Thursday, December 29, 2011

Biraz da Türklerin açısından bakalım

Yazının biraz yumuşatılmış versiyonu 29 Aralık 2011 tarihli Radikal gazetesinde çıktı. Soykırım hadisesinin en önemli boyutu olan ekonomik boyutu o tarihte henüz yeterli netlikte görememişim sanırım.
Tarihte hiçbir olay siyah beyaz değildir. Bunu bilecek kadar aklım ve yaşım var Allaha şükür.
Adamlar izan ve vicdan sahibi birinin savunabileceği karşı argümanları bile getirmekten acizler. Haindiler o yüzden kestik! Yalandır kesmedik! Kestik ama az kestik! Zaten onlar da kesti! Emperyalistlerin oyunudur! Kahraman Türk milleti bu hainleri susturmayı bilir! İğrenç bir terane…
İzan ve vicdan sahibi Türklerin hepsi son yıllarda uykudan geç uyanmanın şoku içinde, inkarın ve ahlaksızlığın boyutlarını tartışmakla meşgul. Araya mesafe koyup “neden oldu?” sorusunu sorabilen yok. Sorsa, karşı tarafın ekmeğine yağ sürmekten – haklı olarak – korkuyor. “Yaptık ama sebepleri vardı” demeyi ahlaken – haklı olarak – sıkıntılı buluyor. Ya da kolayına kaçıp işi İttihatçılara yıkmakla yetiniyor.
Türklere kopya vermek de, mecbur, bu acize düşüyor.
*
MADDE BİR: Korku zulmü tetikler.
1915’te Türkler topyekün panik içindeydi. 1912’de, “kahraman Türk ordusu bu korkakları beş günde kahreder” laylaylomuyla girdikleri savaşta bütün Rumeli kaybedildi. Memleketin üçüncü büyük şehri olan, nüfusunun %60 küsuru Müslüman olan, memlekete hakim siyasi akımların doğum yeri olan Selanik birkaç haftada gitti. Bir milyona yakın sersefil muhacir İstanbul’a yığıldı. Camiler, kiliseler (evet!), hastaneler, sur dışındaki bostanlar tıklım tıkış mülteci kamplarıyla doldu. Millet aylarca kolera korkusuyla yaşadı.
“Türkleri Avrupa’dan çıkarma” fikri 1895 Ermeni olaylarından beri Avrupa’da yükselen ırkçı akımın sloganıydı. 1913 Londra Konferansı sırasında bu kez “Türkleri Küçük Asya’dan çıkarma” fikri duyulmaya başlandı.
“Anadolu’da Türk yurdu” kurma düşüncesi İttihat ve Terakki çevrelerinde 1912’nin son günlerinde – ki Balkan Harbinin en felaketli günleridir – egemen olmaya başlamış görünür. Batı Anadolu Rumlarını toplu terör tehdidiyle yurt dışına sürme hamlesi bunun hemen ardından başlar, 1913 ilkbaharında çılgınlık boyutuna ulaşır. Mesela Çeşme, Urla ve Foça’nın hemen hepsi Rum olan nüfusu 1913 Mayısında iki hafta içinde tehcir edilir. [Selanik’in düşüşünden bir hafta sonra nüfusunun çoğu Rum olan Makri kasabasının adı Fethiye olarak değiştirilir; bu da anlayana yeterince anlamlı bir mesajdır.]
1914’te gene savaş çıkar. Devleti yöneten zibidiler kahraman Türk ordusunun bu sefer İran’a, Turan’a dayanacağından emin görünür. Ama halkın – ve hatta yönetici sınıfın – bu hayallere kandığını hiç zannetmiyorum. 18 Mart 1915’te düşmanın Çanakkale’yi denizden geçme hamlesi sonuç vermez gerçi; ama 24 Nisandaki kara çıkarmasından sonra İstanbul’un birkaç gün içinde düşeceği inancı hakimdir. Devlet arşivleri ile sarayı Bursa’ya taşıma planları yapılır.
Anadolu Ermenilerini ezme kararı da aynı 24 Nisan 1915 günü yürürlüğe konur.
Akıl ve mantıkla düşünsen şunları söyleyebilmen gerekir:
A) Rumeli’de Türkler egemen bir azınlık konumundaydı. En kalabalık oldukları vilayette %40 ancak vardılar. Anadolu’da ise yüzyıllardan beri mutlak çoğunluğa sahiptiler; sosyal konumları da Rumeli’dekinden çok farklıydı. Kim sürecek? Nereye sürecek? Kolay mı koca memleketi boşaltmak?
B) Türkleri Rumeli’den süren Ermeniler değildi. Kafkasya’dan Çerkesleri süren de Ermeniler değildi. Aksine, 1913’te değil ama 1878 felaketinde Bulgaristan’dan Türklerle beraber Ermeniler de sürülmüştü. [Benim anneannemin ailesi 1878 Bulgaristan muhaciridir]. Elalemin günahının ceremesini neden gariban Ermeniler çeksin?
C) Sen fetih azgınlığı ve millet-i hakime kibiriyle adamlara dünyayı dar etmesen Ermenilerin seninle ne alıp veremediği olurdu? Gül gibi geçinip gidebilirdiniz pekala. Kendine düşman ettiysen suçu kendinde ara.
Ama panik anında aklı mantığı kim dinler, o ayrı mevzu.
Köşeye sıkıştılar. İngiliz’e, hatta Balkan ülkelerine güçleri yetmediği için acısını kendilerinden daha zayıf olandan çıkardılar. Bütün mesele bu. Ahlaksız bir çözümdü gerçi; ama anlaşılmaz değildi.
MADDE İKİ: Ermeniler sarhoştu
Ermenilerin siyasi sınıfı 1895’ten ve özellikle 1909’dan bu yana acayip bir ideolojik körlük içindeydi. Büyük ve müreffeh Ermenistan’ı kuracaklardı. Mutlak haklılığın sarhoşluğu içindeydiler. Mazlumuz, demek ki haklıyız! Peki Türkler ne olacak? Pöh, üzerinde düşünmeye değmez!
Neden bu kadar saçmaladılar? Tahmin yürüteyim.
A) Yüzlerce yıl siyasi iktidardan, yönetim tecrübesinden uzak bırakılmış bir ulusun hamlığı,
B) yenilgiye mahkum olmayı içten içe bilmenin getirdiği, fanteziye sığınma ihtiyacı [Bugünkü Kemalistlerde de var o haleti ruhiye: akılla mantıkla başa çıkamazsın, çünkü akıl zeminine geldikleri anda maçı kaybedeceklerini bilirler.]
C) kendini Avrupalılarla – ve özellikle Avrupalının 20. yüzyıl başlarında zirve yapan üstün ırk / üstün kültür / üstün din sarhoşluğuyla – özdeşleştirmenin keyif verici rehaveti. Keza bunun devamı: Anadolu’da Batılıların açtığı okullarda okuyanların o tartışılmaz üstünlük duygusu.
Abdülhamid’in, Talat’ın, Cemal’in, diğer İttihatçıların, İttihatçı bile olmayan öbür devlet ricalinin anılarını oku. Hepsinin hayatlarının bir aşamasında Ermenilerle iyi kötü yakınlığı olmuştur. Hemen hepsinin de bir noktada, samimi olduğundan şüphe duyamadığım bir çileden çıkma hissiyle “bu kadar inatçı, bu kadar bencil, bu kadar hayalperest adamlarla konuşulmaz” noktasına geldiğini görürsün.
Ha Ermeni siyasileri hamdı da İkinci Meşrutiyet kadroları çok mu olgundu? Avrupa’dan yayılan ulusçu/modernleşmeci sarhoşluktan daha mı az nasiplenmişlerdi? Biraz daha tecrübeli ve esnek adamlar olsaydı üç tane yeni yetme Ermeni politikacıyla başa çıkamazlar mıydı? Onlar ayrı soru.
Bir avuç hayalperest siyasi liderin cezasını bir buçuk milyon günahsız, mütevazı, çalışkan halk mı çekmeliydi? O da ayrı soru.
MADDE ÜÇ: Nazi’yle yatan İttihatçı kalkar
1915’te Türkiye Alman askeri egemenliği altındaydı. Almanlar izin vermese zor soykırarlardı.
1880’lerden Dünya Harbi arifesine kadar Osmanlı ordusunu Almanlar neredeyse sıfırdan kurdular. Birçok birimin kumandasını üstlendiler. Savaş boyunca Osmanlı erkânı harbiye-i umumiye reisleri (yani genelkurmay başkanları) Almandı. Alman yardımı olmasa Osmanlı hazinesinin savaşı kaç hafta sürdürebileceği meçhuldür. Almanların bilgisi ve onayı olmadan, savaş halindeki bir ülkeden milyonlarca insanı sürmek gibi devasa bir projenin tasarlanabileceğini ve uygulanabileceğini düşünmek akla ziyan.
Almanların Ermenilerle alıp veremediği neydi? Doğrusunu istersen bilmiyorum. Tahmin yürütebiliyorum ama emin değilim. Bana öyle geliyor ki cevabı rasyonel bir politikadan çok, Almanların 1930’larda zirveye ulaşacak olan o çılgınca özgüveninde, “ben o kadar üstünüm ki ne yapsam hakkımdır” diyen ulusal megalomanide, insan hayatını böcek seviyesinde gören ahlaki sapkınlıkta aramak daha doğru olur.
Savaş esnasında Türkiye’de görev yapan on binlerce Alman personeli var. Birçoğunun anıları, mektupları vs. aranırsa bulunabilir herhalde. Hani nerede bunun çevirileri, analizleri, romanları, psikolojik tahlilleri?
Savaşta proto-Nazilerle müttefiktik demek ağır gelir herhalde. Ama en azından sorumluluğun yarısını onlara atar, biraz olsun vicdanını rahatlatırsın değil mi?
*
Buyur, üç tane kapı gibi argüman. Hiç biri yapılan işin fecaatini inkar etmez. Hiç biri geçmişle yüzleşmenin ve özür dilemenin ahlaki mecburiyetini ortadan kaldırmaz. Ama en azından, olup biteni rasyonel bir çerçeveye oturtmaya yardımcı olurlar.
“Türklerin, bırak özür dilemeyi, insanlığa karşı bir cürmü algılayabilecek kapasitesi yoktur, o yüzden soykırım yaptılar” diyenlere verecek bir cevabın olur.



No comments:

Post a Comment