Cusa’lı Nicholas, Cribratio Alcorani. “Kuran’ın Tedkiki” diyelim. İngilizcesi eksik elime geçtiğinden Latincesine giriştim. Otuz yıldır uzun bir Latince metin okumamışım, ilk başta zorladı ama 10-15 sayfadan sonra bayağı açıldım. Buyur, bölüm bir, gol bir:
quod deus creator universi, per Gabrielem ipsum librum intimauerit cordi Mahumet, non potest esse uerum: cum illa in libro contineantur, quae ob suam turpitudinem, iniusticiam, ¬am mendacii, & contradictionis, deo sine blasphemia ascribi nequeant.
Evrenin yaratıcısı Allah'ın bu kitabı Cebrail vasıtasıyla Muhammed'in yüreğine vahyettiği doğru olamaz, zira bu kitabın içerdikleri, çirkinliği, adaletsizliği, bariz yalanları ve çelişkileri açısından, küfre düşmeden Allah'a atfedilemez
Üç ciltte altmış madde altında Kuran’a karşı esaslı bir polemik. Yazarı çağının en parlak düşünürü sayılan biri. Pius II’ye ithaf ettiğine göre 1460 civarı olmalı. İstanbul’a da gelmiş, Pera’da kalmış, Türk alimleriyle sohbet etmiş, Arapça el yazması bir Kuran ve başka kitaplar edinmiş. Kısmen de olsa Arapça anladığını ima ediyor. Dili saygılı ama sert.
Öyle görünüyor ki o maçın sonucu daha 1460’ta belli imiş: Akıl her zaman kılıçtan önce gelir, kılıcın yolunu açar. O tarihte henüz farkında değiller sanırım, ama altmış yıl sonra Machiavelli, Hükümdar’ın son bölümlerinde, berrak bir mantıkla anlatır ki Türk imparatorluğu görünürdeki üstünlüğüne rağmen aslında koftur, çökmeye mahkûmdur.
1520 bu, Yavuz Selim ya da Muhteşem Süleyman zamanı.
Yani devleti İttihat ve Terakki mi çökertti, Tanzimatçılar mı çökertti, harem entrikası mı batırdı diye tartışmanın alemi yok. Sorumlu arıyorsan Fatih Sultan Mehmet’ten başlayacaksın.
*
Pius II demişken, aranızda Siena’ya gitmiş olan var mı? Orada katedralin içinde Pius II kütüphanesi vardır, Rönesans’ın en parlak çağında yeğeni Pius III yaptırmış, ikisinin de soyadı Piccolomini. Sanırım hayatımda gördüğüm en güzel iç mekân orası olmalı.
Nesi güzel diye sorarsan, sınırsız özgüvene eklenmiş bir tür naiv içtenlik derim. Ziyaretçiye çok derin bir düzeyde saygı göstermiş, ona kalbini açmış, zekâ ve estetikle bezeli bir hikâye anlatmış. Zenginlik ve debdebe dersen Hindistan'daki mihrace saraylarında alası var. Ama o debdebeyi, BU dünyaya ait bu denli uyanık ve gerçekçi bir gözle birleştiren pek ender.
II.
(Üç hafta sonra ilave.)
Anlatabiliyor muyum bilmem. Bu ikisini okumak bence yeter, Viyana kuşatmasının baştan yenilgiye mahkûm olduğunu, daha önemlisi, aradaki farkın ekonomik ve teknikten önce bir kültür ve hatta ahlâk farkı olduğunu görmek için.
2014’te Yenipazar Cezaevindeyken altı ay kadar Meninski’nin 1680’de yayınlanan Osmanlıca sözlüğü üzerinde çalıştım. Yine o aralar Evliya Çelebi’nin Yapı Kredi’den çıkan Seyahatname’sinin tamamını (Latin alfabesine aktarılmış özgün metinden) okudum. O günlerde yazdığım bir mektupta şöyle demişim:
Meninski diye bir adam var, Evliya Çelebi ile yaşıt. (Evliya 1683’te, bu 1686’da vefat etmiş) Yedi sekiz yıldır sözlüğünü çok sık kullanıyorum, ama son beş ayda neredeyse içine düştüm. Aslen Fransız, uzun süre Polonya’da yaşayıp fahri Polonyalı olmuş. Bir vesileyle İstanbul’a gelip yirmi otuz yıl burada kalmış. Avusturya imparatorunun diplomatik hizmetine girmiş. Türkçenin gelmiş geçmiş en iyi sözlüğünü hazırlamış. Yıllardır sözlüklerle yatıp kalkıyorum, artık bir sözlükten yazarın kişiliğini okuyabiliyorum. Bu adam, nefis bir adam. Tanımları son derece hassas, yerinde, ayrıntılı ve nüanslara duyarlı. Kusursuz Arapça (ve daha yüzeysel Farsça) biliyor, üç dilin literatürüne vakıf. En ummadığın yerlerde, en ummadığın inceliklerin bilincinde. Osmanlı üst sınıf kültürüne, edebi dilin zarafetine bariz hayranlığı var. Latincesi derya. Ayrıca çoğu kelimenin Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Polonyacasını da vermiş.
Öbür yanda Evliya … İstanbul’u Hazreti Süleyman’ın kurduğuna, Macaristan’da bir köyde gömülü olan Eflatun’un türbesini bütün Hıristiyanların ziyaret ettiğine, Macar halkının Gürcü kralları soyundan geldiğine, Almanların her sabah yüzlerini sidikle yıkadığına, Hollanda ve Felemenk ülkesinin Macaristan’ın kuzey doğusu ile Lehistan arasında bir yerde olduğuna, bazı Avrupa ülkelerinin Hz. Davut dininden olup Zebur’u kutsal kitap kabul ettiğine, Tuna nehrinin yer altı kanallarıyla Büyük ve Küçük Çekmece göllerine bağlandığına, Hıristiyan papazların Atlas ve Minor isimli sır kitaplarına bakıp dünyanın her yerinde olan biten hakkında bilgi edinebildiğine, tarihte dört hükümdarın tüm dünyaya hakim olmuş bulunup, bunlardan Hazreti Süleyman ile İskender-i Zülkarneyn’in islam, Buhtunnasır ile Yanko bin Madyan’ın ise edyān -ı bātıla’dan olduğuna … inanıyor.
: 16 yorum:
Sadece her gördüğünü değil her duyduğunu, her okuduğunu da yazmış. Doğru mudur, yanlış mıdır hiç aldırmadan kendi ideolojik kıstaslarına uygun bulduğuna iman etmiş. Aynen bugün bizim Cübbeli Ahmed Hoca gibi, baştan sonu hurafe dolu İslami masallar, hikayeler nakleden, mukallid imanlı yarı-cahil bir softa, zerre fark yok. Anlaşılan, o günden bugüne Şark dünyası yerinde saymış.
Not: "Polonyaca"nın doğrusu "Lehce" olnaz mı?
Bu isim Nikomedeia (İznikmid/İzmit) ya da kurucusu Nikomedes'in adının yanlış okunmasından kaynaklanıyormuş.
Hz. Muhammed çocukken meleklerin bıçak (sikkîn) ile göğsünü yarıp kalbini yıkadıkları şeklindeki rivayetin aslı gerçekte meleklerin onun kalbine huzur (sekîne) vermeleri imiş. Sekîne (huzur, sâkin/sükûn/teskîn ile aynı kökten, Kur'an'da da geçer) kelimesinin sikkîn yani bıçak olarak anlaşılmasından kaynaklanıyormuş.
Batının Müslüman alemiyle teknik olarak artık geri dönülemez raddede arayı açmaya başlaması 1670'lerdedir. 1683'te Türkler Viyana'yı muhasaraya gittiklerinde atlarının koşum takımlarını İngiltere'den ithal etmişlerdi. Fakat Kahlenberg'de mağlup olmalarına rağmen Almanlarla tam 15 sene kıran kırana savaşabildiler(Großer Türkenkrieg) ve ondan sonra da Fransa'yla bir olup Macaristan'da 10 yıl sürecek Rakoczy isyanını destekleyebildiler. Öyle ki Avusturya, bu savaşlar yüzünden İtalya ve Fransa'daki mülkünü yitirdi ve tarumar olmuş Macaristan'ı tekrar imar etmenin maddi külfetiyle beraber, en nihayet 1740'ta sanayi bölgesi Silezya'yı da Prusya'ya kaptırıp iflas bayrağını çekti. Bugün Alsace-Lorraine(Elsaß-Lothringen) denen bölgenin Alman değil Fransız olmasının yegane sebebi Osmanlıdır.
Birinci paragrafınızla ilgili:
Aslında söylediğinizde yanlış birşey bulmuyorum. Öte yandan, kafamda da bir soru işareti oluşuyor: Ahlak yoksunluğu her iki tarafta da mevcut idi. Öte yandan, bu duruma rağmen Garb, içinden sürekli Galilei'ler, Meninsky'ler vb. çıkardı, çıkarmaya da devam etti.
Şark'ta ise o devirlerden kalmış tek bir isim olmadığı gibi, bugün de pek bir kimse yok.
Benim sorum işte bu çıkış noktasına dayanıyor: Ahlak yoksunluğu her iki taraf için de bir koşul idiyse, yani NŞA bu idiyse, nasıl oldu da Garb bunca ismi yarattı, Şark'tan ise (kayda değer/günümüze kalabilen) hiçbir isim çıkmadı?
Fransızlar Indochine'de Annam'ı sömürge olarak fethedip idari sistemlerini kurduklarında halkları şöyle tasnif ettiler, Vietnamlılar çalışkan, Laoslular tembel, Kamboçyalılar ikisinin arası. Dolayısıyla en meşakkatli işleri Vietnamlılara tevdi etmişlerdi. 30 sene yıkıcı savaş, on binlerce napalm bombası, 5 milyon sivil vatandaşının öldürülmesi ve ağır Komünizmden sonra, bugün fert başına gayri safi milli hasılatı $ bazında Türkiye'nin sadece 1/4'ü olmasına rağmen fert başına ihracatı Türkiye'den fazla ve yıllardır düzenli cari fazla veriyor, üstelik yüksek ekonomik büyümeyle yapıyor bunu. Eğitimdeyse, okuyan gençleri PISA sonuçlarında ve OECD global sıralamalarda yüksek dereceler alıyorlar. http://www.bbc.com/news/business-33047924 Vietnam halen insanların karnını zor doyurabildiği çok fakir bir ülke, fakat istikbali kendisi gibi geri kalmış pek çok ülkeden daha iyi gözüküyor.
Sayın Nişanyan da "denizlere egemen olma"nın Batı uygarlığının oluşumundaki etkisine Yanlış Cumhuriyet'te değinmişti.
Kartaca, Fenikelilerin açtığı Akdeniz ticaret yollarının yine Fenike kökenli bir koloniden çıkmış mirasçısı idi.
Genç Roma ancak yaşlı Kartaca’nın Akdeniz ticaretindeki egemenliğine, Kartaca’yı taş üstünde taş bırakmamacasına yok ederek son verdikten sonra, Roma-Bizans-Osmanlı diye sürecek Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının birliğini ve ticaret yollarının güvenliğini sağlayabilmiştir.
Hıristiyanlık da Akdeniz-Ortadoğu uygarlığının ekonomik temeldeki bu birliğinin üstyapıdaki bir yansımasından başka bir şey değildir özünde.
Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olan Paulus, o dönem Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının, Efes, Korint, Roma, Antakya, İskenderiye şehirlerindeki Hıristiyan cemaatleriyle haberleşiyordu.
Kartaca’nın yıkılışı neredeyse iki bin yıl sürecek bir düzenin maddi ön koşulunu oluşturmuştu. Akdeniz uygarlığında kentler dönemi bitiyor, ticaret yollarının emniyetini sağlayan İmparatorluklar dönemi başlıyordu.
Benzeri binlerce yıl önce, Mezopotamya’da, Sümer kentlerinin yerini Sargon’un kurduğu Akad imparatorluğunun kuruluşu ile yaşanmıştı.
(“Kartaca Yıkılmalı” – Erdoğan Gitmeli / Demir Küçükaydın)
https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/kartaca-yklmal-erdogan-gitmeli.html