Tuesday, August 18, 2015

Ecdattan seçmeler: Hoca Sadeddin, Sinan Paşa

“Sevan Osmanlıca sözlük hazırlıyormuş” diye rivayet çıkarmışlar. Bu doğru değil. Bildiğiniz Nişanyan Sözlük’ü geliştirmekle uğraşıyorum. Öncelikle, her bir sözcüğün (ve her bir sözcüğün değişik anlam ve nüanslarının) Türkçede yazılı kayıtlara geçtiği en erken ya da en erkene yakın metin örneklerini derlemeye çalışıyorum. Önce beş-altı ay kadar Osmanlı dönemi metinleriyle cebelleştim. Sonra eski Asya Türkçesi ve erken Türkiye Türkçesiyle epeyce vakit geçirdim. Çağatayca ve Kıpçakça sözlüklerle Babürname’nin bir kısmını taradım. Son günlerde Geç Osmanlı döneminin Frenkçe alıntılarına (dantela, konişmento, romatizma, yamyam…) döndüm.

Şimdi sözlükte maddebaşı olan on beş bini aşkın kelimeden hangisini sorsanız, son 150 yılda çıkmış kelimelerden ise hangi onyılda, daha eski ise hangi yüzyılda ilk kez kullanıma girdiğini hemen hemen kesin bir şekilde söyleyebiliyorum. Son otuz yılın kelimeleri ise yılına, hatta bazen ayına kadar doğum tarihini belirlemek mümkün aslında. Ama bunun için internet lazım, o imkânım olmadığı için en yeni kelimeleri biraz ihmal ettim.

Yöntem olarak çok zor bir şey değil yaptığım. Önce çeşitli dönemlere ait sözlükleri sistemli olarak tarıyorsun. [O işi ilkin 4-5 yıl önce yapmıştım; metin örnekleri alarak yeniden yapınca gözden kaçırdığım binlerce ayrıntı ortaya çıktı.] Sonra her döneme ait ilginç olabilecek metinleri gözden geçirip kelime avcılığı yapıyorsun. Geçen gün bir liste çıkardım. Şimdilik 352 tane kaynak taramışım. Bunların bir kısmı Cumhuriyet gazetesi arşivi gibi devasa kalemler; bir kısmı Orhun Yazıtları, Kutadgu Bilig, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Ahmet Mithat Efendi romanları gibi edebi klasikler; bir kısmı da tesadüfen denk geldiğim akla hayale gelmedik metinler, mesela 1939 tarihli Türk Kadınının Tatlı Kitabı, yahut 1803 tarihli Kenzül İştiha adlı yemek kitabı, Sultan 3. Murat’ın 1590’larda hocasına yazdığı rüya raporları, ya da 9. yüzyıldan kalma Irk Bitig adlı fal kitapçığı. Daha başka 10. yüzyıldan Uygurca Budist ve Maniheist dualar, 14. yüzyılda Araplara Türkçe öğretmek için yazılmış broşürler, 1432 tarihli bir adabı muaşeret kitabı, 16. yüzyıla ait gemicilik metinleri, 19. yüzyıla ait argo derlemeleri, 1914’te yazılmış bir balıkçılık risalesi, Lenin’in 1920’de Türkçeye çevrilmiş propaganda metinleri de var.

Elyazmalarına maalesef giremiyorum; basılı eserlerle sınırlıyım. Eski yazıyla dört-beş eseri, özellikle Gülşehri’nin 1317 tarihli Mantıkü’t Tayr tercümesini ve Kâtip Çelebi’nin iki eserini taradım. Ama itiraf edeyim ki çok zahmetli oluyor. Yeni yazıyla dakikada 6-7, bazen 10 sayfa tararken eski yazıyla bir sayfa bazen beş-on dakikamı alabiliyor. Yaşasın Atatürk!

Sadeddin Efendi, Tacü’t-Tevārih
En hoşuma giden keşiflerden biri Tacü’t-Tevariḫ oldu. Hoca Sadeddin Efendi’nin eseri 1574’te yazılmış, klasik Osmanlıca nesir üslubunun zirvesi ve şaheseri sayılıyor. Bugün piyasada – inanılacak gibi değil ama – orijinal metnin ne eski yazıyla, ne yeni yazıyla baskısı yok. Sadece Tercüman Gazetesi yayınlarından çıkmış sefil-ötesi bir “çeviri” var. Allahtan, 1680 tarihinde Osmanlıcanın gelmiş geçmiş en iyi sözlüğünü yazan Fransız-Polonyalı Meninski Sadeddin Efendi’ye hayranmış; eseri için “elegantissimo stylo conscripti” demiş; sözlüğünde beş bini aşkın metin örneği kullanmış. Oradan az çok fikir edinebiliyoruz.

Ben Meninski’nin verdiği alıntılardan “bulabildiğim en erken örnek” tanımına uyan üç yüz tane kadarını kullandım. Burada size onlardan bir seçme sunuyorum. Bakalım üsluptaki zarafetin ve kusursuzluğun tadına varabilecek misiniz. İmlada (bazı düzeltmelerle) Meninski’yi izledim. 17. yüzyılın İstanbul üst sınıf telaffuzu hakkında elimizdeki en güvenilir bilgi böyle; ı’lar i’ler yazım hatası değil. Köşeli parantez içindeki çeviriler bana aittir. Çok güzel bulduklarımın yanına bir de yıldız koydum. [Evet 1574 itibariyle lale demek “gelincik” (daha doğrusu Manisa lalesi denilen anemon) demektir, kanlı kelleler “lale bahçesi gibi” değil “gelincik tarlası gibi” olur, böyle şeylere dikkat etmek lazım.]
ābādān olan ḫānümānleri talān ittıler
 
ābā-i emcād-i cennet meˁādleri meslegine sülūk itdıler [cennete giden şanlı atalarının yolunu izlediler]

*aˁdā gelüp ol māh-i saltanāt-penāhı hāle-vār ıhāta eylemişdür [düşman gelip saltanatın odağı olan o ayı hale gibi çevrelemiştir]

āfitāb-i ˁızzü rıfˁati māder-zād [doğuştan gelen soyluluk ve yüceliğin güneşi]

ˁalāim-i ıhsās buyuruldukte [ayılma belirtileri gösterdiğinde]

ˁāmme-i bilād-i Osmāniyeyi nehbü iḥrāḳ itmege ittifāḳleri oldı [tüm Osmanlı illerini yakıp yıkmaya sözleştiler]

anlar ile muḥabbetü vedād ve sadāḳatü ittiḥād maḳāmında olüp [onlarla sevgi ve dostluk ve sadakat ve birlik makamında olup]

anlere hevādār idüginüŋ sezāsın bulduğı eyyāmde [onlara meyilli oluşunun layığını bulduğu günlerde]

*ˁarsa-i peykār nümūdār-i lālezār olup [savaş alanı gelincik tarlasına benzeyip]

*āteş-i hamīyet ḳarīn-i iltihāb olup [hamiyet ateşi yangın gibi olup]

*bād-pāy-i ḫayāl gibi serīˁus-seyr [imgelemin atı gibi tez gidişli]

bağyü ısyān-i Karamānīden gāyet müteessir ve nihayette mütekeddir olüp [Karamanlının isyanından son derece üzüntü ve aşırı keder duyup]

bahrü berrde hükmüm Nīl gibi sārī idı [denizde ve karada hükmüm Nil gibi yayılıcı idi]

beḳāyā-i evlād-i ḳayāsırden Yalaḫonyā nām bir duḫter [Kayser soyu kalıntılarından Y. isimli bir kız evlat]

*beni bu varṭa-i helāk ve vādi-i hevilnākden ḫalaṣ eyle [beni bu bela uçurumundan ve dehşet vadisinden kurtar]

*bir āsumān iki mihre ve bir mīşe iki şīre ḳarārgāh olmaz [bir gök iki güneşe ve bir orman iki arslana barınak olmaz]
bir cemāl-i żıyā-küsterdir ki [ışık saçan bir güzelliktir ki]

bir encümen-i sūr ve bir nişīmen-i sürūr itdıler [bir düğün derneği ve bir eğlence oturumu yaptılar]

bir ġulām-i sāde-rū [saf yüzlü bir genç oğlan]

bir ḫandaḳ-ı ˁamık ḫarḳ itmişlerdür ki nihāyeti merkezi ḫāk (...) idı [derin bir hendek kazmışlardır ki, sonu yerin merkezi idi]

bu mertebe tereddüdi bāˁıs-i iżmihlāl-i muḥabbet oldı [bu denli tereddüt etmesi, dostluğun erimesine neden oldu]

bu neşīd-i pür nevīdi mütezekkir oldılar [bu müjde dolu ilahiyi zikr ettiler]

bu taˁrīż-amīz kelām-i bī-intizām [bu incitici usul-dışı söz]

bürāderāne muˁāşeret ve bir birimüzle müẓāheret ḳābil iken [kardeşçe geçinmek ve birbirimize destek olmak mümkün iken]

cādde-i ˁadl üzre müstaḳīm idı [adaletin doğru yolunda kararlı idi]

cüvānü pīre ve saġīrü kebīre bezl itdı [gence yaşlıya ve küçüğe büyüğe ihsan etti]

çün bu kelām-i mūhiş ve peyām-i müdhiş ol şāh-i pür-dāniş cānibine maˁrūz oldı [bu korkunç söz ve dehşet verici haber bilgelik dolu şah tarafına arz edildiğinde]

*dāḫıl-i ḥavze-i müslimānī ve muḥat-ı ḥayte-i emnü emānī oldı [Müslümanlık havzasına dahil ve güvenlik çiti ile çevrili oldu]

*destü pālerine lerze ve zebānlerine hedeyân-ı herze ˁārıż oldu [el ve ayaklarına titreme ve dillerine anlamsız sözlerin hezeyanı geldi]

dest-zede-i pençe-i żıyāˁı olmayan [yenilginin pençesinden darbe yemeyen]

devr-i etrāf-ı hısār ve nezāret-i derü dīvār ider iken [hisarın çevresini dolaşıp kapı ve duvar kontrol ederken]
 
*dīde-i ḫurşīd kararup temāşa-i sūret-i cenkten kalduğınden muğber (...) olmişidı [güneşin gözü kararıp savaş tablosunu seyredemediği için gücenmişti]
 
efrād-i āferīdeden bir ferd [yaradanın bireylerinden bir birey]

Emīr Süleymān ḳastine murāḳıb (...) ve mesned-i ḳayṣarī istiḫlāsine rāgıb idı [Emir Süleymanın niyetini gözetmekte ve saltanat tahtını ondan kurtarmayı beklemekte idi]

*emvāc-i zulm ü bīdādini müterākim eyledi [zulm ve adaletsizliğinin dalgalarını üstüste bindirdi]

enānīyeti terk eylemeyüb ve ġażab-i nefsānī ġalebe idüb

endīşe-i aˁdāden fārığ olasın ve baḳıye-i eyyām-ı zindegānīde āsāyiş bulasın [düşman korkusundan azade olasın ve ömrünün geri kalan günlerinde huzur bulasın]

envāˁ-ı tebcīl ü ikrāme ve esnāf-ı taˁzim ü ihtirāme müştemil nāme-i muhabbet ile

erḳāmü aḳlām-i muverrīḫīn ıḫtilāf üzre vāḳıˁ olmıştür [tarihçilerin yazdıkları ve söyledikleri ihtilaflıdır]

eşḳıyāy-i Türkmānı bī-ser ü sāmān eyledi [Türkmen eşkıyasını başından ve servetinden yoksun kıldı]

*etrāḳ-ı nāpākı şāhrāh-ı devlet-i Osmāniyenüŋ ḫārü ḫāşāḳı idüp [pis Türkleri Osmanlı devletinin kralī anayolunun tozu ve dikeni edip]

ferzend-i dil-pesendine merbūṭül-ḫātır olmış idı

fesād-ı ḳāṭıbe-i nāse teesīrü sirāyet ider [halkın genelinin bozulmasına etkisi ve bulaşımı olur]

*feverān-i tennūr-i aşkü muhabbet [aşk ve muhabbet fırınının kaynaması]

fıtret-i ˁasliyye ve sīret-i cibilliyetlerini zuhūre getürdiler [asıl yaradılış ve cibilliyetlerini ortaya çıkardılar]

fütuhāt-ı müteˁāḳıbe ve tevfīkāt-i mütenāsibe sūretini müşāhede eyleyüb [birbirini izleyen fetihler ve talihli başarılar tablosunu gözlemleyip]

gamden sīne çāk ü dil tābnāk ve ızdırābinden gendüyi [kendini] helāk mertebesine vardı

gerdūn-i dūn nüvāz ve çerḫ-i kīnesāz [kötülük değdiren felek ve kin besleyen kader]

*ġubār-ı maˁrikeyi tūtiyāy-ı dīde-i devlet bilüp [savaş alanının tozunu talih gözünün sürmesi bilip]

ḫalecān-i tereddüd ü iştibāhten müteḫallī olup [tereddüt ve şüphenin telaşından kurtulup]

hamle-i şīrāne ve sadme-i dilīrāne ile [aslanca bir hamle ve yürekli bir darbe ile]

harekāt-i şenīˁe vü eṭvār-ı beşīˁesi pāye-i serīr-i aˁlāye ˁarz olunup [çirkin hareketleri ve uygunsuz tavırları yüce makama arz olunup]

harrü ˁaṭş bīminden ˁārī itmişlerdür [hararet ve susuzluk korkusundan kurtarmışlardır]

hemdem-i meclīs-i sulṭānī ve maḥrem-i esrār-i nihānī idindı [sultan meclisinin yakın dostu ve gizli sırlarının sırdaşı edindi]

her gün memālik-i sultānī aḳṭārlerinden bir ḳuṭrı ġāretü tārāc iderdı [sultanlığın ülkelerinden bir bölgeyi yağma ve talan ederdi]

hezār zor u zār ile

ḫılāf-i sulḥ ve salāḥdan nāşī bir maslaḥatdür [barış ve huzura muhalefetten kaynaklanan bir iştir], rızā virilmek maˁḳūl degüldür

huzūrinde ittügü ˁahdü sevkend naḳżı gendüye pāybend olüp [gözünün önünde yemin ve ahdini bozması kendisine ayak bağı olup]

*hücūm-i düşmen-i bürc-efken indifāˁ rütbesinden irtifāˁ buldığın göricek [burç-kıran düşmanın hücumunun geri püskürtülme düzeyini aştığını görünce]

*ıḫsās ittükleri sūret-i muḫayyeli mahz iken emr-i vāḳıˁ zann idüp [gözlerine görünen hayali görüntüyü, fantezi iken gerçek zannedip]

ˁılāve-i ġumūm ve ziyāde-i hümūm oldı [üzüntünün çoğalması ve gammın katmerlenmesi oldu]

*ˁınān-i ˁazm-i hümāyūnleri refˁı savbine maˁṭūf oldı [padişahın azminin dizginleri, onun giderilmesi cihetine yöneldi]

*ıtāˁate müsāreˁati celb-i iltifāt-i sultāne behāne eyledi [itaate girişmesini sultanın iltifatını davet etmeğe bahane etti]

iˁāne-i reˁāyā ve iġāse-i berāyā etmeg ile

ibṭāl-i şevket-i ehl-i zalāl içün [küfr ehlinin kudretini batıl etmek için]

īfā-i levāzım-i ˁadālette ihtimām ittı [adaletin gereklerini yerine getirmeye özen gösterdi]

*iltibās-i zaḫm-i şimşīr-i gāziyān ile helāk oldı [gaziler kılıcının acısının bulaşması ile helak oldu]

*ismi maḥkūk ve vücūd ü ˁademi meşkūk oldı [adı çizildi ve varlığı ile yokluğu bilinmez oldu]

İstanbula duḫūl ile muraḫḫaṣ olmayüp [İstanbula girmeye izni olmayıp]

istiḫbār-i aṭvār-i küffār ve aḥvāllerini sipāh-i islāma iḫbār [kâfirlerin tavırlarına dair bilgi edinmek ve hallerini İslam ordusuna haber vermek]

istiˁlām-i kemmīyet-i gürūh-i gümrāh ideler [kötü yoldaki güruhun büyüklüğünü araştırsınlar]

*işvemend dilber-i mümtāzler şīve fenninde ser-efrāzler [işvebaz seçkin dilberler şive tekniğinde başı çekerler]
 
*ḳamusı ḳāmūs-i aˁzām gibi ol pür-nāmūs dergāhinde müctemiˁ [hepsi büyük okyanus gibi o namus dergâhında toplanmış]

kemāl-i ˁaḳl ü dāniş ve mezīd-i fehm ü bīniş ile mümtāz [akıl ve bilgi olgunluğu ve anlayış ve görüş çokluğu ile seçkin]

kemāl-i inkisār ile tevbe vü istiğfār ve taleb-i rızā-i perverdigār itti [tam pişmanlık ile tövbe ve istiğfar ederek Allah rızası talep etti]

kemāl-i letāfetü neẓāfet ile mevsūf olan āb-i germ üzre bir hammām-i ˁālī binā eyledi [hoşluğu ve temizliğiyle ünlü olan sıcak su kaynağı üzerine bir yüksek hamam inşa etti]

kemāl-i vüsˁatinde nice mevāzıˁ-ı teferrüc-i cāy-i dilkeşi müştemil [geniş arazisinde nice gönül çelici seyran yeri barındıran]

ḳıtāle mübāderetde herkesden müsābaḳat itmişdı [çatışmaya girişmede herkesten öne geçmişti]

*ḳuṣur ü ẕeyli ˁafv ile mestūr ve naẓar-i ḳabūl ile menẓūr ola [eksiği fazlası af ile örtülsün ve kabul gözü ile görülsün]

ḳutb-i dāire-i vilāyet ve miḥver-i küre-i hidāyet

ḳuvā-yi ṭabıˁalerinüŋ zemān-i istīlāsı idı [doğal güçlerini gösterme zamanı idi]

maḳbūż-ı ḳabża-i ıḳtidār [iktidar tutamağını tutan]

mektūbı tebdīl ve mefḥūmını vefkince taḥvīl ittı [yazıyı değiştirdi ve içeriğini gereği gibi değiştirdi]

mesāˁī-yi hamīdesi pesendīde-i şāh-i cihān-penāh oldı [övülesi çalışmaları cihan hakimi şahın hoşuna gitti]

mestūrü mufassal ve meşrūhü müsecceldür [yazılmış ve ayrıntılandırılmış, açıklanmış ve tescil edilmiştir]

Mısrü Şām cānibine ˁatf-i zimām-i intıḳām ittı [intikam dümenini Mısır ve Şam tarafına yöneltti]

mihmāndārlık merāsimini ve ziyāfet levāzimini istifāden soŋramin baˁd āl-i Osman istıḳlāl bulup, istibdād daˁvāsine ıḳtidār bulamayalar [bundan böyle Osmanoğulları başı boş kalıp egemenlik iddiasına güç bulamasınlar]

muḥarrik-i tünd bād-i fesād-i Timür olduğiyçün [Timur fesadının haşin rüzgârını harekete geçiren kişi olduğu için]

müktesibān-i ˁulūm-i meˁārif içün taˁyīn-i vezāif buyurdı [ilim rütbesi edinmiş olanlar için görev dağılımı yaptı]

müṣādemāt-ı suyūf ve muḳāraˁat-i sufūf [kılıçların çatışması ve safların çarpışması]

müsāfirān-i aḳṭār ve seyyāḥān-i rūzigār içün müsāfir-ḫāneler ve latīf kāşāneler binā buyurdı [kervan yolcuları ve kaderin yollara düşürdükleri için yolcu-evleri ve güzel konaklar inşa ettirdi]

*naḳz-ı peymān ve fesḫ-ı eymān ˁādet-i karamāniyān idüğün bilürken [anttan dönmek ve yemin bozmak Karamanlıların adeti olduğunu bilirken]
 
nāme-i zırāˁat ve ves̠īḳa-i ıṭāˁat yazdı [boyun eğme mektubu ve itaat belgesi yazdı]

nehr-i Merric tuğyān üzre cereyān itmegin [taşkın olarak aktığından]

nice fitneyi īḳāẓ eyledi ise yine öylece defˁ etsün [fitneyi nasıl uyandırdıysa öyle gidersin]

nisvān ile ıḫtilāt ve nüdemā-i meclis ile inbisāt üzre ˁömri geçer [kadınlarla beraberlik ve nedimlerle eğlence üzere ömrü geçer]
 
*nümūdār-i şeḳāyıḳ-ı nuˁmān olan ḫūnin kelleler ile ˁarsa-i kārzāre zeyn virüp [gelincik benzeri kanlı kellelerle savaş alanını süsleyip]
 
oğlanuŋ ḥayātından yees idecek [çocuğun hayatından ümidi kesince]
 
ol ˁāḳıdān-i encümen-i ibtihāc istıkbāline mübāderet eylediler [o mutluluk birliğini aktedenleri karşılamaya giriştiler]
 
ol binā-i azīm ḳurbünde bir muḫtaṣar maˁbedḫāne binā idüpol cüvāni evlād-i emcādi ˁadedinde taˁdād idüp [o genci kendi soylu evlatları sırasında sayıp]
 
*ol çikan düşmenlerüŋ ardın aldürüp gürīzgāhlerin sedd ve hısāre kaçanları zarb-i tīğ ile redd ittürdi [kaçış yollarını tıkadı ve hisara kaçanları ok darbeleriyle dışarı uğrattı]

ol ḥızb-i şeytānīyi bu gūne mevāˁıd ile ığvā eyledı [o şeytani zümreyi bu çeşit vaadlerle kandırdı]

*ol maḥbūbe-i silsile-mū ve maḥcūbe-i cūd-cū [o zincir saçlı sevgili ve bolluk saçan utangaç]

ol merzebümde olan çeşmeleri ḳāẕūrāt ile memlū idüp [o sınır bölgesinde olan çeşmeleri dışkı ile bulayıp]

ol müdbirler ardince müstaˁcil iken [o talihsizler ardınca acele ederken]

*ol perī ruḫsār şehrü bāzāre ġulġule salüp ve mahallāt arasinde velvele bıraġup

*ol sahrā-i pür-ġubār eṭrāf-i mecrā-i enhār oldı [o tozlu çöl, nehirlerin yataklarına ortam oldu]

*ol seyyāh-ı şināver nesīm-i sabah gibi rūy-i deryāden güzār idüp [o denizci gezgin, deniz yüzünden bir sabah esintisi gibi gelip]

ol şīr-i maˁrike-i kārzār ve ol mücāhid-i nāmdār [savaş meydanlarının aslanı, namlı mücahit]

*refˁ-i zarār-i ˁām içün zarār-i ḫāssı iltizām ittiler [genelin zararını gidermek için özelin zararını üstlendiler]

riayet-i müsāfirīnde daḳīḳa fevt olunmaz [konuk ağırlamada en ince nüans gözardı edilmez]

Rūm diyārine dendān-i tamāˁı tīz idüp [Rum diyarına tamah dişlerini sivriltip]

Rumilinde ˁufūnet-i hevā ve istidād-i tāˁunü vebā [hava çürümesi ve salgın hastalık eğilimi] olmağın

rūy-i teveccühin veche-i hükūmetgāhe tevcīh ide [bakış yönünü yönetim makamı yönüne yönelte]

rüsūm-i şirkten ārī olup [şirk törelerinden arınıp]

*rüşdine bülūġ ve pertev-i ıḳbāli fürūġ bulınce teeḫīr olunürsa [rüştüne erişip ikbalinin ışığı parlayıncaya dek ertelenirse]

*ṣadā-yi kūs-i ẓafer-meenūs [zafer bildiren köslerin yankısı]

sādıḳ nihādān-i ümmete lüzūm-i riˁayet-i şurūṭ-ı uḫuvveti īmā ve işāret buyurmuşlerdür [ümmetin sadık tabiatlılarına, kardeşlik şartlarına uyma gereğini ima ve işaret buyurmuşlardır]

*ṣafā-i ṣoffa vü eyvānleri ṣafā-i ˁaḳīdeti mübdiˁden müşˁirdür [sofa ve eyvanlarının ihtişamı kurucu prensiplerinin saflığına işaret eder]

*sahīfe-i sīne-i bī-kīnede raḳam-i vedd ü iḥlāsleri muḥarrerdür [gönlünün temiz sayfasında sevgi ve ihlas harfleri yazılıdır]

sāye-i pādişāh-i Rūmı penāh idinüp [Rum padişahının gölgesini sığınak edinip]

sedd-i süğūr ve ıslāh-ı ˁumūr-i cumhūr levāzimini ikmālden soŋra [sınırların tahkimi ve halkın işlerinin ıslahı için gerekenleri tamamladıktan sonra]

*semūm-i hücūm-i şuˀmleri mīzāc-i ˁāleme sārī olup [lanetli saldırılarının zehri alemin bünyesine bulaşıp]

ser-i bürīde-i kralı tegāyürden ṣıyānet içün asel içre vazˁ itmişler idı [kralın kesik başını bozulmadan korumak için sirke içine koymuşlardı]

serīr-i saltanāte cülūs ittükde sinn-i şerīfleri on sekiz yıl idı [saltanat tahtına oturduğunda 18 yaşında idi]

sevdā-i istıḳlāl sevdāsinden gitmezdi [istiklal tutkusu tutkulu ruhundan gitmezdi]

seyrü temāşāsinden dilgīr olmaz [sıkılmaz]

sıfat-ı müteḳābile ile ittısāfı ıḳtızāsi ile [karşıt sıfatla nitelendirilmesi gerektiği]
 
*sīmā-i safā-nümālerine jengār-i tağayyürü teessür gelüp [kaygısız yüzüne bozulma ve üzüntünün pası gelip]
 
sulḥa muġāyir harekāt ü vazˁ u hālet irtikāb eyledi [barış karşıtı hareket ve tavırlar sergiledi]
 
sulṭān-i dāver fuḳarāye yāver [yardımcı] olup

şāhü riˁāyet vābeste-i gayretü ḥamiyyet idüğü sābittir [egemenlik ve itaatin gayret ve hamiyete bağımlı olduğu bilinir]

*şaˁşaˁa-i şevārim-i āteşbār ve remīz-i esinne-i şihābgirdār [ateş saçan kılıçların parıltısı ve kıvılcım saçan mızrakların görüntüsü]

*şecere-i tayyībe-i ıḳbāli tāze-nihāl iken müsmiri semere-i kemāldür [güzel ikbalinin ağacı taze fidan iken kusursuz meyveler verir]

şeh-i nīk ü siyer [iyinin ve erdemlerin şahı]

şehr-i mezbūrün zāhırinde ḥulūl ittı [adı geçen şehrin yakınına kondu]
 
şehriyār muhāfezasinde cān sipār oldıler [padişahı korumak için canlarını feda ettiler]

şehriyār-i nāmdār ġayẓıni ıżmār ittı [namlı padişah öfkesini gizledi]

şöyle irāde eyledi ki feth-ı mezbūrde paşaya müsābaḳat eyleye [paşadan önce eyleme geçmesini buyurdu] 
 
*şuˁarā-i sihrbāz-i efsūn-perdāz [büyü saçan sihir ustası şairler]

ṭabīb-i hāzık ve müdebbir-i fāıḳ idı [özenli bir tabip ve üstün bir yönetici idi]taḫrīb-i bünyān-i şirk ü tuğyān [şirk ve isyan binalarını yerle bir etmek]

tedbīri dil-pezīrini istiḥsān ittı [gönüllü tedbirini beğendi]
 
tekālif-i cedīde ile reˁāyā fuḳarāsine cevrü eziyet olunmak münāsib degüldür [yeni vergilerle reayanın fakirlerine eziyet ve zulüm etmek]temlīk tarīḳı ile virdi [(irsî) mülk olarak verdi]

*teraṣṣud-i fürṣat ve teraḳḳub-i nuṣret idüp [fırsat gözleyip zaferi bekleyerek]

tertīb-i velīme-i nikāh ve tensīḳ-ı encümen-i meserretü ifrāhe iştiġāl ittı [nikâh törenini düzenlemek ve eğlence ve partiyi sıraya koymakla uğraştı]

teselluṭ-i tām ve icrā-i aḥkām ile [tam egemenlik ve yargı yetkisi ile]

tevḳīf-i eyyām-i tevaḳḳufte [alıkonduğu günler boyunca]

tevsīˁ-ı memleket ve terfīˁ-ı pāyei şevket bābinde [ülkeyi genişletmek ve egemenlik payesini yükseltmek babında]
 
teżādd tevādde münḳalib olurdı [zıtlık dostluğa dönüşürdü]

teẕekkür-i ahvāli mesālik olunup [işlerin durumu gözden geçirilip]

*top-endāz-i rāst-nazar [isabetli bakışlı bir top atıcı]
 
ˁubūdiyetü iḫlāṣ ve ıṭāˁetü ıḫtiṣāṣ birleˁumde-i atıbbā ve zübde-i ahıbbāsı olan [tabiplerinin dayanağı ve ahbaplarının en iyisi olan]
 
üslūb-i mergūb üzre ṭarḥ urup itmāmine ıḳtām eyledı [zarif tarzda temel atıp tamamlamaya çalıştı]

vālid-i muˁaskerine münżamm olıcak [ordulanmış babasına katıldığında]
 
ve illā nizām-i mülkü milel intişārü ḫalel bulür [devletin ve ulusların düzeni dağılmaya ve zarara uğrar]
 
veled-i necīb ve ferzend-i ḥasībleri
 
*vesīle-i intibāh-i şāh-i dil-āgāh oldı [gönül-bilen padişahın uyanmasına vesile oldu]
 
vilādetleri vālid-i mācidlerinüŋ serīr-ı salṭanate cülūs buyurdukleri leyle-i müteberrikede vukūˁ bulmuşdür [doğumu, şanlı babasının saltanat makamına cülus ettikleri mübarek gecede gerçekleşmiştir]
 
*zarar-i ˁācili عاجلى belki ācili آجلى [kısa vadeli hatta uzun vadeli zararı] bu devlete müteˁaddī olurdızebān-i şekvāsını dırāz idüp [şikâyet dilini uzun edip]
 
*zebān-i tığı zübānī gibi hallāl-i müşkilāt-i zafer idı [kılıcının dili zebani gibi zaferin önündeki zorlukları çözücü idi]
 
zımn-i mektūbda taˁyīn olunan leyle-i maˁhūde hulūl itdükde [mektubun içeriğinde belirtilen gece geldiğinde]

ẕirve-i ıḥsāne iˁtilā ittı [ihsanın zirvesine yükseltti]
zīver-i hüsnü behā ile imtiyāz bulmış [güzellik ve pahalılık ziynetleriyle seçkinleşmiş]

Sinan Paşa, Tazarruˁnāme 
Bir başka keşif, İstanbul’un Hocapaşa semtine adını veren Hoca Sinan Paşa’nın Tazarru’nāme adlı eseri. Bu zat Fatih Sultan Mehmed’in hocası ve çağın önde gelen entelektüellerinden biri imiş. Fatih’in ısrarıyla siyaset alanına geçip bir süre sadrazamlık yapmış. Sonra gözden düşmüş, yandaş medyada türlü iftiralara maruz kalmış, zindana atılmış, muhtemelen işkence görmüş. Fatih’in ölümünden sonra itibarı bir ölçüde iade edilmiş; Edirne’de hocalık yapmasına izin verilmiş. 

Tazarru’nāme, itibarının iadesinden sonra 1482 ile 1485 arasında bir tarihte kaleme aldığı bir Allah’a yakarış metni. İçeriği bildiğiniz İslami kalıplara uygun. Ama Osmanlı dönemine ait İslami metinlerin çoğundan daha insanî ve içten gelme bir eser. Emsallerinin hemen hepsinden farklı olarak, içinde gayrimüslimlere (“kâfirlere”) yönelik tek bir hakaret yok, kan dökme ve kelle kesme övülmemiş, yeryüzü nimetlerine dair ifade edilen kayıtsızlık buram buram riya kokmuyor. Hocanın başına gelenlerden etkilendiği belli. İkbalden düşmeden önce dili nasıldı, insan merak ediyor.

Eserin tadını vermek için uzunca bir bölüm aktaracağım. Hoca bu orgazmik tonu bir sayfa, üç sayfa, beş sayfa değil, üç yüz sayfa boyunca hiç tavsatmadan sürdürmüş. Bana sorarsanız döneminin en parlak İtalyan şairleriyle boy ölçüşür, dünya çapında bir edebi başyapıttır. Yüksek sesle okuyun, tadını daha iyi alırsınız.
Dünyā bir pīre-zen-i ˁacūzedür ki libās-i ārāyiş-i duḫterānda görünür, ve bir ḫarāb-ābād-i virānedür ki mazhar-i ābādānda gözükür. Anuŋ zevk ü safāsı vefā-yı zenān ve ebr-i tābistān gibi nā-pāyidārdur, ve ġussā vü cefāsı evrāk-ı eşcār ve aˁdād-ı rimāl gibi bī-şümārdur. Kürbe gibi doğurduğun yine yir ve kelb gibi temellük ittigin ısrur. Kimüŋ-ile ˁahd itti ki gine bozmadı ve kimüŋ ile ˁakd itti ki gine çözmedi.

Bu bir evdür ki ˁımāretleri ḫarāb ve emelleri nā-yāb, ve ˁızzetleri tahkīr ve taˁzīmleri tasġīr, ve ˁarsa-i āfāt ve menzil-i beliyyāttur.

Her kim ki kâ’s-i cihāndan şerāb-i hayāt içti, ˁākıbet humār-i memāti görse gerek, ve her kim ki bāğ-ı zemānden gül-i rāhat kokdı, elbet ḫār-i zahmetin çekse gerek.

Her nāzük-diller şimşīr-i merg elinden pür-ḫūndur ve her tāk-ı devlet külüngi zahmından ser-nigūndur.

Kankı serv-i bālā-i ikbāldür ki kuvvet-i bād-i ecel-i bī-mecāl anı dü-tā itmemiştür, ve kankı şükūfe-i bāġ-ı cemāldür ki satavāt-i hazān-i merg ü vebāl anı yire düşürmemiştür.

Kankı nakş-ı dil-keş ü zibādür ki tūfān-i hadesān anı rakk-ı varak-ı zemāneden yuyup gidermemişdür, ve kankı ˁārız-ı gül-i raˁnādür ki ˁızār-i meh-i tābānı ḫār ü ḫāşāk-ı cihāna karışup gitmemişdür.

Kankı āsümān-ı safādur ki gamāyīm-i hādisāt-i kāināt-i ˁulviyye-ile reng ü rüvāsı kudūret ü zevāl bulmamışdur, ve kankı sūret-i māh-sīmādur ki tareyān-i mevāniˁ-i nekebāt-i sifliyye-ile revnāk u ziyāsı taġayyür ve intıkāl bulmamışdur.

Kankı cemāl-i merdüm-i dīde-i ˁızzetdür ki dīde-i merdüm ol hüsn ü zīnetüŋ letāfetinde hayrān iken nāgehān bād-i fenā esüp ḫāk içinde ḫor itmemişdür, ve kankı kuvvet-i devlet-i cüvān-baḫttur ki pīr ü cüvān ol sāhib-devletüŋ rikābında revān iken āḫır şīr-i ecel yetişüp zor-ı pençesi-ile zār itmemişdür.

Niçe ḫalīfelerüŋ imāme-i devletleri vardı kim bir gün ser-nigūn olup boyunların anuŋ ile bağladılar, ve niçe pādişāhlaruŋ kemer-i ˁızzetleri vardı kim nā-gāh esīr eyleyüp billerine zencīr eylediler.

Niçe dilīr bahādurlar olur kim kendü kılıçları-ile gerdenlerine çalınur, ve niçe ˁākıl pādişāhlar olur ki tedbīrleri-ile gine kendüler sınur.

Bāğ-ı cihān hīç gül-i devlet virmemişdür ki ḫār-i cefā vü mihnet ana lāzim olmaya, ve zenbūr-i zemān hīç şehd-i ˁızzet sunmamıştur ki zehr-i kahr u meşakkat ana mülāzim olmaya.

Kankı lāle-i çemen-i melāhattür ki āḫır zübūl bulmadı, ve kankı āfitāb-i felek-i sabāhattür ki ˁākıbet üfūl bulmadı.

Kankı şehriyār-i nīk-baḫttur ki dünyā hevāsınuŋ havāsında yilerken bī-raḫt ü baḫt kalmadı, ve kankı tāc-dār-i sāhib-taḫttur ki cihān serāyınuŋ serīrine aldanmış iken bī-tāc ü taḫt kalmadı.

Kankı āyīn-i devlet-i şāhāndur ki münderis olup geçmemiştür, ve kankı ˁāyet-i mushāf-i ḫūbāndur ki mensuḫ olup gitmemiştür.

Kubbe-i semāvāt bu salābet-ile āḫır münşakk olup yıkılsa gerek, ve rūy-i zemīn bu tarāvet ile ˁākıbet ḫarāb olup bozulsa gerek.

Dağlar ki görürsin dağılsa gerek; sular ki görürsin soğulsa gerek. Yıldızlar yire düşse gerek, ve yir ü gök birbirine karışsa gerek.

Beyit: Ne ḫoş idı bu dehrüŋ būsitānı / ger olmayaydı āsīb-i hazānı

Nice tıfl-i nāzenīnler ki henūz gonce-i gülizārı açılmamış ve zülf-i müşg-bārı çözülmemiş, kaşları yayı kurulmamış, gamzeler okı atılmamış iken, nā-gāh kahr-ı zemān-ı fettān ol nā-resīdeleri ḫāk-ile yeksān ider, ve niçe mahbūb-i güzīnler ki çehre-i cān-fizā ve kadd-i dil-ārāları göŋül gülzārına behcet ve cihān bāğına zīnet virmiş iken, bir gün fitne-i devr-i zemān ol servi boylularuŋ kadlerini ve ol gül yüzlilerüŋ hadlerini toprak altında pinhān eyler.

Niçe nihāl-i draḫşān olur ki henūz  bedr olmadan ḫusūf bulur, ve niçe āfitāb-i tābān olur ki ufukdan kalkmadan küsūf bulur.

Cihān bāğında niçe nihāller olur ki yitişmedin yine kurur, ve rūzigār çemenlerinde ança reyhānlar olur ki açılmadın yolunur.

Niçe ˁömr ağaçları daḫı olur ki yitişüp müsmir iken zahm-i çeşm-i zemāne-i gaddār irişüp nāgāh bād-i fenā-i havādis yıkup düşürür, ve niçe zindegānī devhāları olur ki kökleri zemīne müsemmir iken nevāyib-i rūzigār-i mekkār yitişüp bir gün sarsar-i mesāyib yire aktarur.

Cihān bāġubānı böyle gelmiş, diküp koparur, ve zemān dihkānı ˁādet idinmiş, ektügin götürür.

Brrr. İlk paragrafı çevireyim, gerisini siz çözün bence:

Dünyā bir yaşlı acuze kadındır ki genç kızın görkemli kılığında görünür, ve bir virāne harabistandır ki şenlik yeri gibi gözükür. Onun zevk ü safāsı kadın vefası ya da yaz bulutu gibi gelip geçicidir, ve keder ve cefāsı ağaçların yaprakları ve kumun taneleri gibi sayısızdır. Dişi domuz gibi doğurduğunu yine yer ve köpek gibi sahipleneni ısırır. Kiminle sözleşti ki gene bozmadı ve kiminle antlaştı ki gene çözmedi. 

Sekizinci paragrafta Fatih Sultan Mehmed’in ölümüne sebep olduğu rivayet edilen şir pençe hastalığına atıf var sanıyorum. Sondan bir önceki paragraf da paşanın kendi kaderini anlatıyor sanki.

Tuesday, August 11, 2015

Faydalı Meyveler - 1



Ece sormuş: Adem, Havva’nın elmasını reddetseydi insanlık tarihi sizce nasıl olurdu?
İlk reaksiyonum, “Elma değil şeftalidir o” demek oldu. Sonra duraksadım. İkisi de olamaz, çünkü ikisi de insan mahsulüdür, ilk bahçede bulunabilecek meyveler değil. Tohumdan çoğalmazlar. Elma Neolitik Çağ’ın sonlarına doğru, bugünden belki dört-beş bin yıl önce zuhur etmiş. Şeftali daha da geç. Bu tip şeyleri akıl etmek, sonra uğraşıp üretmek, ıslah etmek, budamak, sulamak, ilaçlamak için önce cennetten kovulup aç kalmış olmak lazım. Yoksa neden uğraşsın?
O meyve olayı olmasa Adem ile Havva aganigi işlerine girerler miydi? Bu konudaki doktrini maalesef bilmiyorum. Şimdi internetim olsa hemen araştırır, Yahudi, Hristiyan ve İslam geleneğinin bu meseleye ilişkin duruşlarını size anlatırdım. “A vallahi olmaz, onlar masumdu” deniyorsa sorumuzun cevabi basit. Adem ile Havva bolluk ve bereket bahçesinde mutlu bir hayat geçirir, Allah’ın onlara tayin ettiği sürenin sonunda Alzheimer olup ölürler, ya da belki o talihsizliğe fırsat kalmadan yanlışlıkla bir kaplan tarafından yenilirler ya da bayırdan düşüp telef olurlardı. Devamı gelmezdi. Adem ile Havva vakası Allah’ın başarısız deneylerinden biri olarak sicillerdeki yerini alırdı.
Peki, Cenab-ı Hakkın inayetiyle bir şekilde üremeyi başarsalar ne olurdu? Yine mutluluk ve huzur içinde yaşarlardı sanırım. Allah’ın kurduğu düzeni sorgulamak akıllarına gelmezdi. “Bu meyveyi yemeyeceksin” diye emredildiğinde “Peki madem” deyip boyun eğenden öbür türlüsü beklenmez. “Kafamıza göre düzen kuracağız” diye boşuna hırs yapmazlardı. Açlık diye bir dertleri olmadığından ekip biçmek, yarını düşünmek, erzak depolamak, dağıtım sistemi kurmak, dağıtım memurları atamak, o memurların geçimi için vergi toplamak, vergi kaçıranlar için zaptiye teşkilatı kurmak, gelişkin ceza teknikleri tasarlamak, bunlara ideolojik gerekçe bulmak, ideolojik gerekçeye itiraz edenleri zındık ilan etmek, zındıkların fikirleri ile savaşmak için medreseler ve üniversiteler kurmak gibi boş şeylerle uğraşmazlardı. Allah’a güven ve itaatleri tam olduğundan, yeri kazıp altından maden çıkarmak, ya da denizi aşıp Amerika’yı keşfetmek, ya da göğe bakıp güneşin yörüngesini hesaplamak gibi işlere de kalkışmazlardı. Hayatları hamd ve rıza ile geçerdi. Boş zamanlarında belki birbiriyle şakalaşır, dans eder, ya da birbirinin başındaki bitleri ayıklamakla vakit geçirirlerdi.
Nasıl bir hayat olurdu, merak ediyorsanız yakınınızdaki bir hayvanat bahçesine gidip maymunlar reyonunu izleyin, yeter.

8 yorum:

  1. İncil Aramice'den Latince'ye çevrilirken, kötülük anlamındaki malum yerine, elma ağacı anlamına gelen malus kelimesinin yazıldığı; aslında iyiliği ve kötülüğü bilme ağacının bu şekilde elma ağacı olarak geçtiği söyleniyor. Yani, aslında elma ağacı hiç olmadı :)



    1. Isa'nin dili Aramice idi. Ancak inciller Yunanca yazilmistir. Inciller isa'nin sozleri degildir. Adem ile Havva hikayesi Tevrat'tadIr. Bunun da asli Ibranicedir. Isa'dan evvel Ahd-i Atik Yunancaya tercume edilmisitir, Katolikler ve Ortodokslar bunu esas alir.
  2. Sayın Nişanyan,

    Benim başka bir teorim var.
    Cennet gibi bir hazineden,bir pırlanta tanesini aldılar diye,Adem cennetten kovulurmu?
    Kaldıki;Bir tane elma,pırlanta tanesi bile değil.
    Anlaşılacağı gibi,Elma bir sembol,
    Kovulma sebepleri başka.
    Sizin teorinize göre de, zaten elma olamazdı.
    Şöyle düşünün;
    Tanrının en bozulduğu şey ne?
    Kurana göre;Eş koşmak.
    Bunda bozulacak ne var diye düşüne bilirsiniz.
    Bizim megolamanlar bile ,böyle bir ihtimale bozulur iken,megalo olan tanrı bozulmamzmı,?
    Tabiki bozulur,
    Peki Adem ve Havva ne halt ettilerde Tanrıya kendilerini eş koştular bu köftehorlar?.
    Neydi bizim Tanrımızın özelliği,Rahim olması,
    Yani yaratan.
    Adem Havvayı bilince Havva hamile kaldı,
    Karnı şişti,
    Belliki hamile,
    Oda tanrı gibi bir canlı yaratacak,
    Bir tür Tanrı olacak,
    İşte bu duruma çok bozulan tanrı,
    Adem ve Havvayı,
    Cennetten şutladı.
    Şimdi stratejik soru şu,
    Adem ,Havva ile çiftleşmeden önce condom mu kullanacaktı?
    Geldik zurnanın zırt dediği noktaya,
    Yıllar önce küçük bir toplantıda ,sanat güneşimiz,rahmetli şöyle bir hikaye anlatmıştı.
    Bilirsiniz ,Tanrı her şeyi uygun yaratmıştır.
    Siz hiç kasap masatı gördünüzmü?
    Yassı uzun bişeydir,
    Şekil itibariyle balığı andırır.
    İddea şu;
    Tanrı, erkek cinsel organını ,kadının vajinası için yaratsaydı,kasap masadı gibi bir organ yaratırdı.
    Halbuki o ,yuvakla bir organ yarattı,
    O,erkek cinsel organını,başka bi yer için yaratmıştı,
    Hem o zaman ,Havva anamız,hamile kalıp cennetten kovulmazdı.
    Yanıtla

    Yanıtlar

    1. Ne enteresan düşünceleriniz var ya. Yaratılışı bir penisle açıklamak enteresan gerçekten. Güzeldi ama, sürükleyici. Sevdim. :) Her 20 saniyede bir bir kadın hamile kalıyor ve bir bebek doğuyor, kadın bu bebeği doğurduğu için tanrı mı oluyor? Yoksa Allahın cenneti ayakları altına serdiği bir varlık mı? (Ha bu arada masat gibi olmasına gerek yok, şeklinden bakınca vajinanında penisinde tek görevi üremek, fazla anlamlar yüklemeyin. ;) )
  3. Adem ve havva hikayesindeki en basit ayrıntıyı kacirmisim.. doğru ya elma insan eliyle evrimlesmis bir meyve cennet bahçesine ait olamaz :) diğer taraftan doğa bir savaş alanıdır bu varoluş mücadelesinden soyutlanmış bir insan insanı vasıflarını kaybetmiş demektir. Hayvanat bahçesindeki maymun reyonu benzetmenizde oldukça yerindeydi.. teşekkür ederim harika bir yazıydı..
    Yanıtla
  4. Yanlız son paragrafta yazdıkların güzeldi. İnsanların traji komik hallerini çok güzel bir şekilde açıklamışsın. Bi nokta varki - yazının temel düşüncesinin, aradığı sorununda bu olduğunu düşünüyorum - Adem elmayı yemeseydi biz cennette olurduk, sonra Allahın başarısız projeler olurdu vesaire demişsin. Evvela Allahın başarısız projesi olmaz. Bizde ademin elmayı yemesi zaten efsane, onlar boş hikaye yani. Bu kelimeyi bu ara çok duyuyorum, biz Allahın projesi değiliz, kuluyuz. Bu yüzden Allah bizi sınamak istedi, o yüzden burdayız. Anlayacağın gerçekte Adem elmamı yedi, şeftali mi, muz mu kestane mi belli değil. Bence sorunun cevabı bu: illaki dünyada olurduk, yine bu sınavdan geçerdik ve cennet cehennem olurdu.
    Yanıtla
  5. keşke biraz bilimle ilgilenseniz. böyle felsefi bir soruya bilimsel olmayan, kısır düşüncelerle cevap vermek yakışmıyor sizlere. Din bir inançtır. Ve ne derseniz deyin sadece iki ihtimal var. Ya Tanrı vardır Ya da Yoktur. İkisi de korkunç derecede akılalmaz değil mi :)
    Yanıtla
  6. Konunun uzmanı değilim; ama madem ki hiç kimse değinmemiş, bildiğim kadarını arz edeyim. Kuran'da Cennetten kovulma hadisesinde ne 'elma'dan veya başka bir meyveden söz edilir, ne de şeytanın önce Havva'yı, sonra Havva'nın da Adem'i kandırması söz konusudur.
    Yanıtla

Friday, August 7, 2015

Gene bir sol kroşe

Fırat Bayram bana yazmış. Tam metin aktaralım:

 ‘’Çin’de Kültür Devrimi sırasında kurşuna dizilenlere ya da Kamboçya’da Khmer Rouge kurbanlarına, Çavuşesku’nun kolektif çiftliklerinde ya da Husak Çekoslavakya'sının birahanelerinde hayatını tüketenlere bu soruyu sormak ilginç olurdu. Sanırım dayak yerdik. Hitler'in gizli Müslüman olduğunu söyleyenler var gerçi, ama bunun da doğru olduğunu sanmıyorum. Cariye pazarı kurmamış amcam, beterini yapmış.’’ [demiş Sevan N]
Kızıl Kimer rejiminin ideolojisi marksizm dışı, oldukça garip bir ideolojiydi. Sanayileşmeye değil tam aksi yöne gitmeye odaklandılar ve bunu insanlık dışı yöntemlerle yaptılar. Bu bir din değildi ama feciydi, savunulacak yanı yok. Lanetlenmelidir, haklısınız. Faşizm ve Nazizm zaten lanetlenmelidir. Ama cariye pazarı kurduran ideoloji de lanetlenmelidir, çok net! Kızıl Kimerler veya Hitler ne kadar lanetleniyorsa onlar da o kadar lanetlenmelidir. Pol Pot’un yediği haltlar ‘İslami mitolojiyi’ sineye çekmenin mazereti olabilir mi? Bunları niye örnek veriyorsunuz? Pol Pot’a, Hitler’e karşı çıkmak konusunda netsen ‘İslami mitolojiye’ karşı çıkmak konusunda da net olmalıydın. İşte bunu yapmadın. Esas eleştirildiğin nokta burası… Hitler’e, Pol Pot’a tüm dünya karşı çıktı ama cariye pazarı kurduran ideolojiye o veya bu şekilde göz yumdu, layıkıyla karşı çıkmadı. Hala çıkmıyor. Dünya (yani Batı, yani pusulan) karşı çıkmayınca sen de çıkmadın. Sorun burada.
‘’Türk milletinin yarın bir mucize olur da Müslümanlığı bırakırsa daha iyi olacağını düşünüyorsanız, hayal kuruyorsunuz derim. Kemalci oldular da ne oldu? Komünist olsalar Türk Solu dergisinden daha matah bir yere mi varacaklar?’’
Müslümanlığı bırakınca millet daha iyi olmayacaksa sen neyin mücadelesini veriyor, niye ateizmi savunuyor, ne uğruna hapis yatıyorsun sorması ayıp? Cariye pazarı kurduran mitolojinin örneğin bir Bahailikten, Alevilikten, Sikhizmden farkı olduğu açık olsa gerektir. Türk halkı Müslüman olmak yerine Bahai, Alevi veya Sikh olsa daha az başımızın ağrıyacağı da kesin olsa gerek (Yazında inanca saygının olduğunu anlatırken bu dinlerden örnek vermişsin, ben de bu yüzden bunların adını veriyorum). Niye Bahailiğe saygınız var da İslam’a yok? Çünkü ‘İslami mitolojinin’ Bahai mitolojisinden ciddi bir farkı olduğunun siz de içten içe farkındasınız. (Şah ve mat! Geçmiş olsun smile emoticon
‘’Son yılların küfür bombardımanı, evet, bende de Müslümanlığa ve Müslümanlara karşı bir ikrah hissi uyandırdı. Ama gerçekçi olmak gerekirse gene de eski ve denenmiş mitoloji, taze ve çiğ mitolojiden iyidir derim. Köşeleri yuvarlaklaşmıştır, denge mekanizmaları oluşmuştur. "Hadi bakalım bütün kulak'ları, ya da devrim düşmanlarını, ya da Yahudileri, Ermenileri vb. keselim" noktasına daha zor varırlar. Tahminimce. Belki. Umuyoruz.’’
Sevan Bey, İslam tarihi ortada. İnsan kesme noktasına zor vardıklarına dair bir emare görüyor musunuz? IŞİD kıtır kıtır adam kesiyor, senin orada TV yok mu? Hadi bu noktayı geçelim, başka açıdan bakalım meseleye. Komünizm nerede şimdi? Yok. Ama İslam 1400 senedir var! O halde ‘ehven-i şer’ olarak komünizmi tercih etmeliydiniz. Kültür devrimi sırasında kurşuna dizilecekleri gömersin, biter. Çünkü kültür devrimini 1400 sene yapmazsın. 10 sene yapmaya çalışır, olmadığını görünce ÇKP’nin yaptığı gibi Budistlerle, Komfiçyüsçülerle yeniden arayı bulursun. Ama öbürü bitmiyor. 1400 senedir ‘çizgisini’ hiç bozmadı. Bir tür apartheid rejimidir. Kemalizme çatıp da bundan medet ummak inanılır gibi bir hata değil
Sevan Bey, size itirazımın en başından beri özü şu: Siz bir kötüye (Kemalizme) karşı çıkarken ondan daha beter bir kötüyü (İslamcılığı) desteklediniz. Bunu yaparken İslamcılığın kötülüğünü mümkün mertebe hafife aldınız (Tıpkı şu an yaptığınız gibi. Kızıl Kimerlerden falan örnek veriyorsunuz!) Kemalizme İslamcılar değil de Kızıl Kimerler veya Naziler karşı çıksa onları da destekler miydiniz örneğin? Elbette hayır. Ama İslamcıları desteklediniz! Zira İslami mitolojinin kötü olduğunu idrak etmekle birlikte Kızıl Kimer veya Hitler ideolojisi kadar kötü olduğunu idrak edemediniz. Hala idrak etmekte direniyorsunuz. Sorun dün de buydu, bugün de bu. AKP konusundaki hayal kırıklığınızın nedeni de bu. Kemalizme karşı çıkmalı ama bu karşı çıkışta İslamcılıktan medet ummamalıydınız. Bu hataya düşmeniz, siyasal İslamın örneğin faşizm kadar ‘kötü’ olduğunu görmemenizden kaynaklandı. Hala görmemekte direniyorsunuz.
‘’Bir kere hiçbir tarihte kendime "liberal" dediğimi hatırlamıyorum."Kendini tanımla" diye üzerime çok vardıklarında bir keresinde "muhafazakâr anarşist" demiştim, ondan öteye gitmedim.’’
Ben hatırlıyorum ama neyse… Siyasal konumlanışınızın liberallerden farkını ayırt edebilmek mümkün olmadığından sizi liberal sanmış olabilirim, deyip geçeyim. Bundan sonra ‘muhafazakar anarşist’ diyeyim, peki. Ama ‘an-arşi’ sözcüğü hükümetsiz, otoritesiz gibi manalara geliyor. Herhalde biliyorsunuzdur. Devlet olgusuna karşı çıkarsanız mülkünüzün güvenliğini kim koruyacak sorması ayıp? Kaldı ki patron da işçisi üzerinde bir otorite değil midir? Senin neren anarşist be adam? (Polemik olsun da gözünüze fer gelsin diye soruyorum smile emoticon
‘’İkincisi, Ilımlı İslam diye bir şeyi hiçbir tarihte ne savundum, ne destekledim. Ayrıca öyle bir modelin olduğunu da sanmıyorum.’’
Çarpılırsın! ‘Rabiacılara Neden Karşıyız?’ başlıklı yazında şöyle diyorsun bak: ‘’Şimdi bütün dünya, ölen “ılımlı İslam” projesinin yasını tutuyor. İslam ülkelerinde demokrasi denemesini bir başka – çok uzak – bahara ertelemenin sıkıntısını yaşıyor.’’ (Bu cümlenden anlaşılıyor ki hiç değilse böyle bir modelin varlığından haberdarmışsın.)
Sevan Bey, her sıkıştığınızda ‘Ben öyle demedim’ diyecekseniz hapı yuttuk demektir. Evvela ‘Ben liberal olduğumu söylemedim’ dediniz, sonra ‘Ilımlı İslam mı, o da ne?’ moduna girdiniz. Bu işin sonu ‘Ben Sevan değilim’e varacak diye korkuyorum. smile emoticon
‘’AKP bir siyasi partidir, bir toplum modeli ya da ideoloji değil. Bugün işime gelir desteklerim, yarın yanlış yola gider, desteklemem, o kadar.’’
Şu üstteki alıntıda AKP yazdığınız yere CHP, SBKP veya PNF (Partito Nazionale Faşista) koyun, bariz saflık görürsünüz. AKP’nin bir ideolojisi, toplum modeli, hatta mitolojisi var. AKP’yi destekliyorsan o mitolojinin önünü de açıyorsun demektir. ‘Ben SBKP’yi destekledim, komünizmi değil’ demek ne kadar mantıksızsa sizinki de o kadar saçma bir söylem olmuş. Bugün desteklerim, yarın yanlış yola gidince desteklemem denemez. İdeolojisi gereği hangi yola gideceği başından belli zaten. Bu tür akımlar gücü ele geçirdiği takdirde iktidardan uzaklaştırmak zordur (bakın Mursi kendi yandaşlarını sokağa döküverdi, darbeciler bir an sendelese ülke kan gölüydü). AKP’nin ideolojisinin ne olduğu başından beri belliydi. Öngörmeliydiniz, öngörmediniz. Öngörenlere de demedik laf bırakmamıştınız. Şimdi özeleştiri yapmanız yetmez, özür de bekliyoruz.
‘’Yine de o kadar feci bir hata değilmiş, o kadar zaptedilmez bir tehlike değilmiş herhalde ki, bir partinin oyu üç puan fazla çıkınca tık diye devrilebiliyormuş, değil mi? Ötekisi gibi her devlet dairesine resmi asılmamış, her okula büstü dikilmemiş henüz.’’
AKP şu an devrildi mi sence? Bunu söylemek için çok erken. Hatanızdan çok ucuza sıyrılmayı umut ediyorsunuz ama bu kadar kolay olacağını hiç sanmıyorum. ‘IŞİDin varlığı dahi AKP’nin verdiği zararı küçümsemeye engel değil mi?’ ‘AKP olmasa Mursi olur muydu?’ ‘Mursinin ettikleri Mısıra zarar vermedi mi?’ gibi kocaman sorular duruyor önünüzde.
Evet, ötekisinin devlet dairelerinde büstü duruyor hala. Duruyor da ne oluyor sorması ayıp? Heykeli mi kovaladı sizi? 60 senedir umursayan mı var? Berikinin de her yerde camisi duruyor, eee? Kafaları atıp da Diyanet’e ‘’Yürüyün aslanlarım!’’ diye fetva verdirseler bir Cuma, esas o zaman ne olur hiç düşündün mü? Ötekinin zaten toplumsal tabanı yoktu, kışlalara tecrit olmuş haldeydi. İkinci Dünya Savaşında faşizm yenilince kendiliğinden teslim olup çok partili hayata geçti. NATO’ya girip ABD’ye de bağlandı. Daha ne yapsın? Hala büstünden tırsmanın manası var mı ‘Allah aşkına?’ Üstelik AKP gibi köprüyü geçene dek AB’ci olup sonra maskeyi çıkarma yoluna da gitmedi, Hitler ve Stalin dururken kalkıp Batı Bloğuna girdi adamlar. Beğenmediğin ordu her darbesinden evvel ABD’den izin almadı mı? Zaten o darbeleri de sosyalist hareketi ezmek için yapmadılar mı? Senin bu Kemalizm düşmanlığın neyden kaynaklanıyor anlamıyorum. Yanlış Cumhuriyet adlı kitabında Kemalizmde eleştirdiğin hangi nokta İslamcıların ideolojisinde sağlam sorması ayıp? Ona karşı niye İslamcıları destekledin, hangi mantıkla? Tamam, karşı çıktığın şey karşı çıkılmayı hak ediyordu da yerine ne geleceğini hiç mi umursamadın be amcacığım?
Sevgilerimle,
Peki. Şık bir kaç gol var burada. İçeride kukumav kuşları gibi oturmaktan insanın polemik yetenekleri biraz köreliyor mu ne?
İşin özünde bir ölçüde şahsi deneyimin etkisi olabilir. Kemalizm’den ve Kemalcilerden, evet, bütün hayatım boyunca zarar ve düşmanlık gördüm. Ortaokuldayken bütün gaddarlığıyla, a) Ermeni düşmanlığı, b) Toplumsal konformizm dayatıcılığı kisvesiyle üzerime çöktü. Ondan sonraki elli yıl boyunca da devlet alçaklığının ve milliyetçi fanatizmin bayrağı, simgesi, enerji kaynağı olarak Kemal kültünü gördüm.
70’lerde sosyalisttim. 80’lerde Doğu Avrupa Ülkelerini, 90-92’de Sovyet Cumhuriyetlerini esaslı bir şekilde gezme fırsatı buldum. O geziler sonunda aklımda en ufak bir şüphe kalmadı ki sosyalizm -- peki Sovyet Sosyalizmi diyelim -- tarihte insanlığa karşı işlenmiş büyük suçlardan biridir. İlk karım, Çin’de insan hakları ihlalleri uzmanıydı. Onun vasıtasıyla 1980’lerde birkaç Çinli muhalif aydın ve siyasetçiyle tanıştım. Onlar da aynı kanıdaydılar. Yanıldıklarını sanmıyorum.
Buna karşılık İslam’dan ben pek direkt bir zarar görmedim. Belki Müslüman bir çevreden gelmediğim için, İslam geleneğinin aile bağlamındaki mikro-zorbalıklarını tanımadım. Bundan ötürü Müslümanlığın sakıncalarına karşı biraz miyop olabilirim, kabul.
"Teori ve gelenekle toplumsal pratik arasında fazlaca kolaycı bir bağ kuruyorsun." Bu görüşe katılmıyorum. Kur’an vahşi bir kitap, evet. Ama insancıl bir kitap olan İncil’den insanlar pekala İspanya Engizisyonunu ve Salem Cadı Avını türetebilmişler. Absürt derecede gaddar ve saldırgan bir kitap olan Yahudi kutsal kitabından dünyanın en ahlakçı pasifist dini olan modern Yahudiliği de türetebilmişler. Budizm gibi hırsa ve şiddete kapalı bir dinin inançlı mensuplarının Sri Lanka’da da Tamillere neler yaptıklarını da kendi gözlerimle görme fırsatı buldum. Yani teoriyle pratik arasında o kadar doğrudan bir bağ yok, çok şükür.
IŞİD vahşetini biraz daha soğukkanlılıkla değerlendirme taraftarıyım. Bunlara atfedilen suçlarda fazlaca bir gösteri havası var, belki her şeye o kadar çabuk kanmamak lazım. İkincisi, söylenenlerin tümü doğru da olsa  yine de bu arkadaşların gaddarlık ve kan dökücülükte henüz Stalin, Hitler ve Mao seviyesine  -- hatta İttihat ve Terakki seviyesine -- ulaşmamış olduklarını düşünüyorum. Fırsat bulurlarsa ulaşmazlar demiyorum. Sadece ölçüyü elden kaçırmamayı öneriyorum.
“Müslümanlığı bırakınca millet daha iyi olmayacaksa sen neyin mücadelesini veriyor, niye ateizmi savunuyorsun?” Bu sorunun cevabını defalarca verdim. Beni rahatsız eden şey şu ya da bu ideoloji değil; İdeolojinin mutlaklaştırılması. Kuşku ve eleştiri payını kaybetmesi. İnsanların aklına kuşku tohumları ekmeye çalışıyorum, hepsi bu.
"Muzaffer ateizmin ne olacağını merak ediyorsan Enver Hoca diyeyim, belki yeter."
Bahailik, Alevilik, Sikhizm Müslümanlıktan daha iyi dinler mi? Azınlıkta kaldıkları sürece, evet. Allah bizi fatih Bahailerden ve muzaffer Sikhlerden korusun, deyip geçelim.
Bundan otuz dört yıl önce okuyup üzerine kafa yorduğum bir olay var. 16. yüzyıl’da Calvin Cenevre’de ilk Protestan cumhuriyetini kurar. Barış, özgürlük, kardeşlik, adalet, vb. üzerine inşa edilmiş bir ütopyadır. Aradan on yıl geçmeden hareketin bir numaralı teorisyeni ve asıl lideri olan Michel Servetius’u idam etmek zorunda kalır. Bu ve buna benzer diğer bin tane hikayeyi bilince, teori ve pratik arasında o kadar kolaycı bağlar kurmaktan çekiniyor insan.
İslamiyet’in gerek teori, gerek pratik açısından muzır bir akım olduğunu hep düşündüm, halâ düşünüyorum. Islah edilebilir mi? Beş sene önce olsa iyimser bir cevap verirdim. Şimdi emin değilim. Fakat ortada taş gibi bir gerçek var. Bu memlekette insanların yüzde yetmişi, sekseni Müslümanlığı ciddiye alıyor ve yakın gelecekte bu durumun değişebileceğine dair hiçbir belirti yok. Bu durumda önümüzde iki yol görünüyor. Ya demokrasi ve fikir özgürlüğü hayalinden vaz geçeceğiz, ya da Müslümanlığın demokrasi ile bir şekilde bağdaşabileceğine dair umut beslemeye ve çıkış yolları aramaya devam edeceğiz.
Sence hangisi daha akılcıdır?
Derin Mevzular

Kendimi bildim bileli esas davam değişmedi: Manevi özgürlük arayışıdır. Bireyin kendini partizanlıktan, aidiyetlerden, korkulardan, cehaletten, çıkar bağlarından arındırarak hakikatle yüzleşmesinin koşulları nasıl oluşturulur? 

Bu eğer liberalizmse liberalim. Ben “özgürlükçü” demeyi tercih ediyorum. Yok eğer liberalizm bireysel çıkarın kutsanması ise değilim. Aslanlı Yol’a dahil ettiğim Benjamin Constant makalesinde bu konuya değinmiştim. Bu blogda da olmalı.
Bireysel özgürlüğün şartı devlet düzenidir, evet. Kurtlar sofrasında özgürlük olmaz. Ama devlet, aynı zamanda bireysel özgürlüğe yönelik en büyük tehdittir. O yüzden özgürlük, devlete karşı sürekli bir mücadeleyi gerektirir.
İş güvencesinin özgürlükle alakasını göremiyorum. Bana sorsan kölelik hakkıdır; kölelere layık bir dava. Buna karşılık mülk güvencesi, evet, bireysel özgürlüğün vazgeçilmez bir unsurudur. Öte yandan mülkün kutsanması da insanı köleleştiren bir ayak bağı. Mülkü özgürce reddedebilmek için mülkiyet hakkını savunmak lazım.
Bunlar, takdir edersin ki bu günün koşullarında halkla kolay paylaşılabilecek konular değil. O yüzden, temel doktrin konularından çoğu zaman kaçınmayı tercih ediyorum. Belki bir ara derli toplu bir şeyler yazmanın zamanı geldi.
Ilımlı İslam’a gelince, haklısın, bir kaç defa savunmuşum. Bana hiçbir zaman sempatik gelen bir fikir olmadı. Burnumu tutarak parmak ucuyla ellediğim bir görüştü belki. Ama, evet, makul bir görüştü; rasyonel ve savunulabilir bir stratejiydi. Belki tek kişinin cinnetinden bağımsız olarak düşünmeyi başarırsak halâ da büsbütün tükenmiş bir fikir değildir. Sonuçta, hoşuna gitse de gitmese de İslam bir olgu, ve Türkiye’nin toplumsal düzeni olsun, stratejik çıkarı olsun, bu olguyla yüzleşmeyi gerektiriyor.



4 yorum:

  1. yahu,orta okulda kemalistlerden cok zarar gördüm dion.kemalist ideolojide sana karsi bir hüküm yok.
    islami ideolojiye göre,kurana göre kafirsin ve katledilip malina mülküne el koyulmasi icin ayet var.bkz.ganimet sur.
    ben Atatürk ün fikirlerine inanan biriyim.yani laikci yim :)ancak ne facebook ta twetter da onunla ilgili tek bir sey paylasmam.senin yazilarindan din hakkinda aydinlandim(negatif)
    aslinda senin Atatürke düsmanlik mecburiyetin var.tehcirden dolayi.Hirant malatyada ne demisti?onlar(emperyal gücler)bizi biririmize düsürüp amacina ulasirlar.kendin bildikten sonra kac Atatürkcü arkadasin oldu?sana hangi kötülügü yaptilar?
    soru:evladin mutlaka biri ile evlenmek zorunda kalsa,dinciye mi,kemalist e mi evet derdin?
    insallah(arapca,en kisa zamanda)tahliye olursun
    Yanıtla
  2. Hocam mülk güvencesi çok çetrefilli bir mevzu. Ona girince bireysel özgürlükler sınırlanıyor,hatta yok ediliyor diyebiliriz. Mülk güvencesini açmadığınız ve geniş anlamda kullandığınız zaman,bunun benim gibi milyarca fakir insana risk teşkil ettiğini unutmamanız gerekiyor. Mülkiyetin sınırlarını ifade etmemeniz ise muallak durumu daha da tehlikeli kılıyor.

    Mülkiyeti savunan sizin kendi tabirinizle "muhafazakar anarşist" olmanız arasında derin bir çelişki var. Su kaynaklarının,ormanların,meraların dahi mülkiyet kapsamına alınmaya başlandığı bir ortamda mülkiyeti açıkça ben savunamam. Kendi mülkümü bile savunmayı ahlaksızlık,kendimle yaşadığım içsel çelişki olarak nitelerken sizin böyle geniş yargılarınız eğreti duruyor. Yakıştıramadığımı itiraf etmeliyim.
    Yanıtla
  3. çkp nin kültür devrimi zırvalıklarının topluma verdiği zararı çok küçümsemiş sol kroşe atan arkadaş. öyle 10 yılla sınırlı şeyler değil maalesef.zulüm düzeni ve geçmişte devrim adına yapılan saçmalıkların etkileri hala devam ediyor.kurulan sistem bizatihi zorbalık üreten bir yapıdır.böyle hangi sistem olursa olsun insan hayrına değildir.
    Yanıtla