Sunday, October 18, 2020

Etnik temizliklere dair birkaç düşünce

“Falan milletin ezeli ve ebedi yurdu” türünden söylemler boş hamasettir. Hiçbir yerin tapusu hiçbir millete verilmemiş. Toplumlar gelip gitmiş. Bir süredir Rumeli’nin köy ve kasabalarına bakıyorum. Bazı yerler var ki takip edersen başın döner: Rum gitmiş Çerkes muhacir iskan etmişler, onlar tehcir edilmiş Bulgar yerleşmiş, komünist rejim boşaltmış bu sefer Türkler dolmuş. 100 değil 110 yıl önce Drama ilinin yarısı Müslüman ve Hıristiyan Bulgar, diğer yarısı Türkmüş; Rum yok gibi bir şey. Şimdi tamamı Karadeniz muhaciri Rum. Gidenin gelenden daha mı fazla “hakkı” var? Yeniler eskilerden daha mı kötü insan? Gelmeyip ne yapacaklardı? Denize mi dökülseler, evsiz mı kalsalar? Başka yer: Bir zamanlar deden Nablus’a birkaç zeytin ağacı dikti diye orası ebediyen senin mi oluyor?

Kültürel miras belki bir çeşit manevi hak yaratır. Adam yaşamakla kalmamış, eser vermiş, köy ve kasaba yapmış, yaşam gustosunu dillendirmiş. Onların öksüz kalması acı, evet. Ecdadın orada inşa ettiği cami ile medresenin bilmeyen ellerde heder olması, mezarlarına otopark açılması, hatıralarının hoyratça çiğnenmesi insan olanın kalbini burkan şeyler. Ama yazık ki hayat işte böyle. Dededen kalma konak mirasçılara dert olur; sonunda yıkılır. Aynı milletin evlatlarının elinde kalsa sonuç çok mu farklı olacaktı? Anadolu’da kaç tane tarihi çarşı kalmış ki Rumeli’dekilerin tahribi o denli isyan ettirsin?

*

Asıl trajedi bir toplumun silah zoruyla yerinden sökülmesidir. 20. yüzyıl bunun yakıcı örnekleriyle dolu, 1945’te Doğu Avrupa Almanlarının sürgününden tut, 1947’de Hindistan’da Müslümanlarla Hinduların karşılıklı göçüne dek. Hemen hepsinde hesapsız kan akmış; aileler dağılmış, mal mülk perişan olmuş, anılar parçalanmış, yeni bir ülkede sıfırdan hayat kurmanın acıları bir kuşak, bazen iki kuşak boyunca aşılamamış. Yakından tanıdığım şeyler bunlar benim. Yalnız Amerika’ya, Fransa’ya göçmeye zorlanmış Ermeni akraba ve tanıdıkları değil, Selanik mübadili olan Şirince köylülerini de bilirim. Ana babası Sudetenland sürgünlerinden olan Alman sevgilimi de başka yerde anlatmıştım. (Hindistan göçünü merak ederseniz William Dalrymple, City of Jinns’i okumanızı öneririm.)

İnsan olmanın oldukça basit bir gereği bence. İstila ve etnik temizlik kötü bir şey. Geçmişte kalmışsa ayıplanmalı, halen ihtimal sahasındaysa karşı çıkılmalı ve önlenmesine gayret edilmeli. Dağlık Karabağ ezkaza Azerilerin eline düşecek olursa katliam güçlü olasılıktır; bir şekilde o önlense dahi oradaki Ermenilerin kitlesel sürgünü veya firarı kaçınılmazdır. O halde önlenmeli. İsrail kazara gardını düşürür ve Arap ordularının istilasına uğrarsa olacak olanlar bellidir; o halde tedbiri alınmalı ve Kudüs’ü fethetmekten dem vuran sorumsuz demagoglar lanetlenmeli. 1922’de İzmir’de olan, özetle, bir milyonu aşkın Anadolu Rumunun yurdundan sökülüp atılmasıdır. Bayram diye kutlayanlara iyi gözle bakılmamalı.

Oldukça basit, değil mi?

İlk başta söylediklerimle çelişiyor mu? Sanmam. İki ayrı perspektif, iki ayrı hakikat düzlemi. Biri diyor – misal – insanlar ölümlü; öbürü diyor insan öldürmek kötü. İlki diyor ki, kardeşim sürüldüysen sürüldün, geçmişe mazi, bir zamanlar deden orada otururdu diye bir hak iddia edemezsin. İkincisi diyor ki insanları yurdundan sürmek kötü bir şey, yapanlar ve niyet edenler kınanmalı. Var mı bir çelişki?

*

Toplumsal yapı az çok sağlamsa, yeni ülkeye intibak süreci on ila yirmi yıl, bilemedin bir kuşak sürer, yani otuz yıl. Yeni hayat kurulur, dil öğrenilir, iş yaratılır, oranın yerlisi olan yeni bir kuşak yetişir. Bazı yaralar hiç iyileşmez belki, bazı anılar ölünceye dek insanın peşini bırakmaz. Ama hayat dediğin şeyin acısız olduğu nerede görülmüş? Olsa zaten pek yavan olurdu. Kaldı ki eskileri kovup yurdunu sahiplenenlerin de geldikleri yerde oluşan bir hayatı var. Yirmi veya otuz yıl sonra yetişen yeni kuşakları var. Babalarının zaptettiği yerlerde doğup büyüyenler neden doğup büyüdükleri yerin yerlisi sayılmasın?

Sanırım yirmi veya otuz yıl limit olmalı. Zorla zaptedilen yerleri o süre içinde sahiplerine iade edebiliyorsan ne ala, elinden geleni ardına koma. Ama otuz yıl sonra konu kapanmıştır. Gidenler yeni hayatlarına ayak uydurmuş, oranın yerlisi olan bir kuşak yetişmiştir. Gelenler yerlileşmiş, babalarının günahına ortak edilemeyecek bir nesil doğmuştur. El sıkışırsın. Eskilerin hatırasına belki bir iki heykel meykel koyarsın. Çözülmemiş mal mülk vakıf davaları varsa parasal bir hal çaresi ararsın. Meşruiyet kuşkusu ve kaybetme kaygısı ortadan kalkarsa belki galipler de eskilere karşı daha komplekssiz olma imkanı bulur; onların anılarını ve eserlerini varoluşsal bir tehdit değil, kültürel bir miras gibi algılamayı öğrenir.

Filistin davası en geç otuz yıl içinde halledilmeliydi. Yenildin, rövanşı birkaç kez denedin, yapamadın. Bitti: Yeni hayatını kurmaya odaklan. Arap devletlerinin ve Avrupa riyakarlığının kurbanı olan Birleşmiş Milletler, bu hakikatle yüzleşemediği için bence çok büyük hata yapmıştır. Realiteyle bağı kalmamış bir ilkede ısrar etmek meseleyi kanserleştirmiş, barışa değil sürekli gerilime ve savaş tehdidine zemin hazırlamıştır. BM’in inandırıcılığına vurulan ilk ve en büyük darbe Filistin meselesindeki tavrıdır.

Daha sonra aynı aptalca hata Kıbrıs’ta tekrarlandı. Olmuş bitmiş ve düzeltilmesi açıkça imkansız görünen bir durumu normalize etmek yerine, Güney ve Kuzey Kıbrıslıların sükunet içinde yaralarını sarıp yaşamlarını yeniden inşa etmelerine yardım etmek yerine, Kuzey Kıbrıs yok sayıldı. Galip tarafın kendiliğinden boyun eğmesi beklendi. Şimdilik 46 yıl oldu bekliyorlar.

Gerçeklerle dinamik bir şekilde yüzleşmek yerine eski günlerin miadı dolmuş takıntılarına saplanıp kalmak geriyatrik bir belirtidir: kurumsal demans diyelim. Birleşmiş Milletler’in demansı 1990’lardan sonra büsbütün belirginleşti. Dağlık Karabağ bariz vakalardan biridir: Yurtlarından sökülüp atılmamak için altı yıl dehşetli bir mücadele verip galip gelen Ermeniler resmen yok sayıldı ve otuz yıl boyunca barışı sağlamak için hiçbir şey yapılmadı. Aynı şey Bosna’da, Moldova’da, Keşmir’de tekrarlandı; şimdi Kırım’da, Somali’de, Mali’de tekrarlanıyor. Gerçek dünya ile BM’in eski günlerden hatırladığı dünya haritası arasındaki makas gitgide açıldı. Açıldığı için, BM’in gerçek dünyadaki problemlere müdahale etme ve çözüme yardımcı olma imkanları ortadan kalktı.

Bunak amcalar olur, bilirsiniz, dertlere pratik çözüm bulmak yerine aynı bayat mavalları hikmet yumurtası yumurtlar gibi yüzüncü defa anlatmayı sever. Öyle bir şey.

(Arada parantez açıp belirteyim. Bu dediklerim Dağlık Karabağ’ın kendisi için. Otuz yıldan beri boş ve harap duran etrafındaki Azerbaycan toprakları buradaki tanımların hiç birine uymaz.)

*

Bir şey daha ekleyeyim mi, bilemedim. Bilimsel kanıt beklemeyin benden, bu söyleyeceğim sadece bir his. Ama elli seneden beri, çorap koklar gibi bir alışkanlıkla, yenilmiş, zaptedilmiş, marjinalleşmiş dağ ülkelerini gezip tanımayı seven bir adamın hissiyatı.

Ova ülkeleriyle dağ ülkeleri farklıdır. Düz ovaların kendine has bir karakteri yoktur. Kavimler gelir, kavimler gider, pek bir şey değişmez. Aynı ürünler yetiştirilir. Aynı köyler iskan edilir, ya da onlar terk edilip yanı başına tıpkı onlara benzeyen yeni köyler inşa edilir. Aynı kasabalarda aynı pazarlar kurulur, aynı tezgahtarlarla aynı muhabbetler sürer.

Sarp dağ ülkeleri başka. Oralarda yaşamı sürdürmek, bir kuşağın ömrüyle sınırlanamayacak bilgi birikimi gerektirir. Her vadinin, her kayanın adı vardır; her birinin huyu ayrıdır. Bir yerden bir yere ulaşmak için düz bir rota çizmek yetmez. Hangi kayanın ardından hangi tehlikenin çıkacağını bilmek için, kuşaktan kuşağa aktarılan anıları hatırlaman gerekir. Bunlardan habersiz olanlar dağda bir sene bile dayanamaz, yenilirler.

Sanırım bu gerçekleri bildiklerinden olacak eski devletler dağlık bölgeleri az çok kendi hallerine bırakmışlar, halkını boşaltıp kendilerine daha sadık olanlarla değiş tokuş etmeye çaba göstermemişler. Buyurun Dersim, Hakkari, Hizan, Sason, Zeytun, Hemşin. Yahut Girit, Mani, Suli, Rodoplar, Koca Balkan dağı, Arnavut dağları. Beri tarafta Svaneti, Çerkesler, Çeçenler, Dağıstan. Dağlık Karabağ’da durum sanırım aynı. Elli tane Ermeni köyünü yerle bir etmek İran devleti ya da onun yerini alan Rus devleti için çok büyük problem olmasa gerek. Ama etti diyelim; yerine koyduğu köylülerin oradaki çalıları, kayaları, dereleri, vadileri, pınarları ve onlarda yaşayan cinleri öğrenmesi kaç kuşak sürecek?

Kaç kuşak süreceğini görmek için bugün Kürdistan adını alan bölgenin dağlarını dolaşın derim; ufuk açar. Bomboş kalmış Dersim dağlarından başlayın, sefalet ve cehalet içinde boğulan Hizan veya Sason’u, iki bin yıllık bir kültürün yerle bir edildiği dağlarda Kızılay konteynerlerinde Afrika’nın açları gibi sürünen Şırnak köylerini dolaşın. Rodop’ların kuzey yamacında Bulgarlar yerli Pomakları susturup gözden uzak tutmakla yetinmişler. Güney yamacında eski nüfus boşaltılmış, yerine Pontus muhacirleri yerleştirilmiş. Bugün güney yamaçtaki yüzlerce eski Pomak ve Türk köyünün hepsi boş. Çoğunu orman yutmuş. Bir iki hanenin hala direndiği bir köyde köyün tek bakkalı, canından bezmiş, ‘Pontos Genocide’ posterinin altında sinek avlıyor.

Onun için, affınıza sığınarak ve gayri-bilimselliği peşinen göze alarak diyorum ki, düz yerleri fethedip halkını sürmek insanlık ayıbı ve suçsa, dağlık yerlerde iki misli suç sayılmalı.

 

  

 

 

 

 

12 comments:

  1. Sevan abi, 1922 smyrna (izmir) yangını hakkında kapsamlı bir yazı yazar mısın? Türkiye'nin sadece planlı bir şekilde türkleştirilmesini değil, aynı zamanda kasıtlı islamlaştırıldığını düşünüyorum. İzmir yangını ve ardından rumların büyük göçü sonucunda hristiyanlık silindi gitti bu topraklardan.

    ReplyDelete
  2. Sevan Hocam, sondan önceki paragrafta bir muglaklik var.

    Hizan ve Sason'a devletin sonradan yerlestirdigi köylüler uyum saglayamamis, o nedenle sefil ve cahil kalmislar diye anliyorum. Yani sürülen Ermenilerin yerine gelen Kürtler sefil ve cahil kalmislar diyorsunuz dogru anladiysam.

    Ama sondan ücüncü paragrafta Dersim Hakkari Hizan ve Sason'a eski devletler dokunmamis, bu nedenle olduklari gibi kalmislar. Burada da Ermeni yurdu oldugunu bildigimiz Hizan ve Sason'daki halkin ayni halk oldugu, belki sadece din degistirdikleri anlami cikiyor.

    Öte yandan Osmanli'yi eski devlet saymiyorsaniz, yani bu daglarda zorla nüfüsu degistirdiler diyorsaniz, Hizan ve Sason'daki hali hazirdaki halkin aslen Ermeni olmadigi anlami cikiyor bu seferde. Halbuki daha önceki yazilarinizda yöre halkinin dindar Kürt oldugunu ama aslini iyi bildigini ima etmistiniz.

    Hizan, Sason ve Sirnak daglarindakiler sonradan gelip daga uyum saglayamadiklari icin mi perisan oldular? Biz sonradan gelmediler diye biliyorduk, sadece din degistirip asimile oldular diye anlamistik.


    ReplyDelete
  3. Keşke herşey "sürüldüysen sürüldün, geçmişe mazi" demek kadar basit olsa. Eşimin ailesi 1958'de bosnadan gelmiş. Orada amcaoğlu seviyesinde akrabaları var. Halen görüşülüyor, kız alınıp veriliyor. Aynı ortak dil konuşuluyor. Bir yerden sürülünce, herkes dibine kadar kazınacak diye bir koşul yok, birileri orada kalmaya ve bir şekilde yaşamaya devam ediyor(değil mi Sevan Bey?)

    Sadece kişiler de değil, tapulu mal mülk var (Türkiye'de bugün 10.000'lerce kişinin Bulgaristan ve Yunanistan'dan geçerli tapuları var), başka parametreler var vs. "Olan oldu bir kere, ne yapalım, susun oturun!" demek kolay değil. Hem de zalime motivasyon sağlıyor.

    Evet belki arada bir tarihte bir çizgi çekmek gerekiyor. Ülkeler yeniden kurulduğunda (birinci dünya savaşı sonrası gibi?) devletlerin hakları anlamında bazı konuları reset'lense, kişilerin mülkiyet hakları baki mi kalsa?

    Bu arada Dağlık Karabağ konusunda kimse haklı değil. Ama şimdiki "de facto" durumu "de jure" de yapınca daha mı adil bir dünya olacak, millet "ha haklısınız" deyip derdini unutacak mı? Ya iki aya Azerbaycan tüm Dağlık Karabağ'ı ele geçirip, ermeni nüfusu sürünce daha mı iyi olacak?

    İki haksızı bir araya getirip, kimsenin memnun olmayacağı bir ara çözüm bulmak gerek. Mesele işleyen bir sistem yaratmak. Bugünkünün işlemediği kesin...

    ReplyDelete
  4. Hocam tekrar selam, (Hozan ve Sason'u soran anonim kisi)
    Silah zoruyla göc diye bir sart kosmussunuz trajedi olarak sayilabilmesi icin. Balkanlardaki göcler nasil olmustu peki? Hepsinin ekonomik nedenlerle oldugunu sanmiyorum. Rodop'un güneyindeki Bulgarlarin orayi terkedip kuzeydeki Bulgaristan'a siyasi nedenlerle yerlesmelerini anliyorum, ama kalip direnseler baslarina gelen bugün Karabag'in basina gelenin aynisi olmaz miydi? Ya da öteki türlü: Karabag Ermenileri 90'larda tehlikeyi görüp sessizce mali mülkü satip Ermenistan'a yerlesmek zorunda kalsa bu da bir cesit trajedi olmaz miydi?

    ReplyDelete
  5. Ermenistan Israil gibi topyekûn militarize bir toplum oluşturabilir mı? Bugünkü imkanlarıyla çok zor. Bu durumda Karabağ'da eninde sonunda yenilecek. Umarım Karabağ halkı sürgüne uğramaz. Çok maksimalist iddialarla yol aldılar. Dikkatlerini Dağlık Karabağ üzerinde yogunlastirmaliydilar oysa ki. Güzel bir yazı. Şunu ilave etmek isterim şu an dünya üstündeki tüm milletler artifikal. Umarım bu aci gözyaşı bir gün diner. Belki de imparatorluklar çağı tekrar açılır. En azından imparatorluk sınırlarında barış için de yaşar insanlar.

    ReplyDelete
  6. Yazıyı sevdim. Argümanları güzel, çizgisi makul. Özetle diyorsunuz ki toprağa -kimin hakkı olduğu yönünde kısır tartışmalara- değil, insana -orada yaşayan topluluğun yok edilmemesine- odaklanalım... Buna kim karşı çıkabilir?

    Şu tespit de çok yerinde, yazının temeli: ''Meşruiyet kuşkusu ve kaybetme kaygısı ortadan kalkarsa belki galipler de eskilere karşı daha komplekssiz olma imkanı bulur; onların anılarını ve eserlerini varoluşsal bir tehdit değil, kültürel bir miras gibi algılamayı öğrenir.''

    Onu öğrenirlerse belki yeni yerler işgal etme iştahları da dinebilir, ne dersiniz?

    Yerliyi kovup toprağını gasp edene karşı yeni bir neslin yetişeceği bir süre şartı koymanız da akla uygun. Ve evet, Türklerin Anadolu ve en son Kıbrıs macerası da, İsraillilerin Filistin macerası da, Rusların Kırım ve Ermenilerin Dağlık Karabağ macerası da bu açılardan aynı yerde görünüyor. Yaklaşımınızı çok sevdim. Bu sebeple el koyup kamulaştıracağım, kendim de tepe tepe kullanacağım! Artık fikriniz kamulaşmıştır, herkesindir, geçmiş olsun. :)

    Sevan Bey, özledim sizi... Şu engellemeyi kaldırsanız artık face'den? Sağ üstte en köşede ''Hesap'', orada Ayarlar, tekrar Ayarlar, solda bir sütun açılır ve içinde ''Engellemeler'' yazar, tıklayınca benim isim de engellediğiniz onca ad arasında çıkar. Kaldırırsanız makbule geçer. :)

    Selamlar,
    Fırat

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yok Sana Sevan Nişanyan, defol ırkçılık treninden istediği zaman inebileceğini sanan hipokrit!

      Delete
  7. II. Dünya Savaşı'ndan sonra müttefik devletlerin kurduğu mahkemelere hiç yakalanmayıp, çeşitli yollarla kaçıp, dünyanin çeşitli ülkelerinde gizli kimliklerle yaşamış pek çok Nazi, siyasetçi ve asker var.

    Bunları avlamak ("Nazi hunter") için bir Yahudi harekete geçti: Simon Wiesenthal (1908-2005)

    Simon Wiesenthal, Mauthausen-Gusen toplama kampından 5 Mayıs 1945'de kurtulmuş. Ve o andan itibaren, Nazileri avlayıp, mahkeme önüne çıkarmak için ömrünü araştırma yapmaya adamış.

    Adolf Eichmann'ın Arjantin'de yakalanması, Wiesenthal'ın en önemli başarılarından biridir. (Hannah Arendt'in bu konu hakkında çok önemli bir kitabı da var. "Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs'te")

    Eichmann, 1962'de idam edildi.

    Wiesenthal, 2005'te eceliyle öldü.

    2020'de bile, yaşı 90'ın, 100'ün üstünde, hâlâ yakalanmamış Naziler var çeşitli ülkelerde.

    Şimdi:

    II. Dünya Savaşı'nın ve "holokost"un üzerinden tam 75 yıl geçti. Artık, 2020 yılındayız.

    Soru 1: Bugün bile, ihtiyarlamış Naziler'i avlayıp mahkeme önüne çıkarmak için uğraşan kişiler, teşkilatlar var mı?

    Soru 2: Toplama kamplarından canlı çıkabilmiş Yahudilerden bugün hayatta olanlar, intikam duygusuyla dolu bir şekilde mi ömürlerinin son demlerini yaşıyor?

    Soru 3: Bu Yahudilerin bugünkü torunları, kamplarda katledilmiş anneannelerinden, kamplarda katledilmiş dedelerinden miras kalmış "acıları" kendi beyinlerinde, kalperinde taşımaya istekli mi?

    Soru 4: Yeni jenerasyon Yahudiler, "holokost" meselesinde; hınçla, intikam ateşiyle dolu bir hayat mı yaşıyorlar? Yoksa "geçmiş, geçmiştedir" diyerek, miras kalan acıya kendi hayatlarında daha az mı yer vermeye çalışıyorlar? Hangisi?

    ReplyDelete
  8. Dağlık Karabağ ve etrafındaki bölgelerden kovulan Azerbaycanlılar ne olacak? Bir sürü insan var babası dedesi oradan göçmek zorunda kalmış, evi köyü kasabası bugün mahvolmuş halde. Dağlık Karabağ hukuka göre de Azerbaycan toprağı, şu anda savaş Azerbaycan toprağında yapılıyor. Ermenistan askerinin oradan çıkması şart.

    Yahu bir kere Ermenistanın Genceyi bombalaması vahşet, tam bir rezillik. Gence ne alaka? Şimdi Azerbaycan da kalkıp Erivanı mı bombalasın? Savaş suçu, başka bir şey değil. Leş kargası diasporanın gazıyla halt yiyorlar oralarda. Ama bir sürü yeri Azerbaycan geri aldı, daha da alacak, dönüşü olmaz artık. Bu arada İsrail Ermenistan'dan yana sanıyordun, İsrail'in yardımı nasıl belirleyici oldu savaşta gör, o salaklığını da unutmadım.

    ReplyDelete
  9. Sonunda Büyük Ağabey kırmızı çizgiyi çekene kadar bu savaş sürecek. Muhtemelen bu çizgi Azeri ilerleyişi büyük nüfus göçü yaratmayacak noktaya, Karabağ sınırlarına varana kadar ilan edilmeyecek. Birçok yerde tekrar edilen iki yanıltıcı argüman var. İlki, Ermeni Azeri çatışmasında Rusya'nın koşulsuz Ermenileri destekleyeceği. Bu reelpolitik olarak da tarihsel olarak da yanlış. Rusya Azerbaycan'ı Türkiye ve ABD'ye terk edemez. İki tarafı da, tıpkı ABD'nin yıllarca Yunanistan ile Türkiye'ye olan politikası gibi idare etmek zorunda. İkincisi bu savaşın Türkiye'nin kafkaslara girişi anlamına geleceği. Rusya'nın da buna izin vermeyeceği. Türkiye soğuk savaşın sonundan bu yana zaten orada. Azerbaycan bu doğalgaz yatakları üzerinde oturmaya devam ettiği müdddetçe de bu değişmez. Belki Karabağ hadisesi olmasaydı "Azeri" kimliği post komünist dönemde bu kadar "türki" yerleşikleşmezdi. Artık mümkün değil. Minsk grubu ve İran'ın politikaları düşünülünce Azerbaycan için Türkiye adı anmaya değer ülkeler arasında tek güvenilir müttefiktir. İki tarafta birbirlerinin eksiklerini tamamlayacak artılara sahip.

    Hesaplar orta ve uzun vadede Ermenistan'ın müreffeh varoluşunu olanaksızlaştıracak stratejiler üzerine kuruluyor. Azeriler ile barış sağlanmayıp, Türkiye ile sınırlar açılmadıkça Ermenistan'ın dünyanın en hızlı nüfus kaybeden ülkeleri listesinde tepeden inme şansı yok. Amerika ya da Fransa'nın Ermenistan'ın geleceğinde kayda değer bir katkısı olmayacak. Rusya hamiliğinin son 20 yıllık bilançosu da net. Yakın gelecekte olabilecekleri sadece İsrail'in politikalarına bakarak bile sezebilirsiniz.

    Bu iki komşuya kuduz köpek gözüyle bakılırsa, en iyimser senaryoyla belki bu varta 2-3 reyon kaybıyla atlatılır, 170 bin kişinin yaşadığı bir coğrafya belki bir 10-20 yıl daha saf ermeni olarak elde tutulabilir. Sonra?

    ReplyDelete
  10. “Yeni gelenlerin bu çalıları, kayaları, dereleri, vadileri, pınarları ve onlarda yaşayan cinleri öğrenmesi kaç kuşak sürecek?” Bunlar hayli dokunaklı sözler. Gelişmelerin sizi üzdüğü ve halet-i ruhiyenizi etkilediği anlaşılıyor. Tabii bu dağ-ova ayrımıyla -her zaman olduğu gibi- Rumeli (ve Kırım-Kafkas) sürgünlerinin yaşadıkları vahşet ve ıstırap Hristiyanlara kıyasla çok daha önemsiz gösterilmiş ama olsun. Bu sefer biraz empati belirtileri var sanki. Bana traşı uzamış perişan esirlerin ve bir okula sığınmış çocuklu ailelerin görüntüleri dokundu açıkçası. Ne var ki savaşların doğası budur. Bir kaç kişinin işlediği günahın bedelini her zaman fukara masumlar öder. Tıpkı otuz yıl önceki ilk savaşta olduğu gibi. Ermenistan’ın nüfusu ve kaynakları bu kadar geniş bir toprak parçasını doğru dürüst imar ve iskân etmeye yeterli değildi. Âmiyane tâbirle ‘yutamayacakları bir lokma almışlardı ağızlarına’. Minsk Üçlüsü denen sahtekârlar tiyatrosu da hiçbir zaman sorunun kökten çözümü için (Yani Karabağ’ı istiyorsan ‘Rayonları’ ve Zangezur’u vermelisin şeklinde) kendilerine en küçük bir baskı yapmadı. Fransa ve California tayfası da -bir zamanlar Yahudilerin yaptığı gibi- ‘Yeni bir vatan kuruluyor. Haydi, herşeyimizi satıp gidelim, bir fidan da biz dikelim’ demedi. Rahatlarını bozmadan, bağış kutularına para atıp, Senatör Menendez gibi satılık bir kaç şişkoyu beslemek ve ‘Ah Türkiye Vah Türkiye’ edebiyatı yapmak daha kolaydı. Ki o bağış ve yardımların da fukara Ermenistan halkı yerine kimlerin kursağına gittiği ayrı bir yazının konusudur. Şimdi korkarım, dimyata giderken eldeki bulgurdan (yani Karabağ’dan da) olacaklar. Zira Azerbaycan, ‘Nasıl olsa bir gün Güney de hürriyetine kavuşacak, yemişim Zangezur’unu’ diye düşünüyor olmalı. Don Corleone Putin Hazretlerine gelince, başka bir Patronun hizmetine girmeye kalkışan Nikol’un saygısızlığını böyle cezalandırıyor anlaşılan. Ne diyelim, Allah hepsine akıl fikir versin. BB

    ReplyDelete
  11. sebebi daha çok lojistik olmalı. ekonomik açıdan değerli alanlar değil. meden çıkan durumlarda da şehre getirmeleri gerekecek zaten.

    ReplyDelete