1. Esnaf cenneti demek.
İstediğin gibi dükkan ve imalathane açabilirsin, işçi tutabilirsin, kimse
para kazanmak istedin diye seni ayıplamaz, kazandığın para – vergini ödemek
şartıyla – helal malındır, istersen yatırım yapar istersen har vurur harman
savurursun. Hür teşebbüs!
Güzel bir şey. Ben bu anlamda kapitalizme kesinlikle taraftarım.
Yasaklandığı hallere 1989/91 öncesi Doğu Bloku ülkelerinde bizzat tanık oldum; bir
kâbus ve insanlığa karşı suç olduğu kanısına vardım. Yasakladığın zaman, tıpkı
uyuşturucu ticaretini yasakladığındaki gibi, devasa boyutlarda bir illegal paralel
ekonomiye, dolayısıyla onu bastırmak için dehşetli bir polis devleti
teşkilatına mahkum oluyorsun.
Lakin, heyhat, tarif edilen kapitalizm gerçek dünyada yok; bir ideal, bir teori. Bugünkü dünyada ciddi herhangi bir anlamda hiçbir ülkenin ekonomisi
böyle işlemiyor.
Bir kere kazandığın para
senin değil, devletin. Vergi, sigorta, prim, ceza, harç, faiz, yakıt zammı,
elektrik parası kisvesi altında kazandığın paraya devlet el koyuyor, sana da ölmeyecek kadar
bir şey bırakıyor: Bir yerde çalışsan alacağın maaşın üstüne belki ufak bir risk
primi ekle, o kadar. Devlet birimleriyle – legal veya illegal – tezgah kuranlar
hariç, alelade işçi maaşından fazla kazanan kaç küçük girişimci duydunuz?
Vergi işin küçük kısmı. Gerçek
dünyaya işletme biraz büyüyünce ayak basarsın. Yapacağın üretimin ve
ticaretin her boyutu, en ufak teferruatına kadar, devlet tarafından kontrol
altına alınmıştır. Neyi hangi standartlarda üretebileceğin, nasıl adlandıracağın,
nasıl paketleyeceğin, paketin üstüne kaç dilde ne yazacağın, hangi koşullarda
kaç işçi çalıştıracağın, öğlen yemeğinde ne vereceğin, kaç hela bulunduracağın,
bayramda hangi primi ödeyeceğin, kaç kez sağlık kontrolünden geçireceğin, kaç
tane park yeri açacağın, kanalizasyona kaç santimlik boru takacağın, hangi
mamul için hangi devlet dairesine ne haraç ödeyeceğin, kazandığın parayı nasıl
hesaplayıp nasıl kaydedeceğin, hangi bankadan hangi koşullarda kredi alacağın,
neyi ne kadar harcayacağın, işi kapattıktan sonra devletin çeşitli birimlerine
kaç sene haraç ödemeye devam edeceğin siyasi irade tarafından inceden inceye
belirlenmiştir. İlgili mevzuat az gelişmiş ülkelerde on binlerce, gelişmiş
olanlarda yüz binlerce sayfadır. En ufak hatanda hayatını kaydırma gücü
ellerindedir; arzu ederlerse kullanırlar. Kamu otoritesinin onaylamadığı bir
ekonomik faaliyete girişme şansın sıfırdır. Ufaksan neyse, büyürsen göz
açtırmazlar. Daha da büyüdükçe karar sürecine katılan kamu birimlerinin sayısı
ve kudreti büyür. Devletin bir şubesi olursun. Zuckerberg sanır mısınız ki Amerikan
devletinin – daha doğrusu Amerikan devletinin en güçlü birimlerinin – tercihleri
dışında şuradan şuraya bir adım atabilsin?
2. İşçiyi sömürmek
demek.
Bu da itiraz edilecek bir tanım
değil bence. Şöyle düşünelim. Ekip halinde çalışıp para kazanıyorsan önünde iki
temel seçenek vardır. Ya kazandığın parayı emeği ölçüsünde (Bülent Ecevit'in meşhur ettiği deyimle, hakça) tüm çalışanlara
dağıtırsın, herkes memnun olur, yer içer, çocuklarına ayakkabı alır. Sonra tesis
eskir, fayanslar dökülür, rakiplerin almış başını giderken teknolojide geri
kalırsın, ar-ge’yi boşlarsın. Sonunda batarsın, hep beraber aç kalırsın. Yahut
gaddarca milletin boğazından kesersin, her kuruşun hesabını sorarsın, meşhur
resimdeki ‘Peşin Satan’ gibi sermayeni büyütmeyi hayatının tek amacı ve tek zevki
haline getirirsin, elemanlar senden nefret eder, isyan ederler, tekerine gizlice
çomak sokarlar. Gene batarsın. Hep beraber aç kalırsın. İkincisine “sermayeye
tapan” anlamında kapitalist deniyor. İlkine sosyalist yahut popülist diyebilirsin,
arzun bilir. Anlam farkı yoktur.
Çok belli bir şey ki tarihte
az ya da çok başarılı olmuş her işletme ve her ülke ikisinin ortasında bir yeri
tutturduğu için başarılı olmuştur. Denge noktasının tam neresi olduğu her zaman
tartışılabilir ve tartışılır. Solcular ve yufka yürekliler daha fazla dağıtmak
ister, tuzu kurular ve cimriler daha fazla biriktirmek ister. Bazen denge bozulur,
balans ayarı şart olur.
Balans ayarsız sosyalizme
örnek ver deyince aklıma Venezuela geliyor, Nasır’ın Mısır’ı geliyor, Arjantin
geliyor, Mugabe’nin Zimbabwe’si ile şimdiki Güney Afrika Cumhuriyeti geliyor. Kendi
coğrafyalarının en zengini olan ülkelerini çökertip yerle bir etmeyi
başarmışlardır. Gerçek sosyalizm budur, şüpheniz olmasın. Hep beraber yiyelim demektir.
Balans ayarsız kapitalizm
için ise aklımda bir tane kusursuz örnek var. Yo hayır ABD değil, 19. yüzyıl
İngiltere’si de değil. Toplumun tüm gücünü sadece sermaye birikimine seferber
eden, sermaye biriktirmeyi milli bir fetiş haline getiren, bu dava uğruna bütün
milleti köleleştirip karın tokluğuna çalıştıran, itiraz edeni acımasızca ezen, bu
amaçla dehşet verici bir polis terörü örgütleyen, köleleştirdiği kitleleri üstelik
dahiyane bir buluşla “proletarya diktatörlüğü” adıyla avutmayı başaran en uç ülke
rahmetli Stalin’in Sovyetler Birliği’dir. O da batmıştır.
İşçiyi sömürüp sermayeyi kral
etmekle, birinci maddede değindiğimiz hür teşebbüs ideali arasında mantıki bir
bağ var mı? Sanmıyorum. Ha bir sürü ayrı ayrı sermaye
olmuş ha bir tane Devlet sermayesi, sömürecek olduktan sonra ne fark eder?
3. Paranın iktidarı
demek.
Bu daha ziyade ortalama halkın bildiği ve sevdiği tanım. Parası olanın düdüğü
öter, kamu politikalarına onlar yön verir, garibanı kimse umursamaz. Yaşilçam filmlerinde sayısız örneği vardır. Kahrolsun Nuri Alço.
Böyle koyunca kulağa
çirkin geliyor. Öte yandan düşünürsen para, tanımı gereği, güçtür; parası
olanın düdüğü elbette cebi delik olanlardan daha gür ötecek. Böyle olmayan bir
toplum daha duyulmadı. Çoğu sağlıklı toplumda gerçi paranın yanında başka güç odakları
da iktidar sofrasında sandalye sahibidir. Mesela alimler, brahmanlar, din
adamları. Mesela çok parası olmasa da soydan gelen izzet ve itibara sahip bir
asılzade sınıfı. Mesela toplumun güvenliği için yiğitçe savaşan askerler. Mesela
seçimleri etkileme gücüne sahip toplumsal örgütler, siyasi partiler, basın
kartelleri. Paranın iktidarda payının artması bu grupları doğal olarak rahatsız
eder. Parayla güçlenenleri, devletin kadim geleneklerinden habersiz “yeni
zenginler” olarak görürler. Onları “dağdan gelip bağdakini kovmakla” suçlarlar, “Anadolu
çakalları” gibi hayvan adları yakıştırırlar. Hatta bu devirde sevilen bir
hakaret deyimi olduğundan “kapitalist” bile diyebilirler.
Bunun yukarıda
tanımladığımız iki anlamda “kapitalizm” ile alakası var mı? Onu bilemedim. Milattan önce 600'lerde Solon da zenginlerin iktidarından şikayet etmiş, şair Fuzuli aynı şeyi dert etmiş. Paranın icadı kadar eski bir problem. Yerleşik kurumlar sarsılıp yeni ekonomik güç odakları ortaya çıktıkça nüksetmiş, toplum duruma alışıp dengeleri yeniden kurunca arka plana çekilmiş.
Belki şöyle sormak lazım:
Doğrudan doğruya devletin elemanı olmadığı halde, özel servetine istinaden kamu
yönetiminde etkili pay sahibi olan bir zümrenin varlığı toplum için iyi midir? Meseleyi
böyle koyunca perspektif değişiyor, Nuri Alço daha pozitif bir ışıkta görülmeye
başlıyor sanki.
Bugun gelismis ulkelerde o kanun dedigin sey tek tip insan yaratmaya yarayan nasyonal- sosyalizme donustu. Bizim kanunlarimiza uy karnin doyar. Uymayan olursada ispiyonla ornek vatandas ol. Herkezin herkezi denetledigi bir toplama kampina donusturduler dunyayi. Bunada sosyal devlet ismi koydular. Ucretsiz saglik sistemin olsun + ac kalmayacagini garanti ederiz sende bize mutessekkur ol verdigimiz butun formlari doldur.
ReplyDeleteCiftlikteki inekler icinde veteriner hizmeti ve saman oluyor. Totoriter dedigimiz devletlerle , gelismis devlet arasinda ki tek fark sermaye birikimi farki. Aslinda biri kontrolu daha iyi sagladigindan bunu ustu kapali yapma sansina daha fazla sahip ama ikisinde de insani duygu eksikligi cok acik. Bugun o hak hukuk denilen seylerin ardinda biz senin icin en iyisini biliriz diyen somurucu ebeveyn tipinin devlet arkasina saklanarak vatandasi cocuklusturmasi yatiyor. Ortada ozgur birey yok uyumlu topluluk var. Sistem uyum adi altinda kontrol sagladiginda bunun adi fasizm oluyor. Sen vergisini veren,hukuka saygili ornek vatandassin sozunun arkasinda afferim ogluma dediklerimi yaptin al sana cikolata yatiyor. Uymazsan da git odana ben soylemeden cikma. Uyumlu olursan cikolata yoksa hapis. Bunun ustu biz senin iyiligini istiyoruz diye orturur.
Bu nedenlerle gercek ozgurluk ancak devlete uyumsuz bireyler vasitasi ile olur. Onun otoritesini tanimayan benim sana ihtiyacim yok diyen. Gercek kapitalistte aslinda odur. Bugunku gorunen sadece nasyonal sosyalizm ve robotlasmis insan. Devlet ebebeyin karsisinda odevlerini yapmasi ve odasini toplamasi gereken kucuk bir cocuk. Bugun ortada kapitalizm falan kalmadi. Bildigin devlet fasizmi ile onun uyumlu sermaye yapisi yapisi altinda nasyonal sosyalizm. Kapitalizm ve birey oleli cok oluyor. Bu fasist devletler birbirini yok edip uyumlu cocuklarinida savaslarda telef ederlerse belki kalanlar yeniden kapitalist bir duzen kurarlar. Tek umut bu kaldi.
Dünyayı en başta üzerinde yaşadıgimiz gezegeni bir çevre felaketiyle yok oluşa götüren Batı kapitalizmini elestirelim. Eleştirmekte kesinlikle gerekiyor. Ve kapitalizmin göbeğinde bu işi rahatca yapabiliyoruz.
ReplyDeleteGeri kalan dunya: küba, venezuella, kore sosyalizmi: çin ve türevlerinin devlet kapitalizmi; köle pazarlarında insan satan, gördüğü her cins ve tür canlı cansiza hallenen badeci islamcılar; ilerlemeci gerilemeci çeşit çeşit otokrat. Seç beğen al. Alternatifleri görünce Insanin Batının çöplügundeki coca cola tenekesini öpesi geliyor.
Bati devletleri icine düstükleri ve balon gibi sisirdikleri sinirsiz kapital sendromuna tapar hale geldiler. Baska bir öngörüleri yok, o zaman inanmanin ötesine gecip tapalim diyorlar.
ReplyDeleteHocam yazı güzel her zaman olduğu gibi. Fakat sanki böyle birkaç tane bilmeyeceğimiz terim, isim vs. eksik gibi. Yani ne bileyim, Paul Joseph Watson gibi herkesin duymuş olmayabileceği bir isim veya internal criticism gibi bir terim. Arada yazılarınıza böyle şeyler serpiştiriyordunuz, sonra biz de onlara şöyle bir göz atıyorduk, iyi oluyordu.
ReplyDeleteVeya tamamen saçmalıyor olabilirim de şuan, bir hissiyat sonuçta.
Lidyalilardan beridir dunyanin tum devletleri kapitalisttir. Guc araclaro degisir ama parasi olan egemenligi elinde tutar.
ReplyDeleteOsmanli'da ve Roma'da ordu-kapitalizmi vardi. Katolik kilisesi ve eski Misirlilar dini-kapitalizmi thesis ettiler. Ingilizler endustriyel kapitalizmi buldular. Amerika petro-kapitalizmle yuruyor.
Marx hazretlerinin tanimladigi endustriyel kapitalizm.
Bence kapitalizmi yanlis tanimliyoruz.
Güzel tespit.
ReplyDeleteAsgari ücreti ve tüm ücret aşamalarını sadece burjuva belirlese devletin sendikalar ile arabulucu ve ücret belirlenmesinden iyidir.Herhjangi biri buna tüzel kişi olan devlet de dahil bir şeyi belirliyorsa onu takip etmeli asgari ücreti belirliyorsa o zaman işten çıkarılma kotası koymalı bence sonuç olarak sonuç değil izlenen yol önemlidir.
ReplyDeletePara ekonomisi anlamında kapitalizm:
ReplyDeleteParanın icadı > günümüz
Modern ekonomi (veya sanayi toplumu) anlamında kapitalizm:
Amerikan, Fransız ve Sanayi devrimleri > günümüz
Sovyet, Çin, Kuzey Kore gibi örnekler bu ikincilerin bir türevidir.
Tıpkı "Asyagil üretim biçimi"nin aslında feodalizmin bir türü olması gibi.
Daha baskıcı olmaları farklı sistemler oldukları anlamına gelmez.