Wednesday, September 12, 2018

Liboşlar çeşit çeşit


Siyasi ve ahlaki bir ideal olarak Liberalizmi tartışmayacağız. Bireyin akıl ve vicdanının özgürlüğünden daha önemli bir dava ben tanımıyorum; o davayı bilmeyen ve benimsemeyenle hangi zeminde ne tartışılabilir, onu da bilmiyorum.
Kolektif kimlik, aidiyet, sadakat, dayanışma, vatan, ecdat ve saire de lazım, inkar etmem. Ama bunları kanının son damlasına kadar savunacak milyonlar her zaman bulunur. Fikir ve eylemiyle insanlığa örnek olmayı önemseyenlerin yeri orası değildir, Sokrates’le beraber baldıran zehiri içenlerin yanıdır.
*
Neoliberalizm veya kısaca Liberalizm adı verilen ekonomik teoriler manzumesi 1970’lerde Şikago Üniversitesinde Milton Friedman çevresinde şekillendi, 1980’lerde Reagan ve Thatcher önderliğinde dünyaya egemen oldu. Gerekli ve neredeyse kaçınılmaz bir şeydi. Dünya Harbinden sonraki 30 yılda Batı ülkelerinin izlediği sınırsız sosyal dayanışma politikaları devleti aşırı derecede büyütmüş, girişimciliği kösteklemiş, Batı dünyasını topyekün iflasın eşiğine getirmişti. 74’te başlayan petrol krizi o yolun çıkmaz yol olduğunu gösterdi. Çözüm arandı, burada bulundu. Devleti küçült. Sermaye üzerindeki vergi yükünü hafiflet ki yatırıma yönelsin. İçte aşırı yükselmiş ücretleri indiremiyorsan, yatırımı daha ucuza işçi çalıştırabileceğin üçüncü dünya ülkelerine aktar.
Dara girmiş tüccar siyasetiydi. Gerçekçi bir alternatifi var mıydı bilmiyorum. Sakın sosyalizm demeyin bana: zaten problem sosyalizmdi, çözüm değil. Sosyalizm demek – şairlere kulak asmayın siz – daha az yatırım, daha çok tüketim demek. Eldeki parayı sermayeye yatırmak yerine işçine ücret olarak dağıtmak demek, ki işçin gitsin eğitime, sağlığa, çamaşır makinesine, gazoza harcasın. Peki paran bittiyse ne yapacaksın?
Diğer sorun aç dünyanın uyanmasıydı. Düne kadar taş devrinde yaşamış ülkeler “kalkınma” hırsına kapılmıştı; Batı’ya yığılmış kaynakların bir kısmı oraya aktarılmazsa, Soğuk Savaş şartlarında nerelere sapacakları belli olmazdı. Aktarıldı. Bir kısmı astronomik olarak artan petrol fiyatları yoluyla petrolcü ülkelere aktı. Bir kısmı sermaye yatırımı yoluyla Doğu Asya’ya, sonra Türkiye dahil öbür orta karar ülkelere transfer edildi. O işin olması için uluslararası ticaretin ve sermaye hareketlerinin liberalleşmesi, yani serbest bırakılması gerekliydi. Bırakıldı. Dünya tarihinde görülmemiş “kalkınma” son kırk yılda bu sayede yaşandı. Dubai’sinden Kuala Lumpur ve Şanghay’ına kadar, yüzlerce yeni metropol, binlerce hava alanı, on binlerce gökdelenle dünyamız şenlendi.
Sermaye aç ülkelere akıtılmasa ne olurdu? İki şey. Ya aynı sermaye, dünyanın dört bucağında tutuşacak ihtilal ateşlerini söndürmek için beslemeye mecbur olacakları ordulara akardı, eninde sonunda ateşin sorumlusu işte bunlardır denip Sovyetler ve Çin’le papaz olunurdu. Ya da sermaye o yerlere gitmese o yerler Batı’ya giderdi, hiçbir sınır güvenlik tedbiri de o insan selini durdurmaya yetmezdi. Nitekim şimdi sermaye akımı zayıflayınca aynen öyle oluyor.   
Sonuç: Batı battı. Bir tek Almanya, Doğu Avrupa’yı sömürgeleştirerek kendine nefes payı açabildi. Fransa, İngiltere tükendi. ABD, nüfusunun küçük bir dilimi Karun kadar zengin, geri kalanı ecel paniğine kapılmış bir sanayi çölüne döndü.
Friedman’cıların öngörüsünün aksine, vergileri kısınca sermaye sahipleri yatırıma yönelmedi, ranta ve tüketime yöneldi. Yatırım yapıldıysa, bürokratik ve ideolojik engeller batağına batmış Batı’da değil, çok daha büyük kar fırsatları sunan aç ülkelerde yapıldı.
Devleti küçültmek için alınan tedbirler işe yaramadı. Aksine tüm dünyada kamu bürokrasileri tarihte eşi görülmemiş ölçüde devleşti, kontrolsüz bir kanser gibi toplumsal bünyeyi yutma noktasına vardı. Adım adım fark edildi ki, ekonomik özgürlük ve “kalkınma” uğruna geleneksel toplum dokularını tahrip edersen devlete olan gereksinim azalmaz, artar. Kontrolden çıkan anomi (kuraltanımazlık) eğilimlerini bastırmak için devasa polis ve cezaevi teşkilatları beslemen gerekir; sağlık ve emeklilik bürokrasileri hiçbir toplumun makul yollarla altından kalkamayacağı ölçüde büyür; yalnız ve çaresiz kalan insanlar kendilerini dinî cinnet hareketlerine kaptırdıkça, her yıl başka bir meczuplar cemaatini terörist ilan edip kılıçtan geçirmeye mecbur kalırsın.
Aç ülkeler olağanüstü bir hızla “kalkındı”. Kalkındıkça daha fazla elektrik, daha fazla petrol, daha fazla yol, otopark, uçak, metro, tatil, süpermarket, ayfon, gazoz isterisine kapıldı. Dünya yaşanmaz bir yer haline geldi. İç dengeleri iyi kurulmamış toplumlarda dehşet verici adaletsizlikler ortaya çıktı. Dün köyünde aç ve onurlu olan insanlar, dün tamah ettikleri ücretlerle şimdi elektrik faturasını ödeyemedikleri için köleden beter rezilliğe düştüler.
Bugün Batı dünyasında Neoliberal söylem iflasın eşiğinde görünüyor. Uygulamada neoliberal politikalara ciddi bir alternatif hala yok. Ama dün meydanlara çıkıp bunu göğsünü gere gere söyleyenler, şimdi saklanacak delik arayışındalar. Macron’un mumu da yansa yansa iki sene daha yanar.
Bizim gibi ülkelerin Neoliberalizmle derdi nedir, anlamak daha güç. Büyük ölçüde global (yani Batıdan esen) rüzgarın etkisidir diye düşünüyorum; moda yani. Ya da belki, bir ölçüde, “kalkınma” denilen hadisenin az önce değindiğim ahlaki ve toplumsal sonuçlarına duyulan haklı bir tepki vardır, mümkün. Yoksa Türkiye finans ve ticaret serbestliğinden Batı ülkeleri gibi zarar görmedi. Aksine, o sayede yirmi otuz yılda deliler gibi zenginleşti, “kalkındı”, bilmem kaç yüz milyar dolar bedava para gördü. Şimdi o serbestlik kalkınca başına neler gelecek ucundan gördük, devamı nasıl gelir göreceğiz.  
*
Bugünlük bu yetsin. Devam edersem eğer, Neoliberalcilerin çıkardığı gaddar savaşlara, Brezilya’daki yakışıklıyla komünist kızdan neden hoşlandığıma, Venezuela’nın neden battığına, sosyalizmin neden çözüm olmadığına değinirim.
Ya da başka konuya dalar unuturum.

30 comments:

  1. Reagan ve demir lady'nin Türkiye'deki karşılığı Özal'dı.finansal serbestlik ve devletin piyasaya aşırı müdahalelerini engellemek adına büyük adımlar attı. sonuçta ülkeye büyük para geldi,zenginlik arttı ancak ekonomik dengesizlik te çoğaldı.ama türkiye hiç bir devirde devletçilikten vazgeçmedi.devlet sürekli büyüdü.bu ülke insanlarının genlerine işlemiş devletçilik hep var olacak gibi.türkiye'nin sorunu liberal olması değil aslında yeterince liberal olamamasıydı belki de. bu kadar müteşebbis ruhlu ve sınıf değiştirme hırsıyla yanıp tutuşan halka devlet kah yüksek vergilerle kah kendi borçlarını ödemek için piyasadaki paraları kurutarak engel oldu.katı bürokrasiyle ve adalet sistemindeki yavaşlıklar ve aksaklıklarla sadece kendi yatırımcısını değil yabancı yatırımcıyı da kaçırdı. günün sonunda türkiye sıcak paraya bağımlı, aldığı borçları betona dönüştüren bir ülke oldu. devlet, devlet aklının gerekli olabileceği, belli yüksek katma değerli ürün üreten sektörlerin desteklenmesi gibi işlerde bile insiyatif kullanamadı. sen aldığın borçlarla verimsiz yatırım yapmışsan ve israfa harcamışsan bunda liberalizme kızmak neden? eğitim sistemi hala nal topluyorsa, yüksek bir mesleksiz genç nüfusun varsa burada eski kovboy Reagan veya çakal işadamı Trump mı suçlu?

    ReplyDelete
  2. Ben de politika konusunun nasıl bu kadar grift hale getirildiğini düşünüyordum birkaç gündür. Bence formül çok basit: Savaş gibi yaşamsal öncelikler gerektiren durumlar haricinde, bireyin özgürlüğü ve mutluluğu, toplumun diğer değerlerinden daha önemli ve kutsaldır + devlet denilen mekanizma aslında büyük bir siteye alınan güvenlik ve temizlik hizmetidir. Yargı, sağlık ve eğitim dahil diğer herşey devlet dışı örgütlenmeler ile de yapılabilir.
    Benim özetim bu...
    GKarahan...

    ReplyDelete
  3. Ustad, teshis yerinde. Peki ya neoliberalizm'den sonrasi. Kristal kurende nasil bir duzen beliriyor. Ne cikar veya ne cikmali?

    ReplyDelete
  4. Aristonun bir sözü var. Bu hayatta ne yaparsan yap, boş yapma...

    ReplyDelete
  5. Batı dünyasında liberal söylem düşer, çünkü popülizm ve agitprop artıyor. Romantik her zaman peşine birini takıp kazanır, şüphe yok (ya da çoğu zaman). Yani ben popülerliğin düştüğünü direkt ekonomik etkiler ile bağlantılı olduğunu sanmıyorum. Allah aşkına Sevan abi, sen o zamanlarda yaşadın; Almanya deli gibi kalkınırken, İngiltere sendikalardan dolayı yerin dibine girdi kaç yıl. Sağolsun Thatcher halletti de sendikaları anca toparladı. Sonra garibim kadın 80'lerin ortalarında delirdi iyice ama o ayrı mesele. O zaman bile insanların mantıklı nedenlerden dolayı mı sendikaları desteklediğini düşünüyorsun? Kuzey Britler hâlâ deli gibi laborcı.

    Yani bir etkisi olsa bile bu adamların anlayabileceğini düşünmüyorum. Kendine bakmayıp, tepedeki %1'den bahseden insanlardan sıkıldım açıkçası ben. Komplo teorilerinden sıkıldım.

    Ve tamam, eşitsizlik artıyor kabul ama birinin artıp birinin azaldığı yok. Dünya hiç olmadığı kadar iyi durumda. Belki muhafazakarlığından kaynaklı tüketici kültürünü sevmeyebilirsin, hak veririm ama doğrusunu söylemek gerekirse tarihin her noktasında önceki nesiller, tüketicilik ya da türlü hedonizmle suçluyor bir sonraki nesili. Şimdiki sistem değişse de tüketicilik kültürünün değişeceğini de sanmıyorum. Sistemden çok insan ile alakası var. Le Bourgeois Gentilhomme'da bahsetti bunlardan Moliere. İnsanların kendileri hakkında o kadar inflated fikirleri var ki, batının ya da dünyanın sonunda doğma ihtimalinin çok küçük olduğunu fark edemeyip, kendi suçlarını başkalarına atıyorlar. Sıkıcı biraz. https://humanprogress.org/article.php?p=74

    Bir de neoliberal artık anlamını kaybetti gibi abi ya. Artık anlamından çok birini suçlamak için kullanılıyor sanki. Bilmem sen ne düşünüyorsun...

    ReplyDelete
    Replies
    1. "Dünya hiç olmadığı kadar iyi durumda" !! Bu görüşe katılmak pek mümkün görünmüyor. Neye göre, kime göre iyi. Ben tersini düşünüyorum, her sene insanlık tarihinin en kötü senesi. Dünyayı gemi, insanları fare gibi düşünürsek, ambarda yiyecek kalmayınca biribirini yiyecek fareler gibi...

      Delete
  6. "Bireyin akıl ve vicdanının özgürlüğünden daha önemli bir dava," iktisadi eylem sınırsızlığı olmasın sakın.
    ,'Kaynaklar sınırlı, üretimi tüketimi plânlasak' denince parlayanlar hakikaten özgürlük denince vijdan ve ifade özgürlüğünü mü anlıyorlar en önce emin değilim hakikaten. ABD ve dünyadaki gelir uçurumu friedman iktisadının yol kazası mı yanlızca. Ona 'tüh' derken sosyalizme katı bir tu kaka muamelesi reva mı bilmiyorum.

    ReplyDelete
  7. Anarşi, hemen şimdi!

    ReplyDelete
  8. Hocam "Batı battı" deyince Batı Roma'nın çökmesi gibi anlaşılıyor.
    Adamlar askeri-iktisadi-teknolojik kalemlerden emperyal güç olmaya devam ettikleri sürece vatandaşlarının çoğu açlıktan kırılsa da "battı" dememek lazım sanki.
    Yoksa bu kalemlerde de mi düşüş görüyor/öngörüyorsunuz?

    ReplyDelete
  9. Selamlar;

    Temel liberal ilkeleri ele aldığımızda, bu ilkelerin gelişmiş ülkelerin uyguladıkları ilkeler olduğunu söyleyebilir miyiz? Gelişmelerinin sebebine, bu ilkeleri uygulamış olmalarını koyabilir miyiz?

    Bu ilkelerden en önemlilerini sıralayacak olursak; sınırlı devlet, bağımsız ve tarafsız yargı, serbest piyasa ekonomisi, temel hak ve özgürlüklerin herkes için savunulması ve son olarak bireycilik. Bu ilkelerde yanlış olan hangisi?
    Son olarak; bu ilkeleri hakkıyla uygulayıp başarısız olmuş bir örnek var mı?

    ReplyDelete
  10. yazılarınıza doyum olmuyor, keşke daha çok ekonomi-politik makaleler yazsanız, uzun ve sağlıklı bir ömür dilerim.

    ReplyDelete
  11. 1 - Gelecek 10 yıl içerisinde enerji sorununu kökten çözecek buluşlar ve icatlar sisteme dahil olacak. Zaten şuan hali hazırda bu konuda epey hamle yapılıyor. Ucuz veya bedavaya yakın, sınırsız enerji ile insanlığın yaratacağı devinim belirsiz ama bunun olması yakın.

    2 - Ne Batı battı ne Doğu'da sorunlar çözüldü. Artık internetin ve onunla beraber gelişen uluslararası iletişim ağının yarattığı bambaşka bir ivme ve başkalaşım söz konusu. Sosyoloji değişiyor, değişmeye mecbur. Artık birilerinin elinden tutup ünlü ettiği insanlar yerine birbirine destek veren topluluklar ve kendi emekleriyle ortaya çıkan insanlar var.

    3 - Dijital kütüphanelerin yarattığı/yaratacağı değişimin henüz başındayız. Sınırsız bilgiye bedava ulaşma imkanı günümüzün olağanüstü özelliğidir. Gutenberg'in matbaasının yarattığı etkiyi en iyimser tahminle 1000 ile çarpmak gerekiyor

    4 - Türkiye'nin serbest piyasadan geri dönme ihtimali zayıf. Koruma tedbirlerinde aşırıya gitme olsa da henüz kambiyo rejimine geçilmediği müddetçe böyle olacağını söylemek zor ama zayıfta olsa her ihtimali düşünmek gerek.

    5 - "Neoliberal söylem", bir dönemin "emperyalizm" sözcüğünü doldurdu. Perinçek kitaplarında ve konuşmalarında binlerce kez tekrarlar, bıkkınlık verir. "Neoliberalizm" tılsımlı bir kötü tanımı haline gelmiştir. Sizde Perinçekleşmeye başladınız. Zaten komplo teorilerine iyice sarılmanız epey enteresan.







    ReplyDelete
  12. Üzerine çokça düşündüğüm konulara değinmişsiniz, elinize sağlık. Ben de bir-iki not düşmeden edemeyeceğim.

    Türkiye'de, özellikle siyasi söylemler bazında her yanı kaplamış bulunan aşırı devletçiliğe ve bireylerin özel hayatlarının daimi bir tehdit altında bulunuyor olmasına karşı, özellikle sosyal medyadaki kimi mecralarda giderek büyüyen bir liberteryenizm/klasik liberalizm çığırı mevcut. Kendisini bu çığıra kaptırmış olanların ideolojik besin kaynakları Hayek, Friedman, Mises, Ayn Rand gibi isimler. Liberalizmin daha "mutedil" daha "sosyal" isimleri neredeyse hiç zikredilmiyor. Keynes'ten, Beveridge'den, Green'den bahsedeni bugüne kadar hiç görmedim desem yeridir.

    Bu insanların özgürlükler konusundaki hassasiyetlerini anlıyor ve bir ölçüde paylaşıyorum fakat refah devletine karşı yer yer patolojik hale geldiğine inandığım tepkilerini kavramakta zorlanıyorum. Refah devletini özgürlüğe düşman olarak gören, her koyunun kendi bacağından asılması gerektiği felsefesini şiddetli bir dille tekrar eden bu kimseler sizin de bazılarına değinmiş olduğunuz tehlikelerin farkında değiller ve bana kalırsa, meseleyi, kimi yönlerden eksik biçimde tahlil ediyorlar.

    Geçenlerde Friedman'ın refah devleti eleştirisi içeren konuşmasını izledim. Kendisi bu devlet tipinin kurumsallaşmasının arkasındaki felsefeyi bir çeşit elitizme dayandırarak daha en başta hatalı bir çıkış gerçekleştirmiş: Refah devletinin sosyalist hareketlerden tutun da liberalizmin fırsat eşitliği vaadini yerine getirme kaygısına kadar -ki bu kaygı modern liberalizmin de kaygısıdır- uzanan ve modern devletin yoksullukla savaş görevini vakıflardan, cemaatlerden devralması hamlesini de içine alan çok ama çok geniş bir meşruiyet zemini var. Ama liberteryenlerin bu geniş zemini görmek istediklerini, gördüklerini pek zannetmiyorum.

    Bu göremeyiş, Türkiye gibi ülkelerin sosyolojisine dair bir körlükle el ele gidiyor. "yalnız ve çaresiz kalan insanlar kendilerini dinî cinnet hareketlerine kaptırdıkça, her yıl başka bir meczuplar cemaatini terörist ilan edip kılıçtan geçirmeye mecbur kalırsın." cümleniz bu sosyolojik gerçeği yakalamış gibi. Kamusal eğitim-sağlık budanıverirse, ortalık tarikatların okullarına, hastanelerine, yardım ağlarına kalır, bu ağlar da liberalizme en hafif tabirle düşman bir hayat tarzını besleyen yapılar olarak liberal değerlere/dokulara zarar verecek kitleler yetiştirir.

    Bunun da yanında, liberalizmin, insanları hayatlarını kendi tercihlerine göre yaşama hakkı vaadi suya düşmüş olacaktır. Kendilerinden büyük ekonomik engellerle başa çıkamayacak olan bireye, devlet neden fırsat eşitliğini tesis etme namına yardımcı olmasın ki? Green gibi adamlar bunu yüz küsür sene önce açıklamışlardı.

    Ancak bu yardım düşüncesinin hem şirazesi kaydı hem de refah devletinin sosyalizan savunuları meseleyi karmaşıklaştırdı. Refah devletini sadece fırsat eşitliği sağlayıcısı olarak değil ,aynı zamanda yumuşak bir sistem değişikliğinin aracı olarak gören, devletleştirme yoluyla kapitalizmden kurtarılmış bölgeler kurmayı planlayan anlayışlar devreye girdi. Fırsat eşitliğine yeniden dağıtımcılık düşüncesinin izleri bulaştı.

    Bugün gelinen noktada, - Üçüncü Yol'un "sosyal yatırımcı" sıfatıyla birlikte düşünülmesi gereken- refah devletinin, yarışa başlama noktasında bir eşitlik sağlamasından fazla bir şey yapmaması, yarışın sonuçlarına müdahil olmaması gerektiğini düşünüyorum. Hantallaşmayacak, sadece gerçekten yarışmaya istekli olanları kabul edecek bir yapılanma hem 1980 öncesinin müsrif refah devletine geri dönülmesini engelleyecek hem de sınıf hareketliliklerini kolaylaştıracak-bireylerin bulundukları tabakalardan daha yüksek tabakalara tırmanmalarını/kendilerini gerçekleştirmelerini mümkün kılacak bir çözüm olabilir. Bu, yukarıda belirttiğim gibi, liberalizmin vaadinin gerçekleşmesini de sağlayacaktır. Ne dersiniz?

    ReplyDelete
  13. Türkiye'de niye tutmadı Liberalizm? Asıl bunun hakkında bir makale bekliyoruz.

    ReplyDelete
  14. Libosizm cesitli nedenlerle ( Nedeni para veya aptallık olabilir ) dünyaya sadece liberalizm penceresinden bakmak yani "yobazlık" yapmaktır......

    Zeki bir liberal bireye "sadece devletin" baski uygulamadigini bilir......

    Mesela Afganistan'da devlet diye birsey mi var?

    Peki Afganistan'da ozgur birey var diyebilir miyiz?

    Kimlikler / cemaatler / dinler / sosyal cevre / akrabalar / sirketler vs.vs. bireye cogu zaman devletten "cok daha fazla" baski uygular.....

    Mesela liboslar turbanin bir özgürlük değil "ozunde dini bir yasak" olduğu gerçegini görmezden geldiler.

    Peki sonuçta ne oldu?

    Memleketteki butun özgürlük alanlari "yok oldu"....

    Hayatta mutlak doğrular yoktur.

    Bazen devletin bireyi ozgurlestirmek için baski uygulamasi (civi çiviyi söker) gerekir.

    Üstelik atalarimiz boşu boşuna dememiş insan insanin kurdudur diye.

    Iyi orgutlenmis bir devletin olmadigi yerde ne özgürlük kalir nede medeniyet gelişebilir...…..

    Üstelik Turkiye gibi az gelismis ulkeleri ozel sektor degil ancak devlet kalkindirabilir……

    Zira "mesela" küresel pazarda taninan bir araba markasi yaratmak için bir yigin deneme yanilma yapmak ve "yuz milyar dolara" yakin para harcamak lazim…….

    Üstelik bu kadar para harcayıp basarisiz olma riskide var....

    Ozel sektör asla böyle buyuk bir riski almaz...…

    Guney Kore ve Japonya'yi ozel sektör değil devlet kalkindirmistir.

    Mesela Samsung Guney Kore devletinin "yarattigi" bir firmadır....

    Japonya sanayisini gelişinceye kadar yüksek gumruk duvarlarinin arkasina saklamistir....

    Liberalizm "serbest ticaret" demektir ve serbest ticaret cogu zaman "güçlülerin" isine yarar.

    Iste tamda burada liberalizmle libosizmi ayırmak lazim.

    Yobaz olmayan bir liberal ( yani para veya aptallıkla "dejenere" olmamis bir liberal ) dünyaya sadace liberalizm penceresinden bakmaz zira hayatin sadece liberalizmle aciklanamayacak kadar karmasik olduğunu sezer yada bilir......

    Iyi gunler



    ReplyDelete
    Replies
    1. "Bazen devletin bireyi ozgurlestirmek için baski uygulamasi (civi çiviyi söker) gerekir."!!
      tarihten hic ders almayanlardansiniz herhalde. ataturk sizin dediginizi denedi de ne oldu? sovyetler denedi de ne oldu? hangi sistem sizin bu dusuncenizi kullanarak basarili oldu? bir tane ornek var mi?

      Delete
    2. > Bazen devletin bireyi ozgurlestirmek için baski uygulamasi (civi çiviyi söker) gerekir.

      Şu cümleyi okuduktan sonra kahkaha attım. "Özgürleştirmek için baskı uyguladık" diye bahsedilen her proje özünde devletin makbül vatandaş yaratma projesidir. Boyun eğmeyen ya da makbül vatandaş olmak için gereklilikleri sağlayamayan (farklı din, etnik farklılıklar vs.) her topluluk ya vatan haini diye yaftalanarak ya öldürülür ya sürülür ya da türlü türlü baskılarla yavaş yavaş yok edilir.

      Devlet bireyi özgürleştirmek istiyorsa bireyin hayatına burnunu sokmaktan vazgeçsin.

      Delete
    3. Zorunlu eğitimide kaldıralım o zaman.

      Çocuk belki okula gitmek istenmiyor.

      Yada adam kızını okula göndermek yerine evlendirmek istiyor.

      Bireye sadece devlet "baskı uygulamaz"...

      O adam kızını okula göndermek "zorunda".

      Devlet adama bunu "zorla" dayatır.

      Direnirse çocuğu "zorla" elinden alır....

      İşte çivi çiviyi söktü....

      Artık özgür bir bireyimiz var ( kız çocuğu ) var....

      İyi günler

      Delete
  15. Turkiye son 20/30 yilda deliler gibi zenginlesmedi.

    Turkiye ekonomisi 30 sene oncede ilk 20'deydi hala ilk 20'de.

    Turkiye 30 sene oncede alt orta gelirli bir ulkeydi hala orta gelirli bir ulke.

    Yani Turkiye ekonomisi "yerinde saydi"....

    Tek fark su :

    Turkiye ekonomisi eskisinden cok daha kirilgan..............

    ReplyDelete
    Replies
    1. Herkes zenginleşirken sırası aynı kaldıysa zenginleşmiş demektir. Yarışta herkes derecesini iyileştirdiyse senin de aynı oranda iyileştirmen lazım ki sıralaman aynı kalsın. Yazıda diğer ülkelerle değil göreceli olarak kendisinin 30 yıl önceki haliyle karşılaştırıyor ki haklı.

      Delete
    2. Zenginlik göreceli birşeydir.

      Herkezin 10 lirası varken senin 2 liran varsa fakirsindir.

      Türkiye'nin durumuda bu.

      Eskindende batının 10 lirasına karşılık 2 lirası vardı.

      Hala batının 10 lirasına karşılık 2 lirası var.

      Yani sen hala "fakirsin"....

      Ha fark yok mu?

      Elbette var : nüfus artışı....

      Delete
  16. Tek çözüm bireysel özgürlük değil bireysel eşitliği herşeyin önüne koymak.

    Zira eşitlik yoksa özgürlükte yoktur.

    Mesela bir para babasıyla benim oyum bir olabilir mi?

    Bir para babasıyla ben hukuk önünde eşit olabilir miyiz?

    Yani liberalizmin eşitlik söylemi "palavradır".

    Aslında dünyada olanda şu :

    Kitleler artik bu "palavraya" inanmıyor.........

    Sorunların çözümüde sistemi tutarlı hale getirmek yani insanların palavradan değil gerçekten eşit olması.....

    Sistemi tutarlı hale getirmezsek çelişkiler giderek büyüyecek ve sonunda hep birlikte "cehennem çukurunda boğulacağız" benden söylemesi....

    İyi günler

    ReplyDelete
  17. Davranıșsal iktisadi literatürü takip eder misiniz? Sizce libertarian paternalism oksimoron mudur? Economist dergisinin son sayısında bulunan Yeni Liberal Manifestoya yorumunuz ne olur?

    ReplyDelete
    Replies
    1. https://www.economist.com/leaders/2018/09/13/a-manifesto-for-renewing-liberalism

      Delete
    2. Sayın Köroğlu, linki paylaştığınız için teşekkür ederim.

      Delete
  18. Yo yo lütfen unutmayın. Tam da güzel yere gelmişken. Memleketin kısır tartışmaları arasında bir vaha gibi bu tip dünyanın gidişatına bakan, üstelik ideolejilerden azade fikri hür, vicdanı hür yazılar. Ziyadesiyle makbule geçiyor.

    Yazının geldiği noktada benim de merakım şu. Wallerstein'i duymuşsunuzdur da ne kadar takip edebildiniz bilemediğimden izninizle kısa bir özet. Bu amcam uzun yıllardır dünya ekonomi-politik sisteminin artık tıkandığını, miadını doldurduğunu bir faz değişimiyle bu asırda bambaşka birşeye geçeceğimizi vazediyor. Geçilecek şey bir tiranlık da olabilir, başka bir dünya mümkün de. İkincisi olacaksa benim yorumuma göre bunu doğuracak denemeler suyun başını tutanlardan gelemez. Onların hemen arkasında hizalanmış belli bir insan sermayesi, kültür, tarih birikimi olan ülkelerden gelebilir. Türkiye'den ümitliydim bu mevzuda (bkz matematik köyü) ama RTE feci bir çelme taktı. Çin'de tek parti, Hindistan fazla eklektik, İran'ı rahat bırakmıyorlar. Batı'nın çeperi misal iskandinav ülkeleri filan universal income vb. ile bir deneme yapar mı? O da zor geliyor bana yeterince zengin ve rahatları yerinde. Geriye Güney Amerika, bilhassa Brezilya kalıyor. Uzaktan fena gözükmüyor ama ta buradan nabız tutmak zor. Sizin görüşünüzü bu yüzden hayli merak ettim. Teşekkürler.

    ReplyDelete
  19. Yukarıdakini yazdıktan sonra aklıma gelen bir diğer ihtimal de bu gelecek nasıl gelecek mevzusunda şöyle.

    Cemalettin Nuri Taşçı bir süredir blogunda artık asıl mücadelenin ülkeler arasında değil şehirliler ve kasabalılar adını verdiği her gelişmiş ülkede mevcut hayat biçimleri, beklentileri, imkanları farklılaşmış 2 zümre arasında vuku bulacağını öngörüyor. Bu okumaya göre belki de projektörleri ülkelere değil şehirlilerin kendi aralarında başka bir dünya mümkün adına ne kadar örgütlenebileceğine çevirmek gerekiyor. Bu ihtimal gerçekçi geliyor mu size? Taşçı'nın şehirliler kasabalılar okuması hakkında ne düşünüyorsunuz?

    ReplyDelete
  20. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1164402/Evrak-i_Metruke_ye_zeyl__ek_.html
    “Roma proletaryası toplumun sırtından geçiniyordu, oysa modern toplum proletaryanın sırtından geçiniyor. Antik dönemdeki sınıf mücadelesi ile modern sınıf mücadelesinin maddi, iktisadi koşulları bu ölçüde farklılaşırken, bunların siyasal ürünleri arasındaki ortaklıklar da Canterbury başpiskoposu ile Yüksek Rahip Samuel arasındaki ortaklıktan daha fazla olamaz.” (Karl Marx, 23.6.1869. Fransız Üçlemesi; “Louis Bonaparte’nin On Sekiz Brümaire’i”, Yordam Kitap, s.144)
    ***
    Türk toplumunun bugünkü durumu İmparatorluk Roması’nın çöküş dönemine benziyor. İmparatorluğun yükseliş döneminde Hazine, imparatorluk çevresinden alınan haraçlar ve eyaletlerden gelen vergi ve avantayla besleniyordu. Başkent ahalisi devlet tarafından maaşa bağlanmıştı. Bir mesleği olmadığı için çalışmıyordu. Çalışmadığı için mesleği yoktu. Yıkılım başlayınca sefil ve rezil oldu!
    Türk emekçi sınıfının sırtından sadece kapitalist burjuva sınıfı değil, aynı zamanda, benim “asalak yığışım” adını verdiğim postlümpen proletarya da geçiniyor. Tıpkı Roma’da olduğu gibi.
    ***
    Türkiye’de kentleşme sanayi ve tarım devrimlerinin sonucu değildir. Tam aksine sanayi ve tarım devrimlerinin gerçekleşmemesinden kaynaklanmaktadır. Avrupa’da sanayi devrimi köylüleri topraktan koparttı ve kentin varoşlarına getirdi ve onları işçiye dönüştürdü. Türkiye’de topraktan kopup kente yığılanları öğütecek sanayi olmadığı için bunlar mesleksiz proleterlere dönüştü ve asalaklaştı.
    ***
    Kendi sınıf partisine değil de patronların partisine oy veren kitleye işçi sınıfı denemez. Günümüzde, emek ve bilgisini ücret karşılığı satan herkes artık işçidir. Memurlar ve emekliler de işçidir (emekçidir). Sanayi proletaryasının 19. yüzyılda kapsadığı alan genişlemiştir. Günümüzde sanayi ve tarım işçisi ile bilgisayar programcısının çıkar hedefleri aynı yerdedir.

    ReplyDelete