Monday, September 10, 2018

Canlanan dinler, ölen diller (Brezilya notları)


Protestanlığın önlenemez yükselişi
Brezilya’da gözümüze batanlardan biri: Katolik kilisesinin çöküşü. Bir zamanlar devletin ve milletin resmi diniyken şimdi kağıt üstünde %64’e düşmüş. Ama bu, resmen görünen tarafı. Gerçekte her kasabada, her mahallede, her köyde süpermarket açar gibi Protestan ibadethanesi açılmış. Çeşit çeşit gecekondu mezhepler, Assembleia de Deus, Congregação Cristã, Igreja Universal do Reino de Deus, Igreja do Evangelho Quadrangular (!), İsa ile Yeniden Doğuş Apostolikleri, Can Veren Pınar Apostolikleri, Mesih’in Gücü Apostolikleri, Halkların Işığı kilisesi, Seventh-Day Adventistler, Metodistler ve Serbest Metodistler, beş ayrı mezhebe bölünmüş Baptistler, Fundamentalist Presbiteryenlerle Muhafazakar Presbiteryenler, rakip gazoz markaları gibi, her köşeyi tutmuşlar. Vaaz saatinde kapılar açık, içeride iğne atsan yere düşmez, insanlar sokağa taşmış, coşku had safhada. Dükkanlarda, lokantalarda, otellerde, otobüs işletmelerinde Protestan propagandasının açık veya örtülü izleri. En şık mahallelerde Protestan sloganlarıyla bezeli yeni yapı okullar, imam hatip estetiğinde.
Buna karşılık Katolik kilisesinin üstüne sanki ölü toprağı serilmiş: dinle pek işi olmayanların dini. Düğün ve cenaze dini. Rio’daki Ulusal Katedral’e gittik, neo-emperyal bir Devlet tapınağı: içeride birkaç turist, demir parmaklıkla ayrılmış bir şapelde ilahi dinleyen birkaç yaşlı karı koca, papazla düğün pazarlığı yapan genç bir aile...
1970-80’lerdeki askeri diktatörlük zamanında Brezilya Katoliklerinin Liberation Theology hareketi meşhurdu. Her yerde fakirlerden ve ezilenlerden yana tavır almış, yer yer silahlı devrimi savunacak kadar radikalleşmişlerdi. Dom Helder Câmara gibi, fakirlerin azizi mertebesine ulaşmış bir öncü din adamı çıkarmışlardı. Şimdi o akımdan geriye ne kaldı bilmiyorum. Ama belli ki fakir halkın yüreğinde yer tutmayı başaramadılar. Umuttan başka sermayesi olmayan kesimler, umudu başka yerde aramaya yöneldiler.
Türkiye’deki cemaat ve tarikat salgınını ister istemez hatırlatıyor. Ayrı bir mezhep – hatta ayrı bir din – sayılabilirler mi? Sayılmalarında fayda var mıdır?

Brezilya yer adları
Rio’dan güneye yer adları: Itaguaí, Muriqui, Mangaratiba, Jacareí, Jaquecanga, Zungu, Itanema, Cunhambebe, Rio Mambucaba, Perequê, Tarituba, Taquari, Picinguaba, Ubatuba... Oğlumla düşündük: Uzun süre kızılderili kültürüyle iç içe yaşamış olmalılar, öbür türlü köy, kasaba, dere, tepe, ada, plaj vs. bunca adı yerli dilden nasıl alabilirler?
İçeri tarafa doğru girince, mesela Minas Gerais eyaletinde, bu sefer coğrafyaya ezici çoğunlukla Portekizce adlar hakim. Gayet sıradan, Karadere, Yeşiltepe, Aşağı Kızılca, Soğukpınar, Ak-altın... Hımm, diyoruz. Siyasi bir hadise olmalı. Ya da adlandırma dönemi farklı. Arada herhangi bir gözlemlenebilir etnik fark yok çünkü.
São Paulo eyaletinde Tabatinga adlı bir kasaba görüyoruz. Bir daha hımm, yıllar önce Brezilya’nın ta öteki ucunda, Kolombiya sınırında, Tabatinga adlı bir şehre uğramıştım. Yerli dili olsa bu kadar geniş bir alana yayılmış olamaz. Dört bin kilometreye kol atan yerli dili nerede görülmüş? Ancak emperyal diller o kadar uzar.
Google yetmeyince, ilk gördüğümüz kitabevine dalıp bir Brezilya tarihi kitabı ediniyoruz: Mary del Priore ve Renato Venancio, Uma Breve Historia do Brazil. İspanyolca ve Fransızca biliyorsan Portekizce kolay, acayip imlaya biraz alışınca Tavit’le beraber yüzde doksanını söküyoruz. Meğer neymiş? Beyaz adamın gelişinden sonra, 16. yüzyıldan 18. yüzyıl ortasına kadar, Güney Brezilya’da sahil yöresinin yerli dili olan Tupi dilini bütün Brezilya’nın ortak dili olarak benimsemişler. Cizvit rahipleri önayak olmuş, 1540’larda Tupi dilinin gramerini yazmışlar, İncil’i o dile çevirmişler, misyon okullarında o dili öğretmişler. Tupi’likle alakası olmayan Amazon ormanlarına ve kuzeyin bozkırlarına dek o dili yaymışlar. O devirde adlandırılan her coğrafi birime Tupice isim vermişler. Ta ki 1750’lerde Portekiz kolonyal yönetimi Cizvit tarikatını yasaklayıp, Portekizceyi tek ve yasal resmi dil ilan edinceye dek.
Başka bir kitabevine girip Tupice öğreten kitabınız var mı diye sorduk. Kız önce anlamadı, sonra hayatında böyle bir şey soran kimseye rastlamadığını söyledi. Üniversite kütüphanesine gidin belki orada bulursunuz diye akıl verdi.
Tabatinga da Tupi dilinde Akköy demekmiş.

42 comments:

  1. üstat kandomblelerle ilgili bir şey de yazsana aydınlanalım.

    ReplyDelete
  2. Belki de Papa Arjantinli diye geçici olarak küsmüşlerdir kiliseye.

    ReplyDelete
  3. Hmm. Neden ABD ve Kanada bu kadar gelişmiş iken Brezilya değil? Katolik-Protestan farkı mı gerçekten? Weber haklı mı?

    Bu çıkarıma göre Brezilya'da protestanlık alır başını yürürse ikinci bir ABD olur mu?

    Başka soru: medeniyet neden olduğu yerde kalıp gelişmiyor?

    Ur'da doğmuş (dünyanın bu kısmı için konuşuyorum), Mezopotamya'ya yayılmış. Oradan Kenan'a, Mısır'a. Yunan'a. İtalya'ya. Fransa'ya. Britanya'ya ve Germenya'ya. Oradan Amerika'ya. Doğu'ya Rusya'ya, İran'a, Hİnt'e doğru gidememiş. Daha doğrusu gitmiş ama, bir aşamada takılı kalmış. Batı'da takılmadan faz değiştirerek level atlayıp durmuş. Neden?

    Medeniyet bir yerde sabit kalamıyor. Hani diyorsun ya medeniyetin oluşması için binyıllar boyu birikim gerekir. E bu hesaba göre Irak en gelişmiş medeniyet olmalı di mi? Ama değil. Medeniyet sabit bir coğrafyada kalamıyor. Neden?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Vahsi talanci yagmaci kavimler yüzünden. Bize milli tarih dersinde Rönesans'in sebeplerinden birinin Istanbul'un fethinden sonra bati Roma'ya kacan bilginler oldugu ogretilmisti.

      Delete
    2. "Hani diyorsun ya medeniyetin oluşması için binyıllar boyu birikim gerekir. E bu hesaba göre Irak en gelişmiş medeniyet olmalı di mi? Ama değil."

      Yükseklerde yılana da rastlarsın, kartala da.

      Ama biri oraya sürünerek, diğeri uçarak çıkmıştır.

      Delete
    3. Yukarıdaki yanıt güzel ama biraz açılmalı.

      Eğer medeniyetlerin ilerlermeleri "birikim"lerin sonucu ise duraklamaları ve gerilemeleri de öyledir. Peki Irak örneğinde neler olabilir bu "birikim"ler? Mesela aşağıdakiler mi?

      1) Roma-Part savaşları, 2) Bizans-Sasani savaşları, 3) üçüncü halifenin öldürülmesiyle başlayıp Abbasiler dönemine kadar süren Emevi-Şii-Harici ve diğer İslami fırkaların çatışmaları, 4) Abbasiler dönemi Zenc isyanı ve ardından Karmati hareketi, 5) Moğolların istilası ve Bağdad'ı yağmalamaları, 6) Timur, 7) Osmanlı-İran savaşları, 8) Vehhabilerin Kerbela'yı yağmalaması, 9) I. Dünya Savaşı ve İngiliz işgali, vb.

      Daha ABD işgaline ve hatta Saddam dönemine bile gelmedik dikkat ederseniz. Zaten gelmemize de gerek yok. Onlar buzdağının görünen kısmı. Görünmeyen kısmı için yukarıya bkz.

      Benzer açıklamaları "Neden Batı Avrupa öne geçerken Roma ve hatta Bizans geriledi?" sorusunu yanıtlarken de yapabiliriz. 5 ve 8 no'lu örnekler yerine Vizigotların Roma'yı, Haçlıların Konstantinopolis'i yağmalamaları örneklerini koyarak mesela.

      Delete
    4. Tam benzemese ve arada önemli bir fark olsa da yukarıda örnek verdiğimiz bu benzerliklere şu ikisini de ekleyebilir miyiz acaba?

      - Muhammed bin Abdülvehhab'ın takipçilerinin Kerbela'yı ele geçirdikten sonra bunun devamını getirememeleri ve Irak'ın kalanıyla birlikte Kerbela'dan da çekilmeleri

      - Muhammed bin Abdullah'ın takipçilerinin Hire'yi ele geçirdikten sonra Irak'ın kalanını da fethederek bunun devamını getirmeleri

      Delete
    5. http://serbestiyet.com/yazarlar/halil-berktay/marksizm-ve-ahlak-4-gorelilige-karsi-ortusme-ve-devamlilik-847099

      "Tarihsel birikim ve örtüşmeler. Bunları şunun için belirtiyorum: evet, “üstyapılar” (isterseniz kurumlar, müesseseler diyelim) bir yandan hep değişiyor. Ama aynı zamanda, hepsi hemen bütün toplumlarda mevcut. Dahası, bir çağ veya toplum tipinden diğerine geçişte, bütün “üstyapı” sıfırlanıp tekrar kurulmuyor. Arazi düzlenmiyor ve üzerinde yepyeni bir bina inşa edilmiyor. Tersine, kısmî söküm ve yapımlarla birlikte, taş üstüne taş koyarcasına yükselen bir süreç de söz konusu. Haydi, Marksist periyodizasyon içinden konuşalım bir fasıl. İster ilkel toplum (primitive society), ister kabile toplumu (tribal society) deyin; bağrında başlamış birçok değişim devlete intikal ediyor (zaten aksi takdirde, Marksizmin kendi mantığına göre de uygarlığa geçiş olamazdı). İbn Haldun’un Kuzey Afrika’da çok yakından gözlediği kabile asabiyye’si, bu ortak zeminden devlete doğru meydana gelen bütün sıçramalarda hem dönüşüyor, hem yaşamaya devam ediyor. Belirli coğrafyalardaki bütün tarım ve köylü toplumları, sürekli öncekilerden öğrenerek saray ve hanedan usullerine, bürokrasilerine, askerî teşkilâtlarına, koşullu toprak tevcihlerine (fiyef veya timar dağıtımlarına), nüfusun yüzde 90’dan fazlasını meydana getiren bağımlı köylüler üzerinde kurdukları vergi sistemlerine kapsam ve kalıcılık kazandırıyor. (Nitekim, bırakalım Halil İnalcık’ın Raiyyet rüsumu veya Hıristiyan sipahiler çalışmalarını; başlı başına Osmanlı tahrirlerinin köhne defter göndermeleri, çoğu zaman Osmanlı öncesiyle kuvvetli devamlılıklara işaret ediyor.)

      Kopuş ve devamsızlıkların belki en radikali, Roma İmparatorluğu toptan silinirken Germenlerin gelip kendi “barbar” krallıklarını kurmaları ve yeni, genellikle “feodal” diye adlandırılan bir Ortaçağ uygarlığının şekillenmesi... Ama burada bile İlkçağdan Ortaçağa devamlılıklar da mevcut. En basiti demografi: eski Romalı nüfus ortadan kalkmıyor; yöresine göre değişen oranlarda Germenlerle (ve Slavlarla) karışıyor. Aynı paralelde, diller (Latincenin az veya çok etkisi oranında)... Keza hukuk (Roma hukukunun bilhassa özel mülkiyete ilişkin mirasının kapitalizmin uçvermesini ne kadar kolaylaştırmış olabileceği 1960’lardan bu yana çok konuşuldu)..."

      Delete
    6. Aşağıdaki yanıtı sayın Halil Berktay'ın " Marksizm ve ahlâk (4) Göreliliğe karşı, örtüşme ve devamlılık" makalesini okuduktan sonra göndermek istedim. Hep karşıma şu mesaj çıktı: "Bir hata oluştu! Lütfen tekrar deneyin."
      Bir açıklama bile yok. Bu kadar alçak ve saygısız bir gazetede yazı yazanların "ahlâk" kelimesini ağzına almaları çok tuhaf.
      ***
      Sayın Halil Berktay
      Ben bir Müslüman olarak diğer dinleri de öğrenmek istedim ve Marksizmin de bir din olduğunu okuyunca hayli şaşırdim. Yaptığım araştırmalar bunu büyük bir ölçüde onayladılar.
      Yazınızda İslam ile benzerlik çok. Eğer Hz. Muhammed yerine Marks ve Marksist koy, ilk akla gelen hadisler oluyor.
      Değişme ve devamlılıktaki benzerlik de çok çarpıcı.
      Biliyorsunuz, Allah her an, daha bilimsel olalım ve "Planck time" diyelim, evreni yeniden yaratır: Bu değişme.
      Ama aşağı yukarı aynı yaratır: Bu da devamlılık.
      Zaten her an ("Planck time")domates göl, dağ ekmek, ay otomobil ... olsa, ne bilgi, ne bilim, ne dil, ne düşünce, hatta ne de tarih olur.
      Eğer Mekke tüccarları İslam ile dünyaya yayılıp daha da zengin olma gibi bir fırsat sezmeselerdi, Muhammed'i salt din tarihçileri tanırdı. Lenin ve Bolşevik Partisi olmasaydı, Marksı da salt bazı tarihçiler tanırdı. Sonraki çok sayıda liderler ve destekleyicileri Marksistler de tıpkı İslam tarihindeki değişik emirlik, sultanlıklar ve saray yamakları.
      Çok dikkatimi çeken bir benzerlik daha var.
      Muhammed "Bedevilerin Müslümanlığına kanmayın" uyarısında bulundu. Ne var ki, Emevi ve Abbasi saray şairleri ne zaman özgürlükten söz etseler Bedevi imgesi çağırımı yaparlardı. Marks bir derece, Lenin tamı tamına anarşistlerden uzak durmayı tembihledi.
      Her iki din de evrensel, her ikisi de lafla olmazsa kılıçla yapmayı mubah sayar.
      Ama farklar da var.
      Marksizm daha çok ikinci derecede bir din. Daha cana yakın, daha somut. Vaatleri aynı burjuva vaatleri: bolluk, mutluluk, kurtuluş, gün boyunca burjuva bireyin yaratıcı faaliyetleri ...
      Asıl din daha geniş kapsamlı: İlericilik. Marksist olmayan İlerici olabilir ama Marksistin İlerici olmayışı düşünülemez. Yani eğer bir benzetme daha yapacak olursak sanki Marks İlericilik dininin afyonunu yutmuş, tabii Marksistler de.
      Çok sayıda diğer benzerlik ve farklar var ama konu çok uzar.
      Hocam, sadece bu şaşırtıcı benzerlik ve fark hakkında düşüncelerinizi yazarsanız memnun olurum.

      Delete
    7. "İttihad ve Terakki
      İnkılâb-ı Azîm'i icra eden örgütün adı olan İttihad ve Terakki (Cemiyet 1905 yeniden yapılanmasını takiben Terakki ve İttihad ûnvanını kullanmış, ihtilâl sonrasında ise yeniden İttihad ve Terakki kullanımına geri dönmüştü) aslında önemli bir ideolojik tercihi yansıtır.
      Günümüzde bu ûnvanın Auguste Comte'un ünlü özdeyişi "nizam ve terakki"den alınan ikinci kelimesi üzerinde daha fazla durulmaktadır.
      Gerçekten de Osmanlı entelektüelleri Marquis de Condorcet'nin geçmişin günümüzü açıklayan bir "düzen"i yansıttığını savunarak kavramsallaştırdığı "terakki" fikrini Comte'dan alarak, tarihçi (historicist) bir dünya görüşünü içselleştirmişlerdi.
      Henri de Saint-Simon üzerinden Comte ve Karl Marx'a ulaşan bu tür bir "terakki"ye duyulan sarsılmaz inanç ve toplumsal evrimin ileriye doğru giden belirgin bir çizgisi olduğu fikri yüz beş yıldır toplumumuzun egemen ideolojisinin temel taşı olmuştur. Kemalizm de "çağdaş uygarlık"ı böylesi bir "terakki" fikri çerçevesinde kavramsallaştırmıştır.
      Türk "sol"unun pozitivist, Marksist ve Kemalist düşüncenin bağdaştırılabileceği yolundaki tezi bu tür "tarihçi" bir ortak paydanın varlığına dayanır.
      Kemalizme sert eleştirilerde bulunan muhafazakâr kalkınmacılığın dahi pozitivizmden alınmış bir "çağdaş uygarlığa ulaşma" fikrini sahiplenmiş olması da "terakki" merkezli tarihçi yaklaşımın toplumumuzda ne denli etkili olduğunu ortaya koyar."

      İttihad ve Terakki; Vazife ve Mesuliyet - M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU - Sabah
      https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2013/07/21/ittihad-ve-terakki-vazife-ve-mesuliyet

      Delete
  4. Ipanema da pis kokan göl demekmis. Ipanema marka flip-flop terlik alanlarin bilgisine :)

    ReplyDelete
  5. Palawan Laguna Bohol Cebul şehirlerinde 2km aralıklı derme çatma kulübesinden çadırına kadar Katolik misyonerlerliğin inat ile devamına şahit oldum sene 2006 lar . Taparcasına delirmiş kitleler günün her saatinde vaaz dinliyorlardı. Fakirlik ve sınıf ayırımı insanları rüzgar ne taraftan eserse o tarafa atıyor.

    ReplyDelete
  6. Köroğlu'na cevap.
    Yanılmıyorsam "(medeniler) silah icat etti, mertlik bozuldu" lafını Köroğlu etmişti.
    Her neyse.
    Bu yazıyı ancak ve ancak okul-televizyon vahşi evliğinden doğan dünyada büyümüş dünyaya bedel bir Türk yazar.
    Mantk yok, bilgi yok, laf çok.
    "Irak en gelişmiş medeniyet olmalı di mi? Ama değil." Ardından gelen cümle okununca varılan sonuç: Aynı coğrafyada kalıp gelişmemiş medeniyet medeniyet değil!
    Üstelik, bunu yazan medeniyetin olumlu ve iyi bir şey olduğuna inandığının farkında bile değil. Kısacası ırkçı. Önce Atatürk sonra Marks Türklere felaket bir aşağılık duygusu aşıladı. Nihayet sonsuz medeni Trump, bu yazıyı yazanın bilinçaltında yatanı açık açık söyledi: Türkler ve benzeri insanlar b*k çukuru insanları. Medniyetin gelişmesinde zerre kadar bir katkısı olmayan fazlalıklar.
    Uzatmak istemiyorum. İnsan olduğuma utanıyorum diyeyim.
    Bence bir Kızılderili bir milyar Türk, Amarikani Fransız, Alman ve diğer mavi gözlü sarışın köpeklere bedeldir.
    “See … how cruel the whites look. Their lips are thin, their noses sharp, their faces furrowed and distorted by folds.Their eyes have a staring expression; they are always seeking something; they are always uneasy and restless. We do not know what they want. We do not understand them. We think they are mad.”
    Words of an old Pueblo Indian related to Jung.

    “Savagery has become their character and nature. They enjoy it, because it means freedom from authority and no subservience to leadership. Such a natural disposition is the negation and antithesis of civilization. ”
    —Ibn Khaldun on nomads (benim çevirim: çoban turistler)
    “And the hapless Soldier’s sigh,
    Runs in blood down Palace walls”
    Blake
    “Bazı yerlerde hâlâ halklar ve sürüler var. Peki bizde? Bizde Devlet var, kardeşlerim. Devlet mi? O da ne? Dinle şimdi, dinle bak halklar nasıl öldü. Devlet, soğuk canavarların en soğuğudur. Göz kırpmadan yalan söyler o ve işte ağzından akan yalan salyası: ‘Halk, benim.'”
    Nietzsche
    Ve nihayet bu yazıyı yazanın büyük bir ihtimal medeniler medenisi sayacağı Batı ile ilgili bir aktarma.
    Gandi’ye sorarlar:
    - Batı medeniyetine ne dersiniz?
    - Çok iyi olur!
    Irkçılığınız çok çirkin. Bunun adı merdiven teorisi veya dilenciler felsefesi.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Mertliğin bozulmasının sebebi, barut ilişkili silahlar ve tüfekler değildir, İlkin olarak Yay ve Ok ikilisinin ortaya çıkması ile orantılıdır.

      Delete
    2. Adsız (12 Eylül 2018 01:08)
      Kızılderililerin, beyaz adamın gözleri, dudakları, burunları hakkında ki kanaatlerinden ne anlamalıyız? Bu yorumu neden yazdığını gerçekten merak ediyorum. Yazdıklarından ne anlamalıyız?

      Delete
  7. Köroğlu değilim ama Adsız12 Eylül 2018 01:08'e cevabım tam Sevan sayfasının müridine uygun sikimsonik bir yazı

    ReplyDelete
  8. “Köroğlu12 Eylül 2018 09:42
    Iraklıyız galiba : )”
    VEYA
    "Köroglu degilim ama Adsiz12 Eylül 2018 01:08'e cevabim tam Sevan sayfasinin müridine uygun sikimsonik bir yazi "

    Her ikinize bir cevap.
    Ne olursan ol, « Ne Mutlu Kara Cahilim » diyen ama kara cahilliğinin suratına vurulmasından gocunan bir fazlalık olduğunu saklayamamışsınız.

    Sizi duyan, nedense nedenini bilmeden tasvip ettiğniz medeniyetin yarattığı size benzeyen az çok okur, az çok yazar, az çok çizer, çok çok sosyal medyada dedikodu yapar, medeniyete şükür yalnızlar kalabalığının mükemmel seyirci ve tüketici hilkat garibesi Iraklı ne diyebilir ?
    - Irak ilk medeniyet Sümer’in doğduğu yer.
    - Irak İslam medeniyetinin (Suriye’den sonra) ikinci merkezi.
    Eğer azınlıklar asıllılardan bir Kürt ise ekleyebilir de: Dünya tarihçilerinin ilk imparatorluk saydıkları en az 3 bin yıllık bir (Med ve) Pers medeniyetindenim. Hatta Emevileri medenileştirip Abbasi devrimine biz neden olduk. Böylece Araplar aşiret zihniyetinden imparatorluk zihniyetine eriştiler. Dünyaya, Yahudiliğe, Hristiyanlığa, İslama ve nihayet Avrupa’da adı Aydınlık Devri olan çağa bizim Zerdüşlük ve Manihaizm derin etkiler yaptı. Siz taklitçi Türkler önce Müslüman oldunuz, İran edebiyat ve şiirini taklit ettiniz ve sonra çoktan beri treni kaçırmış Osmanlı sarayından bir sarışın mavi gözlü memur sizleri sarışın mavi gözlü Avrupalı etmek istedi. Pek olmuyor ama olsun.
    Türkiye’ye son geldiğimde 26 yıldır Türkiyeyi görmediğimi öğrenenler bana sordular:
    - Ne fark gördünüz?
    - Sarışınlar çoğalmış!
    Anlayanlar kahkahalara boğuldu, sizin gibi, maşallah, ye ye doymaz, devlet ve iş adamlarının mutlak kölesi süt inekleri bilim adam-karılar dolu Avrupa yalnızlar kalabalıkları gibi salt gördüğünü gören at gözlüklü çok bilimsel, çok sarışın mavi gözlüler ise “Yok abi, boyuyorlar.” dedi.
    Oku oku adam ol, sizleri sarışın mavi gözlü etmek isteyen gibi “Monkey see, monkey do” olma.
    Ama daha iyi ve kısa bir yol da var.
    Doğayı, insanı yiyip bitiren medeniler medenisi, sarışınlar sarışını, kapılarında girmek için kendini yırtan Türkleri tekme tokat kovalayan Batı şimdi tüketmek için başka bir gezegen arıyor. Siz en iyisi onlara benzemeye çalışın, estetik ameliayatı falan filan yan,. Belki uçak kapısındaki memurun dalgınlığına gelir sizi içeri alır.

    ReplyDelete
    Replies
    1. @Adsız

      Beni kemalist/marksist/ırkçı kabul etmişsin; uymadı.

      Medeniyet kavramına özcü bir nitelik atfettiğimi varsaymışsın; yine uymadı.

      Ama "uysa da komak istiyorum uymasa da" modunda olduğunun farkındayım.

      Daha önce bahsettiğim ruh hali tam da bu. Yeni dünyada kendilerini dışlanmış hisseden çok büyük bir çoğunluk var. Ya dinciliğe ya da milliyetçiliğe sarıyorlar.

      Sırf burada değil. Her yerde böyle. Trump'ı, Maduro'yu, Kaczynski'yi, Duterte'yi, Erdoğan'ı iktidar yapıyorlar.

      Bu öfke ve nefret birbirine diş bileyen milliyetçiliğe ve dinciliğe kanalize olduğu için sonu iyi bitmeyecek bence.

      Delete
    2. “Beni kemalist/marksist/ırkçı ...; uymadı.
      Medeniyet kavramına özcü ...; yine uymadı.
      "uysa da komak istiyorum uymasa da" modunda ...”
      Konu mod falan değil. Daha önce söylediklerini bilmeden, anlamadan, sosyal medyadan topladığın kırıntılarla tekrarlamanda.
      Ben 'mantıksızlık' dedim ama insanları belli bir merdiven basamağına yerleştirenler son derece tiksindirici ve bu mantıksızlığından sonsuz daha vahim
      Bilerek veya bilmeyerek, k/m/ır dili kullandın. Bence bilmeyerek çünkü k/m/ır kaçınılmaz, iç içe girmiş akımlar ve kavramlar. Farkında olmadan benimsemenin adı bile var: Buna, 'co-inspire' denir. Bence insanlar böyle doğuyorlar. Bilim allahı genlerine yazar, geleneksel allah alınlarına. Ben medeniyetin tarihteki yerinden sözediyorum ve kıyaslamanın abesliğine dikkat çekiyorum sen cici bici "özcü" lafını bildiğinin gösterisi içinde. Bu cici bici kelimerle profesörler gibi konuşmak bilgiçler arasında çok yaygın bir hastalık.
      Benim milliyetçilik tanımım: Milliyetçilik enayi ile dolandırıcıyı kardeş yapar.
      Dine gelince iş çok daha karışık. Eminim en son ve gelmiş geçmiş en güçlü Allah’a sarılmışsın. Bu çok karışık bir konu, seni sonsuz aşar. Az öz: Allah kaypak bir mahluk. Adı, vasıfları, yediği haltlar değişir ama kendisi değişmez. Kapital gibi. Eski allahlar saklambaç oynarlardı, ne dediklerini ne istediklerini kimse bilmezdi. Tabii, şimdiki bilim adam-karıları gibi, dünya ile insan arasına sayısız muhabbet tellalları imamlar veya papazlar girip işi idare ederler. Taptığın allahın ne olduğu da belli, ne halt yediği de. Sanırım 'dışlanmış' lafı senin gibi müminleri içlemiş, sindirmiş din. YENİ, YENİ CESUR DÜNYA. Transhumanizm, başka gezegen arama, gen kes-yapıştır, bedensiz salt beyinler arası analamsız enformasyon (in-formation) alış-verişi. Tek sorun sizin yeteri kadar sarışın mavi gözlü olup olmamanız.
      Dönelim ilk yazınıza. İlkokul mantığı yeter.
      « Medeniyet bir yerde sabit kalamıyor. Hani diyorsun ya medeniyetin oluşması için binyıllar boyu birikim gerekir. E bu hesaba göre Irak en gelişmiş medeniyet olmalı di mi? Ama değil. Medeniyet sabit bir coğrafyada kalamıyor. Neden? » dediniz.
      ‘Medeniyet gelişmesi’ ne demek ? ‘bir yerde sabit kalmıyor’ ne demek ? ; ‘medeniyetin oluşması için binyıllar boyu birikim gerekir’ ne demek ? ‘Irak en gelişmiş bir medeniyet olmalı di mi ? AMA DEĞIL.' ne demek?
      Tek kaçanağınız, sizin gibi medeniyetin bütün pisliklerini sindirip (k/m/ır bu pisliklerin basit bir simgesi) farkında olmadan salt bilgiçlik gösterisi için vızıladayanlara hadlerini bildirdiğimde, işi lügatçılığa dökme.
      'Gelişme', 'değişme' imiş ve benzeri –miş, -mışlar. Hatta sizin gibi bilgi göstericisi 'Grek bir filozof, Menderes nehrinde aynı balığı iki defa yakalayamazsın' demiş falan filan şatafatlı laflar etti. Diğer biri Darwin mutasyonundan medet umdu. Bazılarına göre 'gelişme' ile 'hareket' aynı-y-mış. Bunlar, sizleri pompalayan medeniyetin son lokomotifi sarışın mavi gözlü Batı mavalları. Bunlar, beraber yaşamayı bilmeyenlerin ağrılarını dindirici antideprasyonlar. Sizin en fazla bileceğiniz kazananlar tarihi ile kazananaların peri masalları.
      Neyse işallah daha henüz yayınlanmayan son yazım, C.L.Strauss'dan alıntı, benim aslında sizinle salt alay ettiğimi daha iyi açıklar.
      Hayatım yurttışında geçti. Televizyonu salt Türkiye’ye döndüklerimde akraba ve tanıdıklar hatırı için seyrettim. Sizin yazınız bana televizyonu hatırlatıyor. Kısa ama şiddetli ve yoğun. "Geç, seyirciler çabuk bıkıyor" emri yukarılardan işitiliyor. Televizyon kanal değiştirmesi içinde doğup büyümüş post modern Descartes'lar: Net et clair!
      Site 4096 fazlasını kabıul etmiyor diye yarısını sildim hâlâ olmuyor. Bu 1.

      Delete
  9. Vay canına!

    Bütün bunları benimle alay edebilmek için mi yazdın?

    Teşekkürler.

    Anladığım kadarı ile sen Allah'a yakın bir yerden dünyaya bakabilen, bambaşka ve derin kavramlarla düşünebilen, fani dünyanın yüzeyselliğinden kurtulabilmiş birisin. Batının kandırmacalarına kanmayacak kadar uyanık, kendi kimliğinin ve köklerinin bilincinde olan biri. "Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin" özlü sözünün derinliklerine vakıf biri. Nietzsche'yi, Strauss'u ve daha nicelerini yalayıp yutmuş biri. Öyle sosyal medyada copy-paste'in çok çok ötesine geçmiş biri.

    Ben, dediğin gibi öyle değilim. Basit bir hayatı olan basit biriyim.

    Durduğum yerden bakınca Irak'ta medeniyet yok (kendine has bir kültür var) İran'da da yok. Türkiye'de de yok. Rusya'da da. Hindistan'da da. Çin'de de. Fakirliğin, şiddetin, baskının, yalanın, hilenin, köleliğin kol gezdiği, insanların yalnızca merdivenlerde yaşamasına izin verilen yerler bunlar. İnsanların sinek kadar değerinin olduğu yerler.

    Sarışın İsveç öyle değil. İsviçre değil. Avustralya değil.

    İnsanları merdivenlere koyduğum için değil, bundan rahatsız olduğum için yazıyorum bunları. Senin bulunduğun yükseklikten bu nüanslar pek seçilmiyor herhalde.

    Yazının devamını bekliyorum. Sore loser homurdanmaları gibi geliyor bana ama olsun, içini dökmek iyidir.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Kaç devamını daha istiyorsun, Köroğlu? Türklere yazdığım cevapların aynısı seninle de oldu. Birden ses kesiliyor.
      Çok, ama çok çok bilmekten olmalı

      Delete
    2. Sayın Köroğlu,
      "Sarışın İsveç öyle değil. İsviçre değil. Avustralya değil."
      Merdiven teorisini çabuk öğrendin. Merdiveni Avrupa ırkçıları inşa etti, en üst basamağa Yüce Beyaz Irkı oturttu. Marks ve Engels merdivenenin en üstüne iki basamak daha eklediler. Bir üste Komünist Partisi'ni oturttular, onun da üstüne kendilerini. Daha sonra yukarıya yakın tırmanan çevik maymunlardan en çeviği Lenin, üstten ikinci basamağın içine bir iç-merdiven inşa etti, en üstüne komünist olduklarının bilincine sahip olanlar partisini koydu. Bu iç merdiven zamanla hayli doldu.
      Bu esprinin altında yatan bir acı felaket hemen hemen dünyanın başına geldi. Senin sarışın sapıklarla Marks'ın sarışın sapıkları nerdeyse bütün canlıları yok edeceklerdi. Şu an, aynı felaket tehlikesi, atom enerjisi bilim adamlarına göre, o zamanlar gibi gece 12'ye yakın.
      Unutma, seni başka gezegenlere götürecek gemiyi herkes dört gözle bekliyor. Sizler gitmek için, bizler kalmak için.
      Tabii, önce İsveç, İsviçre, Avustralya, Almanya, Kanada, Fransa … çok daha sonra sıra, senin gibi uzay robot-efeliği yapmaya can atana gelir, belki.
      "Sore loser homurdanmaları gibi geliyor bana ama olsun, içini dökmek iyidir."
      Çok doğru, bir an önce gitseniz de bu şahane güzel gezegen bize kalsın diye dua edip duruyorum. Belki, binlerce defa tavsiye edildiği gibi dünyayı kendi haline bırakırsak kendini toplar. Ama korkarım, dünya kendini toplar toplamaz senin sarışınlar buraya alış-verişe gelirler.
      Loser olmam da homudamam da duamın kabul olmayışından. Alah bizi seviyor ama sizlere zeka veriyor.
      Her neyse, eğer hâlâ dünyadaysan , 4 adet 'Adsız23 Eylül' ve 'Koca Kelle26 Eylül yanıtlarıma yanıt bekliyorum.

      Delete
    3. Sayın Köroğlu,
      Senden alıntılar [] içinde.
      ["İnsanları merdivenlere koyduğum için değil, bundan rahatsız olduğum için yazıyorum bunları. Senin bulunduğun yükseklikten bu nüanslar pek seçilmiyor herhalde."]
      Modern çağ felsefesinde mantığın yerini sistemler aldı. Ne kadar doğru!
      İnsanları merdivene koymayla insanların yaptıklarından rahatsız olma arasında mantıksal bir bağ nerden çıktı?
      Son 5-10 yıldır Afrika'nın bazı bölgelerinde kaynağı bilinmeyen bir nedenden yüz binlerce insan öldü. Çeşitli kanserler hızla arttı. Yüz binlerce çocuklar deforme doğdu. Nihayet, birkaç ay önce, nedeninin senin [" Sarışın İsveç öyle değil. İsviçre değil. Avustralya değil."] arasından bir ülkeden 3 şirketin kurdukları fabrikaların etrafa yaydığı toksik kimyasal maddelerden olduğu anlaşıldı. Fabrikalar toksik maddenin Avrupa'da izin verilenden 3-4 bin mislini her gün etrafa yayıyormuş. Senin gibi rahatsız olan insan severler hemen hoplayıp zıplamaya başladılar. Medenilere yakışır bir biçimde şirketin temsilcisine nedenini sordular. Cevap senin medeniyet bilginden bile daha basitti: "Oralarda yasaklayan yasalar yok!"
      Şu an İngiltere aynısını İspanya'da bulunan zengin uranyum madenler bölgesinde yapıyor. Afrika'da olanın çok benzerinin nedeninin bazı sarışınlar sarışını medenilerin mafya aracılığıyla yıllarca bir İtalya sahiline radyoaktif atıkları düktürdüklerinden olduğu ortaya çıktı. Yine senin gibi rahatsız olan insan severler hemen hoplayıp zıplamaya başladılar ve sarışınlar sarışını devletleri uslu, medeni, demokratik bir biçimde sorguya çektiler. Cevap yine senin medeniyet bilgin kadar basitti: Mafya daha ucuza mal oldu!
      Yani sarışınların bile hepsi sarışın ama bazıları daha sarışın!
      Yüz binlerce örnekler verebilirim. Ama artık yazar-çizer Türkleri iyice tanıdım. Bolluk, mutluluk, tüketicilik için cepleri dolu ama senin medeniyetinin asıl adı olan alt-yapı yok.
      Orwell, Animal Farm kitabının orijinal önsözünde anlatacaklarının İngiltere'de daha ince yapıldığını söylemişti ama yayınlanmadı.
      ["Bu öfke ve nefret birbirine diş bileyen milliyetçiliğe ve dinciliğe kanalize olduğu için sonu iyi bitmeyecek bence."]
      Böyle ucuz havalar yapan birinin sesinin kesilmesi çok tuhaf. Ben öfke ve nefret doluyum ama nedenleri senin gibi yeni teknolojik faşizmin şakşakçıları. Aksini iddia ediyorsan dinlemeye hazırım ve yanlışımı kabul ederim.

      Delete
    4. @Koca Kelle

      Yazılarını okudum, yararlandım. Sana "yanlışını göstermek" gibi bir motivasyonum yok. Sadece fikir pazarına fikirlerini sunan biriyim. Bunu ötesinde bir amacım/iddiam yok. İnsanların fikirlerini çekincesiz söylemesinin önemli ve değerli olduğuna inanıyorum. Bu bağlamda fikirlerini paylaştığın için teşekkür ederim.

      İki notum var:

      1)Senin boğuştuğun hayalet bana uymuyor. Diyorum ama inanmak istemiyorsun. Hayaletine laf sokmaya çalışmaktan çok memnunsun.

      2) Haklısın, medeniyet kelimesi sorunlu bir kelime. İçeriği çok muğlak. Herkes kafasına göre bir anlam yüklüyor. "Medeni insan" daki medeniyet ile "Çin Medeniyeti"ndeki medeniyet aynı değil. Ben ikinci kullanımın doğruluğundan şüpheliyim. Benim kafamda tek bir medeniyet (şehir kültürü) var. Bir Çin Medeniyeti yok. Bir Çin Kültürü var. Avcı-toplayıcı Kültürü var. Mezopotamya Kültürü var. Farklı kültürler farklı zaman ve mekanlarda medeniyeti taşıyorlar. Bu durum süreklilik arz etmiyor. Yani medeniyet akışkan, sabit değil. Sevan günün birinde medeniyet/kültür ilişkisi üzerine yazarsa daha da konuşulur.

      Son anda bir bonus geldi aklıma:

      Benim Türkiye'den gitmemi isteyen çoktu (Kemalistler ve İslamcılar) . El arttırıp Dünya'dan da gitmemi dilemişsin. Sorun yok. Fırsat çıkarsa Marslı olmaktan gocunmam. Yalnız bir kamyon arkası klasiğini de hatırlatmak isterim: "benden kurtulabilirsin ama kendinden asla".

      Benim gitmemle dertlerinin biteceğini/hafifleyeceğini sanıyorsan yanılıyorsun.

      Sen ve ben ve diğerleri aynı blueprinte sahibiz. Genetikçiler diyor ki yaklaşık 70.000 yıl önce bir darboğazdan geçti insanlık, muhtemelen Endonezya'daki Toba süpervolkanının patlaması sonucu birkaç yıl kesintisiz kış yaşandı. İnsanlık darbe yedi. Hepimiz o zamanlar hayatta kalmayı başarmış 1.500-10.000 arası bireyin torunlarıyız. Bu sebeple insan (Homo Sapiens - ya bak ne dedim) türünün bireyleri arasında genetik farklılık anormal derecede az. Böyle bir özelliğe sahip tek türüz. Diğer türlerin bireyleri, mesala at, orkinos, örümcek, kurbağa vb bireyleri arasındaki farklar insan bireyleri arasındaki farklardan çok daha fazla.

      Yine genetikçiler ve nörologlar diyor ki John Locke yanılmış. Meğersem doğarken tabula rasa ile doğmuyormuşuz. Yalnızca göz rengimiz değil, dil becerisi, bazı ahlak ilkeleri ve değer yargıları da hard-wired olarak geliyormuş.

      Dahası da var: Jane Goodall gösterdi ki şempanzeler, Papua yerlileri ve Manhattan entelektüelleri arasındaki sosyal davranış biçimleri birbirlerinden çok farklı değil.

      Yani: bireyler arasındaki farklılıkların çok az olduğu hard-wired insanlar, "öteki" ile boğuşurken aslında kendileri ile boğuşuyorlar.

      Yani, kötü haber: Gitsem de buradayım. Senin genlerinde.

      Delete
    5. Köroğlu'na 1
      Daha önce "Bu yanıtı 4-5 defa yolladım ama yayınlanmıyor." başlığıyla göndermiştim. Sanırım hata bende. Hâlâ sitelere yorum gönderme işini anlamış değilim. Gönderdiğiniz " Yazılarını okudum, yararlandım." ile başlayan cevabınıza yanıt vermeden bu yayınlanmayan katkımı olduğu gibi gönderiyorum. Lütfen şimdilik sert dilimi affedin ama asıl demek istediğimde, yani Medeniyet'in, Amerikalar hariç, tek ve tek bir anlamda kullandıldığından sonsuz ısrarlıyım.
      Adabı muaşerete uymayan bir yazı olabilir ama teknik bir sorun da neden olabilir düşüncesiyle bir deneme daha yaptım.
      “Durduğum yerden bakınca Irak'ta medeniyet yok (kendine has bir kültür var) İran'da da yok. Türkiye'de de yok. Rusya'da da. Hindistan'da da. Çin'de de. Fakirliğin, şiddetin, baskının, yalanın, hilenin, köleliğin kol gezdiği, insanların yalnızca merdivenlerde yaşamasına izin verilen yerler bunlar. İnsanların sinek kadar değerinin olduğu yerler "
      Siz beraber yaşamada bazı gerekli adabı muaşeret ile Medeniyet’i karıştırmışsınız. Çok çok özür dilerim ama bu konunun saydığınız cici bici isimler veya alah mallah bakışı veya durduğunuz yerle alakası yok. Nesnel yani kamusal bilgilerde utanılacak bir eksiklik. Hele diğer saydıklarınız ! Medeniyet’in yokluğu değil, ta kendisi.
      Medeniyet’in en güzel tanımı:Medeniyet, içerde baskı, dışarda fetihtir.
      Bu konuda sonsuz cahilsiniz, hepsi o kadar.
      Büyük harfle Medeniyet Mezopotomaya’da ve (yaklaşık 10 bin önce) ‘Neolitik Devirle’ başlayıp en yüksek ifadesini (yaklaşık 5 bin yıl önce) Sümer ile alan toplumsal yaşam biçiminin adı. Bu biçimin önemli oluşu günümüze ışık tutmasında. Hatta ‘Sümer veya Ur Şimdi’ adlı kitaplar da var. Genellikle bir bütün olarak ele alınır. Örneğin bitki başka yerlerde de evcilleştirilmiş olabilir ama tarım modeli Sümer. Çok sayıda örnekler vermek istemiyorum , uzun ve sıkıcı. Benim için en ve sonsuz önemli olan (biyolojik değil) akrabalığa dayanan toplumsal örgütlemeden siyasal veya Devlet ile örgütlenmeye geçiş. Yazı, bürokrasi, tapınak, ruhban sınıfı, çok sayıda insanı özellikle tarımda iş başı etme, büyük anıtlar, ordu, savaş, ticaret, bankacılık, ticaret senedi, takvim veya zamanı evcilleştirme, astronomi, matematik, geometri …
      Oradan Mısır, Hindistan’a geçti. Daha sonra Avrasya çoban göçebeleri Çin’e taşıdılar. Eski Grek mitolojisinde Mezopotamya etkileri bilinen bir konu. Aynı şey İskitler ve Greklerin diğer akrabaları Medler ve Perslerde çok. Tek sorun veya daha henüz kesin bir anlaşmaya varılamayan Medeniyet’in Amerikalara da eski dünyadan gidip gitmediği.
      Vinland biliniyor ama sanırım Medeniyet’i taşımada pek önemli bir rol oynamadı. Asıl rol oynayan Pasifikteki çok gelişmiş ticaret. Bir de sakallıların reform yapma girişimleri ve kovlandıkları efsane veya mitler var. Moktezuma , Cortez'e "sizi bekliyorduk" der, mesela.
      Ama doğrusu bu kadar artık anaokullarında öğrenilmesi gereken bilgilerden senin habersiz olman bir yana horoz gibi kabararak sergilemene inanmak zor.
      Tecrübelerim bana bu artık herkesin herşeyi bildiği dünyada, okullarda mesleğe hazırlanmada koyun, dışarda aslan kesilenlere dert anlatılmasının imkansızlığını sayısız defa kanıtladı.
      Ben buna rağmen ümitliyim. " ne de olsa kışın sonu bahardır" a inanıyorum. Siz kendiniz sayısız şarlatanları geçer de doğru dürüst bir araştırma yapın bana inanacaksınız. Örneğin daha geçen gün "bilmem nerde, 3500 yıllık, bilmem ne adlı bir medeniyet bulundu" haberi gördüm. Bunlara "journalizm" denir.
      Pek sevdiğim bir kimse değil ama güzel bir başlangıç Gordon Childe. Diğeri, yıllarca araştırmalarını Türkiye’de yapan S. Kramer. En sonlardan J. Cauvin. H. Frankfort da iyi bir başlangıç.

      Delete
    6. Köroğlun'a 2
      "Yazının devamını bekliyorum. Sore loser homurdanmaları gibi geliyor bana ama olsun, içini dökmek iyidir."
      İşte devamı ama yayınlanmıyor. Önemli olduğunu sandığım için tekrar gönderiyorum.
      Siteleri kullanmada becerisizliğimin neden olduğunu sanıyorum. Her neyse.
      Dolaylı ve alaylı yanıtlarımın özü şu : Medeniyet ile medeniyet öncesi ve medeniyetler arasında bir kıyaslama yapılıp bir hiyerarşik şema içine oturtulursa, en meşhurlardan biri olan Nazi ırk teorisi ve gaddarlığını, iki yüzlülük yapmadan, kınamak imkansızdır.

      Claude Lévi-Strauss: The wanton humanism
      I have the feeling that all the tragedies we have lived through, first with colonialism, then with fascism and finally with the extermination camps, are not in opposition to or in contradiction with the so-called humanism in the form in which we have practised it for several centuries, but, I might say, almost in its natural extension. Since it was, in a sense, on one and the same stride that man first drew the line of these rights between himself and other living species, and then found himself obliged to transfer this line within the human species, separating certain categories that were recognized as truly human only from other categories, which then suffered a degradation based on the same model that discriminated between human and non-human living species. True original sin that pushes humanity to self-destruction.
      Respect for human beings by man cannot find its foundation in certain particular dignity which humanity would attribute to itself, for then a fraction of humanity will always be able to decide that it embodies these dignity more eminently than others. Rather, a kind of princely humility should be asked at the outset: man, beginning by respecting all forms of life outside his own, would thus be shielded from the risk of not respecting all forms of life within humanity itself.
      Benim beceriksiz çevirim.
      Önce sömürgecilikle, sonra faşizmle ve son olarak imha kamplarıyla yaşadığımız tüm trajediler, birkaç yüz yıldır uyguladığımız hümanizmle çelişkiye düşmez. Hatta hümanizmin doğal uzantısı olduğu bile ileri sürülebilir. İnsan önce kendi haklarıyla diğer canlı türler arasına bir sınır çizdi, ardından aynı sınırı insanlar arasında da çizme zorunda kaldı. Bu da, gerçekten insan ile diğer insanlar ayırımını yarattı ve bu sınıflama insanla diğer türler arasındaki aşağılama hiyerarşik şeması akıbetine uğradı. İnsanlığın kendi kendini imha etmeye sürükleyen asıl ilk günah bu.
      İnsanlar arasında bir zümrenin kendi özel onur tanımıyla, o onuru salt kendine mal etmesi, insana saygı ahlakına temel olamaz. Eğer böyle bir çılgınlığa gerçekten inanılırsa, her hengi bir insan gurubu diğerlerine kıyasla kendisinin o onura gerçekten sahip olduğunu iddia edebilir.
      İnsanın başlangıçta alçakgönüllü olması çok daha doğru. İnsan diğer bütün canlı türlere saygı gösterirse, insanlar arasında hiç bir yaşam biçimine saygısı olmama tehlikesine karşı kendini böyle korumuş olur.
      Bunu bir kitaptan alınıtı daha da şiirsel ifade eder.
      Kalbi olmayan tahtadan bir admla normal bir adam ormanda yürürler. Kalpsiz tahta adam ne olur ne olmaz karıncaların üzerine basarım diye hep yere bakıp arada bir atlar. Normal adamın kendine tuhaf tuhaf baktığını görünce izah eder:
      - Siz normal insanlarda iyi kötüyü ayırt edecek kalbiniz var. Benim kalbim olmadığı için çok daha dikkatli olmam gerekir.
      Belki benim Köroğlun’a asıl söylemek istediğim bu idi.

      Delete
    7. Köroğlun'a 3
      Bu da benim beceriksizliğimden yayınlanmadı. Diğer iki yazım kadar önemli olmasa da Medeniyet kelimesinini akıl almaz anlamlarına karşı katılığımı biraz da olsa açıklar.
      Biliyorum, bu söyleyeceğim politically correct değil, daha doğrusu kibar çevrelerde hoş görülmezse de, İnternet ve sosyal medyanın hasarlarını göreli bu 45 yıldır kafa patlattığım konuda aşağıdaki yazıların bilgilerime kıyasla okyanusta bir damla olduğunu söylemekten utanmıyorum.
      ***
      An implied hierarchy
      So, what is the difference between the words “culture” and “civilization”?
      “Unlike the word ‘culture,’ the word ‘civilization’ always implicitly includes a value judgment—one culture is contrasted with another considered more barbarian,” says Maurice Godelier, the director at the School for the Advanced Studies in the Social Sciences (EHESS) in Paris. “For example, in ‘civilization,’ there is ‘civis,’ meaning ‘citizen.’ There is the Greek and Roman idea that the civilized live in cities or states while the barbarians were nomads or peasants.”
      In fact, the beginnings of modern anthropology in the 19th century were marked by this kind of value judgments. In Ancient society, published in 1877, the American Lewis Morgan showed how human evolution followed a schema characterized by three different stages: savagery, barbarism and civilization.
      “According to him, the most civilized were the Americans. The Europeans were less so because they still preserved some vestiges of the feudal system,” Godelier explains.
      “That’s where the problem clearly manifests: those who use the notion of civilization put themselves, as if just by chance, in the most advanced category,”
      Ethnocentrism

      In his 1952 masterpiece Race and History, French anthropologist and ethnologist Clause Lévi-Strauss (the so-called “father of modern anthropology”) said that ethnocentrism fathered a biased vision towards other cultures. Destroying evolutionist theories, Lévi-Strauss’ structuralist ethnology showed how “the theory of the hierarchy of cultures was just a mask borrowed by the theory of race inequality,”

      Delete
    8. Ben yukarıda andığınız isimlerin kitaplarını henüz okumadım fakat size ve herkese Halil Berktay'ın Kabileden Feodalizme adlı kitabını şiddetle tavsiye ederim.

      İdealize edilen (olumlu ve olumsuz anlamlarda) ve savunulan yahut karşı çıkılan "medeniyet"e ve "medeniyetsizler"e en nesnel ve doğru bir bakış açısını yansıttığı için.

      Aynı zamanda, sadece Feodalizm - ATÜT gibi daha entelektüel ve tarihi alandakilere değil, Marks, Marksizm - Anti-Marksizm, Kapitalizm - Anti-Kapitalizm, Emperyalizm - Anti-Emperyalizm gibi daha popüler ve güncel olan bu sonu gelmez ve bitmez tükenmez polemiklere de "dışarıdan" ve nesnel bir gözle bakıp bir sonuca bağladığı için.

      Berktay bugün - tıpkı Nişanyan gibi - "Anti-Marksist" bir liberal haline gelmiş olabilir. Ancak geçmişindeki, "devrimci" ve "Marksist" kimliğini değil, fakat ne "Marksist" ne de "Anti-Marksist" olmayan bir tarihçi kimliğini yansıtan eserleri önemlidir.

      Delete
    9. Köroğlu'nun yanıtına yanıt 1
      İki kısım göndremeye mecbur oldum. Özür dilerim.
      Önce gösterdiğiniz kibarlık (medenilik) için candan teşekkürler. İnternet, sosyal medya, yazıp çizme bilenlere şükür umursamama hoş görü ve "yalnızlar kalabalığından değilsin, çok zırvalamışsın" sessiz cevap oldu. Bana "hâlâ insan var" ümidi verdiniz, bu kafi ama çene düşük.
      Salt ilk üç nokta:
      1. Nesnel konuyu psikolojikleştirme:"boğuştuğun hayalet"
      2. Medeniyet kelimesinde muğlaklık. Bakınız mesela şu savsaklığa:" Prehistoric ... Indian civilisation" (https://www.bbc.com/news/world-asia-india-45559300)
      3. En önemsizi, nesnel yeni gezegenlere taşınma çılgınlığını harfi harfine kendinize üstlenmeniz.
      Şimdilik sadece "psikoloji"ye değineceğim.
      Psikoloji, kabaca, insan fıtratı, alın yazısı, Darwin'in "monkey business"-gen yazısı, sosyobiyoloji, "evolutionary psychology" gibi "HERŞEY TEORİSİ". Bu, hayli vahim ama halk arasına sızıp "bilim" prestiji olması sonsuz daha vahim: Kara cahile abı bilgi içirir.
      19. yüz yılda, epistemolojik nedenlerden, bilgi, daha dar alanlara kısıtlandı, bir süre sonra çılgınlığa döndü ve matematikde bile bir uzman diğer uzmanı anlamaz oldu. Tıpta korkunç boyutlara çıktı. Artık ölmek bile yok. Şu veya bu Grek-Latin adlı hastalıktan, hastanelerde her delikte yüzlerce boru, belki geçici, yolculuk var. Artık salt süper zenginle süper fakir onurla ölüyor. Baş ağrısına çare yok ama 367 çeşit baş ağrısı var. Bilgi sınırları "reify" edildi.
      Bunlar hayalet değil!
      "-loji"ler bir yana, psikoloji insanın tek kalan son barınağı, iç dünyasına, saldırı.
      Binlerce misalden bir sevdiğim: Bir fakir ülkede, Meryem Ana heykeli, bir fakir zavallı kadına konuşur. Hemen sonra heykel işiten fakirler üssel artar. Nerde b*k orda sinek. Psikolog, sosyolog, gazeteci, televizyoncular devreye girerler ve biraz sonra yalnızlar kalabalığı bıkıp kanalı değiştirir. Ama uzmanların verdiği karar kesin: "Kitle isterisi"
      Bir süre sonra bir şair inceler. Vardığı sonuç çok farklı: "Eğer sıradan insanlar gerçeği farklı görürse, kitle isterisi. Biz görürsek şairlik. Onlar da biz de kafeste."
      Bu hayalet değil!
      Eğer 8 kişi dünya nüfusunun %50'si kadar servete sahipse, ben psikoloji yok diyecek kadar enayi değilim ama konu psikoloji değil derim.
      Avrupalıların yılda parfüme harcadıkları, dünya eğitim, sağlık ve açlık sorununu çözer. Bu nesnel, hayalet değil. Hayalet, aynı Avrupalıların benden sonsuz daha rahatsız olmaları, cici bici "haklar" masalları ve buna inananlar! Yani, iş arayanlar. Hele her yıl değişen elbise ve diğer modalara harcananları da eklersek "sky is the limit"
      Aynı şey 1970'lerde ABD'nin nükleer savaş silahlarına harcadıklarının %5'i için de doğru. Şimdi %0,0001'dir.
      Yapsınlar diye söylemiyorum. Ben dünyanın tuz ve biberinden kurtulma peşinde değilim. Bunu iyi kalpli medeniler ister.

      Delete
    10. Köroğlu'nun yanıtına yanıt 1'in devamı
      Boğuştuğum hayaletin varlığı yokluğu, size uyup uymadığından çok anlamı önemli. Arzum, bu dünya allahlarının çoktan beri varmak için yanıp tutuştukları gökyüzüne gitmeleri.
      Medeniyet'in Orta Doğu'da başlaması üzerine hayatını sarfeden birinden bir alıntı: "İlk defa elleri gök yüzüne açık insan statü görmeye başlıyoruz."
      Geçende bir gayri-Medeni çıplak: "bize yiyecek yetiyor artıyor bile ama yiyecek için gök yüzündeki allaha dua etmeliymişiz." Kızılderililer: "beyazlar gelmeden her taraf allah doluydu, hepsini topladılar, birleştirdiler, ulaşılmaz gök yüzüne koydular"
      Bunlar hayalet değil!
      40 yıldan uzun karımla yaşıyorum ama "tanıyorum" diyemem. Ne de bazı pratik sorunlar dışında tanımayı isterim. Ama, özellikle Devlet ve Kapital gibi, her efendiye hizmete hazır süt inekleri bilim adamları insan ruhunun "en derin" yerlerinde turistlik ederler.
      Eğer bir gün gelir de bu derinliklere inme ihtiyacı duyarsam, bunu binlerce yıldır felsefelerinin odak noktası etmiş Hindistan'a dönerim.
      Büyük harfli "Felsefe"nin iki başlangıç yeri bir benzetme ile güzel anlatılır. Grekler "bu ne?", "şu ne?", "neden?" soruları soran küçük çocuklar; Hindistanlılar acı çeken insanın, özellkle yaşlının iç dünyasını anlamaya çalışanlar.
      Hıristyanlık'ta Allah bile insan acısını anlamak için aşağı iner. Bunun kadar şahane bir misal bulmak güç. But psychology is good for business!

      Delete
    11. Sayın "Adsız1 Ekim 2018 14:25"
      "Ben yukarıda andığınız isimlerin kitaplarını henüz okumadım fakat size ve herkese Halil Berktay'ın Kabileden Feodalizme adlı kitabını şiddetle tavsiye ederim."
      "İdealize edilen (olumlu ve olumsuz anlamlarda) ve savunulan yahut karşı çıkılan "medeniyet"e ve "medeniyetsizler"e en nesnel ve doğru bir bakış açısını yansıttığı için."
      Sadece yukarıdaki iki cümle bu herifin ne kadar dar kafalı ve belli bir ideolojinin yaltakçısı olduğunu çok güzel gösterir.
      Feodalizme kabileden geçilmedi. Roma imparatorluğunun Cermen istilalarıyla yıkılması ve daha sonra güney, kuzey ve doğudan Avrupa'ya saldırılardan dolayı oluştu. Bu geçişi en güzel, hemen hemen gün gün, anlatan Marc Bloch'ın iki cilt "La Société féodale, 2 vol., 1939-1940" kitapları. Ama bir ihtimal daha var. Hem de büyük bir ihtimal, siz anlamamışsınız çünkü konuyu bilmiyorsunuz. En azından dandikler dandiği Türkçe (vikipedi) ve İngilizce (wikipedia) ansiklopedilere baksaydınız bana bu saçma cevabı vermezdiniz. Galiba yine Türklerin diplomalılara saygısı kayasına çarptım. Benim dediklerimi kesin bir bağlam içindeydi. Bana artist isimleri vereceğinize ne demek istediğimi sorsaydınız.
      Kabileler insan tarihinin %99,999'u kadar vardı ve hâlâ var.
      Avrupa'da feodalizm aşağı yukarı 9. yüz yılda başladı.
      Müslümanlık kabilelikten devletçiliğe 7. yüz yılda geçti.
      Böyle formülleri seversiniz diye yazdım.
      Hele ikinci cümle, tam bir zırvalama!
      Konu idealize etme değil. Eğer bunu herifin kendisi söylemişse, tam bir üç kağıtçı. Konu antropolojinin getirdiği yeni bulgularla medeniyet ve hatta insanlık tarihine yeni gözlerle bakmak! Tabii, dolayısıyla eleştiriler! Tabii dolayısıyla eleştirilenlerin yaltakçılığını yapan böyle dolandırıcılar!
      Önce beni tanı ve sonra, eğer dediklerini doğru anladıysam, böyle binlerce tanıdığım ama senin tanımadığın yaltakçıların cici bici kitaplarını tavsiye et.
      Yok eğer ısrar ediyorsan, ve bana defalarca oldu, okurum ve senin yazdıkların yanlış anladıklarını aktarmalar değilse, adamın zırvaladığını sana ispat ederim.

      Delete
  10. Şu an Avrupa'da yaşıyorum. 30 yıl ABD'de yaşadım ve nefret ettim. Alanı, aydınlar ve okur yazarlara kısıtlarsam, Türkiye daha çok Avrupa'ya benziyor.
    İç içe ama satıhsal-derin iki fark var: Avrupa pisliği çok süslüyor ve Avrupalılar süslere gülmüyorlar, çok katılar, çok "tight-lipped"ler.
    Bu yazı pislik ile süslemeleri hakkındaymış gibime geldi. Önce gülme. Amerikalılar her kazık yediklerinde "this is a learning planet!" derler. Yani bu yazıda rafa koyulan MİT ile dalga geçerler. Dolaylı olarak "buraya öğrenmeye değil yaşamaya geldik" derler. Ne yazık, etimoloji profesörü kelime kökeni eğlence olan okulun şimdi işkence olduğunu bilmiyor. Ne yazık, aynı şeyi akıl verme turistliği yapan Konfüçyüs'e 2 600 yıl önce Lao Zi'nin söylediğini de bilmiyor.
    Bana biraz da Homo-X, Homo-Y, ... sınıflamada profesörlerin aynaya bakarak yarattıkları Homo sapiens ve hatta daha da coşanların Homo sapiens sapiens nitelemelerini hatırlattı.
    Aşağıdaki yazı " Ahlaki yargılar nereden gelir (2)" anlatımının altında da bir MİT yattığı olasılığına işaret eder.
    Bir arkadaşım, bir kitabında, bu altta yatan miti çok güzel dile getirmişti.
    "Ben küçükken, bir haydut arkadaşım, bana dünyada sadece ve sadece iki türlü insan var, "enayilerle dolandırıcılar" derdi. Anne-babam daha kibar ve daha dolaylı "derslerin iyi çalış" derlerdi!
    Modern Myths
    The time is past when “myth” could be considered serenely, when Greek  could be translated as “legend, or “A story pertaining to time or facts that history does not clarify and embracing either a real fact transformed into a religious notion or the invention of a fact with the help of an idea.” It was calmly asserted that the myth concerned formal divinities, that it was the means of expressing the relationship between these divinities and men-hence the historical form it most frequently assumed. But, in any case, it was a matter of the past. The gods were indeed dead, and the stories regarding them no longer concerned us. The nineteenth century, the century of reason, was devoid of myths, and only the “poets” (falsifiers!) regretted this. But along came the psychology of the unconscious, then sociology and history, to give a fresh meaning, and thereby vigor, to these dusty tales incorporated in Greco-Latin mythology. No longer were they a childish invention to lend color to a naive religion. We perceived instead subtle expressions of the profound and complicated tendencies of man, and the divinities involved in these myths were no longer the simple gods of thunder and of time. Complex characteristics enriched their personalities. They assumed unprecedented dimensions. Cronus and Zeus were cloaked in of mystery - the mystery of man. And by a strange reversal, what seemed childish then was not the imaginary myth but the rationalist philosophy that had contested it because of its failure to understand.
    Not: "Modern Myths"ler başta hâlâ fitili bitmemiş İLERLEME ve varyosyanları: MUTLULUK, GENÇLİK, MODERN BİLİM –TEKNİK ve hatta tarihe anlam veren tarihin kendisinin anlam olduğu TARİH.

    ReplyDelete
  11. Sayın Köroğlu,

    Eskiden falcılar daha henüz olmamışlardan haber verirlerdi.

    Eğer yazınızdaki birkaç yerde tekrarladığınız bir fikre "olmasaydı olacaktı" adı verirsem, size olmuşların falcılığını yapmışsınız gibime geliyor.

    Bari ben de olmuşların falına bakayım.
    Ben çocukken, mahalledeki fakir kızların kahve falına bakan annem kahve fincanında o zamanın en parlak mesleği olan subayları görürdü. Eğer şimdi yaşasaydı doktor, avukati mühendis, iletişim uzmanı, blogger, işletmeci vb. hatta belki hepsinden daha parlak meslek olan iş adamı veya politikacı görürdü.

    ReplyDelete
  12. Sayın Köroğlu,
    "Dolayısı ile tek tek bireylerin eline akıl almaz servetler bırakmak yanlıştır. Para bir enerji birimidir de. Milyarlarca trilyonlarca dolarlara hükmedenlerin aldığı kararlar milyonlarca milyarlarca insanı etkiler. BÖYLE BIR GÜÇ (SON DERECE SINIRLI BEYIN KAPASITESINE SAHIP) TEK BIREYLERE VERILEMEZ."
    Eşsiz bir "reify" örneği. Eşsiz bir dilenci felsefesi örneği. Bunu sağ/sol devrimciler sık sık yaparlar.
    Mantıkları: Eğer her şeyi herkes yaparsa, her şey herkesin olmalı. Lafla bolluk gemisi yürütme.
    Daha da kötüsü var.
    "Facebook, Zuckerbeg'in fikri değildi. Kullandığı teknoloji kendi ürettiği bir teknoloji değildi."
    "Genel Görelilik Kuramı yine ortaya çıkacaktı, …"
    Hava, su, toprak, yiyecek, deniz, deniz altı vb. pislikler yine ortaya çıkacaktı. Yarım yaşam ömürleri milyonlarla ölçülen radyoaktif maddeler yine denizlerin altında olacaktı.
    Demokraside çok ilerlemiş medeniyetler yine, Vietnam'dan tut, Afganistan ve Şili'den geç, şimdi Suriye gibi yerlere eski Greklerden aldıkları meşale ile girip ya yakacak veya aydınlatacaklardı.
    Bir Afrikalının dediği "Beyazlar geldiğinde toprak bizim, İncil onlarındı. Şimdi tam tersi" lafını yine birisi söyleyecekti.
    Sanırım modern bilim felsefesinde bile neden-sonuç sorunu hâlâ dikenli. Kant, kendini taş uykusundan, aşağı yukarı, " 'neden-sonuç'u biz ekliyoruz, duyularla algılanan bir şey değil" diyen Hume'ın uyandırdığını söyledi.
    Ben doğru yanlış demiyorum, bu sorunun dikenli olduğunu söylüyorum.

    ReplyDelete
  13. Sayın Nişanyan,
    LÜTFEN YAYINLAYIN!
    Aşağıdaki yorumumu yayınlamadınız. Lütfen nedenini izah eder misiniz?
    "cahillik son derece basit ve objektif bir gerçektir;"
    "Yoksa bugün için Avrupa medeniyetinin batmış olduğunu, Amerika medeniyetinin ise yabancı ve ürkütücü ufuklara yelken açtığını herkes kadar ben de idrak edebiliyorum, merak etmeyin."

    Yazınızı okumaya başladım ve bu son paragraftan sonra devam edemedim. Çok yaygın bir cahilliği görmek insanı rahatsız ediyor. Hele bir entelektüel sitesinde ...

    Avrupa ve Amerika medeniyeti beraberce Batı medeniyeti olarak bilinir. Biraz daha geniş bakıldığında, medeniyet trene, zaman içinde tenasühleri de başını çeken lokomotife benzetilir. Avrupa ve Amerika "değişik" medeniyetleri çok gülünç ve cahilce bir sınıflandırma. Tren lokomotif metafor kullanıldığında, Avrupa Sümer için ne ise, Amerika Avrupa için o, denir.

    Bakalım cahilliğin objektif yanına.

    Toynbee güzel bir örnek. 1930'lardaki 12 ciltlik tarih kitabında 19 değişik medeniyet sayar.

    Egyptian, Andean, Sinic, Minoan, Sumerian, Mayan, Indic, Hittite, Hellenic, WESTERN (Avrupa veya Batı), Orthodox Christian (Russia), Far Eastern, Orthodox Christian (main body), Persian, Arabic, Hindu, Mexican, Yucatec, and Babylonic.

    1976'da Mankind and Mother Earth kitabında medeniyet bire indirgendi. Nedenini tahmin etmek güç değil: 2. Dünya Savaşı, Nazi ve diğer totaliter rejimler, atom bombası, ekolojik felaketler vb. nedenler. Bence, Ermeni katliamı da bunun içinde.

    İsterseniz sizin bu cahilliği daha etraflı tartışabiliriz. Ama İngilizce ve diğer diller bilen biri için Google'da "civilzation" yazıp bazı ciddi siteleri okumak kafi.

    Ama katkımın asıl nedeni bu konuda evrensel ve bence büyük bir tehlike arzeden cahilliğin çok yaygın olması.

    ReplyDelete
  14. Sayın Haydar Eren ve Sayın Sevan Nişanyan,
    Benim annem Soğukoluk'taki fuhuş yapılan otellerin çamaşırlarını yıkayarak bizi (4 kardeş) büyüttü. Hammallara para vermektense temiz çamaşıları ben otellere götürürdüm. Fahişeler bana sonra tanıdığım dünya insanların çoğuna kıyasla sonsuz daha büyük sevgi aktardılar.
    Bir nokta daha. Eğer Soğukoluk yerine Şirince olsaydı bizim kaderimiz genelde pek değişmezdi ama snoblar bana "düşmüşlere" karşı dolu sonsuz sevgimi aşılayamazlardı. Hatta bir fahişe, gaddarların elinden kurtulmuş ama fahişeliğe devam eden komşumuzdu. Annem hayli yaşlı olduğundan sütü çok azmış, fahişe beni beslemiş. Komşular bana "ibn- il- şarm*ta" adını takmışlardı ama kötü anlamda değil.
    Bu sitede okuduğum daha çok Türkiye'de sayıları hayli artmış orta sınıfların uzaktan bakışlar ve dolayısıyla soyut ve püriten görüşler.
    Kişisel bir anekdot: Büyük bir tesadüf eseri orta sınıf müjdecileri Uğur Dündar-Kenan Evren püritenlerin Türkiye'yi her türlü "seks sapıklığı"ndan temizleme operasyonunun en katı zamanında Türkiye'deydim. İskenderun yakınında Pınar Başı'nda kafayı bulan eski arkadaşlarla televizyon seyretmeye mecbur oldum. 16-18 yaşında seks dolup taşan bir kız, "Gelin, bankamıza yatırın" reklamı yaptı. Etrafıma baktım ağızlar "bak ama dokanma" modern, ruhani ve sanal ağız sulaması dolu ama kimse, seksin orta sınıf Uğur Dündar-Kenan Evren versiyonunu görmemişti.
    Şu an bile dünyanın en büyük endüstrilerinden biri seks açlığını giderme endüstrisi. Bayilerdeki dergi ve mecmualar, gazeteler, televizyon, İnternet, kibrit kutuları, kahve şeker ambalajları, dolaylı veya dolaysız porno dolup taşmakta. Ve nihayet işi ciddiye alan Çin'in trilyon kârlı "Sex Toys".
    Konuya çok daha geniş açıdan da bakabiliriz. Tarih boyunca medeniler arasında bedenden ruhaniliğe kaçma istekleri bu sapıklığın bir tezahürü.
    En güzel ABD tarihi şu epigrafi ile başlar:
    "Jollity and gloom
    were contending for an empire."
    Püritenler zevklerini bastırıp kendilerini ruhani meslekler olan ticarete adarken Kızılderililer zevk içinde yaşıyorlardı.
    Kimin kazandığını biliyoruz. Orta sınıfların lideri günümüz Amerika. Kazandıktan sonra da her şeyi, örneğin porno ve "soft" beden zevki Şirince, ticarete çeviren Amerika.
    Şu an ABD seks ve porno endüstrisinin başını çekenlerin başında. Avrupa'da geri kalmaz tabbi. Doğu Avrupa ve diğer fakir ülke genç kızları, aynı Soğukoluk'a getirme yöntemleriyle, getirilip fuhuş yaptırılıyor.
    Benim sevdiğim toplumda "babanı tanıyorsan şanslısın" derler.

    ReplyDelete
  15. Sayın Nişanyan,

    1890'larda Brezilya'nın Bahia eyaletinde Katolik Antonio Conselheiro tarafından başlatılan bir Binyılcılık ayaklanmasını anlatan Euclides da Cunha'nı "Rebellion in the Backlands" kitabını okudunz mu? Veya Brezilya'da iken duydunuz mu?

    Türkçesini bulamadım ama çok ilginç bir kitaba benziyor. Mühendis Euclides da Cunha, Türkiye'nin geçtiği ve hâlâ tamamıyla etkisi atında olduğu Aydınlık Devri, Fransız ve Rus Devrimi, Darwinizm, Naturalizm, Positivizm, Scientism, Scientific Racism, Reason, Progress gibi ideolojiler inançlarıyla büyür. 1890'larda hâlâ Binyılcılık gibi gerici, akıl dışı, mitsel inançların(tasvir ettiğiniz gecekondu mezhebler, kiliselerin dolup taşması, imam hatip okullar) varlığına inanamaz ve Brezilya devletini son gönderdiği orduya bir gazeteci olarak katılır.

    Buraya kadarı anladım ve tuhaf bulmadım ama ordu ilerleyip diğer tarafı gördükçe asıl kendinin saçmalıklara inamış olduğuna yavaş yavaş uyanmaya başlar.

    Bu doğru mu? Bu konuda bildiklerinizi yazar mısınız?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Mario Vargas Llosa'nın The War at the End of the World diye İngilizceye çevrilen romanı o olay (ve E. da Cunha) üzerine kuruludur. Şahane bir kitaptır. Dini karizma ve pozitivizmin sefaleti konusunda akıldan çıkmayacak şeyler anlatır. Bir iki defa bahsettim sanıyorum.

      Delete
    2. Sayın Nişanyan,
      Cevabınız beni daha da şaşırttı. Pozitivizmin doğuşu, tarihsel süresi, dayandığı modern bilimde bazı gelişmlerin yarattığı şüpheler vb. nedenlerden sona ermesi, yerine gelenler az çok 'anlaşılır' bir konu. Yani diğer bütün '-izm'ler gibi doğar, büyür, ölür. Bir türlü ölmeyen ve çeşitli '-izm'lerin anası örnek: İLERLEME.
      Örnek:ORDEM E PROGRESSO (aşağı yukarı, İTTİHAD ve TERAKKİ)
      "Dini karizma" ile ne demek istediğinizi yazar mısınız? Bu soruyu neden sorduğumu açıklayayım.
      E. da Cunha karizmayı kişisel değil sosyal ilişki olarak görür ve ben de katılıyorum. Önemli olan Canudos da yaşayanların yaşadıkları ve direnişlerinde bir birleşme yaratmaları.
      Diğer örneklerle uzatmadan daha soyut ifade edersem: "words and things".
      İnsanlarda, bir şeyin adını bilmeyle onun ne olduğunu bilme alışkanlığı yanısıra ve daha da vahim olan, farkı görmeme yaygın.
      Bu soruna ışık tutucu üç somut örnek.
      19. yüzyılda bir kadın doktorunun hastaları hakkında tuttuğu binlerce sayfa gündemi inceleyen bir günümüz tıp bilimcisi kadınların raporlarıyla doktorun teşhisleri arasında hemen hemen sıfır bir ilişki bulur. Biri yaşanan, diğeri okul kitapları.
      Kız, erkek çocuk ve kadın ırza tecavüzlerde suç tespiti için mahkemede sorulan sorularla, şiddeti yaşayan arasındaki ilişki de sıfır ve dolayısıyla tecavüz edenin serbest bırakılması. Psikolojide, bu çeşit şiddet olaylarını yaşayanların hormonlarının tamamıyla değiştiği, hatıraların normal zamanlarda yaşananlardan çok daha değişik algılandığı ve düzenlendiği bilinir. Kendi karım bunu Detroit'de yaşadı.
      Newton yerçekimi yasasını ilan ettiğinde, o zamanki okul bilgisine göre çekme ancak temasla olurdu. Uzaktan çekme, daha henüz yeni kapıdan kovulan cin ve perilerin pencereden geri geldikleri olarak görüldü. Daha sonra da, zaman geçmeden etkileşmenin yanlış olduğu anlaşıldı.
      Mario Vargas Llosa, anlamadığını itiraf eder ve olayları, abartma anlamında, karikatürsel ve karnavalvari anlatır.
      E. da Cunha'nın çekiciliği, akıldışılığın asıl kendi geldiği modernler arasında olduğunu ima etmesinde ve yaşadığımız günlerdeki çıplak akıldışıcılığa ışık tutmasında.
      Kanserin modern çağları simglediği bu gözlemden doğdu. Aynı şey kuantum fiziği için de söylenir. Özellikle aklıdışıcılığın satıcılığını yapan şarlatan "alternative"ler arasında. Şarlatanların en büyük kozu "words and things" formülündeki "words" ustaları olmaları.

      Delete
  16. Sayın Köroğlu
    "Medeniyet kelimesinde muğlaklık."
    Bence sizin anladığınız anlamda muğlaklık her kelimede bulunur.
    19. yüz yılda kümeler teorisi, kelimelerin hemen hemen keyfi kullanışıyla allak bullak olmuş matematikte bir dil bütünlüğü sağlamak için geliştirildi.
    Nakarat: Allak bullaklık matematiğin varlığı ve gelişmesine engele olmadı.
    Klasik fizikde kitle, madde, atom, hareket gibi temel terimler de uzun bir süre muğlaklıkdılar.
    Nakarat: Allak bullaklık fiziğin varlığı ve gelişmesine engele olmadı.
    Biraz atlayayım.
    Sayısız aşiretler, boylardan oluşduğu ve kelimenin Çince'den geldiği düşünüldüğünde "Türk" sözcüğü de çok muğlak.
    Nakarat: Allak bullaklık Türk varlığını ve tarihte gönderme yapıldığında tanınmasına engele olmadı.
    Gerçi çok ünlü, çok aydın bir Türk entelektüel tarihte tek başına gezen insanlara rastlamış ama artık Türk dahilere alıştım galiba. Benim bildiğim tarihte salt insan toplumları var.
    Kültürsüz toplum akıl alacak bir şey değil. Dil, din, aile, dans, müzik, ahlak kuralları, mitler, çocuk yetiştirme, estetik zevkler, yemek çeşitleri, ...
    Kültür en az 50 000 yıllık, bana göre 4-6 milyonluk. Medeniyet ise en fazla 10 000 yıllık. Sayısız toplumlar Medeniyet oluşturmadan var oldular.
    Hatta bana göre kültür biyolojik evrimin yerini aldı. Biyolojik uçan insan yok ama kültüründen dolayı uçan, hele turizm ve tatil endüstrisi gelişeli, sayısız.
    Bir kafa karışma nedeni: Medeni toplumlarda da kültür var.
    Diğeri, kavramların doğuş, gelişme, anlam değişmesi, toplumdan topluma geçişle değişik algılanması ve benzeri sayısız süreçleri inceleyen uzmanların kendi aralarındaki yayınlarını okuyanların esas konuyu bilmemeleri. Ben kendim bu tip yayınlardan faydalandım ama bir kelime bile anlamadığım sayısız yazılar da oldu.
    Dahası da var ama korkarım yazı çok uzar. "Köroğlu'na 1" yanıtımda Medeniyet'i tanımladım. Almanya ve İngiltere aynı Batı medeniyetinden ama kültürleri hayli farklı.
    Çok özür dileyerek sayısız defa yaşadığım bir anekdotla da diğer ve çok adi bir kafa karışıklığını belirleyeyim: Eksper derse doğrudur ve tembellik. Avrupa'da ilk defa yurt dışında Türkiye'den gelenlere rastladım. Çoğu en son model televizyon ve cincik boncuk alıyorlar ama ucuz diye sağlığa en zararlı yiyecekleri yiyorlardı. Dil öğreneceklerine para topluyor ve solcu-devrimci eski güzel günlerini anıyorlardı. Hastanelerde birkaç kuruş kazanmak için tercüme yaptığımda, benden 20 yaş gençlerin döküldüklerini gördüm. Yıllarca uyardım. Nihayet onlar bana televizyonda gördükleri kravatlı, kelli felli, bir doktor adam-karı eksperin, 40 yıl sonra Türkiye'ye yeni gelmiş, gıdaların önemi hakkında dediklerini kibir içinde söylediler. Ben ne tiksindirici modern kiniğim, ne de hayalle boğuşuyorum. Göz önündeki insan sorunlarıyla baş edemeyenlerin gen kes-yapıştır, gezegen turizmi, transhumanizm, yapay zeka mirajlarıyla enayileri uyutma ninnilerine ağlıyor ve gülüyorum.
    Özet: Kültürsüz toplum düşünülemez ama Medeni olmamış sayısız toplumlar oldu. Hatta insan varlığının %99,99'ndan fazlası medeiyetsiz geçti. Hatta insanda kültür biyolojik evrime neden oldu.
    Daha önce genler, genetikçiler, nörologlara imalı değindim.
    Son 10-15 yıldır MIT üniversitede 800 nüronlu bir yuvarlak solucan incelenmekte ama hâlâ bir sonra ne yapacağı önceden bilinemiyor. İnsanda nöron sayısı 100 milyar.
    Herkes Türkçe konuşur ama salt iyi konuşanlar kalburun üstünde kalır.
    Şiir hard-wireden değil kültürden gelir. Önemli olan hard-wire değil sosyal ifadeleri ve bu ifadelere verilen sosyal değerler.
    Bu HERŞEYCİLER tuhaf ama onları ciddiye alanlar daha da tuhaf. Çıkış noktaları ırkçılık ve insanlar arasında farkların "doğal" olduğunu ispat etme, varış noktaları hepimiz aynı ve buna inananlar. İdeoloji hepimizin aynı olduğumuzu da saklar, örneğin günümüz egemen ideolojisi; hepimizin farklı olduğumuzu da saklar, örneğin başta Avustralaya aborijenlerin ve genel olarak ilkellerin ideolojileri.

    ReplyDelete