Saturday, September 12, 2020

Leş kargası

6 Eylül 1955 günü annemle babam düğün alışverişi için Beyoğlu’ndaymışlar. Olayların içine düşmüşler. Sonradan o gün olanlar çok anlatıldı. Dost ve akrabaların başına gelenler anlatıldı. Hep anlatıldı. Tekrar tekrar anlatıldı. 65 yılın sonunda bıkkınlık veriyor, evet. Yeni bir açı, farklı bir bilgi, değişik bir fotoğraf karesi olsa peki, ilginç olabilir. Yoksa, yani, daha kaç defa?

6-7 Eylül münasebetiyle duyar kasanları çok da dürüst bulmadığımı itiraf edeyim. Elli yıl mutlak suskunluktan sonra ne sinyali geldi ki birdenbire her sene on kasım anar gibi anımsanan bir anma günü oluverdi? Yılmaz Karakoyunlu gibi bir ağır devlet abisi neden bunun filmini yapma gereği duydu, neden resmi televizyon kanallarının hepsi o filmi göstermeyi görev bildi? Her sene ağır nağmeler eşliğinde anılması hangi yaraya merhem oluyor? Bir bedel mi ödenmiş oluyor? Gavur soygunuyla palazlanmış cumhuriyet burjuvazisinin etinden et mi koparılıyor, pastasından dilim mi kesiliyor? Yoksa ucuz yollu vicdan mı rahatlatılıyor? Cihangir-Bodrum hattında belli bir toplumsal kesime “ben sizdenim, beni sevin” mesajı mı verilmiş oluyor?

Genel kural: virtue signaling gördüğünüz yerden kaçın. Neydi bunun Türkçesi, ‘fazilet kumkumalığı’ mı desek? Birisi ‘bak ne vicdanlıyım’ diye fazla kasıyorsa bil ki orada bir yamuk var.

Daha başka bir boyutu var işin, ki onu belki hiç düşünmediniz. Herhangi bir insan grubunu fazla şeytanlaştırır, lanet okursanız sonunda karşı yönde zulme kapı açarsınız. Kendini yüzde yüz haklı – ya da yüzde yüz mazlum – görenlerin fanatizminden Allah hepimizi korusun. Karşındaki insan eğer insan değil şer makinası ise, karşılık diye gerekçelendireceğin şerrin her türlüsü meşru olur. Örnek? 1990 Gümülcine olaylarına bir bakın isterseniz. Yunan milliyetçileri ayaklanıp dört yüzden fazla Türk dükkanını yağmaladılar. Sorulduğunda cevap hazırdı: Ama onlar da 6-7 Eylül, Gökçeada 1964, vs. vs. [İngilizce Wikipedia’da ‘1990 Komotini Events’ maddesine bir göz atın. Sayfanın dibinde ‘İstanbul pogroms’ linki neden var sizce?]

Sizi bilmem, İstanbul Rumlarının canı can da Gümülcine Türklerininki patlıcan mı sorusuna benim verecek cevabım yok.

*

He ya sen de Ermeni Soykırımı, bık bık bık...

Hayır, bir defa olsun 1915 olayları ile ilgili duygu sömürüsü yaptığımı hatırlamıyorum. Kesik kafalar, yol kenarında çürümüş cesetler, yalınayak konvoylar, bebeğini terk eden kadınlar, kızıl akan Fırat nehri vs. muhabbetlerine hiç girmedim. Olayları yaşayan kuşakta bu olguların anılması ve tarihe belge düşülmesi bence doğruydu ve önemliydi. Yüz yıl sonra hala bu söylemlerden medet umanları asla tasvip etmedim. Çoğu zaman çirkin ve oportünist buldum. [2013’te İsviçre’deki bir sempozyumda soykırım mütehassıslarından Profesör Richard Hovhannisian’ın kesik kafa, çürümüş ceset, yalınayak konvoy slaytlarıyla süslü sunumu esnasında dayanamayıp, duyulur bir fısıltıyla ‘leş kargası’ diye söylenmiştim. Protokol sırasında herkesin dehşetle dönüp bana baktığını hatırlarım.]

Ne dedim hatırlayalım.

Bir, 1915 soykırımı bir olgudur. Fakt yani. Devlet eliyle yürütülmüş planlı, örgütlü, sistemli, bilinçli bir etnik temizlik operasyonudur. Bunu inkar edenler, iyimser bir yorumla kara cahildir; daha gerçekçi olmak gerekirse orospu çocuğudur. Cahillik ve orospu çocukluğuyla mücadele farzdır, görevdir. Hatta zevkli bir görevdir.

İki, Cumhuriyet’in seçkin sınıflarının ekonomik ve sosyal altyapısı çok büyük oranda Rum ve Ermeni temizliğine dayanır. Oradan kaptıkları parsayla yükselmiş, refah ve statü sahibi olmuşlardır. Ruh hallerinin altında, büyük bir buzdağı gibi, bu gerçeği unutma ve tevil etme arzusu yatar. Bu devasa hakikati yok sayarak 20. yüzyıl Türkiyesi’ni analiz etmeye girişenler abesle iştigal ederler. El yordamıyla fili tarif etmeye çalışan körler gibi, komik hipotezlerin peşinde nefes ve ömür tüketirler. Bazıları iyi niyetli, temiz insanlardır. Onlara yardımcı olmak, araştırmalarına ışık tutmak boynumuzun borcu değil mi?

Hepsi bu kadar.

Yoksa haklı mıydı, başka çaresi var mıydı, neyin misillemesiydi, amaç neydi, bunlar bahs-i diğer. Onlardan da söz edilir gerekirse. Alternatif senaryolara baktığım, bahanelerin çürük noktalarına işaret ettiğim birkaç yazımı hatırlıyorum. Ama ‘Türkler gaddar, Ermeniler masum’ dediğim hiç duyuldu mu? Sanmam.

20 comments:

  1. "Elli yıl mutlak suskunluktan sonra ne sinyali geldi ki birdenbire her sene on kasım anar gibi anımsanan bir anma günü oluverdi?"

    Türk tarafı konuşuyor: Internet geldi.

    Eğitimli solcu bir ailede 80lerde büyüdüm, kolejde okudum, hadiseden 2000lerin başında haberdar oldum. Çevremdeki insanların hâlâ yarısı hiç bilmez, diğer yarısının da çoğu olaylar olmuş seviyesinde bilir, hem İzmir'i 'kurtuluşu'nu kutlar, suya dökülen yunan esprisi yapar. Pogrom kullanımı da daha bu sene oturmaya başladı.

    Türk tarafı out.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Aynı kuşaktanım, katılıyorum. Aynı zamanda internet bir yerde hayatımın hayal kırıklığı oldu. "Artık insanlar her şeyi öğrenecek, hiçbir şey hasır altı edilemeyecek, olanları görünce değişecekler" saflığındaydım 2000lerin başında, zalimliğin sonsuz pişkinlikle harmanlanacağını akıl etmemişim. Saflık da değil, resmen aptallık geriye bakınca.

      Delete
  2. Sevan Bey, 6-7 Eylül sensitivity'sinin sebebinin Cihangir - Bodrum hattının kendini rumlarla özdeşleştirmeye başlaması da olabilir diye düşünüyorum. Eskiden devlet ideolojisine mensup olan bu sınıf artık bu ideolojinin dışında kalmış durumda ve bu bakımdan 1955'deki rumlarla aynı noktada bulunuyor. Benzer bir argümana Ayasofya'nın cami yapılması üzerine olan yazınızda da değindiğinizi hatırlıyorum.

    ReplyDelete
  3. 6-7 Eylül'de yağmacı talancılara mutlak talimat verilmiş: " -Yakın, yıkın ama asla öldürmeyin " şeklinde. Tabii malını mülkünü korumak için direnenlerin içinde birkaç öldürülen olmuş. Fakat " -yakın, yıkın, gebertin " gibisinden bir talimat verilmiş olsaydı, benim tahminime göre gayri-müslimlerden minimum 70bin insan, üç günde imha edilirdi.

    ReplyDelete
    Replies
    1. 45den sonra 3 gunde degil 3 yilda da olmazdi o is.Ayrica yakin yikin ama oldurmeyin talimatini ancak ozel birlik seviyesinde bir grup gerceklestirebilirdi.O guruhun amaci gasp oldugu icin buyuk olumler olmadi.

      Delete
  4. Rica etsek "alternatif senaryolar"ı yazar mısınız Hz. Nişanyan?

    Geniş alternatifli, yan yollu, tali yolu bol olanı filan olsa tadından yenmez.

    "leş kargası" muhteşemdi, belirtmeden geçmeyelim.

    ReplyDelete
  5. Kendini yıllarca "Bizans soylusu bir aileden gelen (oha! :) rum olarak tanıtan, sonunda silifkeli yörük olduğu ortaya çıkan bebe hakkında ne düşünürsünüz?

    ReplyDelete
  6. 1915 olayları çok acıtıcı. Daha önce de benzer katliamlar olmuş. Ama bu fotoğraf görselleri ile belgelenmiş. Utanç verici. Yoksa her ulus devlet kuruluşu benzer iğrençliklerle bezeli. Daha önce de din savaşları varmış. Ismail diye bir şehir var bugün Ukraynada. Bütün müslüman ahalisi Rus ordusu tarafından katledilmiş 19. YY.da.size hak veriyorum ama bazı insanların suçluluk duygusu deyin duyarlı olması doğal bence.

    ReplyDelete
  7. Tek rezillik 6, 7 eylül olsa keşke. 100 bin pislik politikasından sadece biri. Ben çok merak ediyorum yakın tarih türk çocuklarına nasıl neyle anlatılacak rezilliklerle dolu bir yakın tarih tek doğru bir şey yok övünülecek tek insani gelişme yok.

    ReplyDelete
  8. Virtue signalling batağına düşmeksizin geçmişle yüzleşmeyi nasıl becerebiliriz? Gerçekten yüzleşme çabası olup samimane yaklaşanlardan bu milliyetçi tahakküm ortamında beklenen nedir?

    Saygılar

    ReplyDelete
  9. Sevan bey, benim dusunceme gore asirlarca muslumanlar nezdinde pislik olarak gorulen Ermeniler ruhsal olarak sartlarinda degismesiyle bunu daha fazla kaldiramadilar ve kimi yerde sert olmakla beraber bir ozgurluk ve devlet kurma girisimine girdiler.1915 kanli tehcirinden sonra aradaki nefret iyice artti ve bir kan davasina donustu.

    ReplyDelete
  10. Namuslu bir yazı olmuş. Hatta asırlık soykırım teranesinden sonra ‘Devlet destekli etnik temizlik’ ifadesi için ciddi bir ‘Sevan Açılımı’ diyebiliriz. Ancak bunun nasılı, niçini haklı mıydı, haksız mı kısmı -müsadenizle- bahs-i diğer değildir. Hadisenin mütemmim cüzüdür. Nasılı ve niçini ayırdığınız zaman geriye ne kalıyor, Türkiye’yi Nazi Almanya’sıyla aynı kaba koymaktan başka?

    Malk mülk konusunu her zamanki gibi büyüttüğünüz kanısındayım. Bir defa böyle bir işe kalkıştığınız zaman (ya da öyle planlamasanız da, olay fâciaya dönüşünce) ikincisi doğal olarak ilkini takip edecektir. Mücrimler her şey olup bittikten sonra ‘Bir iştir ettik, geride bıraktıkları mal ve mülkleri Eçmiyadzin vakfına bağışlayalım da, sonra vicdan azabı çekmeyelim bari’ mi diyeceklerdi? Başka yerlerde, Kafkasya’da, Rumeli’de böyle mi oldu?

    Bunların üstüne oturan yerel mütegallibenin, Cumhuriyet ekonomisinin temelini oluşturduğu iddiası had safhada abartılı. Hayır, Türkiye’nin kabuk değiştirmesi, önce Sovyet yardımları, Menderes devrinde Marshall yardımı ve Demirel devrinde de yine dış krediyle yapılan yatırımlar yoluyla oldu, üzerine oturulan Ermeni bağ, bahçe ve soğan tarlaları sayesinde değil. Fırsatçılar mutlaka olmuştur, fakat ezici çoğunluğun haydan gelip huya gittiğine emin olabilirsiniz. İstisnalar kaideyi bozmaz. Marabadan ağa olmaz. Son otuz yıldaki piyango talihlilerinin hikâyelerini bir araştırın.

    ReplyDelete
  11. Bir donem topluma, konusma ve ifade ozgurlugu nasil olur ? bunu ogretmeyi kendine misyon edinmis Arsak Palabiyikyan nam birisi vardi. Simdi ise ayni agizdan "les kargasi, cirkin, opportunist" gibi sozler ciktigini gormek oldukca dusundurucu hatta bazilari icin utandirici. Tabii icten ice sevinen de cikar . " Takipcilerin " artsin , eksilmesin evladis Torik.!

    ReplyDelete
  12. Çok iyi bir yazı. Milletin dudak büktüğü Irak ve Mısır gibi ülkelerde bile hatırı sayılır ölçüde bir Hristiyan nüfus varken bu ülkede yaşananlara dair -güya- okumuş kesimin bile klişe ezberlerle devlet apolojistliği yapması üzüntü verici.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Türkiye'deki demografik yapıyı Yunanistan ile kıyaslayarak ele almak lazım, zira iki ülke de kendi yeni oluşturulmuş milliyetçiliklerine uyumsuz gördükleri dini gruplardan büyük ölçüde arınarak şekillendi. Neticede günümüzde Türkiye'de Hristiyanlar nüfusun %1'den azını oluşturuyor, Yunanistan'da da Müslümanlar yakın zamanda gelen Müslüman göçmenleri hariç tuttuğumuzda nüfusun %1'ini oluşturuyor. Tabii bu durum Türkiye'nin sadece Rum nüfusundan değil, mezhepleri Rumlarla uyumsuz olan ve Yunan milliyetçiliğinin muhatabı olmayan Ermeni ve Süryani nüfusundan da niye büyük ölçüde arındığını açıklamıyor. Ermeniler belli ki İttihatçılar ve onları izleyen kadrolarca gelecekte bir Büyük Ermenistan kurulması ihtimaline karşı hedef alınmış, Süryanilerse arada kaynamış Müslüman olmamaları sebebiyle Türklüğe asimile olmalarının zor olacağı da düşünülerek. Ama bugün gelinen noktada Kürtlerin bile Müslüman olmalarına rağmen büyük ölçüde Türklüğe asimile edilememiş olduğunu görüyoruz.

      Delete
    2. @Lucius

      Lübnan, Mısır, Irak, Suriye gibi ülkelerdeki Hristiyan nüfus da Arap'tır, yani Müslüman Araplarla aralarında etnik ve dil ayrımı yok. Konuya bir de bu açıdan bakmanızı öneririm

      Hristiyan Arap ilâhisi
      https://www.youtube.com/watch?v=RIsHLic4fI4

      "Tanrı Bizimle" - معنا هو الله - (Ma'na Hu Allah)
      https://www.youtube.com/watch?v=jA_Rg7B4QiY

      Delete
    3. @töre

      Araptan kastınız Arabistan kökenli olmaksa, bugün "Hristiyan Arap" tabir edilen insanlar genetiklerinde böyle bir iz taşımıyorlar genel itibariyle, İslam idareleri altında Arapçaya geçmiş yerli halklardan geliyorlar. Ayrıca Irak'ın Hristiyan nüfusu ekser Süryanice anadillerini bugüne değin muhafaza etmiştir, onlara anadile dayanarak da Arap denemez o yüzden. Ayrıca "Araplık" mevzuunun Arap coğrafyasındaki bugünkü durumla alakası yok, yukarıdaki yorumumda açıkladığım gibi, Türkiye'deki yakın devirdeki homojenleşme süreci Yunanistan'daki ile paralel ve karşılıklı gitmiştir, ondan daha az oranda olmakla beraber Bulgaristan, Kafkasya ve Kırım'dakilerle de. Arap coğrafyasındaki süreç ile Türkiye'deki süreç birbirinden kopuktur Türkiye'nin Anadolu ve Balkan ve daha az oranda Kafkas ve Kırım odaklılığından ötürü. Homojenleşme sürecini başlatan Rusya ve Yunanistan olmuştur, daha sonra Bulgaristan buna dahil olmuş ve en son olarak da 1890'larda Osmanlı/Türkiye katılmıştır, çok trajik ve kanlı bir süreçtir her bir taraf için de, sonuçta ortaya Roma/Bizans ve Osmanlı'nın azameti ve gücüne asla yaklaşamayacak homojenleştirilmiş bir sürü muz devleti çıkmıştır Osmanlı coğrafyasında. Osmanlı coğrafyasında kurulan devletlerin hepsi Batı veya Rusya güdümünde birer muz devletidir Türkiye dahil, Roma/Bizans ve Osmanlı'nın tırnağı olamazlar.

      Delete
  13. @töre
    Bildiğim kadarıyla Mısır Hristiyanları Kıpti olarak adlandırılıp, Araplardan farklı bir etnisite olarak görülüyor. Lübnan'daysa Arap Hristiyanları dışında farklı etnisitelerden ve farklı kiliselere bağlı bir çok Hristiyan grup var...

    Maalesef bu topraklarda Karaman Rumları örneğinde gördüğümüz gibi aynı dili konuşan topluluklar dahil diğer Hristiyan topluluklarla aynı kaderi yaşamaktan kurtulamamıştır. Bunun dışında soy kütükleri açıklanınca çoğu kişinin soy ağacındaki atalarında rastladığı "baba adı=Abdullah anne adı=Havva" örnekleri de bu tarz geçiş coğrafyalarında etnik ayrım konusunda çok fazla iddialı olmamanın kanıtı gibi duruyor.

    ReplyDelete
  14. Sevan bey, orospu cocugu veya kor cahil ayrimiyla siz de insanlari seytanlastirmis olmuyor musunuz? Bu cok basit ve duygusal bir aralik degil mi? Ben sizin kiskirtici bir uslubu tercih ettiginizi bilmeme ragmen herkes sizin yazilarinizi okurken karakterinizi dikkate alarak metin ici celiskileri gormezden gelebilir mi? Sevgiler..

    ReplyDelete
  15. 1970'li yılların başında Sabah gazetesinde "Dinç Bilgin'in sabah'ıyla alakası yok" Barbaros Baykara'nın "Nefret Köprüsü-şirzı" isimli bir romanı tefrika edildi.
    Ermeni olaylarını henüz ilkokul çağında bir çocuk olarak o dönemde öğrendim.
    Ancak romanlardan çok, bu konuda İlber Ortaylı, Hakan Erdem gibi tarihçilerin daha ileri araştırmalarına ve görüşlerine ihtiyaç var.
    Tabii bu olaya bir Türk olarak benim bakış açımla, bir Ermeni'nin bakış açısı bir olamaz.
    Maalesef Osmanlı tehcir için kullandığı enerji ve imkanları Ermenileri cephe gerisi güçleri gibi kullanan Rusları, Fransızları ve İngilizleri engellemekte kullansaydı.
    Ermenilerle Türklerin davası bir imparatorluğun enkazı altında kalmış kırık bir hikayedir.
    Düşmanlığa dönüşmüş dostluklardan, nefrete dönüşmüş aşklardan her zaman korkmuşumdur.

    ReplyDelete