Friday, August 7, 2020

İhtilal nasıl yapılır

Devrimlerin (revolution) temel özelliği öngörülemez olmalarıdır. Öngörülebilse zaten önlenirdi. Orduyu, polisi, istihbaratı, yargıyı, para kaynaklarını elinde tutan Devlet, yıkıcı tehdidin nereden geleceğini bilse ona göre tedbir almaz mı?

1776 ABD’sine, 1789 Fransa’sına, 1917 (Şubat) Rusya’sına bakıyoruz. 1964 Zanzibar’ı, 1978 İran’ı, 1989 Doğu Almanya’sı, Çekoslovakya’sı, Romanya’sı, 2011 Tunus’u ile karşılaştırıyoruz. Hepsinde kurulu siyasi düzen bir halk ayaklanmasıyla tepetaklak oldu. Hiç birinde olacakları iki üç hafta önceden kestirebilen kimse duyulmadı. Rejimin devrilmesinden 24 saat önce aklı başında insanlara sorulsa muhtemelen yarıdan fazlası “mümkün değil” deyip gülerdi. Hiç birinde – bildiğimiz kadarıyla – ayaklanma örgütlü veya planlı olarak gerçekleşmedi. Hiç birinde olayları kontrol edebilecek nitelikte bir ihtilal örgütü yoktu; olanlar ihtilalden sonra belirdi. Kimsenin hedeflere ve amaçlara ilişkin dişe gelir bir fikri yoktu. Yarına ilişkin bir proje, şayet varsa, soyut birtakım hayallerden ve platonik sloganlardan ibaretti. Ortak duyguydu belirleyici olan: “Yeter artık!”

Sonradan dönüp bakınca, rejimin direniş gücünü aylar önceden kıran, inandırıcılığını zedeleyen ipuçlarını yakalamak mümkün tabii. Fransa’da maliye bakanının istifası, Vizille Şatosu bildirisi, kralın önce meclisi toplantıya çağırıp sonra kapatmaya teşebbüs etmesi... Rusya’da Rasputin’in öldürülmesi, çariçenin gitgide olayların kontrolünü kaybetmesi... 1989’da Gorbaçov’un Almanya’dan asker çekme kararı, Macaristan’ın sınırları açması... Geriye bakınca yaklaşan fırtınanın habercileri oldukları anlaşılıyor. Ama yaşanırken bunu fark eden kaç kişi oldu? Daha doğrusu: Tarih boyunca her gün bir şekilde kıyametin yaklaştığını haber verip haksız çıkan milyonlardan farkları – varsa – neydi?

Devrimlerin hiç birini bir “devrim örgütü” hazırlamadı. Daha ileri gidelim. Ele gelir bir devrim örgütü varsa o yerde devrim olmaz. Çünkü Devlet bilir ve tedbir alır. Bir adım daha: Varolan düzen içinde yer tutan devrim örgütü ister istemez düzenin bir parçası haline gelir; iktidar yapıları ve güç kaynakları oluşur. Hükümeti devirip başa geçse de var olan güç dengelerinde büyük yara açamaz. Bkz. Türkiye 1908.

Hani Bolşevik Parti diyeceksiniz. Demeyin. Çarlık rejimini deviren halk ayaklanmasında RSDP’nin bilinen bir rolü yoktur. Lenin Zürich'te saçma sapan ekonomi analizleri yazmakla meşguldü; Troçki New York'ta Yidiş gazetelerine makale yetiştiriyordu; Stalin Sibirya'da sürgündeydi. Parti ancak devrimi izleyen kaos günlerinde palazlandı. Ekim ayında birkaç yüz kişilik bir kadroyla baskın yapıp Kerensky’nin geçici hükümetini devirdi. Sonra ülke çapında devlet teşkilatının (ve ordunun) yeniden kurulmasında baş rolü oynadı. Devrimin değil, olsa olsa karşı-devrimin örgütleyicisidir.

Önümüzdeki aylar ve yıllarda dünyanın her yerinde bu konuları bol bol tartışma fırsatı olacak görünüyor, o yüzden şey ettim.

12 comments:

  1. Evet Covid salgınının neden olduğu çöküş bazı bölgelerde devrim koşullarını oluşturabilir, tıpkı yazıda anılan devrimlerde olduğu gibi. Yalnız naziler de ekonomik ve siyasi çöküş sayesinde iktidara geldiler unutulmasın.

    ReplyDelete
    Replies
    1. unutulmasın da neden "nazi" lerin iktidara geldiği de düşünülsün. abd o krizde daha fazla küçülmüş, weimar cumhuriyeti de ufak da olsa toparlanmaya başlamıştı. bu konuda bir "felaket miti" yaratıldı, hemen her kriz aşırı sağı getirecek diye bir algı oluştu.

      Delete
  2. 1517 ile 1530 yılları arasında gerçekleşen Protestan devrimi de öngörülemediği için kısmen başarıya ulaşmış devrimlerden sayılabilir. Kısmen başarılı diyorum, zira amaçları tüm Katolik Kiliseyi reforme etmekti, onu bölmek değil, ancak belli coğrafyalarda başarılı oldukları için iş ister istemez bölünmeye gitti. Ama en mühimi, Luther ve matbaayı denklemden çıkardığımız zaman devrim mevrim kalmıyor, onlarsız devrimin olacağı yoktu, muhtemelen onun yerine papanın otoritesinin azaldığı ve ulusal kilise örgütlenmelerinin güçlendiği bir ara çözüm yoluna gidilecekti sonunda, dolayısıyla Katolik Kilise bölünmeyecekti.

    ReplyDelete
  3. Şöyle bir görüş var (ben Zizek'ten duydum):

    Halk damarına sonuna kadar basıldığı zaman ayaklanmaz. Halk işler biraz iyiye gidip, iyimser bir hava estiği ve sonrasında bu iyimserlik hayal kırıklığına döndüğü zaman ayaklanır.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Zizek muhtemelen psikoloji bilgisine dayanarak bu tespiti yapıyor. Zira intihar veya cinayet gibi “yıkıcı” büyük hanleler kişi deprosyonun dibindeyken gerçekleşmez. Kişi depresyondan çıkarken isyan edecek enerjiyi bulur. O sebeple terapistler ve psikiyatrlar en çok bu dönemde dikkatli olurlar.

      Delete
  4. Sevan Bey sizinle ilgilenmeyeyim diyorum ama gözüm takılıyor ve öyle şeyler yazıyorsunuz ki yanıt yazmadan duramıyorum... 1917 Şubat ve Ekim Devrimleri aynı devrim sürecinin iki ayağıdır. Şubat Devrimiyle ülkeyi işçi, köylü, asker sovyetleri ve fabrika komiteleri kaplamıştı zaten. Bolşevik Parti de kendi aşamalı devrim teorisi gereği yaşananı ''demokratik devrim'' olarak görüp benimsemişti. Devrimin ilerletilebileceği, ilerlemesi gerektiği fikri Lenin'de oluştu. Nasıl oluştu? Kurulu sovyetler tek güç kaynağı olmak istiyordu ve Lenin bunu gördü. Ekim sürecinde ''Tüm iktidar Sovyetlere!'' şiarını ortaya attı ve halkın büyük kısmını yanına çekerek Bolşevik Partiyi kitleselleştirdi. Şubat devrimi Ekim'de nihayete erdi. Lenin'i uyandıran halk sovyetlerinin iktidar talebi oldu. Şubat devrimi, o haliyle, yığınlara yetmemişti ve Lenin bunu görüp devrimi ilerletti.

    Siz ise sanki Şubat ve Ekim devrimleri farklı devrimler, hatta çelişki varmış gibi yazıyorsunuz. Böyle olsa Bolşevik Parti kitle desteğini asla edinemezdi. Yığınsal sovyetlerin ve fabrika komitelerinin aktif desteği olmasa Kışlık Saray basmakla kimse iktidar olamaz, bilmez misiniz? 100 kişiyle saray basan, 200 kişilik baskınla gider. Ekim, Şubat'ın devamıdır ve yığınsal desteğe dayanarak, kendi aşamalı teorisiyle de yüzleşerek devrimi nihayete erdirmiştir. Çarpıtmayınız.

    Devrimler öngörülebilir miydi? Dünya üçte birinde sosyalist devrimler oldu, dünyanın geri kalanı da devrimci hareketlerle sallandı. Nasıl oldu? Size göre tesadüftür. Sizin böyle suyu bulanıklaştırmanız ideolojik saikledir kanaatindeyim. Oysa devrimlerin sonucu değil ama devrimin dinmaikleri, devrimci yığın hareketlerinin doğumları öngörülebilir. Üçüncü dünya ülkelerinde bu durum geçtiğim 100 yıl boyunca ''emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri'' olmuş, bunu görüp oraya oynayan ve gerilla savaşına başlayan pek çok ülkeden çok çeşitli sol devrimci hareketler kitleselleşmiş, bir kısmı sonunda muzaffer olmuştur. Tabi size göre hepsi tesadüftür.

    Unutmuş olabilirsiniz lakin Lenin'in bir devrim teorisi de vardır. Evrim ve devrim dönemi diye ayırır. Evrim dönemi uzundur, demokratik olanaklardan faydalanılır, propaganda ve ajitasyon yapılır. Devrim dönemi ise kısadır, ekonomik ve siyasal krizin üst üste bindiği dönemlerdir, yönetilenler eskisi gibi yaşamak istemez, şayet yönetilenler de çeşitli sebeplerden ötürü eskisi gibi yönetemiyorlarsa bir kalkışmanın devrimle sonuçlanması fazlasıyla öngörülebilir olur.

    Devrimlere temel sunan yığın hoşnutsuzluğu ve hareketliliğini, yani devrimci durumu elbette devrimci örgütler hazırlayamaz. Bunu sistemin kendi krizleri hazırlar. Devrimci örgütler, o dönemlere yatırıp yapıp hazırlanırlar. Yığın hoşnutsuzluğunu doğru hedefe yönlendirebilirlerse devrim gerçekleşir. Devrimci örgüt yoksa yığın hoşnutsuzluğu ve hareketi sönümlenir ve yeniden sisteme bağlanır. Dolayısıyla devrimci örgüt olmadan devrim olmaz.

    Ekim sonrası iç savaşta ülkenin harabiyeti, sanayi altyapısının çöküşü, yığınsal açlık tehlikesi, militan kadroların yok oluşu v.b. sebelerle iç savaşı kazananan Bolşevikler çok zor bir durumla karşılaştı ama Lenin yine de bürokratik bir çözüme değil NEP yoluyla köylü girişimine alan açan akılcı bir çözüme yöneldi. Lenin devrim sonrası yazılarının ve mücadelesinin önemli kısmı devletin eleştirisi ve bürokratikleşme tehlikesine dairdir. Gözardı etmeye alışkın olduğunuz bir yalın gerçek vardır: Lenin, bürokratizmin acımasız bir eleştirmeni olmuştur. Ne yazık ki ömrü bürokratik yozlaşma sürecini durdurmaya yetmeyecek kadar kısa oldu.

    ReplyDelete
  5. Evet Sevan uzun zamandan beri ilk defa dertli toplu lakırdı ettin. Bunlara ilave hiç bir devrim iç savaş yaşanmadan yeni düzeni kuramaz. Doğu blokunun çöküşü istisna. Onlar da hükümet darbeleriydi aslında. Mevcut yönetimlerden klikler idareyi ele aldılar. Geçiş kolay oldu.

    ReplyDelete
  6. Merhaba Sevan Bey, Türkiye’de yaşayan lise/üniversite öğrencileri için bir tavsiye yazısı yazabilir misiniz? Eğitim sistemi bu kadar bozuk ve böylesi politize olmuş bir toplumda objektif bakış açımızı korumak için, kendimizi geliştirmek için ve geleceğimizi kurtarmak için neler yapmalıyız?

    ReplyDelete
  7. İktidar sahipleri için ihtilalleri-devrimleri önlemenin en iyi yolu nedir peki?

    Halkın karınlarını doyurur, onlara iyi hayatlar sunarsanız daha stabil bir sistem mi elde edersiniz yoksa bitleri kanlanan insanlar bir süre sonra etnisite vs. eksenli kalkışmalara mı girişirler?

    Demir yumrukla mı yönetmeli, ipek eldivenle mi? Toplumdan topluma, zamana ve coğrafyaya göre değişir mi yoksa?

    ReplyDelete
  8. 2002 Türkiye'sine bakıyoruz vay be Sevan hoca haklı.

    ReplyDelete
  9. O zaman su anki hükümetin en büyük basarisi elindeki kadroyu tutabilme becerisi. Damat gibi bir karakterin krizde ilk istifa edilecek bakanliga yerlestirilmesi de dogru ama riskli bir karar.Hesaplar damadin ne olursa olsun yan cizmeyecegi üzerine kurulu. O nedenle gecen hafta tüm bakanlar zorunlu destek mesajlari attilar.
    Cünkü eger damat istifa ederse , gelen darbe aileden geldigi icin carpani mesela Soylu'nun muhtemel istifasindan daha büyük olacaktir. Reisin damadi evden kovmasi da karizmasini epey cizecektir.

    Bu da demek oluyor ki ipler aslinda Damat'in elinde.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Saddam Hüseyin üç damadından ikisini öldürttü. Adı üstünde damat, oğul değil.

      https://en.wikipedia.org/wiki/Saddam_Hussein#/media/File:Saddam-family-Pre1995.jpg

      Delete