Wednesday, March 23, 2022

Savaşa ilişkin bütün yanlışlarınızı düzeltiyoruz

İddia 1: Rusya egemen bir ülkeye saldırmıştır. Gerekçesi ne olursa olsun suçtur ve lanetlenmelidir.

Cevap: Uluslararası hukukta böyle bir kural geçmişte var mıydı bilmiyorum, ancak eğer var idiyse son dönemde yürürlükten kalkmış olduğu bellidir. ABD ve müttefikleri 1999’dan bu yana Sırbistan, Irak, Afganistan, Lübnan, Somali, Libya, Suriye ve Yemen’e gerek havadan bombalama, gerek askeri işgal veya yerel saldırganları silahlandırma yoluyla saldırmış ve bundan dolayı herhangi bir yaptırıma maruz kalmamıştır. Keza Türkiye egemen devletler olan Kıbrıs ve Suriye’yi istila ve işgal etmiştir. Bazı devletlerin serbestçe ihlal edebildiği kuralların evrensel geçerliğe sahip olduğu iddia edilemez.

Mesele sadece emsaller meselesi değildir. Herhangi bir ülkenin diğerine fiilen saldırmasa dahi düşmanca eylemlere başvurması, tehdit oluşturacak şekilde silahlanması veya düşman ittifaklara katılması da devletler arasındaki dostane (kurallı) ilişkilerin ortadan kalkması anlamına gelir. Tehdide maruz kalan ülkenin böyle bir durumda iş işten geçinceye kadar pasif kalması beklenemez. Saldırı bazen savunmanın tek makul yöntemi olabilir.

Bir devletin kendi vatandaşı olan azınlık topluluklarını ezmeye, yurtlarından sürmeye veya yok etmeye yönelik eylemleri, geleneksel diplomaside çoğu zaman geçerli savaş sebebi sayılmaz. Ancak bu kuralın da son dönemde ortadan kalkmış olduğu görülüyor. Sırbistan’ın bombalanması için ileri sürülen gerekçe Kosova’daki Arnavut azınlığın ayrılma talebiydi. Kıbrıs’ta Türklere yönelik tehditler Türkiye’nin bu ülkeyi işgaline gerekçe sayılmış, Irak’ın Kürtlere, Çin’in Uygurlara, Myanmar’ın Rohingyalara yönelik uygulamaları çeşitli düşmanca girişimler için yeterli sebep kabul edilmiştir.

Demek ki “egemen bir ülkeye askeri saldırı düzenlemek yanlıştır” tezi genel bir doğru olarak ileri sürülemez.


İddia 2: Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması için haklı bir sebep yoktu.

Cevap: NATO takriben 2002 yılından itibaren Rusya’yı “düşman devlet” (hostile power) ilan etmiş ve gitgide artan bir dozda savaş ihtimalini ve savaş hazırlığını ima eden eylem ve söylemleri benimsemiştir. Ukrayna’nın 2014’ten itibaren açıkça dile getirdiği NATO’ya katılma talebi, bu ülkenin Rusya’ya düşman bir askeri ittifakta yer alması anlamına gelir. Ukrayna yönetimi bununla yetinmeyip 2022 başında ülkeye nükleer silahların konuşlandırılmasını talep etmiş ve bu talep özellikle İngiltere tarafından hararetle desteklenmiştir. İlaveten ABD silahlı kuvvetlerinin ülkede biyolojik savaş amacıyla kullanılabilecek otuz kadar tesis kurduğu bilinmektedir. Bunlar savaş eylemidir ve karşı güç kullanımını meşru kılarlar. Görünürde açık bir saldırı yoktur. Ancak bir gün ansızın Ukrayna’nın NATO’ya katıldığı ve nükleer füzelerle donatıldığı ilan edildiğinde, Rusya’nın dünya savaşı çıkarmadan kendini savunma imkanı ortadan kalkmış olacaktır.

Ukrayna nüfusunun % 30 küsuru kendini Rus olarak tanımlamaktadır. Konuşulan dil itibariyle Rus olanların oranı daha da yüksektir. Buna rağmen 2014’te kanlı bir darbeyle başa geçen Ukrayna yönetimi ülkedeki Ruslara yönelik gerek resmi kurumlar gerek gayriresmi silahlı gruplar aracılığıyla ağır bir baskı politikası uygulamış, Rus yanlısı siyasi parti ve liderleri tasfiye etmiş, Rusça eğitimi sınırlamış, Rusça yayınları yasaklamıştır. Yönetimde etkili olan militan gruplar, hatta hükümet mensubu bakanlar (mesela içişleri bakanı Arsen Avakov), Rusları öldürmeyi, yok etmeyi, ülkeden sürmeyi, kadınlarının ırzına geçmeyi savunan söylemleri açıkça dile getirmiştir. Darbeden sonra bağımsızlık ilan eden iki vilayete karşı sekiz yıldan beri son derece kanlı bir savaş sürdürülmüştür.    

Bu çerçevede değerlendirildiğinde Rusya’nın saldırı gerekçeleri en azından Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a saldırı gerekçeleri kadar meşrudur. Hatta daha meşrudur. Çünkü Kıbrıs’ta Türk azınlığın nüfusa oranı %30+ değil %18’di. Rum militanlarca katledilen Türk sayısı 14.000 değil onlar düzeyindeydi. Ayrıca Kıbrıs’ta Türkçe yasaklanmamıştı, devletin resmi dillerinden biriydi.


İddia 3: Rusya iki ili savunmakla yetinebilirdi, Kiev’e saldırması için sebep yoktu.

Cevap: Rusya’nın Donetsk ve Lugansk’a girmesi, ABD ve müttefiklerinin Rusya’ya karşı düşmanca yaptırımları açısından bugünkünden farklı bir sonuç doğurmazdı. Artı, “saldırıya uğramış ülke” konumunu ileri süren Kiev rejiminin NATO şemsiyesi altına girmesi ve muhtemelen nükleer silahlar dahil askeri desteklerle donatılması kaçınılmaz olurdu. Rusya’nın iki cumhuriyeti ilhakı Rusya’nın askeri ve diplomatik konumunu güçlendirmez, radikal bir şekilde zayıflatır.


İddia 4: Savaş sebebi ne olursa olsun Rusya’nın sivilleri öldürmesi, şehirleri bombalaması kabul edilemez. Rus ordusu doğum hastanesini, sinemaları, camileri, alışveriş merkezlerini top ateşine tutmuştur.

Cevap: Savaşlarda sivil zayiat olur. Acı bir gerçektir. Kınanmalıdır.

ABD ve müttefiklerinin Sırbistan, Irak, Afganistan, Libya ve Yemen’de askeri hedef gözetmeden şehirleri ve sivil tesisleri bombalaması bu hususta son yılların en çarpıcı insanlık suçları arasındadır. Keza Suriye, Afganistan, Somali ve diğer ülkelerde sivil militanların iç savaşı körükleyecek surette silahlandırılması, havadan bombardımana oranla daha yıkıcı sonuçları olan bir savaş suçu sayılmalıdır.

Rusya Ukrayna’da bugüne dek havadan bombardıman ve uzun menzilli füzeleri sadece askeri tesislere karşı kullanmıştır. Şehirler ve sivil yerleşimler havadan bombalanmamıştır. Şu ana kadar inandırıcı kaynaklarca teyit edilen sivil zayiat yüzler veya alçak binler düzeyindedir. Bu zayiatın ne kadarına Rus ordusunun, ne kadarına ülkenin Rus sivil halkını meşru hedef sayan Ukrayna milislerinin yol açtığı açık değildir.

Batı yanlısı medyada sansasyonel bir şekilde haberleştirilen saldırılar savaş propagandasından öte bir değer taşımıyor. Cami saldırısının yalan haber olduğu ilk günden anlaşılmış fakat bu husus Batı yanlısı medyada göz ardı edilmiştir. Mariupol’deki doğum hastanesi ile Kiev’deki alışveriş merkezinin askeri karargah veya sığınak olarak kullanıldığı bizzat Batı basını tarafından (satır arasında) teyit edilmiştir. Mariupol’de sivillerin sığındığı sinemanın Ruslar değil Ukrayna milisleri tarafından bombalandığını katliamdan kurtulan mülteciler ifade etmektedir.

Mariupol ve Harkov kentlerinin yerle bir edildiğine ilişkin sansasyonel haberler, son günlerde bu iki kentten yayınlanan drone görüntüleriyle yalanlanmıştır. Tahrip edilmiş binaları gösteren münferit görüntüler kamuoyunda duygusal tepkiler yaratabilir fakat genel durum hakkında bilgi vermez.


İddia 5: Ruslar sivil halkın tahliyesini önlemektedir.

Cevap: Bu iddia askeri açıdan anlamsızdır. Rus stratejisinin, sivil halkın kaçmasını sağlayarak geride kalan askeri kuvvetleri ve silahlı milisleri yalıtmak olduğu anlaşılıyor. Nitekim Doğu Ukrayna’da sivil halkın belki yarıdan fazlasının yavaş ilerleyen Rus cephesinden kaçmaya fırsat bulmuş olduğu söylenmektedir. Mariupol kuşatmasında Rus ordusu, sivil kılığına girerek kaçmaya çalışan Ukrayna milislerini önlemeye çalıştığı için Batı yanlısı basında suçlamalara maruz kalmıştır. 

Keza Gomel müzakerelerinde Rus tarafının Doğu Ukrayna’nın Rus halkını savaş süresince Rusya’ya tahliye etme önerisi Ukrayna hükümetince reddedilmiştir.


İddia 6: Rus ordusu Ukrayna’da batağa saplanmıştır, ilerleyememektedir.

Cevap: Savaşın ilk günlerinde Rusya’nın yıldırım savaşı ile Kiev’i birkaç günde ele geçireceği beklentisi yaygındı. Bu beklenti gerçekleşmemiş veya gerçekleştirilememiştir. Savaşın üçüncü gününden bu yana Rus ordusu son derece temkinli bir harekatla her gün kontrolü altındaki sahayı genişletmektedir. Ukrayna hava kuvvetleri ve donanması savaşın ilk günlerinde devre dışı bırakılmıştır. Doğudaki Ukrayna kuvvetlerinin batı ile irtibatının kesilmesine ramak kalmıştır. 

Rusların yavaş ilerlemesinin nedeni askeri yetersizlik olabileceği gibi, belki sivil halkın kaçışına fırsat tanımaya yönelik bilinçli bir strateji de olabilir. Bilhassa Rus hava kuvvetlerinin savaşın başından beri hemen hiç kullanılmamış olması gibi şaşırtıcı bir olgu böyle bir planlamayı akla getirir.

Her halükarda Rusların satrançta Amerikalılardan çok daha başarılı olduğu gerçeği akılda tutulmalıdır.


İddia 7: Ukrayna halkının kahramanca direnişine saygı gösterilmelidir.

Cevap: Ukrayna halkının şimdilik yüzde onu (4 milyon kişi) yurt dışına kaçmıştır. Askerlik yaşındaki erkeklerin çıkışına izin verilmediği için gerçekte kaçmak isteyen ve imkan bulursa kaçacak olanların sayısının bundan çok daha yüksek olduğu varsayılabilir. Yurt içinde savaştan kaçanların sayısı on milyon kişi olarak tahmin edilmektedir.

Romanya, Bulgaristan, Moldova ve Yunanistan gibi ülkelere sığınan mültecilerle yapılan söyleşilerde kaçanların büyük kısmının – belki yüzde seksen gibi bir oranın – savaştan Zelensky hükümetini ve fanatik Ukrayna milliyetçilerini birincil sorumlu saydığı görülmektedir. Hemen oy birliğiyle dile getirilen görüş “Ukrayna ve Rus halklarının kardeş olduğu” yönündedir. (Putin’i suçlayanlar da az değildir.)

Ukrayna ordusunun düzenli birliklerine mensup askerlerin savaşmaktan kaçındığı ve ilk fırsatta teslim olduğu bilgisi Rus tarafınca ileri sürülmektedir. Bu iddianın doğruluğunu bu aşamada teyit etmek mümkün görünmüyor. Ancak Mariupol, Nikolayev ve Harkov’da etkili bir şekilde savaşan birliklerin düzenli ordu birlikleri değil NATO ülkeleri tarafından örgütlenen, eğitilen ve silahlandırılan milliyetçi milis grupları olduğu konusunda Batılı ve Rus kaynakları büyük ölçüde mutabakat içindedir.


İddia 8: Rusya Ukrayna’yı yenmeyi başarsa da Batılı devletlerin ekonomik yaptırımlarına direnemez.

Cevap: Bu doğru olabilir. Ancak yaptırımların, a) Batı ittifakına ve özellikle Avrupa’ya ilişkin hangi sonuçları doğuracağı ve b) önemli bazı Asya ülkelerinin tavrını nasıl etkileyeceği henüz açık değildir. 

Rusya yaptırımlara karşı şimdilik son derece yumuşak bir tepki göstermiş, Avrupa’ya gaz ve petrol sevkiyatını kesmeye niyetli olmadığını bildirmiş, Batı bankalarında bulunan 300 milyar dolar rezervine el konduğu halde vadesi gelen tahvillerini dolarla ödemeye devam etmiştir. Bu “dostane” politikanın, Avrupa ülkeleriyle el altından sürdürülen birtakım pazarlıklarla ilgili olması pekala mümkündür.

Daha önemlisi, kilit bir dizi Asya ülkesi, beklentilerin aksine, yaptırımlar konusunda şimdilik ABD’ye karşı ve Rusya’dan yana bir tavır takınmıştır. Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE, Çin, Hindistan ve hatta İsrail bu meyanda sayılabir. Özellikle Hindistan’ın 1947’den bu yana ilk kez can düşmanı Pakistan’la uluslararası bir meselede aynı safta yer alması düşündürücüdür. 

Sonuç olarak ekonomik savaşın ABD’ye mi Rusya’ya mı daha çok zarar vereceği henüz belirsizliğini korumaktadır.


İddia 9: ABD karşıtı görüşler Rus propagandasının ürünüdür.

Cevap: Savaşın bu ana kadarki en çarpıcı olgularından biri, hatta başlıcası, Rus propagandasının – kamuoyunu ikna etme çabasının – olağanüstü zayıflığıdır. Dünya medyasının neredeyse tümü ABD yanlısı savaş propagandasının etkisi altındadır. Batı medyası onyıllardan beri görülmemiş bir şekilde ortak bir anlatı çevresinde coşkuyla birleşmiştir. Rusların – haklı olmasa bile en azından – makul sayılabilecek karşı tezleri hemen hiç duyulmamaktadır. İlginçtir ki Rusya dahilinde dahi savaşı önemseyen veya haklı gösteren sesler son derece cılız çıkmaktadır.

Bu koşullarda, dünya haberleriyle ilgilenen aklı başında birinin Rus propagandasından nasıl ve neden etkilenmiş olabileceğini anlamak mümkün değildir. 


İddia 10: Rusya gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış oligarkların egemen olduğu bir ülkedir.

Cevap: Doğrudur, öyledir. Eski Sovyet ülkelerinin hepsi öyledir. Ukrayna da öyledir. Şu farkla ki, Ukrayna’nın aksine Rusya oligarklarının kendilerine bağlı silahlı milis güçleri yoktur. Ya da varsa, iç politikada Ukrayna’dakiler kadar etkin değildir. Örneğin Ukraynalı oligark İgor Kolomoyski gibi emrindeki bir televizyon oyuncusunu cumhurbaşkanı seçtirme güçleri yoktur. Ayrıca Rus oligarşisi ülkedeki çeşitli etnik ve dini kimlikler konusunda – Ukrayna’nın ve diğer Sovyet ülkelerinin hemen hepsinin aksine – son derece kapsayıcı ve önyargısızdır. Milleti, devleti ve özellikle Rusları talan eden Ukrayna oligarklarının aksine, milleti ve devleti talan etmekle yetinirler.

Oligark tabirini “devlet organlarıyla özel ilişkileri sayesinde büyük servete kavuşan ve bu serveti siyasi ve finansal güçlerini artırmak için kullanan kişi” olarak tanımlayabiliriz. Batı ülkelerinde bu nitelikteki kişiler genellikle birey değil tüzel kişilik adıyla tanınırlar (Boeing, Exxon, BlackRock, Amazon vs.).  ABD’nin tanıma uyan en zengin üç oligarkının net kişisel varlığı Rusya’nın önde gelen 113 oligarkının net varlığına eşittir. Hükmettikleri tüzel kişilikler açısından bakıldığında aradaki fark bunun on katından fazladır. 


İddia 11: Rusya diktatörlüktür. Diktatörlükle liberal demokrasilerin savaşında ikincisinden yana olmalıyız.

Cevap: Münferit siyasi muhaliflere uygulanan baskılar açısından ABD ile Rusya’nın uygulamaları arasında kayda değer bir fark yoktur (bkz. Assange, Snowden, Donziger, Guantanamo Bay). ABD cezaevi nüfusunun genel nüfusa oranı Rusya’nın iki katı kadardır.  ABD’de her yıl polis tarafından öldürülen kişi oranı da çeşitli tahminlere göre Rusya’nın on ila yirmi katı olabilir. İdam cezası ABD’de uygulanmakta, Rusya’da 1996’dan bu yana uygulanmamaktadır.

ABD kültüründe ifade özgürlükleri geleneksel olarak geniş yer tutardı. Ancak bunlar son yıllarda a) üniversitelerde ve yayın kuruluşlarında norm dışı görüşlere yönelik gitgide sertleşen baskılar ve b) dijital medyada çığırından çıkan sansür nedeniyle radikal olarak kısıtlanmıştır. Rusya’da yayın dünyası Türkiye’yi andıran resmi ve gayriresmi baskılara maruzdur. Buna rağmen, Türkiye’deki gibi, belli çizgiler dahilinde sert muhalefet yapan yayın organlarının yaşamasına izin verilmektedir. Rusya’da gazeteci sayısı nüfusa oranla ABD’nin dört katı (102 bin vs. 54 bin), basılı gazete sirkülasyonu yine nüfusa oranla iki katıdır (günde 22 milyon vs. 24 milyon). 

Rusya’da siyasi iktidar, tıpkı ABD’deki gibi, görünürde serbest çok partili seçimlerle belirlenmektedir. 2018 başkanlık seçiminde üç siyasi parti tarafından desteklenen V. Putin oyların %76’sını, çeşitli ölçülerde Putin rejimine muhalif olan yedi aday %23’ünü almışlardır. ABD’de tüm kilit konularda birbirinin eşi politikaları savunan (ve her halükarda seçim sloganları ile iktidardaki uygulamaları arasında mantıki bir bağ bulunmayan) Coca Cola ve Pepsi Cola partileri genellikle oyların %98 ila 99’unu alırlar.

Bu verilerden, iki ülkeden hangisinin daha fazla “diktatörlük” veya “liberal demokrasi” olduğuna dair net bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.


İddia 12: Nişanyan Ermenistan yanlısı olduğundan Rusya’yı savunuyor.  

Cevap: Ermenistan halkının genellikle Ukrayna’ya sempati duymadığı gerçektir. Buna karşılık bir iki aşırı görüşlü kişi dışında Rusya’nın müdahalesini savunan kimseye rastlamadım. Konuştuğum kişilerin büyük çoğunluğu, savaşın Ermenistan’a verebileceği zararlardan dolayı kaygı içindedir. Her halükarda bugüne dek yaşadığı ülkelerin resmi-milli görüşüne boyun eğmemeyi şiar edinmiş bir kimsenin bu yaştan sonra neden tavrını değiştirmek isteyeceğini anlamak zordur.

Vicdanını ve aklını kişisel çıkarına kurban etmeye razı olacak birinin bu savaşta takınacağı tutum bellidir. Pazar Sohbetlerimi izleyenlerin sayısı son dört haftada yüzde otuz oranında düştü. Patreon destekçilerinin sayısında da kaygı verici bir azalma var. Çıkarını gözeten biri bu durumda ne yapar? Susar. Ya da sürünün çağrısına uyup göze batmamayı seçer.

Merak etmeyin, yapmam öyle şey.