Paris-Berkeley-Londra dünyasından söz etmiş, bir önceki
yazıda mevzubahis ettiğimiz eleştirmen kardeşimiz. Var mı öyle bir dünya?
Vallahi sanmıyorum. O sandviç kaşarı gibi araya giren Berkeley orada olmamalı,
başka bir kıtada.
Paris-Londra dünyası desen vardır. En azından bin yıllık bir
dünyadır. Saltanatının zirvesine 19. yy’da, diyelim ki 1815-1914 arasında
ulaşmıştır. Temeli Avrupa’nın aristokratik kültürüdür. Kültürü ve terbiyeyi ve
yönetim yetkisini elinde tutan, hakikatin ve sanatın sırlarına vakıf olduğuna inanan,
ayrıcalıklı bir sınıfı varsayar. Ta 20. yy başlarına dek tüm literatürü, tüm
sanatı, mimarisi, şehirciliği, yönetim felsefesi, bilim kurumları hep bu varsayım
üzerine kurulmuştur. Aristokratik bir zümrenin kültüründen (ve ona boyun eğen, eğmeyen, tepkiyen, isyan eden unsurlardan) ayrı düşünülemez. Eleştir istersen, ben de eleştiririm nolacak, ama kabul
etmeli ki zengin ve ilginç bir dünyadır. Çok şey üretmiştir.
Sonradan, de ki 1850’lerden sonra, o eski yapı emperyalist
megalomani ile beslenir ve yeniden şekillenir; Hausmann’ın Paris’i ve Victoria & Albert Museum’un
Londra’sı (Ringstrasse Viyana’sı, Gründerzeit Berlin’i) çıkar ortaya.
Daha soğuk ve kibirli bir çağdır. Düşünürsen kendi yıkımını içinde taşır. İçerideki aristokratik egemenliğin terminolojisini ve mantığını dünya egemenliğine tahvil etmeyi
dener. O tekne o sıkleti taşıyamaz, üç beş kuşak içinde tepe taklak
gelir. Bugün Paris de Londra da, Viyana’yı da ekle, o da, geçmişin anılarıyla
yaşayan, dünyaya önderlik etme hırsını ve yeteneğini yitirmiş, marjinalleşme
yolunda dolu dizgin ilerleyen şehirler.
Berkeley derken eleştirmenimiz San Francisco’yu kast etmiş
olmalı. Apayrı bir dünyanın ürünü ve simgesidir. Tarihi yoktur. Aristokrasiyi
tanımaz, demokrasiyi kültürel kıblesi sayar. Kültürel bagajı hafiftir; bagajdan
ziyade sırt çantasıdır – içindeki eşya taş çatlasa altmış-yetmiş yıllıktır. Her
sabah dünyayı yeniden keşfetme sevinci ve sıfırdan kurma arzusuyla kalkar yataktan. Birkaç
ay önce size Dave Eggers’ın romanı The
Circle’ı anlatmıştım, onu okurken epey andım bu mevzuları. Aristokratik
geçmişin çapası olmayınca kültür (ve felsefe, ahlak, dünya görüşü) ipi kopmuş
tespih gibi dağılıyor. Bir bakıma daha özgür, bir bakıma ürkütücü ölçüde sığ ve
başı boş.
Emperyal Avrupa’nın yorgun dünyasından çok farklı bir yer Kaliforniya
kıyıları. Kontrastlara dikkat etmeden ikisini bir torbaya atarsan sağlıklı bir
yargıya varamazsın bence.
Rus emperyal kimliği hangi açıdan Anglo-Amerikan ve Türk-İslam emperyal kimliğinden ayrılıyor?
Robert Conquest'in eserini okumadım fakat meşhur İngiliz-Yahudi tarihçi Simon Sebag-Montefiore'nin Stalin: The Court of the Red Tsar ve Young Stalin kitaplarını okumuştum. İlki, 2004 British Book Awards'ta History Book of the Year ödülünü almıştı, Britanya ve K. Amerika'da bayağı sükse yapmıştı. Young Stalin de bilhassa gayet iyi yazılmış bir kitaptı, arşiv materyallerinden çokça istifade edilmiş. 2011/12'de Türkçeye de tercüme edildi bu kitaplar. Bunlardan başka, Türkiye'de son on senede yazar Nazlı Eray'ın bir Stalin kitabı var, Stalin ve Yagoda ilişkisini ele almış. Ben okuyamadım ama güzelmiş diyorlar.
her ne kadar pek hoşlanmasak da kızı Svetlana Iosifovna kaleme aldığı anılarında "O'nun kadar Rus olan her şeyi seveni görmedim" sözleriyle Stalin'in "tamamen Ruslaştığı"nı da ifade ediyor
Stalin'in zafer şerefine 24 Mayıs 1945'te Kremlin'de Kızıl Ordu birlik komutanlarının onuruna verdiği kabul esnasındaki konuşması da bu iddiayı destekliyor
"Yoldaşlar,kadeh kaldırmadan önce son birkaç söz daha söylememe izin verin.
Kadehimi Sovyet halkımızın ve öncelikle de Rus halkının şerefine kaldırmak istiyorum.
Öncelikle Rus halkının sağlığına içiyorum,çünkü o,Sovyetler Birliği'ne dâhil olan uluslar arasında en mükemmelidir.
Öncelikle Rus halkının sağlığına kadeh kaldırıyorum,çünkü o,bu savaşta,ülkemizin tüm halkları arasında,Sovyetler Birliği'nin önde gelen gücü olarak genel takdiri hak etmiştir.
Rus halkının sağlığına kadeh kaldırmamın nedeni,onun yalnızca önde gelen halk olması değildir,bilakis duru bir anlayışa,sağlam bir karaktere ve sabıra da sahip olmasıdır.
Hükümetimiz az hata yapmadı,1941-1942 yıllarında,ordumuz başka çare olmadığı için gerilerken ve Ukrayna,Belarus,Moldova,Leningrad bölgesi,Baltık ülkeleri ve Kareli-Fin Cumhuriyeti'nin,bizim için sevgili ve değerli köy ve kentlerini terkederken,ümitsiz bir durumun anlarını yaşadık.Başka bir halk hükümetine şöyle diyebilirdi:'Beklentilerimizi yerine getirmediniz,çekip gidin,Almanya'yla barış imzalayıp,bize dinginlik garantileyecek olan başka bir hükümeti göreve getireceğiz.' Fakat Rus halkı böyle davranmadı,çünkü hükümetlerinin politikasının doğru olduğuna inanıyorlardı ve Almanya'nın yenilgiye uğratılmasını sağlamak için özveride bulundular.Ve Rus halkının Sovyet hükümetine olan bu güveni,insanlığın düşmanı üzerinde,faşizm üzerinde tarihi zaferi garantileyen belirleyici faktör oldu.
Bu güven için Rus halkına teşekkürler!
Rus halkının şerefine!.."*Iosif Vissarionovich Stalin,24 Mayıs 1945;Iosif V. Stalin'in,Sovyetler Birliği'nin Büyük Anavatan Savaşı Üzerine'sinden,Berlin,Dietz Verlag,1951,s.226-227;Iosif V. Stalin,Eserler,(çev.) Saliha N. Kaya,1. bs.,İstanbul,İnter Yayınları,1994,cilt 16.
http://www.st-cyprus.co.uk/stalin/Stalin-Eserler-Cilt-16-Mayis_1945-Aralik%201952.pdf
***
aynı kabulde toplu fotoğraf çekimi esnasında komutanlardan birinin sorusunu yanıtlarken "Gürcü değilim.Gürcü kökenli Rus'um" dediği de anlatılmaktadır ki bir Rus filminde de bu konuşmaya yer verilmiştir
saygılar
hapisten kacmissiniz. ziyadesiyle sevindim.
sizlere gecmis olsun, bizlere hayirli olsun.
selamlar, sevgiler.