Sunday, March 19, 2017

Askeri tarih

Beş yüz yıl boyunca Roma lejyonları imparatorluğun göz bebeği ve can damarı idi. Profesyonel askerdiler. Üç ayda bir gümüş akçe (denarius) ile ödenen maaşları ve emeklilik ikramiyeleri vardı. Garnizonlarının bulunduğu şehirler, York'tan Lyon'a ve Kayseri'den Humus'a kadar, para ekonomisinin odak noktaları oldular. Bu şehirlerde ordu tedarikçiliği ile geçinen bir zengin sınıfı oluştu. Antik kültürü ve sanatı bunlar ayakta tuttu. Kaliteli sanayi ürünlerine talep yarattılar. İyi cins seramik, tunç mobilya, mermer heykel, sütunlu konut satın aldılar. Bin yıl öncenin Atina'sına ve beş yüz yıl öncenin Roma'sına özenen edebi eserler yazdırdılar. 
5. yüzyılda imparatorluğun finansmanı zora girdi. Sebepleri ayrı konu, burada sonuçlarına bakalım. Asker maaşları zamanında ödenemedi, ya da kırık akçe ile ödendi. Asker ayaklandı, kargaşalık çıktı.
500'lerin başında, yaşlı ve huysuz bir maliyeci olan imparator Anastasius sıkı bir kemer sıkma politikasıyla devlet hazinesine çeki düzen verdi. Vergileri arttırdı, harcamaları kıstı, maaşları eksiksiz ve zamanında ödemekle övündü.
527'de Jüstinyen tahta geçtikten az sonra millet daha fazla kemer sıkmaya dayanamayıp isyan etti. İstanbul'daki Hipodromda imparatorun huzurunda "eşek oğlu eşek Jüstinyen" diye tempo tutup sarayı basmaya teşebbüs ettiler. Gezi olaylarından daha kanlı bitti, kırk bin kişi boğazlandı. Cesetlerinin Sultan Ahmet Meydanı altında halâ gömülü olduğu söylenir.
Bunu izleyen yıllarda Jüstinyen büyük bir yapı seferberliğine girişti. İstanbul'daki Ayasofya'nın temeli isyandan beş hafta sonra atıldı. Efes'teki Sen Jan kilisesi, Antakya'da şimdi Ulucami olan büyük kilise, Samandağına adını veren Simeon Manastırı, Rize'den Silvan ve Mardin'e uzanan hattın berisindeki yüze yakın görkemli kale o seferberliğin eseridir. Tıpkı ABD'de F. Roosevelt'in 1930'larda ekonomik krizi sona erdiren New Deal'ı gibi, klasik bir Keynes'çi genişleme politikasıydı. Roosevelt baraj ve otoyol yaptı, Jüstinyen kilise ve kale yaptı. Halka istihdam ve geçim kapıları açıldı. Rahmetli Anastasius'un bin bir emekle biriktirdiği hazine tüketildi.
Sonuç: Devlet battı. Ordu dağıldı. Gümüş para sirkülasyonu ellide bire düştü. (Defineciler bilir bu konuyu, bir yedinci yüzyıl sikkesi eski devir dinarının kaç misli para eder, aşırı derecede nadirdir.) Kaliteli seramik piyasadan kalktı. Akdeniz'de batık gemi sayısı iki yüzyıl öncesinin yüzde üçüne, beşine düştü. Yazılı eser üretimi korkunç bir düşüş gösterdi. Klasik Yunan ve Latin yazı stili neredeyse tedavülden kalktı, yerine cahil ve dindar bir halk dili rağbet kazandı.
550-560'larda bir dizi deprem ve peşinden gelen veba salgını nüfusu kırdı. Bunlar sebep ve sonuç mudur, yoksa sağlıklı bir toplumda az hasarla atlatılacak badireler beli kırılmış bir toplumda katmerli etki mi yaptı, tartışılan konulardır.
Tımar düzeni
Roma lejyonlarının adı 550'lerdeki İtalya savaşlarından sonra bir daha duyulmaz. Rumca adı pronoia olan ikta sistemi 570'lerde 2. Justin döneminde duyulur, 610-620'lerde Maurikios ve Heraklios zamanında yerleşir. Osmanlı'nın tımar sisteminin aslıdır. Bucak veya kaza büyüklüğünde bir yerin yönetimi güvenilir bir adama ihale edilir. Haracını o toplar; karşılığında icap ederse belli sayıda asker vermeyi taahhüt eder. Devletin asker maaşı diye bir derdi kalmaz. Birtakım istisnalar dışında bir merkezî vergi teşkilatına, dolayısıyla o teşkilatta çalışacak eli kalem ve defter tutan kadrolara ihtiyaç kalmaz. İhtiyaç kalmayınca, o kadroları eğiten okullar da teker teker kapanır. Memleket taş devrine rücu eder.
Bu devasa dönüşümün izleri, gören gözle bakarsan, Anadolu'da ve Balkanlarda her yerdedir. Ovaya kurulmuş büyük ve düzenli kentlerin çoğu 7. yy'da ölür. Yeni düzenin beyleri, sırtını dağa vermiş bir müstahkem yerde yaşamayı tercih ederler. Bir süre sonra o kalelerin yamacında, beyin ayakçıları ile belki onlara bir şeyler satmaya çalışanlardan oluşan kargacık burgacık yeni yerleşimler ortaya çıkar. Bugünkü Anadolu kentlerinin çoğunluğu (Güneydoğu hariç) böyle doğmuştur, Kastamonu'dan Denizli'ye, Divriği'den Çemişkezek'e kadar.
Yeni düzen, kurumsal yapılar içinde yetişmemiş, hariçten gelen maceracılara yükselme imkânı tanır. 7.yy'dan itibaren Bizans seçkinleri arasında klasik Greko-Romen adlar kaybolur, Ermeniceden, Arapçadan, Farsça veya Kürtçeden, Türkçeden, veya bilmediğimiz başka barbarik dillerden bozma kişi adları tipik hale gelir. Belki eskiden de bu insanlar vardı, ama adlarını "kibarlaştırıp" kamufle etme gereği duyarlardı. Artık o gereği duymadılar. 1071'de Anadolu'da Bizans sistemi çöktüğünde halk çoktan beri Türk, Ermeni, Gürcü, Arap vb. yöneticilere alışıktı.
550'lerden 1150'lere dek Anadolu ve Rumeli'nin merkezi devlet tarafından yönetilen bölgelerinde, ilaç için, bir tek kayda değer kamu binası yapılmamıştır. İstanbul şehri, tabii, istisnadır. 880'lerden sonra kuzeydoğu sınır bölgelerinde türeyen Ermeni ve Gürcü beylikleri de istisnadır. Fakat Konya'da, Kayseri'de, Kütahya'da, altı yüz küsur yıl taş üstüne taş konulmamıştır. Neden? Çünkü bunu yapacak kamu maliyesi yok. Çünkü orduyu bedavaya mal etmenin yolunu bulmuşlar.
1071'den sonra memleketin küt diye Türk hakimiyetine girmesinde bu yapısal faktörlerin hiç mi rolü yok dersiniz?
*
Kıssadan diğer hisse. Demek ki bir ordu reformu, yüz yıl sonra, bin yıl sonra, hatta bin beş yüz yıl sonra izi kalan değişimlere yol açabiliyormuş. Bir ara hatırlatırsanız 1820-30'lardaki 2. Mahmut'un ordu reformuna da göz atarız. Sonra günümüzde bütün dünyada orduların profesyonelleştirilmesi olayının muhtemel sonuçlarını tartışırız.


8 yorum:

  1. Bizans'a değindiğiniz her yazıyı büyük bir ilgiyle ve beğeniyle okuyorum, kaleminize ve emeğinize sağlık.

    Yazının sonunda II.Mahmut'un ordu reformlarına değinmekten bahsetmişsiniz. Elbette bu yazıdan sonra incelenmesi gereken bir konu. Ama oraya geçmeden önce, Bizans'ın Selçuklu ve Osmanlı üzerindeki etkilerine dair bir yazı da güzel olmaz mı?
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Bizans'ın Selçuklu ve Osmanlı üzerindeki etkilerine dair bir yazı fevkalade güzel olur. Tamamen katılıyorum.
  2. Jüstinyen vebasının tesiri ne yazık ki bir paragrafla geçiştirilemeyecek kadar büyük. 541-542 yıllarında patlak veren ve daha sonraki 200 yıl boyunca ara ara yeniden baş gösteren Jüstinyen vebası (adını ilk Jüstinyen devrinde görülmesinden alır), milyonlarca insanın ölümüne yol açtığından Doğu Roma İmparatorluğu'nda ziraat ve ticareti baltalamış ve bu da vergi gelirlerini epeyce düşürmüş ve neticede Jüstinyen devrinde yapılan masraflar yüzünden boşalan devlet kasasının vergilerle eski haline dönmesine mani olmuştur. İş bununla da kalmadı, veba salgını yüzünden yaşanan nüfustaki düşüş ve ordudaki gerileme, Jüstinyen'in ölümünden sonraki birkaç on yıl içinde Doğu Roma'nın Jüstinyen devrinde ele geçirilmiş olan İtalya ve Batı Akdeniz topraklarının çoğunun Cermenlere, 7. asırda ise Doğu Roma'nın Kuzey Afrika toprakları ile Anadolu haricindeki Yakın Doğu topraklarının Müslüman Araplara, Balkan topraklarının çoğunun ise Slavlara kaptırılmasına yol açmıştır (tabii bunlarda İran ile yapılan harplerin de rolü büyük). Mevzunun Balkan kısmı ile alakalı şu çalışmayı okumanızı tavsiye ederim: http://www.antropologia.uw.edu.pl/AS/as-005.pdf
    Yanıtla
  3. Kalemine, zihnine sağlık sevgili Sevan! Nefis gerçekçi bir tahlil olmuş.
    "Bir ara hatırlatırsanız" demişsin ya; aha işte o ara bence tam da bu ara: Kendi adıma, 2. Mahmut'un ordu reformuna göz (ve el) atmanı, günümüze uzantılarına ilişkin analizini, özlemle, iştiyakla bekliyorum... (Günümüzde bütün dünyada orduların profesyonelleştirilmesi olayının muhtemel sonuçları konusundaki düşüncelerini de,elbette çok merak ediyorum.)
    Bu arada, naçizane, Bizans-Osmanlı geçişkenliği (ya da "etkileşimi" mi demeliyim, bilemedim) konusu da tam senin kalemine layık gibi geliyor bana. Tuğla gibi bir kitap konusu, biliyorum. Ama yine de bir iki paragraflık bir özet, zihinlerimizin pasını silmeye bir başlangıç olur belki.
    O koşullardaki direncine ve üretkenliğine duyduğum saygı ve hayranlığın kanatlarıyla kucaklarım seni kardeşim.
    Yanıtla
  4. Doğu Roma kaynaklı etkiler de kesin vardır tabi. Olmaması mümkün değil zaten. Rakibi ne kadar güçlü anlatırsan, sen de o kadar güçlendiğin için, rakibin zayıflıkları anlatılmıyor. Amerikalılara da baksan, İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanların üstün Tiger tanklarına karşı zafer kazanmışlar gibi anlatıyorlar mesela. Halbuki savaş boyunca topu topu 5, 6 kez Tiger tankları ile karşı karşıya gelmişler.
    Yanıtla
  5. Bu arada şahsen hem Doğu Roma'nın, hem de Osmanlı'nın bölgedeki tüm etnik grupların ortak imparatorluğu olduğunu düşünüyorum. Bizans, Anadolu'da yaşayan Türklerin de imparatorluğu bence. Osmanlı'nın Ermenilerin imparatorluğu da olduğu gibi. Yunanlılar Bizans'ı sahiplenince bu onların olmuyor veya Troy'u sahiplenince. Bir Egeli Türk olarak Truvalıların, Atinalılara göre bana daha yakın olduklarını biliyorum. Geçen bu Osman Bey, Kayı boyu hikayesi gibi hikayeler biraz zorlama oluyor. Yunanlılar da Osmanlı'nın kendi imparatorlukları da olduğunu kabul etmezler, Bizans derler. İlginç tabi.
    Yanıtla
  6. "...Konya'da, Kayseri'de, Kütahya'da, altı yüz küsur yıl boyunca taş üstüne taş konulmamıştır. Neden? Çünkü bunu yapacak kamu maliyesi yok..."

    Anadolu'dun her yerinde eski Yunandan, Romadan, hatta Bizanstan arkeolojik eser çıkmasına rağmen Selçukludan Osmanlıdan pek bir şey çıkmamasınin sebebi bu mudur acaba?..
    Yanıtla
  7. Sevgili Sevan, cahilliğime bağışlayın lutfen. Mutlaka tahlil edilmiştir ama osmanlı tımar sistemini kendisimi buldu yoksa bizanstan mu öğrendi diye çok merak ediyordum. Kendi adıma büyük ihtimal 2ncisi oldugunu dusunuyordum.Bu yazı isabet olmuş. Yardımcı olursaniz sevinirim.
    Yanıtla

No comments:

Post a Comment