Saturday, June 27, 2020

Çelebinin heykelleri ne olacak?

Evliya Çelebi nasıl geçinir, yolculuklarını nasıl finanse eder, hiç merak ettiniz mi?

1630’lardan 1671’e dek kırk yıla yakın Evliya çeşitli paşaların hizmetinde imparatorluğun dört bucağını gezer, iç ve dış düşmanlara karşı sayısız sefere katılır. Bu süre içinde düzenli maaş aldığına ilişkin bir belirti yoktur. Ancak eşlik ettiği paşalar ve muhatap olduğu yerel yöneticiler tarafından sık sık ödüllendirilir.

Seyahatnamenin ilk kitabında sözü edilen seferlerden biri, 1659 yılında Boğdan (Moldavya) tahtını gaspeden Burunsuz Kostantin’e (Constantin Şerban) karşı katıldığı tenkil seferidir. Kariyeri boyunca sürdürdüğü alışkanlıkla Evliya seferin getirisini detaylı olarak kaydeder. (Kîse kırk veya elli bin akçeye, ya da 500 guruşa, yani 8 kg kadar saf gümüşe eşdeğer bir para birimidir. ‘Yorga’ at demek.)

Alıntılar Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan iki ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi edisyonundan.

Hamd-i Hudâ bu üslûb üzre Eflak u Boğdan vilâyeti yigirmi günde feth olup bu hakîrin eline yigirmi esir bahâsı girüp ganîme aldık. Andan yine Boğdan tahtında civân İstifan Beğ'e [“Genç” Stefan Lupu] gelüp bir kîse ve altı yorga ve bir pâçe kürk ve bir raht peydâ etdik. Ve Gazzâzzâde Ahmed Ağa'dan bir kîse ve bir yorga ve bir mahbûb köle ihsân alup kırk ikinci günde Edirne'ye dâhil olup (1.140)

Bu vesileyle Istranca Dağları ile Çatalca yöresinin yaygın bir ekonomik faaliyetini tanıma fırsatı buluruz. İstanbul’dan kaçan köleler bu bölgede kârlı bir sektörü beslemektedir. (‘Karavaş’ cariye anlamında. ‘Adem pastırması etmek’ Evliya’nın sevdiği tipte bir espri. ‘Pinhan etmek’ saklamak demek. Mahbubeler genel olarak Evliya’nın ilgisini çekmez; gerek kendileri, gerek onlarla ilgilenenler hakkında daima iğneleyici bir iki sözü vardır. Buna karşılık mahbublar ve onlarla yapılan her türlü “iş” seyyahımızın en sevdiği konulardan biri olacaktır.)

Ve İslâmbol'dan firâr eden kul ve karavaşları kayd [u] bend edüp sâhibi çıkarsa müjdesin alup verirler. Eğer firâr eden kulda mâl [u] erzâk var ise mâlını alup anı dahi âdem pasdırması edüp, yere gömüp dil çıkarmazlar. Ve eğer mahbûb u mahbûbe ise dağlarda pinhân edüp niçe zamân her işe kullanırlar. (1.240)

Sağ salim İstanbul’a varan kölelerin gideceği yer bellidir. Esir pazarı Eminönü’ndedir. Pazarda kârhane emini esir başına birer altın pencik, yani beşte bir vergisi alır (demek ki esir fiyatları 5-6 lira civarındadır?). Mühürlü pencik kağıdı bulunmayan esirlere hazine el koyar. (Kârhane burada "iş yeri" anlamında. Mirî demek devlet hazinesi, girift etmek "el koymak".)

Bu kârhâne Eminönü'nde büyük gümrük mukâbelesinde azim çardakdır. Leh ve Çeh ve Nemse ve Maskov ve Rûs ve Gürci ve Abaza ve Çerkes'den gelen esirlerin, bu kârhânede emîn cümle gulâmların ve kızların eşkâllerin yazup esir başına birer altun alup eline pencik kâğızı verüp andan sâhib-i üsârâların fürûht eder, elinde pencik eşkâlli ve memhûrlu kâğızı olmasa satamaz ve esirin mirîye girift ederler.

Bir görevle Kırım Hanı Giray Han’a gönderilen Evliya, görevin içeriği hakkında bilgi vermez ancak maddi mükafatını not eder. Yolda Tarabefzûn fantezi adıyla anılan Trabzon’da, bugünkü Poti yöresi olan Mingrelistan’da ve Abhazya’da da kazançlı duraklar vardır.

Girây Hân'dan Islâmbol'a gitmek içün me’zûn olup bir kîse guruş ve üç esir ve bir semmûr kürk ve bir kat esbâb ihsan edüp Kalgay Mehemmed Girây ve Nûreiddîn Girây Sultân, Vezîr-i dilîr Sefer Gâzî Ağa ve Sübhân Gâzî Ağa ye Ayu Ahmed Ağa ve Defterdâr İslâm Ağa bu efendilerimiz birer esir ihsân edüp Kırım diyârında on dörd esîr ve dörd kîse tahsil edüp Tarabefzûn'dan ve Migrilistân'dan ve Abaza diyârından aldığımız esirler ile cümle on sekiz re’s esirimiz ile cezire-i Kırım'dan Islâmbol'a müteveccih olduğumızda... (2.70)

Dönüş yolunda felaket baş gösterir, Karadeniz’de gemi batar, yolcuların çoğu boğulur, esirler kaybolur. Ancak talih eseri Evliya bir tahtaya tutunmuş olan iki Gürcü gulam ile iki Çerkes bakireyi yakalamayı başarır. Silistre yakınında Keligra dağında karaya çıkıp, Allah’ın kendisine ihsan ettiği dört esirle oranın dervişlerinin tekkesine misafir olur:

Keliğra Sultân kayasına düşüp necât bulup âsitâne-i Keliğra Sultân dervişleriyle cân sohbeti edüp bize ihsân-ı Hudâ olan kölelerimizle bir hücre ta‘yîn eylediler...

Allah’ın yardımı İstanbul’a dönüşte de devam eder. Gümrük Emini Ali Ağa’nın himmetiyle, boğulan 18 (19?) esir ile giysilerin bedeli Evliya’ya ödenir:

Karadeniz'de zâyî‘ olan esbâblarımız ve gark olan on tokuz aded kölelerimizin ivazın Cenâb-ı Bârı ihsân etdi. (2.76)

Sonraki yolculuklarda nakit, at ve köle tahsilatı devam eder. Kars paşası ile Kağızman beyinin “ayakbastı bedeli” olarak ödedikleri:

Kars paşasından ve on bir ağavâtdan ve Kağızmân beğinden ücret-i kadem hakîre bir kîse guruş ve iki Mahmûdî at ve iki Gürci gulâmı alup... (2.170)

İhsanların sebeb-i hikmetine dair Trabzon’da esaslı bir ipucu elde ederiz. Evliya Tortum Sancakbeyi Seydi Ahmet Paşa’nın maiyetinde Batum yakınındaki Gönye kalesine varmıştır. Paşa burada bulunan Trabzon valisini ihanetle suçlar, ekibini yakalatıp zindana attırır, divan katiplerini çağırıp padişaha arz yazdırır. Ricalara “Çerkes inadı” ile karşılık verir. Üç gün pazarlıktan sonra 43 kese guruş, üç sandık samur kürk ve 24 köleye konu tatlıya bağlanır.

cümle Tarabefzûn a’yânının yedikleri hapsi balıkları burunlarından fitil fitil çıkup "Âmân Sultânım! Pâdişâha bizi arz eyleme" deyü Seydî Ahmed Paşa'nın hâk-i pâyine düşüp niyâzmend olduklarınca Seydî Paşa aşağı komayup "Elbette bu âsîleri arz ederim" deyü sözünde sâbît-kelâm olup Çerkes inâdına musırr oldu. Âhir Tarabefzûnlular yine paşalara dahi düşüp anlar yine Seydî Paşa'ya ricâ edüp mâbeyne niçe mu’tedil muslihûn iş erleri ricâ edüp üç gün keşâkeşden sonra hâh-nâhâh Tarabefzûn paşasından ye a’yân-ı vilâyetden ve eyâlet-i Tarabefzûn’dan cümlesinden pes-i perdece kırk üç kîse guruş ve üç tahta semmûr kürk ve on iki pençe-i âfitâb mahbûb gulâm-ı sührâb ye on iki mahbûbe-i zenâne ve fitne-i cihâne nergîs gözlü ve şîrîn sözlü Gürcî güzeli dûşîze ve pâkîze bintânlar...

Osmanlının Başaçık Beği olarak adlandırdığı İmereti (Batı Gürcistan) hükümdarının imkanları daha mütevazıdır. Paşa’ya sunduğu beş oğlan ve beş kız köleden ikisi Evliya’nın payına düşer.

Başaçık beğinden Serdâr Seydî Paşa'ya beş gulâm ve beş mahbûbe kız hedâyâ gelüp bu hakîre bir kız ve bir gulâm ihsân eyledi.” (2.182)

Şebinkarahisar’dan rekor miktarda vergi toplamakla meşhur vergi tahsildarı Gürcü Derviş Ağa da Evliya’nın “bir hizmet” edip karşılığında ödüllendirildiği yöneticilerdendir. Hizmetin niteliği açıklanmaz. Ancak Ağanın, “mücrimleri” dilim dilim doğrayıp “işlerini tamam etmekle” ünlendiği belirtilir.  (Mandoval veya Mindeval şimdi Giresun'un Çamoluk ilçesi. Muhassıl "tahsildar" demek.)

Hakîr bir kerre bir hizmetle Mandoval deresine ve Kur deresine vardıkda ol hizmetden yedi yüz riyâl ve bir at ve bir kılıç ve iki kızıl katır alıverüp kendisi dahi hakîre bir Gürcî gulâmı ihsân etdi. Aceb hâkim-i muhassıl idi. (2.199)

Evliya’nın paşası bu kez yanlış siyasi hizbi destekleyen yerel mütevelliyi katl edip malını miriye zaptetme göreviyle Beypazarı – yerel ismiyle Bebekpazarı – kasabasına ulaşır. Buradayken Evliya’nın babasının İstanbul’da öldüğü haberi gelir. Miras işlemleri için şehre dönmesi gereklidir. Yolluk olarak (Bebekpazarı ganimetinden?) 500 aslanlı (‘esedî’) Hollanda taleri, iki at, iki köle ve mükellef bir çadır ihsan edilir:

kethüdâ ve hazinedârın çağırup beş yüz esedi harc-ı râh ve iki küheylân at ve iki köle ihsan edüp sâ’ir levâzımâtlarımı ve bir mükellef cerge ve merhûm Varvar Alî Paşa'nın ihsân etdüğü üç katıra üç katır dahi ihsân edüp... (2.243)

Murtaza Paşa ile yolculuğu esnasında paşa Suriyeli olan imamının sohbetinden hazzetmeyip Evliya ile hoşça vakit geçirdiği için onu sabah ve akşam bir an yanından ayırmaz, kendi yemeğinden günde iki kez enfes yemekler gönderir, bir Gürcü köle ve tam teçhizatlı gümüş süslü bir at hediye eder. 

subh [u] mesâ hakiri cenbinden bir ân münfek etmeyüp bir Gürci kölesi ve bir raht [u] bahtıyla sim zeynli küheylân at ve iki katır ve yüz altun ve kırk ekmek ve kendü ta‘âmlarından beher yevm merreteyn ta‘âm-ı nefîs etdi.

Niğbolu ziyaretinde Evliya’nın payına bir Rus köle, bir tüfek ve iki at düşer:

hakîre dahi bir kise guruş ve bir Rusu'l-asl köle ve bir Nigebolı tüfengi ve iki re’s yorga bârgîr ihsan edüp... (3.184)

Van şehrinde çoğunlukla Gürcü köleler bulunur. Evliya tipik köle ve cariye isimlerini sayar. (Esma-i çakeran “köle adları” demek. Cevariyan duble çoğul, “cariyeler”.)

Der-alâmet-i esmâ-i çâkerân: Ekser Gürci köleleridir kim isimleri Usuf ve Evreng ve Çelerdi ve Hakverdi ve Çömez ve Zâl ve İskender ve Kubâd ve Şağâd ve Server ve Hurrem ve Levend ve Elvend ve Sıyâmi ve Perviz ve Şükrullâh ve Kâsım ve Şâhkırân nâm gulâmları var.  Müş‘ar-ı esmâ-i Cevâriyân: Meselâ Zülnigâr ve Mürdecân ve Hatme ve Varka ve Şâkire ve Heniyye ve Mâhiye ve Dürri ve Cevher ve Hümâ [ve] Serviboy ve Cânpây ve Dilârâm ve Pürçine ve Perîşân ve Cânnisâr ve Mâye ve Sime ve Hâlisa ve Zûzebân ve Şâhûbân esmâlı cevâriyeler var. (4.130)

Bitlis Hanı’nı tepelemek üzere vardıkları Hakkari’de Evliya, patronu Melek Ahmet Paşa’nın karıncalarla ilgili bir rüyasını tabir eder. Paşa memnun olur. Evliya fırsatı kaçırmaz:

“Bana ki birkaç karınca bağışladın, hân askeri bozulup ganîmetden bana birkaç kara gözlü ve karınca belli köleler bağışlarsız" dedim.

Bitlis hanı yenilir, yerine Ziyaeddin Han tayin edilir. Bu zat paşaya minnetini Bitlis ahalisinden kadim gelenek uyarınca ayakbastı bedeli olarak toplanan 100 kese guruş, çok sayıda hayvan, on oğlan ve 5 gül endamlı pakize kız ile bukalemun nakışlı bir çadırla ifade eder.

hân-ı cedid Ziyâeddin Hân şehr-i Bitlis'in ahâlîlerine âdet-i kadîmeleri üzre kudûmiyye üç yüz kise mâl cem‘ edüp paşaya kâmil yüz kise hizmet edüp beşer tavla at ve on katâr katır ve on zırıh ve on gulâm ve beş aded pâkîze duhter-i gülendâm ve bir otağ-ı nakş-ı bûkalemûn-ı benâm ve elli şemmâme amber-i hâm verdi. (4.169)

Yolu tekrar Kırım’a düşen Evliya Özi beyi’nin ihsanına nail olur.

Bir gün Özü beği hakîre donanma müjdesiyçün bir kîse guruş ve bir semmûr kafâsı kürk ve iki donluk saya çuka ve iki Rus kölesi ve üç re’s küheylân Sâlihli atları verdi. (5.94)

Yazarımız edindiği kölelerin borsasını özenle takip eder. Özi’den sonra vardığı Kilye’de köleler kaliteli fakat piyasa düşüktür:

Âb [u] havâsı latif olduğundan cevârîleri ve memlûkleri gâyet dûledâr ve mûledâr câriyelerî ve mahbûb köleleri olur kim ekserîyyâ bâzârlannda bey‘ [ü] şirâ olunan kul kısmıdır kim yigirmi otuz güruşa a’lâ köle verirler. Halkı ekserîyyâ bâzergân ve esircilerdir. (5.115)

Hıristiyan olan (fakat Tatarca konuşan) Boğdan Beyi, beyliğe sahip olabilmek için üç bin kese harcamış, fakat bir türlü tahta oturamamıştır. Osmanlı ordusu galip gelirse Hazreti Peygambere iman getirip Müslüman olma sözü verir.  

Hakîr eyitdim: "Ey imdi beğim, gam yeme. Mu‘cizât-ı Muhammedü'l-Mustafâ berekâtıyla taht u raht ve baht-ı Boğdan şenindir" dedim. Beğ eyitdi: "Eğer eyle olursa sana Evliyâ Çelebi beş kise ve beş at ve beş köle ve beş yüz altun ve niçe ihsân ü in'âmlar edem" deyü va‘de-i kerimler eyledi. (5.175)

Estergon seferi sırasında Evliya iki sepet giysisi ile yeni edindiği iki Macar kölesini Ciğerdelen Kalesi kumandanına emanet eder:

Ol ân iki sepet esbâbım ve iki re’s yeni ihsân olunan Macar kölelerimi ve niçe bâr-ı sakîllerimi karındaşlığımız olan Ciğerdelen dizdârına Allâh emâneti koyup...” (6.174)

Macar harbinde Evliya ölüm tehlikesi atlatır, mucize kabilinden kurtulur, gulamlarını ve eşyasını kaybeder. Fakat Osmanlı ordusundaki velinimetleri Evliya’nın acınacak halini duyup kayıplarını telafi ederler. O hengamede kaçan iki gulamı da üç gün sonra bulunup, Allah’a hamd olsun, kendisine iade edilir.

Ba‘dehu Âl-i Osmân ordusunda niçe veliyyi ni‘am efendilerimiz ahvâl-i perîşânımızı istimâ’ edüp bu hakîre beş yerden beş re’s küheylân atlar ve üç aded Macar esiri gulâmlar hedâyâlar ile niçe gûne ihsân u in‘âmlar geldi. Hikmet-i Hudâ üçüncü günde mukaddemâ ceng etdiğimiz mahalde firâr eden kölelerimizin ikisi dahi atları ve bisâtlarıyla Gürci Mehemmed Paşa kethudâsından geldiler. Hamd-i Hudâ memâliklerimize yeniden mâlik gibi olduk. (6.218)

Hırvatistan seferinde İbrahim Kethüda’ya emanetlerini ulaştıran Evliya bu kez en iyi cinsinden bir Frenk köle ile bir Hersek atı edinir:

hakîr[e] dahi bir pençe-i âfitâb Fireng kölesiyle bir Hersek atı hedâyâ verüp "Safâ geldin Evliyâm" deyü vatan-ı aslîsi olan Hersek diyârı ahvâllerin su’âl edüp... (6.310)

İstolni Belgrad (şimdi Szekesfehervár) yakınında Evliya talih eseri iki Macar esir ele geçirir. Biri yüzbaşı, biri de Semmartin kumandanının oğludur. Pazarlıkta yüzbaşıya bin thaler (dolar) kumandanın oğluna beş bin guruş değer biçilir. Dostları “ucuza verme” diye işaret etseler de, Evliya’nın ağzından beş bin rakamı bir kere çıktığı için utanır, geri adım atamaz.

hamd-i Hudâ yüzbaşı kâfiri bin aded talar guruşa ve Semartin kapudanının oğlunu beş bin guruşa kesişdiğimizde karşudan bir yârân kâ’il olma işâreti etdi, ammâ ben de bildim on bin guruş eder kâfir idi. Lâkin mâ-beyninde Hacı Paşa olduğundan hicâb edüp beş bin guruşa rızâ verdim ve keferelerin atların ve silâhların ve sâ’ir mâl-ı ganâ’imlerin isteyüp atlar içün dahi cümle bin Sivilye guruş verdiler ve yedi nefer gulâmlarıma da beş yüz guruş verdiler. Cümle yedi bin yedi yüz guruşu alup esîrleri Hacı Mustafa Paşa'ya teslîm edüp... (7.48)

Tataristan’da Kırım Hanı “hakîre beş köle ve beş yorga at biri raht-ı tahtıyla ve bir semmûr ton-ı çekman ve hüddâmlarıma da birer at ve onar altun ve birer çuka kumaş ihsân” eyler. (7.214)

Çerkeslerdeki kaçgöç yokluğu Evliya’yı hayrete düşürür. Özgür kızlara el uzatmak gerçi tehlikelidir, ancak kız ve oğlan kölelerde sorun yoktur:

Evlâd-ı ehl ü iyâllerin senden sakınmayup yüzleri ve gözleri açık sana hizmet ederler. Ve nûr-dîde kızları seni bitleyüp döşeğin bırağup hizmet ederler, ammâ bir fi‘l-i şenî‘ edem diyen âdemi evden kovarlar yâhûd katl ederler. Ammâ şılga nâm köle kızları ve oğulları anlara el uzadanlara bir nesne demezler... (7.276)

Çerkes beğlerinden Hatukay beği Kırım Hanını ağırlarken, Evliya da onun cömertliğinden nasibini alır, nâ-resîde (ergenliğe varmamış) bir oğlan edinir:

hâna ziyâfetler ve mahbûb köleler ve mahbûbe kızlar hedâyâ verilüp gulâm-ı nâ-resîdenin biri bu hakîre ihsân olundu. (7.279)

Trakya’daki Ferecik’te Evliya’nın bir kölesi kaçar. Mel’un adam bir haftada zor bulunur. ‘Evliya kırbacının kerametini’ görür.

Hikmet-i Hudâ bu kasabada bir kölem firâr edüp yer yarıldı yere geçdi. Âhır-ı kâr hemân tarfetü'l-ayn içre cân başıma sıçrayup atlarıma süvâr olup tekrâr Menzil-i Ferecik'e gelüp kadıdan mürâsele ve mahzarlar alup kâmil bir hafta Ferecik kazâsı ve kurâsında şimâle ve cenuba ve şarka ve garba gezüp tâ Sıçanlı dağların ve yolları ve bellerine varınca geşt [ü] güzâr edüp hamd-î Hudâ mel’ûn köle destime girüp pây-beste ve dil-haste edüp yine tekrâr menzil-i Ferecik'de oğlana bir eyi kırbaç-ı Evliyâ kerâmetin gösterüp... (8.34)

Gümülcine’de Evliya’nın misafir olduğu evin Çingene oğlanı Evliya’nın kölesiyle birlikte ortadan kaybolur. Bir miktar da altın çaldıkları anlaşılır. Kadı ve şehir emini seferber edilir, dellallar çıkarılır. Köleyi bulana elli guruş ikramiye vaadedilir. Sonuçta kaçaklar Kavala’da yakalanır. Evliya’nın gulamına 200 değnek vurulur. Çingene asılır. (8.49)

Vodina ile Siros bölgesinde – Selanik yakınında şimdiki Edessa ve Serres – ekseriya köleler Cezayirli ve Tunuslu tüccarların getirdiği “deve dudaklı kara Arablar”dır. Arap kölelere bu yörede ‘çelebi’ denir. Köle işlerini bir zenci Arab beği yönetir.

“Ammâ bir âdem kölesini döğmeğe kâdir değildir. Hemân Arabın biri kabâhat etse anların mâbeyninde hasîb [ü] nesîb bir zengî Arab beği vardır, ana varup Arabından şikâyet edüp, "Benim çelebim şöyle kabâhat etdi" deyü çelebi diyerek kovlarsın, beğ dahi bir çavuş gönderüp senin çelebi Arabını senin gözün önünde yıkup beş yüz, altı yüz yâhûd cürmüne göre bin kırbaç ururken ricâ edüp "Halâs etdim" desen ricân geçmeyüp "Elbette çelebiye bin kırbacı uruculardandır. Ölürse sana bir Arab alıverir" [derler]” (8.83)

Evliya aynı öyküyü Peloponnes’teki Modon ve Koron için de anlatır. Bu kentlerde “Kara Arab cevârîler ve Zengî Arab köleler cihânı dutmuşdur.” (8.150) Bir kabahat işlediklerinde veya verilen işi yapmadıklarında, çirkin yüzü abus görünümlü deve dudaklı Arap beğine başvurulur:

zişt-rûy abûsu'l-vech şütür-leb bir kara Arab beğleri vardır. Ana varup, "Bizim çelebi hidmet-i der-uhdesin edâ etmedi" deyü şikâyet edersin... gelüp çelebi Arabını götürüp dîvân eder. Bir seni ve bir köleni söyledüp eğer cürm kölende olup ac u zâc u uryân değilse, "Niçün edâ-yı hidmet etmezsin?" deyü bin, iki bin, üç bin deyenek ve kırbaç ve fil sikin götüne urup leş gibi bırağır. Eğer Arabın ölürse yerine bir gayri köle verir.

Peloponnes’in güneyindeki Manya (Mani) yarımadası daha önce devlete boyun eğmemiş isyancı yatağı iken Osmanlı askerince feth edilip yatıştırılmıştır. Evliya buranın vergi tahririni üstlenir, usulü veçhile ödüllendirilir. Kurâ “köyler” demek.

Manya vilâyetinin yetmiş yedi pâre kurâların mâ-vaka‘ı üzre kefere başına harâclar ve köylerinin cümle evlerin tahrîr etdiğim defterleri Alî Paşa'ya verüp hakîre bir hil’at-i fâhire geydirip bir Manya kölesi ve iki aded Manya kızları ve bir küheylân at ve üç yüz Frengî altun ve üç yüz guruş dahi, hüddâmlarıma birer çuka ve birer kumâşlar ile ihsân u in'âmlar edüp...

Batı Yunanistan’daki Vonitsa’da Evliya’nın adamları dört kaçak köle yakalar. Bunların sahiplerini öldürüp kaçtıkları anlaşılır. İfadelerine göre adam her gece içip bunlara tecavüz ettiği için canlarından bezmişlerdir. Şer’an yargılanıp layık oldukları cezaya çarptırılırlar. (‘İf’âl babı sıygasına çekmek’ akademik bir espri, kısaca “geçirmek” anlamında. Mest-i müdâm “sürekli sarhoş”. Axır-i kâr “en sonunda”. Kasap Cömert köçekleri kimdir, bilemedim.)

Bunda kanlı köleleri mahkeme-i şer’-i Resûl-i mübîne götürüp, bunları cümle birer birer söyledüp, dördünün dahi kelimâtları birbirlerine mutâbık olup, "Ağamız dâ’imâ mest-i müdâm olup her gece bizi if’âl bâbı sîgasına çeküp bed-mest olduğundan cânımızdan ve başımızdan geçüp âhır-ı kâr gece katl edüp, firâr edüp, bu Evliyâ Ağa bizi dutup bu mahalle getirdi. Emr şer’in" deyüp, izn-i şer’ ile hakîrin gulâmları Kassâb Cömerd köçekleri gibi bu kâtillerin dördün dahi kılıç ile kıyma kıyma edüp katl etdiler. (8.279)

Arnavutluk’un Porgonat nahiyesi “gayet sarp ve dağıstan ve çengelistan yerler” olup, elli köyden oluşan yerel halk devlete asidir. Evliya ve ekibi buradan geçerken yollarına çıkan “Porgonat haramilerinden” ikisinin kellesini almayı başarırlar. Kellelerle birlikte Belgrad-ı Avlonya (Gjirokastër?) kalesine varışları coşkulu gösterilere sebep olur. Hüddam demek “hizmetçiler”. Şahî çelenk nedir bilmiyorum ama gösterişli bir şey olmalı.

...nâdîler nidâ edüp getirdiğimiz kelleler içün hakîrin başına bir çeleng-i şâhî takup ve bir hil’at-i fâhire geydirüp fermân-ı serdâr getirdiğimiz içün bir kîse guruş ve bir at ve bir köle ve hüddâmlarıma onar altun ve birer çuka kumâş ihsân edüp konağımızda bir hafta safâlar edüp niçe sarâylarda dahi zevkler etdik.

Makedonya’daki Strumica kenti yakınında Dolyan Panayırı denilen yer köle pazarlarıyla meşhurdur. Beyaz köle pazarıyla kara zenci köle pazarı ayrıdır. Bey’ u şirâ “alım satım” demek. İbn-i Adem tabii “insanoğlu”.

Ve İbn-i âdem bâzârı olup niçe bin pençe-i âfitâb mehtâb mahbûb ve mahbûbe kızlar ve oğlanlar bey’ u şirâ olunur. Ve Kara Zengî Arablar bâzârı başka durup hemân kırk elli bin âdemler gelüp kara Arablar alırlar, zîrâ bu diyârda karalar ve karılar gâyet makbûl kölelerdir. (8.337)




 

Monday, June 15, 2020

Hain Abdül memleketi nasıl Ermenilere sattı

Sosyal medyada gene bir ahmak-aldatan listesi dolaştırmışlar. Meğer Abdülhamit’in bütün kadrosu gavur değil miymiş? Millet önyargılarının bir kez daha teyidinden mutlu; kimi Ulu Hakan’ın ‘hoşgörüsünü’ över, kimi bak işte gör, hiç de yerli ve milli değilmiş havalarında. Milli cehalet skoru gene rekor peşinde.
Bakıyoruz kimmiş gerçekler aleminde Abdülhamit Han’ın kadrosu.

Yönetimin başı sadrazamlar, 16 adet. On üçü doğma büyüme Türk, yani anadili Türkçe olan Anadolu ve Rumeli Müslümanlarından (Mütercim Rüşdü, Midhat, Ahmet Vefik, Sadık, Safvet, Arifî, Said, Nureddin, Kâmil, Cevat, Halil Rıfat, Hüseyin Hilmi, Tevfik Paşalar). Aralarında Fırat’ın doğusundan gelen yok. Arap da yok. Biri (Avlonyalı Ferid Paşa) Arnavut ama en az diğerleri kadar Türkleşmiş. İkisi kölelikten gelme, Tunuslu Hayreddin Paşa Çerkes kökenli, İbrahim Edhem Paşa Sakızlı Rum, ikisi de küçük yaşta İstanbul’a getirilip Türk edilmişler, devlet hizmetinde yetiştirilmişler. İkisinin de torunları (Sedad Hakkı Eldem, Cemal Reşit Rey, Zeynep Tunuslu) Cumhuriyet Türkiye’sinin önde gelen seçkinlerindendir.
Şeyhülislamlar altı tane. Hepsi kuşaktan kuşağa sürdürülen Osmanlı ulema aristokrasisine mensup; dedeleri, amcaları, beşinci kuşak ataları da şeyhülislam. Birinin memleketi Çorum Mecitözü, biri Bodrumlu, biri Gürcü kökenli ama üç kuşaktan beri İstanbul ileri gelenlerinden. Öbür üçü İstanbul’un yerlisi.
Seraskerler, yani ordu başkomutanları: İlk başta Hüseyin Avni Paşa, Ispartalı; sonra Redif Paşa, Bursalı; Ahmet Muhtar Paşa, o da Bursalı; sonra yirmi sene boyunca askerin değişmez başı Rıza Paşa, İstanbul yerlisi. Hepsi Türk. Yani Devlet’in dininin, dilinin, kimliğinin ve ideolojisinin temsilcileri.
Dahiliye ve Maliye Nazırlarının ayrıntılı biyografilerine bakmaya üşendim, ama hepsinin Türk olduğu malum; zaten birçoğu sadrazamlığa devam etmiş. O devirde büyük nüfuz kazanan Saray başkatiplerinden Tahsin Paşa köklü bir İstanbullu Türk ailesinden; ancak İzzet Holo Paşa istisnaen Suriyeli (Müslüman) Araptır. Suriyeliliği göze batmış; şiddetli eleştirilere maruz kalmış, padişah devrilince yurt dışına kaçmaya mecbur olmuştur.
On adet Hariciye Nazırından sekizi Türktür. Safvet Paşa aslen Sürmeneli, Hürriyet gazetesi kurucusu sedat Simavinin dedesi. Asım Mehmet Paşa ile Arifi Paşanın babaları da önceki Hariciye nazırları. Said Halim Paşa Türk ve Arnavut kökenli olan Mısır hıdiv ailesine mensup. Turhan Paşa Türk akıncıları soyundan olmakla övünen Arnavutlardan; sonradan bağımsız Arnavutluk başbakanlığı da yapmış. Yine Arnavut kökenli olan Abidin Paşa, ressam Abidin Dino’nun ve Türk modernleşmesinin fikir öncülerinden Celal Nuri İleri’nin dedesi. Tevfik Paşa Kırım’ın han sülalesinden; yüz yıldan beri İstanbul’a yerleşik bir aileye mensup.
Devletin asli iktidar organlarından biri olan Hariciye Nezaretine sadece iki gayrimüslim getirilmiş: bir, Aleksandr Karatodori Paşa (Aralık 1878-Temmuz 1879, yedi ay), iki, İoannis Savvas Paşa (Ekim 1879-Haziran 1880, sekiz ay). Onların neden bu göreve getirildiğini kavradığınız zaman bütün tablo netleşir. Hatta son iki yüz yılın Türkiye tarihi pırıl pırıl olur. 1878’de Osmanlı devleti Rusya karşısında hezimete uğrayıp alayı vala ile çökmüştür. Avrupalıların desteğiyle Berlin Konferansında yeniden diriltilmesi gerekmiştir. Berlin’de berbat koşullarla bir antlaşma imzalanması lazımdır. İşte o pis işi yapması için, gerekirse satılıp “hain” ilan edilebilecek bir gayrimüslim maşa gerekmektedir. Karatodori görevlendirilir. İmzalar. Birkaç ay sonra “beni bu işten affedin” diyerek istifasını verir, güzel bir sürgün yeri olduğu için Samos’a Bey/Prens tayin edilir. Yerine üç aylığına eski Maarif Nazırlarından, modern Türk Milli Eğitim sisteminin kurucusu Safvet Paşa (sonradan sadrazam olan) getirilir. Fakat bu esnada Avrupalılarla pazarlık devam etmektedir. Devlet maliyesi batıktır. İdare ve ordu reformu için Batılıların desteği lazımdır. Abdülhamit’in iktidarı sallantıdadır. Bu sefer Galatasaray lisesi müdürlerinden, saygın bir İslam hukuku alimi olan Savvas Paşa göreve çağrılır. Bakanlık kadrosuna hakim olamayacağı anlaşılınca birkaç ay sonra azledilir. Girit’e vali olur.
Devletin dümenini tutmak anlamına gelebilecek olan görevlerde başkaca da gayrimüslim istihdam edilmez.
*
Bu durum normal midir? Yani, madem burası Türk devleti yöneticilerin de Türk olması eşyanın tabiatına uygun değil midir?
Ufak ayrıntı: 1878 itibariyle Osmanlı devletinin nüfusunun tam olarak yüzde kırkı gayrimüslimdir. Üstelik önceki yüzyılların aksine, bu nüfus gerek eğitim, gerek profesyonel tecrübe, gerekse ekonomik güç açılarından Müslimlerle arayı açmaya başlamıştır. Memleketin gazeteleri, iyi okulları, bilimsel kuruluşları, ipekböceği atölyeleri, hastaneleri, postaneleri onlar sayesinde yürümektedir. Ve fakat İslam hukuku gereğince başkalarına emir verebilecek konumda bulunmaları, yeni kilise inşa etmeleri, sarı pabuç giymeleri, ata binmeleri, silah taşımaları, mahkemede Müslümana karşı tanıklık etmeleri yasaktır.
1856’da Osmanlı devleti Avrupalıların şiddetli baskısı altında Islahat Fermanını kabul ederek, gayrimüslim tebaasına devlette eşit fırsat kapıları açmayı vaadetmiştir. Peşinden askeriyede veteriner sınıfından birkaç Rum ve Ermeniyi paşalığa terfi ettirmiş, zararsız bakanlıklardan Nafıa ile Posta Telegraf ve Maden nezaretlerine gavurdan nazır atamıştır. Bunlar göstermelik işlerdir. AB’ye hoş görünmek için çıkarılan Yargı Reform Paketlerini hatırlıyor musunuz? İşte öyle.
Sonra tabii “biz ne yaptık, Devletten başka neyimiz var bizim, paylaşılır mı hiç” deyip pişman olmuşlar. Götü kalkan Ermeniyle Rumu bir güzel kesmişler.  
Alo, Etyen, orada mısın?

Ulu Hakan yaşıyor

Abdülhamit ve Abdülhamid’lerden net nüfus bilgisi sahibi olduklarımız 6228 kişi. Bunlardan 4109’u – yani %65,9 – büyük ekseriyetle Kürt nüfusa sahip olan 15 ilde kayıtlı. Mardin 959 kişiyle başı çekiyor. Sonra Diyarbakır, Şırnak, Batman, Bingöl ve Urfa. Erzurum’daki 331 örneğin büyük kısmı Hınıs, Tekman, Çat gibi güney ilçelerinde olduğu için Erzurum’u da toplama dahil ettim. Kars, Gaziantep, Maraş, Malatya gibi etnik açıdan karışık illeri saymadım. Ama onlarda da ilçelere baktığımız zaman karşımıza Digor-Kağızman, Nizip, Elbistan, Pütürge gibi Kürt ağırlıklı yerler çıkıyor.
Batı illerinde kayıtlı olanların da epeyce bir kısmı doğu doğumlular. Mesela İzmirli 43 Abdülhamit’in en az 15 kadarı Midyat, Savur, Ağrı, Hınıs doğumlu. Balıkesir nüfusuna kayıtlı 19 örneğin yarısı doğulu. Hepsini toplasak Abdülhamit nüfusunun %75 kadarı Kürttür diyebiliriz tahminimce.
İkinci yoğunluk alanı Hatay’ın güney ilçeleri – Antakya, Altınözü, Reyhanlı, Kumlu. Buraları yoğunlukla Araptır. Samandağı’nda oran doğal olarak düşük, çünkü Aleviler Abdülhamit’ten hazzetmezler. Tunceli’de de sayı 4, dördü de Çemişgezekli. Sünni olmalı.
Üçüncü alan enteresan. Rize’nin Ardeşen ve Pazar ilçeleri; biraz daha düşük oranda Artvin’de Hopa, Arhavi, Fındıklı, Borçka. Yani Lazistan.
Dördüncü yoğunlaşma Sakarya ve Düzce. Köy bazında bakabildiklerim Çerkes görünüyor. Fakat tam emin olamıyorum. Kayseri’dekilerin çoğu Pınarbaşı ve Sarız’da olduğuna göre Çerkeslerde sevilen bir isim olmalı sanki.
Batı illerindeki Abdülhamitler arasında çokça Kosova ve Priştine doğumlular var. Yani Arnavut.
Kıssadan hisse
Abdülhamit adı Cumhuriyet’in antitezi olarak düşünülebilir. Evladına bu ismi veriyorsan siyasi bir tavır alıyorsun, TC’ye (ve İ-T’ye) “hayır” diyorsun.
Kürtler, Araplar, Lazlar, Çerkesler ve Arnavutlar Cumhuriyet’i pek benimsememişler anlaşılan. Acaba neden? 

Osmanlı Ermenileri nasıl bozuldu

Bir arkadaş sormuş:
"Acaba iki milyona yakın bir sayıya sahip olan Osmanlı Ermenileri, genel olarak aynı tavrı devlet düşmanlarına karşı sergileseydi, Soykırım yaşanır mıydı? Yoksa vefa-ihanet bahane miydi, gerçek sorun Anadolu'yu Türklük adına sağlamak mıydı?"
Cevaplayalım:
1. 1830'lardan 1860'lara dek Ermeniler kadar Osmanlı devletine canla başla sahip çıkan başka millet yoktur -- ne Rumlar, ne Türkler, ne Araplar. Sultan Mahmut ve Tanzimat reformlarına içtenlikle inandılar. Yenilenen devlette eşit haklara sahip vatandaşlar olabileceklerine kandılar. Kamusal alana yatırım yaptılar (hastane, sözlük, ipekböceği fabrikası, tarım okulu, mektep...)
2. 1871-72 krizinden sonra inançlarını yitirmeye başladılar. 1877'de devlet çökünce, Avrupalıların zoruyla reformların yeniden yoluna girebileceğini umdular. Merkezi reformların yürüyeceğine inançlarını kaybettikleri için bölgesel özerklik talep ettiler. 1878 dönüm noktasıdır.
3. 1880'lerin sonunda Abdülhamit'in kötü niyetli olduğunu anladılar. Gençler silahlı devrim fikrine kaydı. En verimli yaşta olanlar kitlesel olarak Kuzey ve Güney Amerika'ya göçtü.
4. 1895 katliamlarından sonra tek kaygıları, olası pogromlara karşı silahlı savunmayı örgütlemekti. Devlete ilişkin en ufak bir beklentileri kalmamıştı. Buna rağmen 1908-1909'da ümitlenir gibi oldular. 1909 Adana vakasıyla o ümit de söndü.
O tarihten sonra devlet mi? Sikeyim devleti!

Sunday, June 7, 2020

Bugün bir memur vurdun mu?

Bürokratın varlık nedeni kural ve düzeni sağlamaktır. Otoritesi buna dayanır. Kural ve düzeni sağladı, gücü var; sağlayamadı, gücü yok. Halbuki mesela feodal beyinki, ağanınki, padişahınki farklı tür bir otoritedir. Onların gücü, kural ve düzeni bozma yetkisinden gelir. Keyfi karar alabilirler; cömert olabilirler; duygusal olabilirler; affedebilirler. Mesela alimin (‘bilim insanı’ diyorlar) otoritesi de farklıdır. Gücünü kural ve düzeni sorgulama yetkisinden alır. Başka bir kişilik yapısı, başka bir değerler sistemi.
Kural ve düzenin içeriğini bürokrat belirlemez, yukarıdan alır. Çoğu zaman kaç basamak yukarıya gidersen git iradenin kaynağına ulaşamazsın. Çünkü bürokrasi sorumluluğu gizlemekte mahirdir. Suçu yukarıya (veya yana) atar; kural ve düzenin emir kulu olmakla övünür. Herkes emir kulu ise kuralı kim koydu? Bilinmez.
Varlık nedeni kural ve düzeni uygulamak olan insan kaçınılmaz bir kişilik deformasyonuna uğrar. Kural ve düzeni bozanlardan nefret eder. Üzerine düşen görevi aksatanlar, kaytarıcılar, yavaş intikalliler, istifini bozmayıcılar, huysuzlar, inatçılar, bireyciler, sorgulayıcılar, alınganlar, üstünlük taslayıcılar, onur budalaları, sanatçılar, bozguncular, teröristler... kural ve düzenin bakış açısından hepsi zekâ özürlüdür, ya da daha kötüsü, hain. Çok mu zor kardeşim, kurallara uymak? Herkes uymuş, sen torpilli misin? Senin yüzünden ben mi üstlerimden fırça yiyeyim? Senin inadın yüzünden ben güçsüz kalıp bir hiçe dönüşeyim?
Çünkü bürokratın varlık sebebi kural ve düzeni sağlamaktır. Birkaç gerizekalı yüzünden kural aksar ve düzen işlemezse bürokratın otoritesi sarsılır, işlevi sıfırlanır.
 O yüzden,
  1. Bürokrat polise muhtaçtır. Kural koydun uymadılar; ilkinde nazikçe uyarman, o arkadaşa gerizekalı olduğunu hatırlatman gerekir. İkincisinde alır götürürsün, ya da alnının çatından vurursun. Bürokratik mantık, kaçınılmaz olarak polis devleti ile sonuçlanır. Bürokrasinin kusursuzluğu düşlediği toplumda, polisin gücü sınırsız olarak artar, cinnet seviyesine varır. Bkz. korona günlerinde mühürlenen park bankoları.
  2. Bürokrat aptallaşır. Normal insanların kolayca kavradığı şeyleri kavrayamaz hale gelir. Düşünce sistemi kurallar ve onların icrası üzerine kuruludur. Sıradan insanların neden o kurallara uymak istemeyeceğini algılayamaz. Kariyerinin ilk günlerinde algılar gibi olsa da zamanla o algıladıklarından korkar ve nefret eder. Bir tarihte Meksika’da orman yangınlarıyla ilgili bir makale okumuştum. Yangınların sebebini sokaktaki insan gayet iyi anlayıp analiz edebiliyor. Bilmeyen ise, yazara göre, sadece yangını önlemekle görevli kamu görevlileri ile uzmanlar.

Sebebi basittir. Sokaktaki insanın bildiğini kabul ettiğin gün, kural ve düzeni sağlamak için kurduğun mekanizmanın çöp olduğunu kavramak zorundasın. Emirlerin temelsizdir; gücün, otoriten hayaldir; kapındaki polisler hava civa muhafızıdır. Onca sene uğraşıp toplumda bir mevki edinmişsin. Şimdi vaz mı geçeceksin? Allah muhafaza!
*
Korona krizi bürokratik mantık için büyük bir zaferdi. Şimdi kendilerini kutlamakla meşguller: Zerrece anlamadığımız, çapı ve riski konusunda en ufak bir fikir sahibi olmadığımız bir alarm karşısında derhal seferber olduk, kuralları belirledik, tüm ihtimalleri düşünüp yüzlerce sayfalık talimatnameler hazırladık, halkımız büyük bir olgunlukla kurallara uydu, çıkıp bankta oturmaya kalkan birkaç geri zekalı derhal etkisiz hale getirildi, kriz geçti. Voilà! Başarı! Biz olmasak kim bu kuralları koyup işletebilirdi?
Ekonomi çöktü, milyonlarca insan işsiz kalıp sefalete sürüklendi, yıllarca emek ve göz nuruyla kurulmuş işletmeler battı, gençlerin gelecek planları tuzla buz oldu, milyarlarca insan açlığa mahkum edildi, vs., bunlar tali konular. Kriz hele gelsin, ona da çekidüzen verilir.
Verilmemesi mümkün mü? Tüm detaylar kontrollerinde. Polis yenilmezlik mertebesine çoktan ulaştı; bütçesi ve teknik donanımı neredeyse sonsuz; bireysel ve kitlesel direnişi kırma teknikleri kusursuz; halk sinmiş ve silahsızlandırılmış. Düzeni sağlamak bürokratik devlet için artık çocuk oyuncağı.
Tüm dünya bürokrasilerinden yükselen mutlu kedi hırıltısını siz de duyuyor musunuz?
*
Yükselen öfkeyi sanırım algılayamıyorlar. Algılasalar bile kavramaları, makul bir cevap üretmeleri imkansız.
Son yirmi dört saat içinde bir memur boğazlamayı düşlemeyen birine rastladınız mı siz? Ben rastlamıyorum. Eski tip Aziz Nesin memurları değil, modern bürokrasiler asıl cinnetin hedefi. Kendi parandan üç kuruşu şuradan şuraya taşımak için iki saat seni telefonda maymun eden banka robotu. Bomba olabilir diye teyzenin yaptığı ayva şurubuna el koyan havaalanı güvenliği. Siktirikten ülkesinde kızını ziyaret etmek istediğin için seni üç hafta sabahtan akşama dek online sorgu sistemine esir eden vize bürokrasisi. Kıçında kıl çıktı diye gittiğin – gitmek zorunda olduğun – hastanede sırada yamuk durdun ya da yanlış evrak getirdin diye seni eşekten düşmüşe çeviren doktor kılıklı devlet görevlileri. Köfteci dükkanı açmak için uymak zorunda olduğun binlerce sayfa yönetmelik ve tüzüğü uygulamakla yükümlü, o yükümlülüğe sahip olduğu için kendini dünyanın en nadide boku sanan oda dolusu ucube. Ve hepsinin yanıbaşında, beyinsizliğiyle iftihar eden, ilk yanlışında senin hayatını kaydırma yetkisine sahip polis gücü.
İtiraf edin, kaleş olmasa el bombası olur diye aklınızdan hiç geçmedi mi? Son 24 saatte en az bir kez geçmedi mi? Biri insanlığa öyle bir eylem armağan ettiğinde, kolektif ayıplamanın yükü altında bükülüp hizaya gelmeden önce, birkaç dakika da olsa, yüzünüze gülümseme oturmuyor mu?
Yaşamın her alanını işgal eden bürokrasilere karşı bugün insanlık çaresiz durumda. Korkunç bir güçsüzlük duygusu ve onun getirdiği kontrolsüz öfke taşımlarıyla boğuşuyor.
Belki bütün dünyada siyasetin birtakım soytarı diktatörlere yönelmesinin sebebi de budur. Filipinlerdeki adam, Brezilya’daki, Macaristan’daki, Venezuela’daki, Türkiye’de malum şahıs, Hindistan’da Modi, İtalya’da Salvini, ABD’de Trump: ortak noktaları nedir? Belki memur olmamalarıdır. Kural ve düzeni eksiksiz uygulamayı değil, bozmayı vaadediyorlar. Kuralı hiçe sayacak güce ve karizmaya sahip oldukları mesajını veriyorlar. O yüzden daha “gerçekler”. Keyfi karar alabilirler; cömert olabilirler; duygusal olabilirler. Elbette yolsuzluk da yaparlar, kuralları hiçe saymanın zorunlu bedeli o. Ama manasız kurallara ve onları uygulamaktan başka ufku olmayan beyinsiz cücelere batmış bir dünyada, eksik olan tam da bunlar değil mi?
Lakin bürokrasilerin toplumun her hücresini istila eden bir devasa kansere dönüştüğü dünyada, ekran diktatörlerinin gerçek gücü nedir? Atıp tutarak halkın bir miktar gazını almaktan öte bir işe yararlar mı? O da ayrı soru.