Tuesday, September 25, 2018

Eğitim konusuna devam


Okullarda mutlaka marangozluk kursu olmalı. Hayatta herkese lazım olacak sanatlardandır, ayrıca terapi işlevi vardır.
Esnaflık ve dükkancılık kursu şart. Çağdaş kölelikten bir gün kurtulmak istersen işe yarar. Basit muhasebeyi de buna katalım.
Startup girişimcilik kursu hayırlı olur. Yüz kişide biri ikisi faydalansa memleket çiçek olur.
Kodlama kursu olmazsa olmaz. Altın bileziktir, mutlaka bir gün işe yarar. Yaramasa da berrak ve sistemli düşünmeyi öğretir.
Yemek pişirme kursu mutlaka gerekir. Hayat boyu kendine ve etrafındakilere mutluluk verebilmeni sağlar. Bence kadınların ve hatta erkeklerin ve diğer cinslerin bu kursu görmeden evlenmeleri yasak olmalı.
Teorik matematik lazım. Soyutlama yeteneği olanların o yeteneği geliştirmesi için faydalı. Ayrıca zevkli diyorlar.
Hukuk kursu orta 1’den itibaren olmazsa olmazlardan biri. Yalnız mahkemeyle avukatla işi olacaklar için değil, insan bilimlerinin temelidir. Medeni toplumda kavga nasıl yapılır ve nasıl çözülür sanatını bilmeden hayat yaşamaya değer mi?
Oto tamirciliği kursu önemli. Özgüven kazandırır. Elini yağa bulamaktan korkmamayı öğretir.
Sanat tarihi kursu kesin şart. Güzeli çirkinden ayırabilmekten daha önemli beceri var mı? Olmadı fotoğrafçılık kursu verirsin, bakmayı ve görmeyi öğrenir.
Kuran kursu da olsun. O taraklarda bezin olmasa dahi bilmek ve tanımaktan zarar gelmez.
Temel tarım ve hayvancılık eğitimi herkese lazım. Yarın sistem çöküp millet aç kalırsa hayata tutunman buna bağlı olacak.
Herkes bir enstrüman öğrense iyi olur. Her türlü insan ilişkisini güzelleştirir, sevgili bulmaya bire birdir.
Ayrıca futbol, satranç, inşaat, kimya laboratuvarı, hitabet, münazara, gazetecilik, basit tıp ve sağlık bilgisi. Bunlar herkese lazım olan sanatlardan, kursları olmalı.
Ayrıca borsa. Ayıca ülkeler coğrafyası. Ayrıca bebek bakımı. Ayrıca dağcılık ve doğa yürüyüşü. Peki, tamam, ayrıca yüzme.
Bunlar olsun. Mümkünse her okulda olsun, ya da okul sistemi bunları az çok herkese temin edebilecek şekilde genişletilsin. Kurs vericilerin bakanlık memuru olmasına hiç gerek yok, belki basit bir ön sınav dışında sertifikasyona da gerek yok. Yerel yönetim ya da okul yönetimi ya da okul aile birliği, yetkili hangisiyse, civarda bulabildiği kadarını bulur, bulamazsa bütçe yaratıp büyük şehirden ya da Yeni Zelanda’dan insan getirtir. Belki öğrencinin her dönem bir veya birkaç kurs alıp tamamlaması şart koşulur. Günün yarısı bunlara ayrılır.
*
Lakin kamu eğitiminin asıl işi bunların hiç biri değildir. Zorunlu genel eğitimin TEK konusu okuma yazma eğitimi olmalıdır. İlkokul birden üniversite lisans eğitiminin son yılına dek eğitimin vageçilmez olan tek unsuru ve ana ekseni okuryazarlık üzerine kurulmalıdır. Olsa olsa temel aritmetik ve geometri ile İngilizce buna eklenebilir. Başka zorunlu ders olmamalıdır. Eğitimde bir merkezi kamu idaresi ve “öğretmenlik” diye bir profesyonel meslek olacaksa bundan başka bir şeyle ilgilenmemelidir. Geçende yazdım, tekrar edeyim. “Okul” ya da eski deyimle “mektep” adı verilen kurum, insanlığın evriminde yazı ile birlikte icat edilmiş bir olgudur; ancak yazı ortadan kalkarsa onunla birlikte ortadan kalkacaktır. Vazgeçilemez olan tek görevi okuma ve yazma öğretmektir. Öğrenciler kısa ve uzun metinleri okumayı, okuduğunu anlamayı, anladığını sözlü ve yazılı olarak ifade etmeyi, eleştirmeyi ve eleştirilmeyi, karşıt görüşleri tartmayı öğrenmeye mecbur edilmelidir. Bundan başkası ekstradır, olmasa da olur.
Akla gelebilecek her konu okuma yazma dersinde işlenebilir. Önemli olan konunun içeriği değildir. İnsanın evde ve mahallede öğrendiği sözlü dilin ötesindeki bir düzeyde, ya da level diyelim anlaşılsın, büyük kamu ile iletişim kurmasına imkan veren simgeler sistemini yorumlamayı ve kullanmayı öğrenmesidir. Okulun işi budur. Adı üstünde “oku lan”dan, okul. Bu işi yapmıyor veya yapamıyorsa olmasın daha iyi.
İnsanlığın eski çağlarında okuma ve yazma küçük bir yönetici elite mahsus sanatlardı. Dolayısıyla okul eğitimi de sadece elitler içindi. 19. yy’da genel ve zorunlu kamu eğitiminin norm haline gelmesiyle okuryazarlık bir ayrıcalık olmaktan çıktı, toplumun tümünü kapsaması hedeflenen bir ideal haline geldi. Toplumsal organizasyon bu ideale göre yeniden yapılandı. Sonradan, geç-19. yy’ın saplantıları olan fizik, kimya, biyoloji, genel coğrafya gibi konuların öne çıkması işi yolundan saptırmıştır gibi geliyor bana. Mühendisliği yeni din olarak algılayan bir çağın eseridir. Okulu global bir vatandaş/toplumdaş yetiştirme aracı olmaktan çıkarıp, esas işi küçük bir mühendis zümresini eğitmekle sınırlı bir meslek okuluna dönüştürmüştür. O zümreye dahil olamayanlar “yeteneksiz” sayılıp proleterliğe terk edilmiştir. Müfredat ta 1890-1900 sıfırlarda buna göre tasarlanmıştır. Yüz yıldan fazla zaman geçti, eskidiğini artık görmek lazım.
*
Önceki yazıda bunlardan söz ettim, ne faşistliğim kaldı sövülmedik ne elitçiliğim. Meğer neymiş? Eğitim özgür olmalıymış. Merkezleşmemeliymiş. Ben kim oluyormuşum elalemin çocuğuna ne öğretileceğini belirleyecek. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.
Net söyleyeyim. Eğitimde özgürlük diye birşey yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Boş propaganda sloganlarına kapılıp kendinizi gülünç etmeyiniz.
İnsan evladı hayvan doğar. Sonra yontulur. Mensup olduğu “medeniyetin” normları beynine işlenir. Toplum içinde hem zararsız hem faydalı bir birey olarak yaşamanın usul ve adabına alıştırılır. Terbiye edilir. Evcilleştirilir. Bunu yaparken de çocuğa “ah yavrucuğum ister misin evcil olmak, istemiyorsan söyle, aman özgürlüğüne halel gelmesin” diye sormak kimsenin aklına gelmez, tarihin hiçbir çağında gelmemiştir ve bundan sonra da gelmeyecektir. Gelse zaten hepimiz ölürüz, dağdaki çakallardan farkımız kalmaz.
Eğitimde özgürlükten dem vuranların söylemek istediği şey başkadır. Sanırım üç ayrı başlık altında toplamak mümkün.
Bir, politik. Devletin eğitim politikasının çizdiği medeniyet çerçevesi ile toplumdaki çeşitli zümre ve sınıfların çocuklarına aşılamak istedikleri medeniyet anlayışı farklılaşabilir. Nitekim Türkiye’de şiddetle farklılaşmıştır. Bu durumda birileri, çocuğun eğitiminde devletten “özgürlük” talep edecektir. Ancak kastettikleri şey, çocuğun herhangi bir anlaşılabilir manada daha özgür olması değildir. Devletin tercihlerine karşı ailenin veya mahallenin normlarının belirleyici olmasıdır. Belli ölçüler içerisinde kalmak şartıyla haklı bir taleptir. Bence de Milli Eğitim politikası yerel ve zümresel taleplere karşı daha esnek olmalı, çeşide yer vermeli. Mesela imam hatip okullarına talep varsa imam hatip okulları da açmalı.[1]
İki, pedagojik. İyi bir eğitici öğrencinin zorlandığı noktalara duyarlıdır. Nereye kadar zorlayacağını, nerede rahat bırakacağını bilir. Kötü eğitici dangır dungur girişir, sıklıkla çocuğu evcilleştiremeden kırıp döker. Bu anlamda iyi eğitimin öğrenciye bir çeşit “söz hakkı” tanıdığını söyleyebilirsiniz. Bu hak eğitimin içeriğine ilişkin değildir; olsa olsa temposuna ve üslubuna dairdir. “Eğitici” unvanlı yüz binlerce cahil hayvan barındıran Türk milli eğitimine yönelik özgürlük taleplerinin bir kısmı, işin işte bu yönüyle ilgilidir. Maksat “çocuğum istediği eğitimi seçsin, istediğini öğrensin, istemediğini öğrenmesin” değil. “Çocuğum devletin değil benim istediğimi öğrensin” de değil. “Kırma, öküz, çocuğuma insanca konuş!”
Üç, ne diyelim, aksiyolojik diyelim, yani öğretilen değerlerin niteliğine ilişkin. Bunu yeni yeni kavrıyorum, dur bakalım iyi ifade edebilecek miyim.
Biliyorsunuz liberal eğitim denen bir şey var. Öteden beri İngiliz ve Amerikan kolej sisteminin özüdür, 20. yy’ın son çeyreğinde bütün dünyada giderek artan revaç buldu. Liberal demek normalde “özgür” demektir, ama buradaki hadise o değil başka şey. Kökü 18. yy aristokrasisine dayanan bir elit eğitimi metodudur. Öğrenciye doğrudan bir “doğru doktrin” empoze edilmez. Belirli konularda dikkatle seçilmiş alternatif öğretileri inceleyerek tartışması istenir. Seçenekler asla sınırsız değildir. Çünkü aklı başında herkes bilir ki tüm görüşler eşit değerde değildir; kimi cehalet ürünüdür, kimi mantıksızdır, kimi ahlak yoksunudur, kimi elde edilmeye çalışılan medeniyet çerçevesinin temel değerlerine aykırıdır. Tartışmaya değer olan görüşler önceden tartışılmış ve makul insanlarca savunulmuş olan görüşlerdir: Eflatun mu Aristo mu? Realizm mi nominalizm mi? Kapitalizm mi sosyalizm mi? Allah var mı yok mu?
Şimdi hiç kalkıp da bana böyle özgürlük mü olur, işte kandırıyorlar çocukları filan demeyin. Enfes bir eğitim yöntemidir. Farklı ve zıt görüşleri kavramayı, tartışmayı, rasyonel argümanlar üretmeyi, rakibi akıl zemininde alt etmeye çalışmayı öğretir. Çok seslilikten korkmamaya alıştırır. Muazzam bir disiplindir. O tezgahtan geçmiş olanlar, yarın hiç bilmedikleri görüş ve olgularla karşılaştıklarında da nispeten açık yüreklilikle onlarla yüzleşme becerisi kazanırlar. Azgelişmiş eğitim sistemlerinin mezunları gibi zoru görünce topu taca atmak, yahut eskimiş doktrinlerde ahmakça ısrar etmek, ya da farklı söyleyenlerden ödü kopup kafalarını kesmek gibi davranış bozuklukları sergilemezler.
Ama daha mı özgürdür? Sanmıyorum. Özgürlük işin daha ziyade reklam faslı gibi geliyor bana. Kelimenin tam anlamıyla elit eğitimidir. İyi karar verici yetiştirir. Ama sınırları özenle çizilmiştir. Ancak sınırları özenle çizilmiş bir tartışma çerçevesi varsa başarılı sonuç verir. Yoksa ipini koparmış deli dana gibi boş laf çayırlarında koşuşup kaybolur. “Özgürlük” sloganını fazla ciddiye alan yeni yetmeler – ve onların popülerlik sevdalısı korkak hocaları – yok efendim toplumsal cinsiyetmiş, victim studiesmiş, Derrida’ymış, safe space’miş gibi deli saçmalarını hakikat zannetmeye başlarlar. Sonuçta kendilerini toplumdan tasfiye etmekle kalmazlar, eğitim kurumunu, bilhassa üniversiteyi, toptan marjinalleşmenin eşiğine getirirler.




[1] Doğal olarak Cihangir semtinde, misal, hayvan okşama yahut yoga dersi de talep edebilirler. Diyarbakır’da Kürtçe eğitim de isteyebilirler. En doğal haklarıdır. Tıpkı imam hatip gibi. 

26 comments:

  1. Sevan Bey son zamanlardaki eleştiri/sorularımı kaale almıyor ben linkimi verip gaçayım:
    John Taylor Gatto Beyefendinin Amerika'da (B.D. olanı) elit bebelerinin nasıl bir müfredattan geçirildikleri konulu videosu. TR altyazı var ama kalitesini kontrol etmedim.
    https://www.youtube.com/watch?v=WXWLT34gYas

    ReplyDelete
  2. Hani bir laf vardır, "köpek adamı ısırırsa haber olmaz, adam köpeği ısırırsa haber olur" diye.

    "Adamı ısıran köpeğin" eğitimi değildir esas önemli mesele. "Köpeği ısıran adamın" eğitimidir.

    Umarım anlatabilmişimdir. Yoksa köpeklerden veya "dağdaki çakallardan" farkı kalmamış bir adamı kastetmiyorum yani.

    "Kelimenin tam anlamıyla elit eğitimi"ni kastediyorum başka bir deyişle.

    ReplyDelete
  3. Bence merkezden alalım da eğitimi gerisi önemli değil. Nasıl olsa görünmez el her şeyi halleder.

    ReplyDelete
  4. Sevan hocam eğitim deki hak ve talepler kısmına katılıyorum. Bir de zorunlu eğitim diye bir şey var, bu başarılı nın, başarısını dibe indirdi, misal, beni Tarlabaşı seviyesinde ki gençlik ile, aynı ilk ve lise eğitiminin ortamına verir isen benim hayatım biter. onların bana dönüşme ihtimalleri az fakat benim onlara dönüşme imkanım yüksek, çoğunluk grup psikolojisinden dolayı.

    ReplyDelete
  5. Sevan Bey neler diyorsunuz?

    '' “Özgürlük” sloganını fazla ciddiye alan yeni yetmeler – ve onların popülerlik sevdalısı korkak hocaları – yok efendim toplumsal cinsiyetmiş, victim studiesmiş, Derrida’ymış, safe space’miş gibi deli saçmalarını hakikat zannetmeye başlarlar. Sonuçta kendilerini toplumdan tasfiye etmekle kalmazlar, eğitim kurumunu, bilhassa üniversiteyi, toptan marjinalleşmenin eşiğine getirirler. ''

    Toplumsal cinsiyet dersi her okulda verilmelidir. Keşke gerek kalmasa da bu kodları anne babalarından görerek büyüse çocuklar.

    Safe space kullanımından ziyade personal space. Evet çok basit bir söylem bunun neyine kızdınızki.

    Yahu hadi onu geçtim Derrida'dan ne istediniz :) ?

    Bilinçli insan yetiştirmenin adı marjinalleştirmek mi oluyor ?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Sevan Hocam, siz bu SJW tayfasının üfürüklerine kanacak birisi değilsiniz ama yine de psikolojik olarak size seslenme ihtiyacı duydum: Bu kişilere lütfen kulak asmayın.

      Safe space değilmiş de personal space imiş.

      Kıvırmanın bu kadarı (üstelik de yalan dolgulusu) hiçbir yerde yok.

      Çocukların beynini "toplumsal cinsiyetin biyolojik gerçeklikten kaynaklanmadığı" yönünde yıkamanın da adı bilinçli insan yetiştirmek olmuş.

      Yazık olur SJW'lerin eline düşen çocuklara.

      Delete
    2. @Direnyazar: Sizin farklı bir başlıktaki başka bir yorumunuzu okudum. Sıradan bir SJW zannetmiştim sizi başta, değilmişsiniz, okuyan ve araştıran birisi olduğunuz ortada. Öne sürdüğünüz görüşe katılmıyorum halen fakat SJW etiketini size vermem size karşı haksızlık olur. Sizin ozelinizde bu sözümü geri alıyorum.

      Delete
  6. Benim kafamda hep şöyle bir “hayata giriş kursu” var:

    Çocuklara hayattaki meslekleri öğretiyorsunuz. Bir mesleğin, ona getireceği statüyü, parayı ve gücü, ve ondan götüreceği enerjiyi, motivasyonu ve zamanı gösteriyorsunuz. O meslekte iyi bir yere gelebilmenin zorluk derecesini gösteriyorsunuz. İş ve yükselme garantisini, mesleğe giren-meslekte başarılı olan insan oranını, üniversitedeki bölümünün zorluk derecesini, üniversite sonrası ne kadar sıklıkta kendini alanındaki yeni bilgilerle geliştirmesi gerektiğini gösteriyorsunuz. Bu bilgileri istatistikler ve fact’ler üzerinden veriyorsunuz. Yani “sen aslansın, kaplansın, yaparsın“ olayı yok. Belki daha etkili olması için, o meslekten birkaç kişiyi de, bu ana başlıklar üzerinde çocuklarla birlikte interview yapıyorsunuz.

    Çocuk bu kurs sonunda kafasında, en azından bilinç altında, neyin ne olduğunu biliyor ve genç yaştan olgun düşünmeye başlıyor. Mesela “tamam doktor olmak istiyorum, üniversite zor olacak, sonra da sürekli journallar falan okuyacağım ama başarım, statüm az çok garanti olacak” ya da “şarkıcı olmak istiyorum, ama piyasada çok rekabet var, geçen gün şarkıcı amcanın da anlattığına göre, başarılı olmak için insan kafayı yiyormuş, gecesini gündüzünü stüdyoda yada manevi soul searching turlarında geçiriyormuş, ki en sonunda yine de başarı hiçbir zaman garanti olmuyormuş. İyisi mi ben şarkı olaylarını bir tık azaltayım da, şu bilgisayar mühendisliği olayına odaklanayım, mezun olduktan sonra yine denerim şarkıcılığı“ falan demeye başlıyor.

    Kursun yararları burada da bitmiyor. Herhangi bir mesleğe giriş için tam şuandan ne yapmak gerektiği de sunumlarda, internet siteleri yada kitapçıklarda anlatılıyor kabaca. Çocuk biliyor, doktorluk mu istemiş; biyolojiye, matematiğe, belki kimyaya falan ağırlık verilecek, kitapçıkta öyle yazmış çünkü, matematik-doktorluk korelasyonu istatistiklerle gösterilmiş. İngilizce zaten her alanda olmazsa olmaz, çünkü her alandaki en süper kaynaklar ya İngilizce ya da en azından (ilk önce) İngilizceye çevrilmiş durumda.

    Ben hayatta çocuklara hep „cahil minik adamlar“ gözüyle bakmak taraftarıyım. Ya da Sevan’ın dediği gibi „hayvanlar“ ya da „evcilleşebilen minik maymuncuklar“. Zorunlu bir şeyler öğretmek lazım belki ama esas en kısa zamanda şunu anlatmak lazım „bak evladım biz sana bunları veriyoruz çünkü şu alanlarda ve mesleklerde, şu somut occasion‘larda rahat edebilesin diye“. Topu çocuğa atmak yani! „Durum budur, hadi bakalım, deal with it!” demek. İleride yapacaklarının sebeplerini ve sonuçlarını şimdiden göstermek.

    Bir tek bu kursun ne zaman verileceğine emin olamıyorum. İlk okul belki erken olur. Bırakalım da eğlensin bıcırıklar. Orta okulda ama, başlanabilir. Çocukların kafaları da, o zamanda fizyolojik olarak soyut düşünmeye, geleceği somut bir şekilde hayal etmeye ve vision’lara hazır hale gelmiş oluyor.

    Bi de bu kursu sadece tek sefer, blok şeklinde başlatıp, orada bırakmamak, sonrasında da haftada ya da ayda bir saat artçılı şekilde devam ettirmek lazım. O yaşlarda çocuk kopar disiplinden. Ona „iş işten geçti“ hissiyatını vermemek lazım. „Bir iki sene geç kaldın ama şimdi sonunda kararını verdiğine göre, programmer mesleğin için gerekli olan mantık ve matematik derslerine hemen başlayıp, biraz kasman gerekse bile, eksiğini telafi edebilirsin“ demek. Hatta „sen şu mesleği düşünüyordun, hala kararlı mısın, bak, istersen değiştir, daha zamanın var başka alanlara geçmeye“ falan gibi psikolojik destek de sağlamak.

    Bu kurs sonunda, çocuk değerli zamanını Kuran kursuna ya da yoga kursuna mı harcar, yoksa iki sonra „ben kafayı yemedim sonuçta“ deyip, matematiğe, fiziğe, en olmadı araba tamirciliğine mi geçer, ona kalmış. Tabii, Sevan’ın „ağır metinler okuma, okuduğunu anlama, anlatabilme ve tartışabilme“ eğitimine yüzde yüz katılıyorum. En önemlisi bence de bu. Hayatın her alanında, her meslekte, insanı hayvandan ayıran her yerde, bu eğitim ve bu eğitimin sonuçları var esasen. Her türlü ders, Kuran bile dahil, bu perspektiften, bu sisteme bağlı kalınarak verilmeli.

    ReplyDelete
    Replies
    1. tebrik ederim. sizin gibi atatürk/ inönü düşmanı birisinin tamamen köy enstitüsü modelini tanımlaması ve örnek olarak betimlemesi- 65 yaşından sonra da insanların doğruyu görebileceklerine bir işaret. sizin adınıza sevindim ahpar

      Delete
    2. İnönü düşmanı olduğumu nereden çıkardınız? Bir iki spesifik eleştiri dışında İnönü aleyhine bir kelam ettiğimi hatırlamıyorum.

      Ayrıca 65 yaşını aşmış değilim, anlattığım şeyin de Köy Enstitüsü modeliyle ancak yüzeysel bakışta bir benzerliği olabilir yoldaş.

      Delete
  7. Ohh okuyunca bile içim rahatladı valla. 30 yaşındayım hala okuduğumu anlamakta zorlanıyorum, kendi kendime çabalıyorum bunu yapmak için Hocam.

    ReplyDelete
  8. Geçen bir yazınızda çağdaşımız düzgün bir şair çıkmamasını yaygın eğitime bağlıyordunuz. Keşke bu konuyu bir yazınızda daha geniş işleseniz. Bir şairi aldığı eğitimden yazdığı şiire uzanan bir portrede anlatsanız da biz de keyifle okusak.

    ReplyDelete
  9. özellikle aralara matematik, geometrinin sokuşturulma tarzı ile "ben sözelciyim" diye bağıran bir zihniyet mevcut yazıda. sürekli teoride kalması için teori kasan pkk solcuları gibi işin sonunda fiiliyata geçecek somut bir iş olmayacak. işe yarayan gerçektir, gerçek soğuktur, gerçek sayısaldır.

    sizin sistemi okuyunca zihnimde; dedesinin vurgun yapıp kazandığı, babasının büyüttüğü serveti çarçur eden, işe yaramaz, sanat tarihi yapan oğlu ve tasarımcı kızı canlanıyor. şayet dede köylü, baba ameleyse teorinin teori kalması doğal.

    ReplyDelete
  10. Aslında her alanda eğitim veren bir yer var, İstanbul'da ismek kurumu bedava olarak ciltleme den yemek pişirmeye, web tasarım dan bendir çalmaya kadar birsürü kursu bedava olarak veriyor, özellikle arapça ile ilgili birsürü kurs var ve haftanın çoğu saatinde açılıyor, ben gittim lübnanlı bir hoca anlatıyordu çok memnun kaldım, ama ücretsiz olduğu için başlayanların çoğu bırakıyor, ben mesela 25 asıl 33. sıradaydım, 2. hafta başladım kursa kurs bittiğinde 8 kişi kaldık. Küçükken kuran kursuna gönderildiğim için Arapça okumam gayet iyiydi fakat sadece okumayı öğrendiğimiz için hiçbir şey anlamıyordum, ben de bunu anlamıyorum her camii'de kuran kursu var ama Arapça öğretenine rastlamadım.

    İsmek'in en iyi yanı da halktan her kesimden insan vardı, kimya profesöründen spor hocasına, ev kadınından otel işletmecisine kadar çok farklı insanlarla beraber ders işlemekte çok zevkliydi. İstanbul'da oturanlara şiddetle tavsiye ederim, temmuz civarı kayıtları başlıyor çoğu dil var, resim, müzik, kodlama, muhasebe gibi birçok alanda kursları var ve bedava, ayrıca milli eğitim bakanlığı onaylı sertifika veriyorlar eğer kurumsal şirketlerde çalışırsanız dil tazminatı da veriliyormuş. Sıkıntısı ise mesela Arapça dilinde çok fazla öğretmen var, birçok kurs açılıyor ama Çince çok az açılıyor, en çok beykoz'da var herhalde Çinli birisi orayı çok sevmiş.

    Bu tars üstelik bedava eğitim veren kurumların sayısı arttırılabilir, hem insanların boş vakitlerini değerlendirebileceği, sosyalleşebileceği ve ilgi alanı neyse o alanda eğitim görebileceği çok güzel bir yer, umarım diğer şehirlerde de bu tarz kurumların sayısı artar.

    ReplyDelete
  11. Pek güzel, mantıklı bir yazı. Bir tane 'şurası olmamış' diyeceğim bir isabetsizlik göremedim. Altına imzamı atarım.Tebrikler.

    ReplyDelete
  12. Bilimin dili matematiktir. Bizi karanlıktan matematik kurtardı. O yüzden en az dil kadar önemlidir.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Mühendis aklı. Mesleki deformasyon.

      Delete
    2. Sevan Bey ben mühendis değilim. Ama bilimin yani evrenin dili matematiktir. Denklemler evreni anlamak için kurulan cümlelerdir. O yüzden dil önemlidir ve zorunlu eğitimin olmazsa olmazıdır önermeniz matematiğide kapsar.

      Delete
    3. This comment has been removed by the author.

      Delete
    4. Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş.
      Ben matematikte dahilerle aynı departmanda bulundum ve onlar kadar ahmak insan az gördüm diyebilirim.
      Basit bir örnek: Vietnam savaşı esnasında ellerinde kahve tasları dahiler arasında geçen tipik bir konuşma.
      - Dün akşam televizyonda başkanımız ( yani dünyanın en büyük yalancı ve dolandırcısı) Vietnam'da ...
      Diğer bir örnek.
      2. Dünya Savaşı'na karşı olan Russell Avrupa gezisine çıkar. İngiltere'ye dönerken matematik (özellikle karman çorman olmuş matematiğe düzen vermeye çalışan) ve mantıkta çığır açan Frege'e uğrar. Frege, "evet, pislikleri temizlemeliyiz" der. Russell matematikteki pislikler anlar ama biraz sonra pisliklerin "Yahudiler" olduğunu anlar.
      En çok sevdiğimden başlayarak,
      Matematik cimrilerin bilimidir.
      Fransızca "trois (3)" "trop (çok, aşırı)" kelimesinden türemiştir. Cimriliğin yayılmasından önceki 0, 1 ve 2'den başka sayıların kullanılmadığı zamanlardan kalma. Yani 2+1'in 3 değil çok olduğu zamanlardan.
      “No more fiction for us: we calculate; but that we may calculate, we had to make fiction first.”
      As far as the laws of mathematics refer to reality, they are not certain; and as far as they are certain, they do not refer to reality.
      Matematik zorla kabul ettirir ama ikna ettiremez.
      Whatsoever therefore is true, young geometrician think demonstrable ; but elder not.
      Belki de en çok sevdiğim matematiğin Mephistopheles'e (İblis) benzetilmesi. Allah'a başkaldıran ve onun gibi mükemmel olmak isteme sevdası.
      Bence başımıza gelen dertler bu Allah'ın yerine geçme hevesine kapılan sapıkların yüzünden oldu.
      Tarihsel belgelere göre bu düşünce Batı'ya 11. yüz yılda Sicilya Müslümanlarından geçmiş. Kabaca "Her şey Allah'ın elinde" düşüncesi.
      Böylece olumsal dünya ile mantıksal (matematiksel) dünya farkı yeni bir can kazanır ve bu düşünce Batı'da nihayet Modern Bilim ile "Her şey BİZİM elimizde" olur.
      Matematiğin bilimdeki önemi bilimin sadece ve sadece nicelikler ve ölçülebilir nesne ve olgularla kısıtlı olmasından.
      Eğer daha güzel bir örnek vermek gerekirse, zamanı salt nicelik olarak gören en katı bilim adamı bile "karımı ilk gördüğüm an" der. Yani, o anı diğer bütün ölçüyle ifade anlardan farklı görerek nitelikle ifade eder.
      Tabii, matematikçiler arasından düşünürler çıkar ama üzülerek söyleyeyim, çoğunluğu her efendiye hizmete hazır süt inekleri. Yaptıklarında, aynı zamanımıza mutlak egemen olan teknisyenler gibi, muazzam etkili ve becerikli ama neden yaptıklarını bilmeyen uzmanlar.

      Delete
  13. Benim biraz kafam karıştı.

    "Zorunlu genel eğitimin TEK konusu okuma yazma eğitimi olmalıdır. İlkokul birden üniversite lisans eğitiminin son yılına dek eğitimin vageçilmez olan tek unsuru ve ana ekseni okuryazarlık üzerine kurulmalıdır. Olsa olsa temel aritmetik ve geometri ile İngilizce buna eklenebilir. Başka zorunlu ders olmamalıdır. Eğitimde bir merkezi kamu idaresi ve “öğretmenlik” diye bir profesyonel meslek olacaksa bundan başka bir şeyle ilgilenmemelidir. "

    Bu tamam. Bu paragrafın doğal devamı şöyle bir şeyler olmamalı mıydı?:

    "Dolayısı ile ya zorunlu (merkezi) eğitim olmamalı, olacaksa da okuma-yazma ile sınırlı olmalı. Bunun dışındaki her şey yerele ve öğrenciye bırakılmalı"

    Ama o da ne? Öyle gelişmedi yazı. Pat diye aşağıya nasıl geçtik?

    "Meğer neymiş? Eğitim özgür olmalıymış. Merkezleşmemeliymiş. Ben kim oluyormuşum elalemin çocuğuna ne öğretileceğini belirleyecek. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.
    Net söyleyeyim. Eğitimde özgürlük diye birşey yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Boş propaganda sloganlarına kapılıp kendinizi gülünç etmeyiniz."

    Neyi atlıyorum?

    İsviçre'de öğretim bakanlığı yok. Tek bir sistem bile yok. Her kanton, hatta her komün kendi sitemine sahip. ABD'de öğretim tamamen yerele bırakılmış durumda. Öğretim bakanlığı 1980'de kuruldu. Düşük bütçeli ve kadrolu bir çeşit think thank olarak faaliyet gösteriyor. Finlandiya'da sağlam bütçeli bir bakanlık var ama okullarla ilgili kararları yerel yönetimler alıyor. Bunlar gülünç sistemler mi?

    " “Özgürlük” sloganını fazla ciddiye alan yeni yetmeler – ve onların popülerlik sevdalısı korkak hocaları – yok efendim toplumsal cinsiyetmiş, victim studiesmiş, Derrida’ymış, safe space’miş gibi deli saçmalarını hakikat zannetmeye başlarlar. Sonuçta kendilerini toplumdan tasfiye etmekle kalmazlar, eğitim kurumunu, bilhassa üniversiteyi, toptan marjinalleşmenin eşiğine getirirler."

    kısmını hiç anlamadım. Nereden çıktı bu? Konu ile alakası ne?

    Sanırım başa dönüp eğitimin/öğretimin işlevi nedir/ne olmalıdır'ı genel bir kabul oluşana dek tartışmalıyız.

    Ne yapmak istiyoruz? Atatürk kültüne iman etmiş, kültün ruhban sınıfı askerlere itaatte kusur etmeyen Atatürk milliyetçisi vatandaşlar yetiştirmek mi? Milli ve manevi değerlerimizi (?) özümsemiş, yerli vatandaşlar yetiştirmek mi? Hızla kalkınmamızı sağlayacak becerilere sahip meslek sahipleri mi? Düşünme disiplinine sahip, ifade becerisi yüksek Socrates'ler mi?

    Benim görüşüm hiç biri. Demiştim: ortak alanı ilgilendiren her konunun öznesi birey olmalıdır, toplum değil. Yukarıdaki hedeflerin her biri birilerinin ideal toplum tasavvurunun diğer bireylere dayatılması isteğini içeriyor. Hiç biri uygulanabilir olmadığı gibi, ahlaki de değil.

    Ben Faydacı bir açıdan yaklaşıyorum. Her eylem gibi öğretimin amacı da mutluluğu ve tatmini arttırma yönünde olmalı: "bireye kendini gerçekleştirebilmesi için gerekli becerileri kazanabileceği ortam sunmak". Kendi hayalinin peşinden koşabilen kendini bu yönde geliştirebilen bireylerden oluşan toplum sağlıklı olacaktır.

    Toplumlar, bireylerin mutluluğu için vardır. Kendi başlarına bir özne değildir.

    Dolayısı ile evet, Sevan elalemin çocuğuna karışmamalı. Fikrini söylemeli, kararı verememeli. Her çocuk hayatı ile kararı ailesi ile birlikte kendi almalı.

    Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.

    (Her slogan gibi bu slogan da ezbere kullanılmamalı. Öte yandan arkasında sağlam bir birikim ve felsefe olduğunu da unutmayalım. Dangalak 3. Dünya solcularının ağzı ile "ama 19. yy vahşi kapitalizmi bik bik" gibi laflar ederek itibarsızlaştırmayalım)

    ReplyDelete
  14. Eğitimde her şeyden yüzeysel bir iki şey öğrenmekle ancak yüzeysel vasat genel kültür olur.

    ReplyDelete
  15. Şu an eğitimin en önemli sorunlarından biri geri getirilmeye çalışılan ırkçı "andımız"dır.
    Diğer yaptıkları ne olursa olsun BU KONUDA Erdoğan'ı sonuna kadar desteklemeliyiz.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Ant” Türkçe Ezan İsteyen Fosilleşmiş Zihniyetin Metnidir!
    Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kongre Merkezi'nde düzenlenen Türkiye Gençlik Zirvesi'nde yaptığı konuşmada ırkçı “ant”a geçit verilmeyeceğini bir kez daha tekrarladı.
    Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kongre Merkezi’nde düzenlenen Türkiye Gençlik Zirvesi’nde konuşan Erdoğan, Danıştay’ın ırkçı ant hakkındaki kararı karşısında verilen tepkilerin kararlılıklarını artırdığını ifade etti.
    Danıştay İyi Niyetli Değil
    “Çünkü bu metin bu ülkede, ezanı Türkçe okumak, okutmak isteyenlerin eseridir” diyen Erdoğan, metnin, halkın kendisini, kültür ve medeniyet anlayışını ortaya koyan bir metin olmadığını savunarak şöyle devam etti: “Bizim andımız İstiklal Marşımızdır ve İstiklal Marşı’mızla beraber yolumuza devam ediyoruz. İstiklal Marşı’mızdan daha güzel, güçlü bir ant olabilir mi? Yok. Ama bunlar böyle çıkarmışlar. Danıştay’ın ‘Andımız’ kararını iyi niyetli görmüyorum.”
    ‘Türkçe ezan zulmü’
    Erdoğan, Türkiye’de ‘zamana, değişime, hayata ve dünyanın gerçeklerine karşı direnmeyi çağdaşlık zanneden fosilleşmiş bir zihniyet’ olduğunu da savundu: “Kimse Türklüğünü inkar etmiyor ki? Ama Türkçülük yapmıyor. Ben Türküm ama Türkçü değilim. Böyle yaparsak dinimiz İslam ile çatışırız. İslam ırkçılığı reddediyor, ırkı reddetmiyor. Bu kararı kimi çevreler baskıcı ideolojilerine yakılmış bir yeşil ışık gibi algıladılar. Milletimize tepeden bakan, milletimizi ‘kömürcü, makarnacı’ diye aşağılayanlar uzun zaman sonra yeniden piyasaya çıktılar. Gazeteci kılıklı provokatörler ekranlarda, yıllardır biriktirdikleri kin ve nefreti kusmaya başladı. Hatta cübbelerini kiraya veren sözde hukukçuların Türkçe ezan zulmünü tekrar dillendirdiklerine şahit oldum.”

    ReplyDelete
  16. "Bizim bugünkü eğitim sistemimiz Batlamyos kozmografyasına benziyor: Ortada resmî Kemalizm ideolojisi... Eğitim ordusu, okullar, milyonlarca öğrenci, ders kitapları bunun etrafında güneş, ay, seyyareler gibi fıldır fıldır dönüyor. Boşa dönüş!.."

    "Eğitimde keyfiyet ve kalite kavramını kaldırdılar, kelle sayısını öne aldılar.
    Daha çok okul, daha çok öğretmen, daha çok öğrenci, daha çok kara tahta, daha çok ders kitabı, daha çok büst, daha çok Atatürk portresi, daha çok Atatürk şiiri...
    Sonunda bugünkü yozlaşma ortaya çıktı."

    Türkiye‘de Eğitim Fâciası, M. Şevket Eygi, 23 Eylül 2011

    ReplyDelete
  17. "12 Yıl Zorunlu Eğitim Okulları Yunan Mitolojisindeki Prokrustes Yatağı'na Çevirmiş Durumda"
    Yazısında "12 yıl zorunlu eğitim okulları Yunan mitolojisindeki Prokrustes Yatağı'na çevirmiş durumda" diyen Ali Osman Aydın; müfredat, öğretmen ve yüksek teknoloji meselesiyle birlikte bunun da muhakkak tartışılması gerektiğini söylüyor.

    "Okullar giderek, mahkumların sık sık isyan çıkarttığı Güney Amerika cezaevlerine benzemeye başladı.
    Bu yüzden bazı okul önlerinde polis otomobilleri bekliyor. Fakat Türkiye’de buna eğitim sistemi diyoruz ve bu sistem bir “zorunluluk” üzerine oturuyor. Ülkede herkes bu sistemden/tezgahtan geçmek durumunda. Açık konuşalım, bu öğrenci profiliyle okullarda eğitim verilebilmesi mümkün değil. İstediğiniz müfredatı getirin, istediğiniz öğretmenleri ve üstüne de okulları en yüksek teknolojiyle donatın isterseniz…
    Eğitim sisteminden yarar umanlar şu sorunsala yoğunlaşmalı bana kalırsa: Öğrenmek isteyen çocuklarla, öğrenmekten, eğitilmekten nefret eden çocuklar bir araya geldiklerinde, o sınıfta eğitim ve öğretim yapmak mümkün olabilir mi?
    Bu okullarda yıllarca okumuş biri olarak ben, olmadığını düşünüyorum…
    ****
    Yunan mitolojisinin en ünlü haydutlarından biri vardır, adı Prokrustes’dir. Kurbanlarını zorla yatırdığı demirden bir yatağı vardır bu haydutun. Mitolojide bunun adı: Prokrustes yatağıdır. Rivayete göre, Prokrustes uzun boylu kurbanlarını yatağı yatırır ve taşan uzuvlarını keser. Kısa boyluları yatırdığında da bacaklarını mengeneyle yatak boyunca uzatır. Böylece tüm kurbanlarını eşitlemiş olur. Prokrustes Yatağı, tarih boyunca hep tek tipleştirmenin bir sembolü olarak kullanılmıştır.
    Okulları Prokrustes Yatağı olmaktan çıkarmamız gerekiyor.
    Islah kabul etmez serserilerle, terbiyeli öğrencileri aynı sıraya oturtan Prokrustes Yatağı gibi bir sistem, bütün ülke çocuklarını serserilikte eşitlemek istiyordur bana göre."
    Yeni Akit (11 Aralık 2018)

    ReplyDelete