İbranice nabî
(geç dönem telaffuzu navi, נָבִיא),
"peygamber". “Söylemek, konuşmak” anlamına gelen N-B-A kökünden,
esasen “sözcü” demek. Nitekim Eski Yunanca prophêta
προφήτα, aynı şekilde, phêmi
(söylemek) fiilinden, “sözcü, başkası adına söz söyleyen.” Tanrıdan geldiği
farz edilen sözü/ilhamı insanlara iletme işini üstlenmişler.
Antik
Yunanda prophêta nispeten düşük prestijli biri, bir tür şaman. Didim’deki
Apollon tapınağının prophêta’sı mesela, okuryazar olmayan, yarı-deli bir
kadınmış. Muhtemelen birtakım maddeler kullanıp trans haline girer, tanrı
Apollon’un mesajlarını dile getirirmiş. Mesajı yorumlayıp ölçülü vezinli beyit
haline koymak, kentin en itibarlı ailelerinden seçilen Rahip’lerin işi.
Tevrat’ta
da Rahipler (kohen, çoğ. kohanim) sınıfı ile Nebi’lerin ayrı,
hatta rakip iki zümre olduğu anlaşılıyor. Rahiplik babadan oğula geçen,
kuralları yasa ile tanımlanmış bir meslek. Kurban kesmek, belli törenleri
yönetmek onların işi. Nebiler daha arızalı tipler; rahipler ve bilicilerle sık
sık çatışma içindeler. Kralı uyarmak gibi bir işlevleri olduğu anlaşılıyor.
Sırası gelince kralla çatışmaktan da pek çekinmemişler. Sanki Türk
Oğuzname’lerindeki Dede Korkut’u anımsatan bir konumları var. Nasıl
seçildiklerine ilişkin yeterli bilgimiz yok; Elîşa’nın peygamberliği İlyas’tan
devralışı hadisesinden anlaşıldığı kadarıyla (II Krallar 2.15) belki bir tür
“el verme” yoluyla halife tayin etmişler.
Yeremya
29.26’da “deliler ve nebiler” bir arada anılmışlar. Deli olmasalar da,
muhalifleri tarafından bazen öyle suçlandıkları anlaşılıyor. Yeremya 29.1’de
Babilliler tüm rahipleri ve nebi’leri toplayıp götürüyor; demek ki aynı anda çok
sayıda nebi varmış. I Krallar 18.22’den öğrendiğimize göre Öz Hakiki Tanrı’nın
peygamberlerinin yanısıra, kötü tanrı Baal’in de 450 tane nebi’si bulunuyormuş.
İlyas peygamberlik yarışında onları yenmiş, sonra hepsini öldürtmüş.
*
Eski
Yahudistan’da krallık düzeniyle birlikte ortaya çıkmış ve krallıkla birlikte
ortadan kalkmış bir kurum olduğu şüphesiz. Altın çağı MÖ 900'den MÖ 500'e
kadar.
Tevrat’ta
nebiler zincirinin ilki olarak adı geçen kişi Samuel, gerçi krallıktan öncesine
ait, hatta İsrailoğullarına Allah’ın emriyle ilk kral seçtiren kişi (I Samuel 9
v.d.).[1]
Ama orada can alıcı bir ayrıntı var: “Eskiden İsrail’de biri Allah’a bir şey
sormak istediğinde “haydi biliciye gidelim” derdi. Çünkü bugün peygamber (nabî) denilene o vakit bilici (הָרֹאֶה, kâhin,
müneccim) denirdi” (I Samuel 9.9). “Bugün” den kasıt MÖ 7. yy sonu, Tevrat’ın
ana tarih anlatısının derlendiği devir. “Eskiden” dediği bundan 300-400 yıl
önceki yarı-efsane çağı. “Bugüne” ait bir terim, Tevrat anlatısında eski zamana
yansıtılmış. Nitekim aynı hikâyenin alternatif anlatımı olan Tarihler
(Chronicles) kitabında Samuel’den “nebî” değil, “bilici” diye söz ediliyor (I
Tarihler 9.22).
Samuel
neden post-mortem nebîlik mertebesine yükseltilmiş, anlamak çok zor değil. 7.
yy’ın sert siyasi ortamında belli ki nebîlerin kraldan eski ve kraldan yüksek
bir makama sahip oldukları tezinin vurgulanması istenmiş. O yüzden ilk kraldan
önce gelen ve Allah’tan aldığı talimatla kralı takdis eden bir nebî gerekmiş.
Keza Samuel’den sonraki Nathan ve Oded nebîlerin de kral Davut ile Süleyman’ı
bazen takdis, bazen ikaz ettikleri vurgulanmış. Davut ve Süleyman’ın büyük
ölçüde mitolojik şahsiyetler olduğu göz önüne alınırsa, anlatılan şeyin siyasî
anlamı daha net görülür. Bugünkü krallara hitaben diyor ki, “bak senin ataların
olan, senden bin kat daha muhterem Davut ile Süleyman dahi nebilerin sözünü
dinlediler.”
Nebîlik
anlatısında her zaman bir kral/padişah/firavun bulunması ve nebînin ondan daha
bilge, daha kudretli, uzun vadede daha haklı çıkması lazım.
*
Gerçek bir
tarih dönemiyle ve tarihi şahsiyetlerle bağdaştırılabilen ilk nebî İlyas. Kuzey Krallığında, yani İsra’elde
y. MÖ 870-850 yıllarında hüküm süren kral Ahab zamanında zuhur etmiş. Kralın
çok-tanrıcılık eğilimleriyle mücadele etmiş; belki de ilk kez Yahve inancını
güçlü bir şekilde öne sürmüş. (Eliyâhu
אֱלִיָּהוּ adı “Rabbim Yahve’dir” demek; isimden çok slogan gibi.) Bana öyle
geliyor ki nebîlik makamını bir kurum ve kavram olarak ilk tanımlayanlar, İlyas
ve halifesi Elîşa olmalı. Sonraki
nebîler esas olarak onları model almışlar.[2]
Sözleri
kitaplaştırılıp Tevrat’a dahil edilen ilk nebi’ler Hosea ve Amos. Onlar da
kuzeyli, 700’lü yıllarda yaşamışlar. Tevrat derlemesini oluşturan metinlerin en
eskileri muhtemelen bunlar. Her ikisi de henüz Tek Tanrı kavramından çok uzaklar.
Çeşitli tanrılar arasında Yahve’nin en güçlü ve gazabı en müthiş tanrı olduğunu
kanıtlamaya çalışmışlar.
Güney (Yahud)
Krallığında adı geçen ilk nebi İşaya,
7. yy başı. Onu, tüm nebilerin en karakteristiği olan Yeremya izlemiş (7. yy
sonu). Babil esareti zamanında ve hemen sonrasında Ezekiel ve Zekeriya
nebilik etmişler. Kraliyetin çöküşü MÖ 587, nebîler silsilesinin tükenmesi
yaklaşık 530 veya 500. Aradaki iki üç kuşak, belli ki kraliyetin geri gelmesi
umuduyla eski alışkanlıkları sürdürmüş. Babil dönüşünden ve İkinci Tapınağın
inşaından sonraki devirde ise artık nebilerin adı geçmiyor. Mesela MÖ 450
dolayında Yahudi dini yasalarına son şeklini veren ve Tevrat’a dahil iki önemli
kitaba konu olan Ezra ve Nehemya nebî değiller. Ezra (Uzeyr)
Tevrat’ta sadece Alim (sofer,
“molla?”) ve Rahip (kohen) olarak
anılıyor (Ezra 7:11, Nehemya 8:9). Nehemya ise Vali ya da Yönetmen (Nehemya
12:26).
*
Musa'nın peygamberliği konusu biraz daha karışık.
Tevrat’taki
Musa hikâyesinin en az iki ayrı kalemden çıktığını biliyoruz. Daha eski olanı
İkinci Yasa (Deuteronomy), 7. yy sonlarına ait. Diğeri Çıkış, Leviler ve Sayım
kitapları, daha geç.
İkinci Yasa
yazarının peygamberlik konusuna yaklaşımı tuhaf. 13. babda peygamberlerin
(nabiim) “rüya görücü” olduğu, yalan söylediği, ve Allahın onları kahredeceği
birkaç kez vurgulanmış. 18. babda ise, İsrailoğulları arasında Allah’ın gerçek
sözcüsü olan bir peygamberin (nabî) çıkacağı müjdelenmiş. Bu kişinin Musa
olduğu ima ediliyor, ama açıkça söylenmemiş. Nihayet, sonradan eklenmiş
izlenimi veren son paragrafta (34.11) “o günden bu yana İsrail’de Musa gibi
Tanrı ile yüz yüze görüşen bir peygamber çıkmadı” denilmiş. Bu cümle muğlak,
çünkü Musa’nın nabî mi, yoksa tüm nabîlerden üstün başka bir şey mi olduğu
anlaşılmıyor.
Mısırdan
Çıkış (Exodus) ve Çölde Sayım (Numbers) yazarının tavrı daha net. Çıkış 7.1’de
Musa’nın değil kardeşi Harun’un
peygamber (nabî) olduğu açıkça belirtilmiş. Çıkış 15.20’e göre kızkardeşleri Miriyam da peygamber (nabiyya). Buna
karşılık Musa peygamber değil, daha üstün bir şey. Sayım 12:6-8 bu konuda net.
Allah nabi’lerle rüyada konuşur, oysa Musa ile “açıkça, yüz yüze” görüşmüştür.
Bundan ne
sonuç çıkaracağız?
Bence şöyle
bir şey. 1) Tevrat’ın yazıldığı devirde (MÖ 7. ve 6. yy’larda) nebilerin düzinesi
beş paraydı. 2) Tanrıdan direkt mesaj alma mesleği onlara aitti. 3) Nebilerin
genellikle yalancı olduğuna dair bir düşünce vardı. 4) Eski zamanda şimdiki
nebiler gibi olmayan, tanrıya farklı bir boyutta ulaşmış, dolayısıyla otoritesi
onlardan üstün bir figür lazım oldu. 5) Musa bu göreve uygun bulundu.
Tesadüfen
tam bu sırada, Tapınağın bir odasında, Musa Yasalarını içeren eski bir
elyazması bulunuverdi (II Krallar 23:24). Yine tesadüfen, bu yasalar kral Yehoşiya
(MÖ 641-609) ile başrahibi Hilkiyah’ın siyasi-dini programına tam denk
gelmekteydi. Doğal olarak, o yasaların müellifi olan Musa’nın normal
peygamberlerden ayrı bir yere oturtulması gerekti. Oturtuldu.
*
Tevrat’ta Nuh, Yakup, Yusuf, Davut ve Süleyman peygamber değildir. İlk üçü Atalar (aboth, patriarchs) kategorisinde sayılır, son ikisi sadece kraldır.
İbrahim’den sadece bir yerde
(Yaratılış 20:7) nabî diye söz edilir, orada da kastedilen “nefesi kuvvetli
hoca” ya da “evliya” gibi bir şey görünüyor.
Öte yandan,
tanrı ile direkt hattan görüşmek eğer nebîlere mahsus bir şey ise, eski
zamanların fantastik aleminde tanrı(lar)la yüzgöz olan kişilerin tümünün
mantıken nebî sayılması gerektiği rahatlıkla iddia edilebilir. Adem ile Havva
sık sık Patronla muhatap olmuşlar; Yakup güreş tutmuş; Nuh gemi yapım ve
zooloji koleksiyonculuğu talimatı almış. Nebilerden neleri eksik?
Nitekim
Tevrat’ta bu yönde hiçbir ifade olmadığı halde, sonraki devirde, yani
Hıristiyanlığın doğumu ile Talmud’un oluşumu arasındaki dönemde, nebi
kavramının kontrolsüz olarak genişleme eğilimine girdiği anlaşılıyor.
Misal:
Tevrat’ta Yônah (Yunus) Amittai adlı
bir nebînin oğludur, ama kendisine nebî adı verilmez (II Krallar 14.25). Buna
karşılık, hikâyenin ilk anlatımından yaklaşık 700 yıl sonra yazılan Matta
İncilinde (12:39, 16:4) Yunus “prophêta” olarak anılır.
Tevrat’taki
Daniel Babil’de yaşamış bir efsane
kahramanıdır; oysa yine Matta 24:15 ve Markos 13:14’e göre Daniel peygamberdir.
*
İncil’deki
peygamberlik konusu da hayli sürprizlidir. Ama onu da başka zaman anlatayım.
[1] Samuel Kuran’da Bakara 247’de anılan isimsiz
nebîdir. Samuel’in takdis ettiği ilk İsrail kralı Şaûl, Kuran’da Tâlût adıyla
anılır. İbranice /ş/ harfinin Aramice /t/ halini alması tipiktir. +ût Aramice
çoğul ekidir. Tâlût “Şaul’lar” anlamına gelir.
[2] Bugünkü İsrail’in kuzey yarısında Ahab ve babası Omri zamanında (MÖ 900 ve
devamı) merkezî bir krallığın ortaya çıktığı, arkeolojik bulgularla desteklenen
bir bilgi. Buna karşılık, bunlardan yüz yıl önce Kudüs’te (yani güneyde) hüküm
sürdüğü rivayet edilen Davut ve Süleyman’a ilişkin arkeolojik herhangi bir iz
yok. O çağda Kudüs’ün birkaç haneden oluşan bir yarı-göçebe yerleşimi olduğu
biliniyor. Güneyde kentleşme ve krallık kurumları, arkeolojik bulgulara göre,
ancak MÖ 650’ler dolayında belirmiş. Zengin ve müreffeh Kuzey devletinden daha eski ve daha güçlü bir Güney krallığı efsanesi, hiç şüphesiz 7. yy’ın
siyasi gerekleriyle açıklanması gereken bir
ideolojik anlatı.
canım, hayatım... bu yazılar karşısında kıpraşıyorsan bitanem, sen eninde sonunda müslüman olarak ölmeyecek gibisin:)
peki o zaman kaynaklara dayanan bir yazı yazıp, sonra kaynakçasını silip, bunu kaynaksız yazdım desek yazının değeri ve inanılırlığı mı artacak? :)
Cihangir Marşan
peygamberlik, harbiden de meslek. adamlar gül gibi geçinmişler ve hatta geçinmesininde ötesinde, resmen krallardan daha üstün olmuşlar. öyle ya; tanrı, milyonlarca kulunun içerisinden onu seçmiş, demişki, sen benim sevgili kulumsun, diğer kullarımın hiç biri ile iletişim kurmam, ne bildireceksem sana bildiririm, sende onlara bildirirsin.
yani kendini peygamber olarak kabul ettiren kimse tanrı'nın elçisi olduğundan, tanrı adına hareket etmiştir. ve insanlarda ona, tanrı'ya gösterdiği saygıyı göstermiştir.
Take care....