Wednesday, February 8, 2012

Patrik Hazretleri ve İsa

(Aslanlı Yol'dan bir bölüm.)

Cübbesi ile asasını bir yana koyduğu zaman blucinle dolaşmayı seven biriydi. Kekova’da ufak bir balıkçı motorunda yıldızların altında tek başına gecelediğine tanık oldum. Bir ara patriklik görevinden bunaldı, uzun bir yolculuğa çıktı, belki de geri dönmemeyi tasarladı. O yolculuğunda bana da uğradı. Üniversitede arkeoloji eğitimi almıştı. Ege bölgesindeki harabeleri tek başına gezmeyi düşlüyordu. Makamını bırakıp bir üniversitede hocalık yapma hayali vardı. Sohbeti derinleştirdim. Tanrı kavramını akılla nasıl bağdaştırabildiğini sordum. “Merak etme,” dedi, “din adamları arasında tanrıya inancını yitirmemiş olan azdır.”
Hem makam sorumluluğu taşıyan, hem entelektüel kimliğini koruyabilen kaç kişi var bu ülkede? Okumuş olanlar çoğu zaman karar vermenin yükünü bilmezler; yönetimde olanlar ise kalplerini ve beyinlerini çoktan hurdaya vermişlerdir. Mesrob Sırpazan iki kişiliği birden taşıyan ender insanlardandı. Belki o yüzden çoğu insana sohbeti yorucu gelmiştir, kim bilir.
Yürüyün Tire’ye gidelim dedim. Tire’nin pazarı güzeldir. Çoluk çocuk makam minibüsüne doluştuk – salon salamanje, döner koltuklu, çok aksesuarlı, kara camlı bir araç. Şoförü izinliydi, kendisinin sürmesi de yakışık almazdı, o yüzden bizim otelde çalışan İsa direksiyona geçti. Güle oynaya gittik. O dönemde birtakım ahir zaman dinleri türemişti, meğer 2012’de dünyanın sonu gelecekmiş, Hazreti İsa uzay gemisiyle dünyaya gelip iyileri kurtaracakmış, Şirince köyünde “yüksek enerji alanı” olduğundan belki de buraya inecekmiş. Yolda bunları anlattım, eğlendik.
Tavit o tarihte beş yaşında. Akşam ciddi bir ifadeyle yanıma gelip bombayı patlattı: “Babiş, İsa abinin uzay gemisi var mı gerçekten?” Bizim İsa’yı makam arabasının dümeninde görünce aklı karışmış, bizden habersiz böyle arabası olanın uzay gemisi de olur diye akıl yürütmüş.
Gülmekten devrildik. Ama asıl olay birkaç gün sonra duyuldu. Bizimkinin arkadaşı ilçemizdeki Nur cemaatinin hocalarından birinin kızıydı. Eve gidip anlatmış, Hazreti İsa bizi gezmeye götürdü diye. Nasıl biriydi? Koca sakallı, kara gömlekli bir amca. Ailesinde şafak atmış, kızımıza ne propagandası yapıyorlar diye endişelere düşmüşler. İzah ettik, güldük. Ama kızı bir daha bizim eve göndermediler.
*
Hrant cinayetinden bir süre sonra gene geldi. Huzursuz bir hali vardı. Özel konuşmak istediğini düşündüm, ama koruma polisi bir an bile yanımızdan ayrılmadı. Adamı ekarte etmek için Matematik Köyüne kadar yürüyüş yapmayı önerdim, ama koruma da bizimle geldi, yol boyu durmadan gevezelik etti. Yemeğe de hep beraber oturduk, adamın Rus eşiyle ilişkilerini enine boyuna öğrenme şansına kavuştuk.
Birkaç ay sonra İstanbul’da Tarık Arıoba’nın evinde karşılaştık. Telefon açıp çat kapı geldi. Bu sefer yanında iki koruma vardı. Bizimle beraber oturup sohbete katıldılar. Hastalığı belirginleşmişti. Beni pek hatırlamadı. Konuşulanları dalgın bir gülümsemeyle izledi.

Sonra hafızasını tamamen yitirdi. Ruhani Kurul toplanıp, II. Mesrob’un hastalığından ötürü patriklik görevini yerine getiremeyeceğine hükmetti.

1 comment: