklarından biri.
Horzum: “Horezm’li”, cemaat/aşiret adı. Horezm bugünkü Özbekistan’da bir ülke ve 12.-13. yüzyıllarda bir devlet adıdır.
Iğdır/İğdir: Oğuz boyu. Ancak Antalya Kumluca yöresinin adı olan İğdir, Rumca akrotír (“burun”) sözcüğünden uyarlanmış olmalıdır.
Işık/Işıklı/Işıklar: Eskiden “gezici derviş, tarikat mensubu”. Muhtemelen Arapça şeyx’ten evrilmiştir. Cumhuriyet döneminde Şeyh içeren bazı yer adları Işıklı/Işıklar olarak değiştirildi.
İnek: Genellikle “iniş, bayır” anlamında.
İregür/Üregil/Üregül/Yüregil/Yüregir: Oğuz boyu.
Kaçak: “Sığınma yeri, melce” anlamında. Ermenikaçağı “Ermenilerin sığınağı”.
Kantara: Taş köprü. Arapça.
Karadona: Bir cemaat adı. Mersin Bozyazı Tekeli yerleşiminde cemaat adı Kıbtiyan (“Çingene”) olarak geçer, bir bölüğü Müslim Kıbtî olarak nitelendirilir.
Kargın/Karkın: Oğuz boyu. Muhtemelen “karışık, melez” anlamında.
Karsak: Bir Türkmen cemaati. Ancak Bursa Orhangazi Karsak köyü 17. yüzyıldan beri Ermeni yerleşimi idi.
Kayı: Oğuz boyu. Sözcük anlamı “dönme” demektir.
Keçi/Kiçi: Çoğu yer adında ‘kiçi’ biçiminden evrilmiştir. “Küçük” demektir. Tersi ulu’dur. Bkz. Keçiborlu x Uluborlu, Isparta.
Kent/Kend: Türkçe yer adlarında daima “köy” anlamında kullanılır. İrani bir dilden alıntı olup Kürtçe gund (“köy”) sözcüğüyle eş kökenlidir.
Kese/Kise: Kilise sözcüğünden uyarlanmıştır (Akçakese, Akkise, Kızılkese, Belkese vb.). Ses değişimi çoğu örnekte 20. yüzyıldan daha eskidir.
Kestel: Rumca kástro veya kastéllo “hisar” adından.
Keşlik: Keşişlik. “Manastır” anlamında.
Kınık: Oğuz boyu. Sözcük anlamı “cezalı” veya “kesilmiş” demektir.
Kıpti/Kıbti: Geç Osmanlı bürokratik dilinde “Çingene”. Bazıları ‘Müslim Kıbti’ olarak nitelendirilir.
Kıran: Kenar, özellikle sarp kaya kenarı.
Kırka/Hırka: Ehl-i hırka, yani derviş.
Kızık/Kısık: Oğuz boyu.
Kom/Gom: Ermenice ve Kürtçe “hayvan damı, hayvancılık yapılan mezra”. Doğu illerinde yaygın.
Koz: Ceviz.
Köristan/Köyistan/Göristan: Farsça guristan “mezarlık, özellikle gayrimüslim mezarlığı”.
Kuz: Gölge, dağın gölge tarafı. Kayıtlarda sıklıkla Koz (“ceviz”) ile karıştırılır.
Küre: Arapça “maden ocağı”. Küreinuhas “bakır madeni”.
Madra/Mandra: Hayvan ağılı, süt ürünleri üretilen yer. Doğu illerinde Madur ve Madrak şeklinde birkaç örneği görülen yer adı Ermenice ayrı sözcük olup “kilisecik, küçük mihrap” anlamındadır.
Mahmudiye/Mecidiye/Aziziye/Hamidiye/Reşadiye: Padişah adı taşıyan yerleşimler 1860-1918 aralığında tipiktir. Daha önceki dönemde bir iki örnek hariç görülmez.
Mamure/Mamuriye: Kasaba.
Manav: Marmara bölgesi Anadolu kesiminde (Hüdavendigar vilayeti) Müslümanlaşmış yerli tarımcı halka verilen ad.
Mancılık/Manca/Mancar/Mancı: Anlaşılamadı.
Maşat/Maşatlık: Gayrimüslim mezarlığı, nekropol.
Memlaha: Tuzla.
Meşe: Eski yer adlarında genellikle “koruluk, sık çalılık” anlamında. Malum ağacın adı olarak kullanımı yenidir.
Mezit/Mezgit: Mescit, cuma namazı kılınmayan ibadethane.
Mirza/Mirze/İmirze: Farsça ve Kürtçe “bey oğlu, prens”.
Muhacir/Macır/Macar: Hemen hepsi 1877-78 Rus Harbi ertesinde Balkan veya Kafkasya göçmenlerinin iskan edildiği yerleşimlerdir. Çoğu örnekte Rumeli muhacirleri kastedilir , ancak Batum ve Ahıska muhacirleri de sözkonusu olabilir. Kuzey Kafkasyalı yerleşimlerine ‘Muhacir’ adı verilmez.
Muslu: Musullu. Genellikle Musul vilayetinden gelen konar göçer Türkmen topluluklarını ifade eder. Mus bazen Musa (öz.) anlamına da gelebilir.
Mutaf: Kaba dikici, çuvalcı.
Müsellim: Vali vekili, yerel askeri birlik kumandanı. Özellikle Trakya’da.
Nacar: “Marangoz”, Arapçadan.
Oba: Göçebe bir topluluğun geçici veya kalıcı yerleşim alanı.
Okçular: Eski kayıtlarda çoğunlukla Akçiler. Olasılıkla başka bir addan uyarlanmıştır.
Ören/Viran/Veran: Harabe. Eski yazıda telaffuz tayini güçtür. Farsça olan viran biçimine karşılık, Cumhuriyet döneminde Türkçe olduğu varsayılan ören tercih edilmiştir. Kürtçe yer adlarında aynı anlamda Xirbe (Hırbe) görülür.
Öz: Sulu düzlük. Çobanözü, Özlüce, Özviran, Pelitözü vb. “Hakiki” anlamında sıfat olarak kullanımı 1980 sonrasına aittir.
Palanduz/Balandız: Palan diken, semerci.
Palanga: İstihkam, bir tür savunma amaçlı kale.
Payam: Farsça kökenli ‘badem’ sözcüğünün alternatif yazımıdır.
Pelit: Meşe ağacı, meşe palamudu.
Perakende: “Dağınık aşiret” anlamında idari terim.
Pir: Dede.
Polat: Çelik.
Pomak: Bulgarca konuşan bir Müslüman topluluğu. Çoğu 1912-13 Balkan Savaşında veya 1923-24 nüfus mübadelesinde Türkiye’ye göçmüştür.
Pöhrenk/Pörnek: Yer altı su yolu, kanal. Ermenice aynı anlamda poğrank’dan alıntı olmalıdır, fakat sadece Orta ve Batı Anadolu yer adlarında görülür.
Rabat: Arapça “han, kervansaray” fakat Ermenice “manastır” (belki “menzil” anlamında). Tümü Ermenice kökenli on iki kadar yer adında görülür.
Sal: Alüvyonlu düzlük, kumluk.
Salur: Oğuz boyu.
Samut/Şeyhsamut: Bir Bektaşi azizi.
Saray: Türkçe yer adlarında sözcüğün özgün Farsça anlamı olan “in, büyük oyuk” görülür. Sarayönü “mağara önü”. Almanca Halle aynı anlam evrimini gösterir.
Sarpun/Sarpın: Ambar.
Seki/Sökü: Dağ eşiğindeki düzlük, basamak. Eski yazıda ‘sekü’ tercih edilir.
Selimiye/Orhaniye/Ertuğrul: Sultan II. Abdülhamid’in şehzadelerinin adları 19. yy son çeyreğinde çeşitli yerleşimlere verilmiştir.
Senir/Sinir: Dağ burnu. Eski dilde geniz n’siyle söylenir ve kef harfiyle yazılır. Bir iki örnekte yanlışlıkla siğir ve sığır biçimine dönüşmüştür.
Sepetçi: Çoğu yerde “Çingene” anlamında. ‘Kalaycı’ aynı anlama gelir. ‘Nalcı’ adı Samsun-Ordu bölgesinde “Alevi” anlamında kullanılır.
Sığla/Suğla: Sulu alan, bataklık. Osmanlı döneminde İzmir sancağının idari adıdır.
Sorgun/Sorkun: Yaban söğüdü. Belki “yutucu” anlamında aşiret/cemaat adı.
Suvat: Hayvan sulama yeri. “Sulamak” anlamına gelen suvamak/suvarmak fiilinden. Yarsuvat “dik suvat”.
Şadı/Şadılı/Şadiyan: Aşiret/cemaat adı.
Şahkulu/Şakolu/Şahveled: “Şii” veya “Alevi” anlamında.
Şam/Şami/Şamlıoğlu: 16. yy’dan sonra Şam vilayetinden gelen konar göçer toplulukları ifade eder. Bazı örneklerde Türkmen cemaat adıdır.
Şar: Farsça kökenli ‘şehir’ sözcüğünün alternatif biçimi. Akşar, Alaşar, Şarköyü vb.
Şen: Ermenice ve Gürcücede ortak olan kelime “yerleşim, köy” anlamına gelir. Umumiyetle bu dillerden aktarılmış olan yer adlarında görülür. Türkçe “yeni yerleşim, koloni” anlamında ‘Şenlik’ daha geç döneme aittir.
Tabaklar: Daima debbağlar (“deri sepiciler”) anlamında.
Tat/Tatlar/Tatlı: “Yabancı” ve özellikle “İranlı, Acem”.
Tecer/Tacir: Aşiret/cemaat adı.
Tekfur: Ermenice takavor (“kral”) sözcüğünden, “gayrimüslim derebeyi veya hükümdar”. Çoğu yer adında Tekir, bir yerde Tayfur biçimine evrilmiştir. Tekirdağ < Tekfurdağı.
Tekkeşin/Tekkeşen: Tekkenişin “tekke şeyhi”.
Til/Tell: Süryanice, Arapça ve Kürtçe “höyük”. Büyük olasılıkla arkaik bir Yakındoğu dilinden mirastır.
Tirkeş/Türkeş: Okçu. Bazı yerlerde bu isimli bir cemaat/aşiret adı. Orta Asya tarihinde anılan Türgeş kavmiyle ilgi kurulamaz.
Tol: Konya-Ankara köylerinde “ağıl, hayvan barınağı”.
Türk: Eski yer adlarında genellikle eski bir İslam yerleşimini aynı adı taşıyan komşu muhacir yerleşiminden ayırır (Türk Bakacak x Çerkes Bakacak). Bazen Kürt zıddı olarak da görülür (Türk Taciri x Kürt Taciri). 1913’ten sonra verilen adlarda ‘Rum’ sıfatı bazen ‘Türk’ olarak düzeltilmiştir (Rumbükü > Türkbükü).
Uşak: Yer adlarında daima “oğlu” anlamında, aile ve soy adı: Çavdaruşağı, Deliuşağı, Fatmauşağı vb. Ancak Uşak il adı belki Helence bir addan evrilmiş olabilir. Kürtçe eşdeğeri, adın önüne gelen kur veya kurik sözcüğüdür: Kurinevroz, Kurikçeto.
Varsak: Aşiret/cemaat adı. Özgün biçimi Farsak (“Güney İranlı”) olabilir.
Yağıbasan/Yağısıyan/Yağıkesen: “Düşman basan/öldüren” anlamında kişi adı veya unvanı.
Yavı/Yavu/Yıva: “Yabani, yabancı” anlamında Oğuz boyu.
Yazı: Düzlük, ova. Yassı sözcüğünün eşdeğeridir.
Yazır: Oğuz boyu.
Yemişen/Yemişli: Çoğu zaman Yemişân, bir topluluk adı. “Yemişler” anlamına gelen soy adının “rant yemek” fiiliyle alakası düşünülebilir.
Yortan: “Akıncı, göçebe”, muhtemelen “saldırgan Yörük topluluğu”. Farsça Tazî ile eş anlamlıdır.
Yozgad: Orta ve Batı Anadolu'nun beş yerinde bir aşiret veya konar göçer topluluk adı. Kökeni meçhuldür. İl adı topluluk adından gelir.
Yörük/Yürük: Konar göçer. Genellikle kadim Osmanlı topraklarında, yani Kızılırmak-Adana hattının batısında bulunan konar göçer Türk topluluklarını ifade eder. 16. yy’dan itibaren bu hattın doğusundan batıya göçenler ‘Türkmen’ olarak adlandırılır.
Yunak: Yıkama veya yıkanma yeri.
Yunt: At. Alayunt/Alayundlu bir Oğuz boyudur. Cunda adasının adı, ‘Yund Adaları’ adının Rumca telaffuzundan türemiş görünüyor.
Zaim: Zeamet sahibi. Zeamet bir tür tımarlıktır.
Zeyve/Zîve: Zaviye (“derviş konağı”) sözcüğüdür.
Zimmi/Zimmiyan: “Gâvur” anlamında idari terim.

Zir: Farsça “aşağı”. Bazı yer adlarında yanlış telaffuzla Zil şeklini almıştır. Zilkale < Zirkale “aşağı kale”.