“Tanrı(lar), bir sevgi ve güven ilişkisinin adıdır” diyeyim de ağzınız bir karış açık kalsın. Bu adam kırdı kafayı, Allahçılara teslim oldu diye korkun.
Halbuki iyi düşünürseniz, bunun ne kadar radikal bir ateist tez olduğunu görürsünüz.
Hakikat yolu zahmetli bir yoldur. Neyin ahlaken doğru olduğundan hiçbir zaman emin olamazsın. Anamın altınlarını satayım mı? Günahkâr kızımızı linç edelim mi? Gezi’ye nasıl tavır alalım? İşin yoksa kıvran dur.
İstersin ki biri olsun, sana doğruyu söylesin. Ararsın, bulursun: Ya Hoca efendi’dir, ya Papaz efendi, ya Swami, ya Derviş, onlardan da büyüğü Nebi veya Mesih. Kolay açıklayamayacağın bir şekilde adamı seversin, güvenirsin, doğruyu söylediğinden emin olursun. Hoca bilir! Oh!
Tanrı, işte o ilişkinin mührüdür. Garanti belgesidir. Duygusal bir yakınlık üzerine kurulu ilişkinin, metafizik alemdeki çapasıdır. [Ontolojik çapasıdır diyeceğim aslında, ama boku çıkarılmış bir kelimedir, kullanmayayım.] “Adamı sevdim, o yüzden güveniyorum” demek zayıf gelir, sübjektivizm kuşkusuna kapı açar. “Babam güvenirdi, ben de ona uydum” desen tatmin etmez. Hocanın mutlak ve tartışılmaz bir Hakikat zeminine ayak bastığına inanman gerekir. Neden güveniyorum? Çünkü tanrıdan vahiy aldı. Veya vahiy alanlardan el aldı. Ya da vahyin sırrını benden daha iyi etüt etti. Benim gibi aciz, kayıp bir ademoğlu değil. Belki aciz bir ademoğlu, peki, ama bir eliyle Mutlak’ı tutuyor.
Tanrı dediğin saçma sapan bir kavram, düşünsen iler tutar yeri yok. Ama o tanrıyı var saymazsan, kimsenin Hakikatinden emin olamazsın. Hoca efendinin, yahut Nebi’nin neden senden benden üstün olduğunu kolay kolay açıklayamazsın.
İşte din meselesinin püf noktası budur. Asıl odak noktası tanrı değildir. Etten kemikten birileridir, onların söylediklerine inanma ihtiyacıdır. O yüzden Latincede re-ligio demişler, “bağlanma”. Soyut bir kavrama değil, hocaya, şeyhe, pîre, nebiye. Ve onların mensuplarının oluşturduğu cemaate.
Test et bak. “Allah yok” desen pek takmazlar. “Senin peygamberin menfaatçiymiş” desen linç ederler, hadisten siyerden kanıt da göstersen fayda etmez.
*
Peki itirazımız ne? Üç tane.
Bir. Tanrı – daha doğrusu Tek Tanrı – fikri sakattır. Rasyonel düşünceyi ciddiye alan birini bu devirde ikna etmesi mümkün değildir. Kadir-i mutlak’ın günah ve zulüm karşısında aciz kalması absürd bir düşüncedir. Kendi mutlak kudretine tabi olanlara kızıp onları orantısız güçle cezalandırması ahlaksız bir düşüncedir. O paradoksu çözmek için ikibin seneden beri döktürdükleri argümanları da toplasan bir incir çekirdeğini doldurmaz. [1]
“Canım o da irrasyonel olsun, ne zararı var, insan yaşamı sırf akıl mı” diye soracaklardır. Kanmayın. Mesele felsefi tutarlılık meselesi değil, felsefi tutarlılıktan vazgeçmeyenleri harcama meselesidir. Akılcı düşünceyi şiar edinenler isterse küçük bir azınlık olsun. Manevi emsal ve öncü olma hakkını onlara tanımayan bir sistem kaç para eder? Voltaire ve Einstein’ı dışlayan, ama Alabama’lı bir kasaba vaizini yahut Aşağı Güngören’in cahil şeyhini Mutlak’ın sözcüsü sayabilen bir anlayıştan kime ne fayda gelir? Hangi ufuk genişliği, hangi tecrübe zenginliği, hangi ruh cömertliği, hangi bilgelik o çorak topraklarda serpilebilir?
İki. Kitaplar eskimiştir. İnterneti, İkinci Dünya Harbini, Amerika’yı ve Çin’i, matbaayı, İnsan Hakları Beyannamesini, profesyonel orduyu, SSK’yı, DNA’yı ve organ naklini bilmeyen bir çağda bir cahil Filistinli derviş ile bir cahil Arabistanlı hocanın söylemiş olduğu sözlerden, ne kadar zorlarsan zorla, bugün için bir ahlak öğretisi çıkaramazsın. Bugünün sorularına cevap bulamazsın. Ha, vardır elbet orada da bir-iki hikmet incisi: Sonuçta insanlığın ahlaki sorunlarının bir kısmı yeniyse, bir kısmı dünden beri var olan sorunlar. Ama ona bakarsan Sophokles’te de vardır hikmet incisi, Karagöz ile Hacivat’ta da. Üç tane vasat Amerikan filmi izlesen, Kuran’ın toplamından fazla çıkaracak ahlak dersi bulursun.
Üç. Aidiyet ahlak bozar. Hakikatin tekeli Bizimkiler’e verilmiş ise, Ötekiler, tanım gereği, hakikat dairesinin dışında kalırlar. Kâfirdirler. Tahammül edebilirsin, hoş görebilirsin, ama inanamazsın. Hemen kılıcı alıp kafa kesmezsin belki, ama riyanın ve çifte standardın çürütücü zehrinden ruhunu kolay kolay arındıramazsın. Yarın öbür gün kafa kesenler sahneye çıktığında da, onlara verecek güçlü bir cevabın olmaz. Ama peygamberimiz onlara da fazla şey yapmayın demiş, liküm diniküm, kem küm…
*
O yüzden, sevdiklerini seven arkadaşlarımızı bazen incitme pahasına diyoruz ki, tuttuğunuz yol yol değildir. Ufkunuzu kısmaktadır. Hakikatin pek çok vechesinden, ve onlara dair birkaç şey bilen insanlardan, sizi soyutlamaktadır. Sizi cehele ile aynı kaptan yemek yemeğe mahkûm etmektedir. Bugünün konularını anlamaktan aciz bırakmaktadır. Kontrol edemeyeceğiniz bir öfkenin kollarına sizi teslim etmektedir. Sorumsuzluktur.
Peki seviyorsun, anladık da, dünyayı bu kadar fakirleştirmeye hakkın yok ki?
[1] Ayrıca gözü olmayan göremez. Dili olmayan konuşamaz. Dili olanın dişi de ağrır, karnı da acıkır. Zeus, mesela, dişi ağrıyabilen, karnı acıkan bir tanrıdır. Kadir-i mutlak olma iddiasında değildir. O yüzden daha rasyoneldir. Zeus’a inan deseniz o kadar zorlanmayız. İncil ve Kuran’ın tanrısı ise, ancak aklını rafa kaldırma yeteneğine sahip olanları mutlu eder.
Belki baskalarina agir gelicek ama bana Neyzen Tevfikin muthis sozunu hatirlatti. Bizim millet gariptir, ipna dersin kizar da zukersin aldirmaz.
Butun bunlar tamam. Baglanmaya da eyvallah.
Peki, gonul yoluna Tanrilar'siz, inancsiz, nasil cikariz?
Kolay gelsin hocam.
Dört. Ölüm korkusu din sobasının odunudur. İnsanlar ölüm travması yaşadıktan sonra kolay kolay dinden uzak kalamazlar.
Beş. Din, propagandadır. Propaganda da (bildiğimiz gibi) çok etkili bir silahtır. Propagandası yapılmayan din, din olmaz.
Altı. Din, katliam yapmak duygusu kadar 'katliama uğrama' korkusundan da beslenmektedir. Şöyle ki, aslında katliam yapma güdüsü de bir nevi katliama uğrama güdüsünün ters yüz halidir. İnsan kendine benzemeyenden korkar, işte o nedenle, kimin güçlü olduğunun belli olmadığı zamanlarda hoşgörü maskesi altında kendini gizler. Ama kimin güçlü olduğu belli olunca, güçlü olan güçsüz olana karşı katliam yapmayı kendine ödev bilir. Bu aslında böceksi bir eylemdir.
Olur Hocam olur, bu da geçer.
kim ne derse desin her devirde su videodaki aglayan insanlar gibi transa gecmek ihtiyacinda olanlar cikacaktir.
bakin burada kendisinin bazi islam buyukleriyle gorustugunu iddia eden biri var ve bir kisi de cikip itiraz etmek yerine ciglik cigliga bagirmayi tercih ediyor.
(ki bunlar en okumus yazmis taife olmakla ovunenleri)
Dindarlarla tartışmalarda sınayın, mesele bir yaratıcının varlığını kabûl etmek değil, ille de İslam'ın Tanrısı Allah'ı kabûl etmen gerek. Kimi inanırlar bir yaratıcının varlığını kanıtlarlarsa direkt olarak Allah'ın varlığını ispatlayacaklarını düşünürler. Bu nedenle kimi zaman Hristiyan bir bilim adamından alıntı yaparlar, kimi zamansa Hindu bir ruhaniden. Sanki o adamlar Kur'an'ın Allah'ından bahsediyorlarmış gibi. Kısacası Allah var olmalıdır, var olmalıdır ki milyonlarca insan geçimlerini kolay yoldan sağlayabilsin. Bence inançlı gözüken kişilerin büyük çoğunluğu gerçekten inançlı değil, çıkarları gereği inançlıymış gibi gözüküyorlar. Özellikle bu işlerin başındaki kodamanların hiçbirinin gerçekten inançlı olduğunu sanmıyorum. En alt tabakada üç beş samimi dindar olabilir, ancak onlar da bir şekilde bu çarktan nemalanıyorlar, o nemalar olmasa kimse inanmaz. Zaten inanırların tümü Cennet'e kapağı atmak için inanıyor, her şey çıkar için, gerisi hikâye.
İbrahimi dinlerde intiharın yasak olmasının nedeni de budur. Eğer bu dinlerde intihar yasak olmasaydı, bugün bir Müslüman'a (ya da Hristiyan'a, Yahudi'ye), "Madem öbür dünya var, hadi kendini öldür ve bir an önce cennete kavuş" dediğinizde apışıp kalacaktı. Ancak şimdi böyle bir şey derseniz; "Dinimizde intihar yasak, bu nedenle intihar edemem, çok günah" deyip bu hamleyi önceden engelleyebilirler. Atasözünde dendiği gibi, "Minareyi çalan kılıfını uydurur". Tüm sistemi ona göre kurmuşlar.
Ben çoğu Müslüman'ın gerçek bir iman sahibi olmadığı kanısındayım. Adam kalkıyor din tebliğinde bulunuyor, "öbür tarafta işkence göreceksin" diyor. İyi de sana ne? İşkence göreceksem ben göreceğim sana ne oluyor? Yoksa Allah'a inanmıyor musun? Öbür tarafta biz inançsızlara hak ettiğimiz cezayı veremeyeceğini mi düşünüyorsun yoksa? İçten içe, "ya Allah yoksa, bu kafirler cezasız kalırlarsa?" mı diyorsun, hı? Seni gibi şüpheci seni :) İmanın tam olsa, "Nasıl olsa Allah bunlara hak ettikleri cezayı verecek bana ne" der geçersin. Size kitabınızın diliyle bir uyarıda bulunayım; "Ey iman edenler, iman edin. Sizler gerçekten iman etmiş değilsiniz, sadece dillerinizle inandık diyorsunuz oysa iman kalplerinize inmemiştir". Dininizi de bir kafirden öğreniyorsunuz ya size daha ne diyeyim sevgili Müslimler.
Akay kocanın iki sözünü daha paylaşmak isterim;
"Bizlerin inancında tapınak inşa etme yoktur. Çünkü bizlerin duvarları çevremizdeki ormanlarımız ve dağlarımızdır. Tabanımız Toprak Anadır, çatımız ise mavi gök. Hiç kimse gökten daha görkemli bir şey inşa edemez".
"Tengri'nin betiği (kitabı) doğadır. O, doğa aracılığıyla konuşur. Bizler O'nu anlamak için doğayı okuruz".
bir de cahil ve kadin güc mevki delisi o arap,kendi yazdigi kuranda " muhammed de diger elciler gibi bir elciydi.o halde o ölür ya da öldürülürse ökceleriniz üzere geri mi döneceksiniz ?" ya da " -muhammede itafen-sunun suratini eksitisen bak ! sen nerden bileceksin hangisinin daha iyi anlayacagini " benzeri ifadelere neden yer verir ? gerizekali mi yoksa cok mu kurnaz..ya insanlari kuranin tanri tarafindan indirilidgine ikna icin kendini kücültmek istiyor ve bu sayede tüm amakam meevki hayallerini riske atiyor..ya da cahil degil tam tersine kendisiyle barisik,sadece akilli bir insandan bekelencek kadar kendisiyle barisik,ne oldugunun farkinda !
sevan bey,sizin varliginiz icin gercekten tesekkür ediyorum varliginiza..bu kadar ölü aklin arasinda sizin parlak zihninizi görmek beni cok mutlu ediyor.ve ben de kör bir muhammed hayrani olmayip,hala imanin benim ne isime yaradigini kesfedememis biriyim,imansizligi bir eksik olarak görmüyüroum sizi imana gelmeye filan cagirma küstahligi niyetim de yok :) ancak yine de benim aklimin almadigi bir sey var : muhammed in ve diger peygamberlerin hic mi yi taraflari yoktu?? eger varsa sizi bunlari görmezden gelmeye iten sebebi merak ediyorum..ben de kurumsallasmis dine karsiyim ama sunu da cok iyi biliyorum peygamberler kurumsalliktan hicbizaman sorumlu olmadilar,onlar insanlari iyilige adalete akla davet edip kölelige karsi,ATALAR DININE KARSI mücadeleye cagirdilar gözlemeley<ebildigim kadariyla..
sizin gibi akilli,objektif,cesur bir adami,muahmmed ve digerlerini yerden yere vurup tek bir iyilikleri olmadigina ikna eden emin kilan sebep nedir aceba..aklim tikaniyor bu noktada.
esen kalin :)
Öte yandan dünyada maalesef sizler gibi aklı evvel, maneviyattan yoksun, sözde bilgi ve mantık ışığında yaşadığını zannedenler yüzünden tüm o bahsettiğiniz "kadın sünneti, inancın rant olarak kullanılması..." gibi mübalağa ile verdiğiniz örnekler yaşanıyor. 1,5 milyar Müslümanın içinde, o kadar inanan insanın içinde sizler gibi bir avuç inançsız -ya da ateist mi dersiniz ne denirse- inançsızlığını yaşıyorsa o hatalı ve yanlış uygulamalar da yaşanıyor! Daha yazacak çok şey var ama Kur'an'ın ilk ayetinin "oku" ile başladığını, yani gerçekte akılcı, bilim-ilim-ahlak-yaşam tarzı olduğuna inanmanız ve idrak edebilmeniz gerekir.
http://www.youtube.com/watch?v=12mwsOSzzuI
http://www.youtube.com/watch?v=Eq455IuypOE
Humeyni'ye göre bu iddialar İslam'ı ve siyasetin temel kavramlarını bilmemekten kaynaklanmaktadır. Çünkü İslam'ın bu konuda getirdiği ilkeler zamanın akışı içinde toplumsal "değerini" yetirecek, eskiyecek şeyler değildir. İslam bu konuda kanunların "adalet" ölçüleri içerisinde olmasını, zalimlerin zulmünün önlenmesini, zulüm yönetimlerinin yıkılmasını, bireysel ve toplumsal adaletin gerçek anlamına ulaşmasını ve yaygınlaşmasını, fesattan, fahşadan, her türlü sapıklık ve eğriliklerden sakınılmasını, akıl ve adalet ölçüleri içinde bir özgürlüğü, bağımsızlığı, kendi kendine yetmeyi, emperyalizmin ve sömürünün, insanların köleleştirilmesinin önlenmesini, fesadın önlenmesi için ceza adaleti çerçevesinde adil cezaları ve bunun nice eşsiz ilkeleri tebliğ edilmiştir. "Şimdi" diyor Humeyni ve ekliyor; "Bunlar mı çağa ayak uyduramayacak ve eskiyecek şeylerdir! Bunu iddia etmek mantık ve akıl ilkelerinin ve matematik kanunlarının bu asırda değiştirilmesi gerektiğini iddia etmek gibi bir şey olur. Yaratılışın başından beri adaletin sağlanması gerekli idiyse, zulüm, çapulculuk ve yağmacılık, adam öldürtme kötüyse 'Bugün atom çağında yaşıyoruz bunlar eskimiştir.' denemez!"
Humeyni'ye göre "İslam yeniliklere karşıdır." demek de Şah Pehlevi'nin "Bunlar bu çağda dörtayaklılara binmek istiyorlar." demesi gibi ahmakça bir ithamdan başka bir şey değildir. Yeniliklerden amaç bu gibi buluş ve teknikler ise, İslam, tevhid dini, hiçbir zaman bunlara karşı çıkmamıştır ve çıkmayacaktır. Aksine İslam, bilim ve sanayinin ilerlemesini teşvik eder, Kur'an bu yönde ilerlemeye çağırır. Eğer uygarlıktan maksat bazı "profesyonel aydınların" her türlü münker ve fahşayı özgürce işleyebilmek,hatta homoseksüelliği bile özgürlük kapsamına almak ise gerçek din anlayışı bunu hiçbir zaman kabul etmeyecektir.
Birkaç ilim sahasında mutebersiniz. Hakikat yolcusu olmanız ve okumayı nefes almak gibi kabul ettiğiniz zannımın hatrına okur musunuz?
Diğer bir ifadeyle sosyolojik (toplumsal) bir olguyu, fizik, epistemolojik veya hukuki kavramlarla ele alıp tanımlama girişimi olmaktan öteye gitmezler. Ama bu girişimin kendisi sosyolojik olarak bir dinin, yani modern toplumun dininin, yani Aydınlanma ve onun karşı devrimci biçimi olan ulusçuluğun din kavrayışı ve tanımlamasından başka bir şey değildir.
Allah ya da daha genel anlamıyla din, ne metafizik veya fizik, ne epistemolojik, ne de hukuki bir olgudur. Allah sosyolojik, yani toplumsal bir olgudur ve toplum bilimsel, yani sosyolojik olarak, sosyolojik kavramlarla açıklanmalıdır.
Allah, Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları arasında ortaya çıktı. Ne Çin’deki Sarı Nehir boylarında, ne Sibirya’da, ne Himalayaların tepesinde, ne Hindistan’da İndus ve Ganj vadilerinde, ne Anadolu, İran, Balkan, İberik yarımada ve platolarında değil.
Din konusunda bütün kavramlar karışmış bulunduğu için biraz geriden başlayalım.
Nasıl “canlı” diye bir şey yoksa somut canlılar, hayvanlar, bitkiler vs. varsa; “Toplum” diye somut bir şey de yoktur. Toplum bir soyutlamadır. Somut toplumlar vardır. Klanlar, Aşiretler, Kentler, İmparatorluklar, Uluslar vs.
Dinin toplumsal olarak birbirinden ayrılmaz iki işlevi vardır.
1) O dinden olan somut topluluğun tüm hukuk, ahlak, mülkiyet, miras, dağılım, tüketim, üretim, eğitim, sanat ilişkilerini düzenler.
2) O dinin geçerli olduğu somut topluluğun sınırlarını belirler.
Yani örneğin, Müslüman olmak için Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak gibi. A klanından olmak için o soydan olmak veya bir ritüelle o soya kabul edilmek gibi. Bir ulusun vatandaşlığına geçmek gibi.
İşte bu ilişkilerin ve sınırların nasıl olacağını bizzat toplumun iktisadi ilişkileri belirler. Avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan bir toplumda soyut bir tek tanrı olmaz. Henüz uygarlaşmamış; sınıflı topluma geçmemiş, devletin, yazının, paranın ortaya çıkmadığı bir toplumda, bir Allah’a ve Kitap’a ihtiyaç yoktur. Zaten mümkün de değildir. Ve de böyle yerlere ve topluluklara ne Allah peygamberlerini yollamıştır ne de bir kitap inmiştir. Bu nedenle Sibirya ya da Himalayalara, Avustralya’ya veya Okyanusya adalarına peygamberler gelmemiştir.
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/05/demokrasi-ve-islam-demokratik-islam.html