Tuesday, February 22, 2022

Ukrayna bahisleri


1. Ukrayna’da büyük çaplı bir savaş bu aşamada kaçınılmaz görünüyor. Savaşı bariz bir şekilde NATO’nun (yani ABD’nin) istediği, tasarladığı ve provoke ettiği kanısındayım. 2014 darbesiyle Ukrayna’da rejimin değiştirilmesi, 1991 mutabakatlarına aykırı olarak ülkeye NATO askeri kuvvetlerinin yığılması, Uk. yönetiminin 2015 Minsk antlaşmalarına uymamaya teşvik edilmesi, ülkedeki Rus nüfusun haklarının sistemli olarak kısılması ve nihayet son aylarda ABD güdümündeki devletlerin iç tüketime ve üçüncü ülkelere yönelik olarak sürdürdüğü çılgınca savaş propagandası başka bir yoruma imkan vermiyor.

Rusya son haftalara dek savaştan kaçınmaya çalıştı. İki temel talep ileri sürdü. Birincisi, NATO’nun Rusya’ya doğru genişleme politikasından vaz geçeceğine dair yazılı taahhüt. İkincisi Minsk mutabakatlarının uygulanması; yani Uk.’da halkın %30 küsurunu oluşturan Rus nüfusun haklarının korunması, iki isyancı vilayete özel statü tanınması ve Kırım’ın Rusya’ya ilhakının tanınması. Bunlar hangi açıdan bakarsanız bakın haklı taleplerdir. Unutmayın ki 1962’de Sovyetler Birliği’nin Küba’ya birkaç füze yerleştirmesini ABD yönetimi dünya savaşı çıkarmak için yeterli neden saymıştı.  

2. ABD’nin iki stratejik amaç güttüğünü düşünüyorum.

Birinci amaç NATO müttefiklerini ortak bir hasma karşı birleştirmektir. Bu politikanın başlıca muhatapları son yıllarda NATO ittifakına uzun vadeli bağlılıkları kuşkulara yol açan iki ön saf ülkesi, Almanya ve Türkiye’dir. Savaşçı ve saldırgan olarak lanse edilen Rusya’ya karşı bu iki ülkenin ‘hizaya geleceği’, en azından ülke yöneticilerinin olası kaypaklıklarına karşı iki ülke kamuoyunun galeyana getirilebileceği hesaplanmıştır.

İkinci amaç, 1991 devriminden bu yana istikrar bulmamış bir devlet olduğuna inandıkları Rusya’ya hazır zayıf iken (ve Çin’le ittifakı henüz pekişmemişken) ölümcül darbeyi vurmaktır. Rusya yüzölçümü açısından dünyanın en büyük ülkesi ve doğal kaynaklar açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Bu kaynakların egemen ve dışa kapalı bir ülkenin elinde bulunması Batı (yani ABD) kapitalizmi için bir ukdedir. Yugoslavya nasıl acımasızca parçalandı ise Rusya’nın da öyle parçalanması, ya da en azından iç mücadelelerle zayıf düşerek yabancı sermayeye teslim olması umulmaktadır.

3. Ukrayna’nın askeri açıdan Rusya’ya karşı şansı yoktur. İlk kademede muhtemelen iki isyancı ilin tamamının, yani sadece sekiz yıldır isyancıların kontrolünde olan sahanın değil iki ilin tümünün işgali gündeme gelecektir. Dünkü konuşmasında P. bunu açıkça beyan etti. Fakat savaşın o noktada duracağını tahmin etmiyorum. Savaşa girmişken Kiev’i ele geçirmeden durmaları şaşırtıcı olur. Odesa’yı ele geçirip Ukrayna’nın denizle bağını kesmek de öncelikli savaş hedefleri arasında olacaktır tahminimce.

Acaba Kiev’de dururlar mı? Ruslukla bağı çok zayıf olan Batı Ukrayna’da ayrı bir rejimin yaşamasına göz yumarlar mı? Düşünmeye değer bir konu.

4. NATO (yani ABD) ilk aşamalarda savaşa müdahale etmez ve edemez. Kara kuvvetleri sevk etmeleri imkansızdır. Dolayısıyla a) teknik ve materyel desteği vererek savaşı mümkün olduğunca uzatmaya ve olabildiğince kanlı geçmesini sağlamaya, b) propaganda dozunu maksimuma çıkararak kamuoyunu ve özellikle müttefikleri galeyana getirmeye çalışacaklardır.

Önümüzdeki dönemde savaşa dair farklı görüşleri dile getirenlerin Batı dünyasında (ve ABD kontolündeki internet aleminde) çok sert yaptırımlarla karşılaşması kaçınılmaz görünüyor. Özellikle Almanya ve Türkiye bu konuda en katı tedbirlere muhatap olabilir. Ayağınızı denk alın.

5. Almanya’yı veya Polonya’yı ciddi bir müdahaleye ikna etmek zor görünüyor. Buna karşılık Odesa’nın kontrolü için uzun ve zor geçecek bir çatışmada ABD ve İngiliz donanmasının denizden bir müdahaleye karar vermesi mümkündür. Böyle bir olasılıkta Türkiye’nin savaş dışı kalması son derece zor olur. Montreux antlaşması, Türkiye’nin taraf olmadığı bir savaşta üçüncü ülkelerin Karadeniz’e muharip güç sokmasını hukuken neredeyse imkansız hale getirmektedir. Dolayısıyla Türkiye savaşa katılmak için ağır baskı altında kalabilir, hatta yönetimin direnmesi veya pazarlığı yanlış yürütmesi halinde içte umulmadık siyasi müdahalelerle karşılaşabilir.

6. Türkiye savaşa girmeye zorlanırsa karşılık olarak talep edebileceği tavizler ne olabilir? Bunları bilmemize imkan yok, ancak fikir gezdirebiliriz.

a) Türkiye dış borçlarının kısmen veya tamamen likidasyonunu talep edebilir.

b) Suriye’de halen işgal ettiği sahanın, hatta Fırat doğusu dahil olmak üzere daha büyük bir alanın resmen ilhakını isteyebilir.

c) Ege denizinde ve Doğu Akdeniz’de birtakım haklar ileri sürebilir.

d) Ermenistan’ın Türkiye ve/veya Azerbaycan tarafından kontrolüne yönelik adımlar önerebilir.

Diğer yandan Türkiye’nin savaşa katılmaktan vazgeçirmek amacıyla Rusya’nın sunabileceği imkanlar da yok değildir. Örneğin yukarıdaki maddelerin ikincisi ve dördüncüsü Rusya’nın da belki karşılayabileceği taleplerdir. Karşıt ihtimalde, doğalgaz ihtiyacının tamamını Rusya, İran ve müttefiklerinden karşılayan Türkiye’nin olası bir gaz ambargosuna nasıl ve ne kadar dayanabileceği meçhuldür.

7. ABD yönetiminin büyük gürültüyle ilan ettiği “cezalar” ve “yaptırımların” çok etkili olabileceğini sanmıyorum. En azından, okuma fırsatını bulduğum aklı başında Batılı kaynakların bunlara ilişkin fazla bir iyimserliği yoktur. ABD’nin uygulayabileceği her türlü finansal yöntem Rusya kadar Batı ittifakı üyelerine de zarar verir. Buna karşılık Rusya’nın Avrupa’ya uygulayabileceği doğalgaz ambargosu ittifak üyelerinin siyasi uyumunu çok kısa sürede yıpratabilir.

8. Rusya’nın Ukrayna’yı hızlıca ve fazla zorlanmadan yenmesi halinde Amerika’nın gerek kamuoyu gerek müttefik devletler nezdinde itibarı ciddi ölçüde zedelenecektir. Öyle bir fiyaskoya ABD güvenlik politikalarını yöneten kadroların duyarsız kalacağını düşünmüyorum. Aklıma gelen en kolay yöntem, bölgedeki küçük NATO ülkelerinin, mesela Polonya veya Litvanya’nın sahneleyeceği basit provokasyonlardır. Rusya bunlara cevap vermek zorunda kalırsa o zaman NATO ile Rusya bu kez doğrudan karşı karşıya gelebilirler. Kıyamet senaryosudur. Umalım ki işler o raddeye gelmesin. 

Monday, February 21, 2022

Index Anatolicus’a ilişkin birkaç not

Index Anatolicus projesine 2009’da başladım. Web sitesi 2010’da açıldı. 2014-2017 döneminde mecburi mola verdikten sonra 2018’de yeniden ele aldım. O günden bu yana günde ortalama bir saatimi bu siteye ayırıyorum. İçerik konusunda benden başka çalışan yok. Teknik işleri Gökhan yapıyor.

Sitenin üç amacı var:

1. Türkiye’deki tüm yerleşim birimlerinin tarih boyunca sahip olduğu adları kaynak göstererek belgelemek. Bu amaca büyük ölçüde ulaştım sanıyorum. Eksikler ve yanlışlar var hala, ama çok açık farkla piyasada tek tabanca olduğumuzu söyleyebilirim.

2. Türkçe olan ve olmayan adların kaynağını ve/veya anlamını belirlemek. Bu konu dipsiz bir kuyudur. Halk arasında dolaşan rivayetlerin tamamına yakını asılsızdır. Doğruya ulaşmak için Türkçenin, Rumcanın, Kürtçenin, Ermenicenin, Gürcücenin, Süryanicenin yenisini, eskisini, en eskisini, yerel lehçesini tanımak, aktarımdaki bozulmaları hesaba katmak, tarihi kaynakları taramak ve her an yeni bir bilgi kırıntısı için uyanık olmak gerekir. Açıklama gerektirmeyen basit Türkçe isimler dışındakilerin yüzde ellisini çözebilsem kendimi başarılı sayacağım.

3. Yerleşim birimlerinin (eğer varsa) günümüzdeki ve geçmişteki etnik yapısını kaydetmek. Bu konuya bulaştığım için çok pişmanım. Keşke girmeseydim diye sık sık düşünüyorum. Hepsini birden silip rahat etme kararının eşiğine birçok kez geldim. Kıyamadım.

Tr’deki kırk bin köyün belki kırk tanesini şahsen tanıyorum. Diğerleri için yazılı kaynaklara ya da sizden gelecek bilgilere ihtiyacım var. Ve maalesef gerek yazılı kaynaklar, gerek kullanıcıdan gelen bilgiler çoğu zaman feci ölçüde yanlış, tek yanlı, kasten veya masumca yanıltıcı. En tipik yanıltmaca, bir yerleşim biriminde mesela üç hane Ermeni (veya Kürt, Türk, Arap, Rum, Laz vs.) varsa o yerin ‘Ermeni (Kürt…) köyü’ diye bildirilmesi. İkinci büyük yanıltmaca, etnik kökeni meçhul ya da ‘sakıncalı’ olan yerler hakkında TC resmi ideolojisine uygun olarak üretilen sahte şecereler. Üçüncü tip yanıltmaca, bir yerin sahibi ya da ağası veya patronu olan ailenin kimliğini o yerin tümüne mal etme alışkanlığı. Bunları fark ettikçe ayıklamaya çalışıyorum. Bugüne dek siteye 40 bine yakın kullanıcı yorumu gelmiş. 25 bin kadarını elemişim. Kalanını kullanıcı imzasıyla yayınlıyorum, benim fikrim değil kullanıcının fikri, bilesiniz diye. Buna rağmen yediğim hakaretin haddi hesabı yok. “Filan yer Kürt köyü değil Türkmendir, Kürtler sonradan geldi, ana avrat vs.”

Ek iki not

* ‘Türk’ ya da ‘Sünni Türk’ Türkiye’nin default kimliğidir. Aksi belirtilmedikçe varsayımdır. O yüzden, kendine ‘Türk’ diyenlerin azınlık ve istisna olduğu Urfa, Hatay, Kars gibi bölgeler dışında bu etiketi kullanmaya gerek duymadım. Bir kere Aydın’ın yahut Kütahya’nın binlerce köyünün her birini ‘Türk’ diye işaretlemek çok monoton ve lüzumsuz bir emek olacaktı. İkincisi ve daha önemlisi, birtakım yerleri ‘Türk’ ya da ‘Sünni Türk’ diye işaretlemek diğerlerinin ‘Türk’ olmadığını ima edecekti. Kavgaya davetiyedir, ne gereği var? Bu düşüncelerle, farklı ve istisnai olanı işaretlemekle yetindim. (Aynı şekilde, Şırnak ve Hakkari’nin tüm köylerini ‘Sünni Kürt’ diye işaretlemeye de gerek görmedim.)

* Tr’de özellikle ‘Türkmen’ ya da ‘Yörük’ diye tanımlanan toplulukların her birini Oğuzların 24 boyundan birine mal etme alışkanlığı vardır. Söz konusu ‘boyların’ büyük ölçüde mitolojik (efsanevi)  olduklarını düşünüyorum. Yani masaldır. Ayrıca boy isimlerinin Osmanlı askeri/idari teşkilatlanması içindeki işlevinin de yanlış anlaşıldığı kanısındayım. O yüzden çeşitli köy ve sülaleleri Kayı, Bayat, Kızık vs. boylarına bağlayan yorumları hiç düşünmeden siliyorum. (Sadece 18. yy’da İran’dan göçen gerçek bir grup olan Kayseri ve çevresi Avşarlarını belirtmeye özen gösterdim.) Bu konularda daha fazla bilgi isteyenler interneti istila eden milyonlarca mitolojik tarih sayfasına danışabilirler.  

Komşu ülkeler

Tr coğrafyasını az çok tatmin edici bir şekilde bitirdikten sonra, Türkiye ile yakın tarihi ve demografik bağları olan komşu ilkelerle de ilgilenme ihtiyacı duydum. 2020’de Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan’ı, 2021’de K. Makedonya ve Ermenistan Cumhuriyeti’ni Index Anatolicus’a dahil ettim. Bu yerlerin her biri için, Türkiye’nin aksine, en azından 1920’lerden bu yana ayrıntılı resmi kayıtlar vardır. İlgili alfabeleri okumak ve dillere biraz olsun vakıf olmak şartıyla internetten kolayca ulaşılabilir. Ayrıca Balkan ülkeleri için yak. 1910 tarihli Avusturya-Macaristan askeri haritaları, Kafkas ülkeleri için Çarlık dönemi büyük ölçekli haritaları araştırmayı çok kolaylaştıran kaynaklardır. Bu nedenle dört ülkenin yer adları envanterini çıkarmak Tr ile karşılaştırılamayacak ölçüde kolay oldu.

Neden?

İnsan 13+ yıl emek vereceği bir çalışmaya neden girer?

Elbette başlangıçta duygusal nedenler baş rolü oynar. Türkiye’nin modern tarihi yalanlar üzerine kuruludur. Bu gerçeği ilk fark ettiğim yirmili yaşlarımdan beri beni öfkelendiren bir şeydi. O yüzden, 2009’da o zamanki yayınevim Everest bana bu konuda ‘ufak’ bir çalışma yapmamı önerince hiç düşünmeden kabul ettim.

Sonra işler değişir. Çalıştıkça daha önce farkında olmadığın yığınlarca bilgi edinirsin. Farklı bakış açılarıyla tanışırsın. Bazı noktalara dokununca neden insanların canhıraş duygusal tepkiler verdiğini düşünmeye başlarsın. Meselelerin bir ya da iki boyutlu değil, yetmiş iki boyutlu olduğunu idrak edersin. Her şeyden önemlisi: Başladığın işi hakkıyla bitirme kaygısı diğer her şeyin önüne geçmeye başlar. İçerik arka plana düşer, kaynak ve kanıt sorunları zihninin büyük kısmını işgal eder. Falan yer filanmış diyoruz. Ne malum? Kim söylemiş? Neden söylemiş?

13+ yıl süreceğini bilsem girişir miydim? Asla! Olta ve balık gibi biraz. Bir kez tutuldun mu kurtuluşu yok.