Kendimi övmekten vallahi hicap duyuyorum. Başkaları övünce daha zevkli oluyor. Ama şu aşağıdaki yazıyı yazmam gerekti. Yazınca da paylaşmadan edemedim. Kusura bakmayın.
Küçük Oteller Kitabı memleketin turizm anlayışına yeni bir soluk getirmiştir. Yalnız tüketici açısından bakma, on yıl boyunca yüzlerce yatırımcı ve yüzlerce işletmeci o kitaptan feyiz aldı. On yıl boyunca Müjde ile beraber yılda ortalama 40.000 km yol katettik, her sene 300-400 otel ziyaret ettik. Sahiplerinin yatırım danışmanı, pazarlama uzmanı, dert ortağı, dekorasyon gurusu, ihtilaf çözücüsü, web sitesi tasarımcısı olduk. Kalmıştır bir iz.
Şirince’de yaptığımız işin, bütün memlekete örnek olabilecek bir iş olmasına gayret ettik. Betonlaştırmadık; ama şablonlaşmış “restorasyon” anlayışının da dışında bir şey yapmaya çalıştık. Ölmekte olan güzel bir köyün RUHU nasıl korunur konusunda kafa patlattık. İnsanlara turistik hizmetten öte bir şey, bir yaşam tarzı ve bir vizyon sunmaya çabaladık. Sonunda 600 nüfuslu yarı-ölü bir köy, memleketin sayılı turizm destinasyonlarından biri haline geldi. İsteseler sırada daha 40.000 tane köy var Şirince’den örnek alabilecek.
Matematik Köyü Ali Nesin’le ikimizin ortak eseridir. Matematiğe benim aklım ermez, ama özgür ve uyarıcı bir eğitim ortamı nasıl olmalı konusunda az buçuk fikrim var. Sonuçta 600 nüfuslu bu köyde, dünya çapında bir eğitim kurumu çıktı ortaya. Daha önemlisi, öyle bir yer nasıl kurulmalı ve nasıl işletilmeli konusunda muazzam bir tecrübe birikimi edindik. Ağaç nasıl dikilmeli? Koğuşlar nasıl olmalı? Aşçıdan ne beklemeli? Kayıt sisteminde neye dikkat etmeli? Memleketin her yanında benzerlerimiz türüyor, türeyecek, ve bizim tecrübelerimizden çok istifade edecekler.
Tiyatro Medresesi bir mücevherdir. Bu boktan ülkede genç insanların bu kadar şevkle ve umutla sarıldıkları başka proje görmedim. Henüz çok tecrübesizler ve çok hatalar yapıyorlar. Ama uzun vadede göreceksiniz, Matematik Köyünü de geçecek Medresenin şanı.
Nişanyan Sözlük üzerinde tam 18 yıldır geceli gündüzlü çalışıyorum. Kaba hesap 15.000 saat emek vermişim. Ahmet Vefik Paşa, Redhouse ve Şemseddin Sami’den bu yana hiç kimsenin Türkçenin kelime hazinesi üzerinde bu derece derinlemesine çalıştığını sanmıyorum. 18 yılda bu işten 20.000 lira kadar bir telif gelirim oldu. Bozdurup bozdurup harcıyorum.
Türkiye Yer Adları projesi, aslında üç beş üniversitenin işbirliğiyle ancak yürüyecek devasa bir iştir. Üç yıl tek başıma uğraştım, bir yere kadar getirebildim. İstediğim düzeyden henüz çok uzak diye üzülüyorum.
Yanlış Cumhuriyet memleketin ufkunda bir pencere açmıştır. Doksan seneden beri tekrarlana tekrarlana anlamını yitirmiş birtakım klişelerin sorgulanmasın yardımcı olmuştur. Bence asıl faydası Kemal tabusunu deşmesi de değildir. HERHANGİ bir tabunun, partizanca söyleme kapılmadan, analitik bir düzeyde, akıl ve sağduyuyla teşhir edilebileceğini göstermesidir önemli olan. Şu günün Türkiye ortamında küçümsenecek bir hizmet sayılmaz.
Son birbuçuk senedir içine sürüklendiğim Din tartışmasında da yaklaşımım aşağı yukarı aynıdır. Dindar insanlara bir düşmanlığım yok. Bilen bilir, dinî konulara ciddi sayılabilecek bir yakınlığım da var. Ama olmayan Tanrı’nın insanlara en büyük armağanı olan aklın heder edilmesi, beni rahatsız ediyor. Ve bir sürü hakaret ve ceza pahasına da olsa insanları bu konuda uyarmayı borç biliyorum.
Yirmi yılda, iki-üç tane araç kredisi hariç, banka kredisi almadım. TESEV’in yer adları projesine verdiği ufak katkı dışında, hiçbir kurum ve kuruluştan destek görmedim. Alnımın teriyle kazandığım iki tane Altın Örümcek web tasarım ödülü ile 2004’te aldığım Ayşegül Zarakolu Özgür Düşünce Ödülü dışında ödül ya da takdirname ve teşekkürname almadım. Kimse gelip, “birader bunları yapıyorsun da, bir isteğin ihtiyacın var mı” diye sormadı. Hoş, zaten sorsalar da lazım değil deyip gönderirdim herhalde.
Devletten SADECE kuşku, engel, etnik ve siyasi önyargı, haset, riyakârlık, düşmanlık, saygısızlık ve alçaklık gördüm. Beş hükümet, sekiz kaymakam, bilmem kaç bakan ve vali değişti. Arada düzgün konuşan bir iki kişiye denk gelip umutlandık. Ama sonuçta değişen hiçbir şey yok, hepsi aynı bokun soyu.
İster istemez o noktaya geliyorsun ki, bu memleket için dürüst ve düzgün bir şey yapmak istiyorsan ilk yapacağın şey bu alçakları alaşağı etmektir. Gerisini sonra düşünürsün.
*
Neyi yapmadım, onu da söyleyeyim.
Kimseden nefret etmedim. En sert tartışmada, en sert sözler söylenirken dahi karşı tarafa haksızlık etmemeye, kalbini kırsam da tamir edilemeyecek şekilde kırmamaya gayret ettim. Savaşın en kanlı anında barış elini uzatanın elini tutmamazlık etmedim. Bu son 2 + 2 yıllık hapis cezasına vesile olan adamla sonradan gidip çay da içtim. Şaşkın insanlar bunlar, kızıp da ne yapacaksın?
Kimsenin hakkını yemedim. Bilerek ve isteyerek yemedim en azından. Benim hakkımı yemeye kalkanlara karşı bazen acımasız oldum, ağır darbe vurdum. Ama inanın, çıkarımı kollama konusu değildi konu. “Bırak çıkarını” diye edebiyle rica etse “al senin olsun” deyip bırakacağım belki. Kıytırık bir çıkar için verdikleri o kavgaya sinir oluyorum, kazanmayı onur meselesi yapıyorum. Zararlı bir huy, biliyorum, ama bu yaştan sonra değişmesi zor.
Kimsenin malında yahut tezgâhında gözüm olmadı. “Falan kimse var ya, kaçakçıdır, üçkâğıtçıdır” diyenleri hep ayıpladım. Bana ne başkasının tezgâhından? Aptallık ve bağnazlık beni hasta eder, cahillik öfkelendirir. Ama adam çoluğunu çocuğunu geçindirmek için, ya da sırf spor olsun diye devleti dolandırıyorsa, ya da yasaların kenarından dolanıyorsa bana ne? Zeki adamdan zarar gelmez. Savcı mıyım ben, yoksa – geleneksel Türk Aydını gibi – Devlet’in hık deyicisi miyim?
Günahımı da söyleyeyim, eksik kalmasın.
En büyük günahım kadınlara olan zaafımdır. Hatun milletini sevindirmeyi borç biliyorum. Benden ummadıkları bir ilgi, beklemedikleri bir iltifat, alışık olmadıkları bir anlayış görüyorlar. Sonra ben sıkılıp başka mevzulara dalınca bana düşman oluyorlar. Bugüne dek başıma ne geldiyse, gözü dönmüş kadın öfkesinden gelmiştir. Devletten polisten filan korkmam da, Allah göstermesin, kadın öfkesinden korkarım.
Kendi hayallerine bir turlu degemeyenler, kendi zincirlerine mahkumane, boyun egip giptayla izlerler,
Hayali degil, perdeyi gorenler, kaldirip perdeyi oyarlar tasi kayayi, koparirlar zincileri parmakliklari, ve tum muhayyirler, hayalperestler hayretle izlerler...
Bu kadar adami ayar edip, bir o kadar da feyz veren birbaska adam gormedim desem...
Bize hapishaneyi anlat Sevan, bize icinde yasadigimiz makhumiyeti...
Sizinle tanışmayı çok istemiştim. Eminim ki bu sözü onlarca kez duymuşsunuzdur. Ama tanımadığınız kişilerin ilgi ve sevgisine mazhar olmanın ne sizi, ne de bir başkasını bezdireceği samimi inancındayım.
Umuyorum ki bu iletim, siz Torbalı'ya doğru yola çıkmadan ve bilgisayarınızı da arkanızda bırakmadan önce gözünüze çarpar.
Sözü uzattıkça uzatma imkan ve kabiliyetine fazlasıyla sahip olduğumdan emin olsam da, duygularımı kısaca size aktarmaktan öte bir amaç taşımıyor bu metin. Birkaç yıl öncesine değin, neredeyse yegane ortak noktamızın okuduğumuz lise olduğunu düşünüyordum. Vaktiyle, ben harıl harıl sınavlara hazırlanırken, Yanlış Cumhuriyet adlı kitabınız elime geçti. Kitabı okumakla kalmadım, onca işimin arasında bir de reddiye yazdım size, ama maalesef size takdim etme şansım olmadı. Keşke oturup hem kitabınıza, hem 35 sene arayla mezun olduğumuz okulumuza dair konuşma fırsatımız olabilseydi. Gerçi enseyi karartmamak lazım, bakarsınız bir gün böyle bir fırsat geçer elimize.
Mihran ve Anahit'in eklediğiniz son fotoğraflarına az önce baktım. Arkadaşlarım zaman zaman tam bir "misanthrope" olduğumu iddia ederler; ama, çocuklarınızın yüzlerindeki masumiyet ve tatlılık, bütün misanthropist eğilimlerimi törpüleyecek kudretteydi. Umarım uzun ve mutlu bir ömürleri olur.
Asgari bir idrak gücüne sahip herkesin teslim edeceği üzere, hürriyetinizden mahrum bırakılıyor olmanız en hafif tabiriyle eblehçe. Gerçi son mülakatınızda esbab-ı mucibesini anlatmışsınız bu sakaletin ama, sinirlenmeden edemiyor insan.
Söylediğim üzere, vaktiyle oturup size bir reddiye döşenmişliğim olsa da, fikirlerinize hala -itiraf edeyim ki, tabularımı yıkamamam hasebiyle- son derece mesafeli dursam da, sizi çok seviyorum. Üzerinde yaşadığınız topraklara, içinde doğup büyüdüğünüz kültüre yapabileceğiniz nice katkının hoyratça engellenmesini vahşet olarak değerlendiriyorum.
Türkiye en makul öngörüleri bile fos çıkarabilecek bir ülke. Bakarsınız birkaç aya çıkıverirsiniz. Bakarsınız sizi iki yıldan fazla tutarlar içerde. Sağlığınıza dikkat edin.
Sevgiler,
Arda