Stravinski üç dönemdir. Rusya’dayken (1914’e kadar),
olağanüstü bir coşku ve atılganlıkla doludur. Bahar Ayini'ni dinle. Seni
rahatsız etmesine izin verme, tekrar dinle. Tren çarpmış gibi olursun. Deli
kuvveti vardır içinde. Darbeler arasında zekâ ve yaratıcılığın kıvılcımını da seçersin.
ABD’ye gittikten sonra ([1939]-1971) çölde kaybolmuş adamın
ümitsizliği siner eserlerine. Yorgundur. Çoğu işi rutin ve ruhsuzdur. Arada,
nadiren, uzaktan uzağa parıldayan incileri görürsün: Pearls to the swine! Hollywood’da kendini
sanırım kayıp hissetmiş. İletişim çabasını sadece genç müzisyen dostu Robert
Craft’a indirgemiş. Sadece ona bir şey anlatmaya çalışırken gözlerinin
parladığını hissedersin.
Dün (23/01) radyoda hiç bilmediğim bir eseri çaldı, Cantata
(1951). Orta bölümdeki tenor solo kadar acayip ve tüyler ürpertici bir raks hiç
duymamıştım hayatta. Öyle bir şey yazabilmek için çok yalnız olmak lazım. Aşırı
yalnız.
3 yorum:
- Kilise havası sezdim. Belki saçmadır. Kendisi de "Music praises God. Music is well or better able to praise him than the building of the church and all its decoration." demiş.Yanıtla
Seviyorum fakat bu havayı; Jeff Buckley'den Hallelujah'ı duyup, etkilenip mırıldandıkça, hristiyan mısın diye soruyorlardı. Değilim fakat seviyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=y8AWFf7EAc4 - Adsız3 Nisan 2017 14:57stravinsky'i fiziksel olarak tayyip erdoğan'a benzeten bir ben değilimdir herhaldeYanıtla
(mahpus bir inciye domuzluk etmek oldu galiba benimkisi, yersiz. cinlik etmeden sevgi ve hayranlık bildirmenin yolunu bulamayınca, çaresiz.)