Halim – Peki dinin yerine neyi koyacaksınız? Herkesin
kendine göre bir hakikatin varlığını kabul ettiği rölativizm insanları
birleştirir mi? Toplum hayatını mümkün kılar mı? Bazı ortak hakikatler
gerekli değil mi?
Selim – Rölativizmden nefret ettiğimi biliyorsunuz. Ortak hakikatler kesinlikle gerekli. Ortak anlatılar, hatta ortak mitler manzumesi diyelim. Hem güzeldir bunlar, onlarsız hayat çekilmez. Hem de onlar olmadan ortak dil olmaz, toplumsal kimlikler olmaz, değer yargıları olmaz, onur ve saygınlık olmaz. Mevcut dinler, ve özellikle İslam dini, bugün geldiğimiz noktada o ihtiyaca cevap veriyor mu, mesele bu.
İstediğiniz kadar tevil edin, hatta tahrif edin, bence artık dikiş tutmayacak yere gelinmiştir. Bu saatten sonra ancak zorbalıkla dayatabilirsiniz eski dinleri ve bilhassa İslam dinini. O da amacına hizmet etmez, ortak hikâyeyi oluşturmaz, ancak susturur.
Dört noktada çökmüştür eski yapı, tamiri mümkün görünmüyor.
Bir, eski dinlerin bilgi dağarcığı feci surette çağdışı kalmıştır. Adam altı günde yaratıldı diyor; biz dört buçuk milyar senenin basamaklarını tane tane sayabiliyoruz, daha ne? Alimi mutlak dediğinin bugünkü ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi kadar bilgisi olmadığı ayan beyan ortada, daha ne kadar güveneceksiniz söylediği öbür şeylere?
İki, çizdikleri ahlaki çerçeve taş devrinden bir adım ileri gitmiş köy ve aşiret toplumları için yeterli olabilirdi belki, ama bugünkü dünya için olsa olsa arkeolojik değeri vardır. Adam apartman ve uçak görmemiş. Sosyal sigortadan haberi yok. Şizofreni ve depresyon konularını düşünmemiş. Nüfus yaşlanması problemine cevabı yok. Eşcinsel haklarını bilmiyor. Sanayi devrimini bilmiyor. Freud’u duymamış. Matbaanın sosyal yapıya etkilerini irdelememiş. Restoran görmemiş, gece kulübüne gitmemiş, paket tura katılmamış. İnsan hakları teorisi bilmiyor, İsviçre medeni kanunu bilmiyor. Doğum kontrol yöntemlerinden ve bunların cinsel ahlaka etkisinden bihaber. Genetik mühendislikten bihaber. Gazeteciliğin ahlaki normları hakkında kafa yormamış. Kime ne fayda gelebilir bu kadar devre dışı kalmış birinin ahlaki rehberliğinden?
Üç, maddi varlığa sahip olmadığı halde gören, duyan, konuşan, kızan, seven, emreden, tehdit eden, cezalandıran, yaratan, yok eden, dağları ve sinekleri yürüten bir tanrı fikri hoş bir hikayedir gerçi, ona diyeceğim yok, ama ancak sorgulanmadığı sürece inandırıcılığını koruyabilir. Bir kere birileri soru sormaya başladı mı çöker; Örümcek Adam’dan öte bir hükmü kalmaz. O sorular Voltaire’den bu yana yüksek sesle soruluyor. Mevzu kapanmıştır. Ancak susturarak ya da toplumu kasıtlı cehalete mahkûm ederek üç gün daha yaşatabilirsiniz tanrınızı. Hasarlıdır; iflah etmez.
Ortak hikâye lazım, katılıyorum. Ortak hikâyenin temeli rasyonel olamaz, mitiktir, ona da tamam. Sizin anlattığınız hikâye sadece mitik değil, bitik. Söylediğim o. Yeni hikâye bulmanın zamanıdır.
Dördüncü maddeden tam emin değilim, gene de söyleyeyim. Yeni hikâyenin yapısal olarak eskilerinden farklı olması gerekiyor sanki. En azından Antik çağ paganizminden tek tanrılı dinlere geçiş kadar farklı. Dünya çok karıştı, çok kozmopolitleşti. Çok farklı geleneklerden gelen, toplumsal kimliklerini çok farklı ecdat anlatıları üzerine inşa eden insanlar bir arada yaşıyorlar; ortak bir yaşam kurmak mecburiyetindeler. Dolayısıyla yeni çağın ortak anlatısı, her ne ise, ecdat töresi ve ecdat saygısı, üzerine kurulamazmış gibi geliyor bana.
Ne üstüne kurulabilir diye sorarsanız laf çok uzar, konu dağılır. Onun için burada keselim.
No comments:
Post a Comment