“Avrupa 16. yy’da
Protestan Reformu yaptı. Kilisenin toplumdaki tahakkümü kırıldı. Bu sayede
Avrupa ilerledi.”
Doğru mu? Türkiye’de
alışılmış olan tarih anlatısına bakılırsa tartışılmaz doğru. Anglo-Amerikan
ekolünün ilkokul-lise seviyesindeki anlatısında da veri kabul edilir. Fakat
gerçekle alakası yok. Hiç yok. Deli saçması.
Birinci veri: Reform, Avrupa’nın büyük kısmında başarısız
oldu. İtalya, İspanya, Fransa, o devirde Avrupa’nın ikinci en büyük gücü olan
Avusturya, Alman devletlerinin yarısı, İsviçre ve Holanda’nın büyük kısmı
Katolik kaldılar. Katolik kalan Fransa ile Katolik kilisesini deviren İngiltere
arasında, mesela, 19. yy sonlarına dek ciddi bir “ilerilik” farkı yoktur.
İkinci veri: “Kilise tahakkümü” deyimiyle eğer a) kilisenin
eğitim kurumlarına ve müfredata hakimiyeti, b) norm-dışı dini görüşleri
cezalandırma yetkisi, c) dini söylemlerin siyasette belirleyici olmasını
kastediyorsak, bu tahakküm 16. yy’dan sonra azalmadı, aksine feci surette
arttı. Dini konularda Avrupa’nın mesela 15. yy başındaki rahatlığı, 17. yy ile
kıyaslanmayacak derecede ileridir. Reform sonrası pekişen kilise tahakkümü, ancak
1789 Fransız devriminden ve bilhassa 1848’de tüm Avrupa’yı saran devrim
hareketlerinden sonra liberal/sekülarist görüşlerin yaygınlık kazanmasıyla kırılmıştır.
19. yüzyılın eseridir. İsterseniz 1740’larda Voltaire ile başlayıp 1918’de I.
Dünya Savaşı ile noktalanan bir süreçtir de diyebilirsiniz, yanlış olmaz.
Reformun öncesi
Roma kilisesinin Avrupa
çapında siyasi ve hukuki egemenlik iddiası, üç yüzyılı aşan bir mücadelenin
ardından 1378-1417 arası Büyük Bölünme (Schism) ile berhava oldu. Avrupa,
birbiriyle savaşan birkaç papa arasında bölündü. Kilisenin manevi otoritesi
çöktü. Bohemya’da, Aşağı Ülkelerde, Kuzey Almanya’da, İskoçya’da kilise karşıtı
hareketler belirdi. Kilisenin aracılığı olmaksızın, doğrudan iman ya da amel yoluyla tanrıya ulaşmayı savunan düşünce akımları güç kazandı.
5. Nikolas (1447-1455) ve
2. Pius (1458-1464) devrinde Papalık, tüm Avrupa’dan topladığı gelirlerin
yardımıyla mali durumunu düzene soktu, İtalya politikasında yeniden etkin bir
güç olmayı başardı. Bunu izleyen yüz yılın Papalık devleti, sürekli çatışan bir
düzineyi aşkın İtalyan devletlerinden biri, çoğu zaman en güçlüsüdür. Servet ve
şaşaa içinde yüzer. Dünyanın en iyi sanatçılarını istihdam eder; en yeni ve
cüretkar fikirlere kanat gerer. Rönesansın ve ‘Hümanist’ akımın başlıca
destekçisidir. Antik Yunan ve Roma’nın yeniden keşfine önayak olur. Roma
saraylarının çıplak tanrıça heykelleriyle bezenmesini, edebiyatta dini
erdemleri hiçe sayan dünyevi kahramanların kutsanmasını teşvik eder. Avrupa
tarihinin en çarpıcı “sekülerleşme” hamlelerinden birinin öncüsüdür. Yeni Roma
imparatorluğudur. Hıristiyan dininin adeta “modası geçmiştir”.
Avrupa’nın geri kalan
kısmı bu gelişmeleri dehşetle izler. Roma kilisesinin şaşaasını finanse etmek
için başvurduğu yöntemlere karşı homurdanır. Roma’nın “ahlaksızlığını” yaklaşan
kıyametin belirtisi sayar. Nihayet 1517’de Martin Luther önderliğinde isyan
bayrağını kaldırır.
Reform nedir?
Reform dini egemenliğe
karşı bir başkaldırı değildir. Tam tersine, “Babil Orospusu” (Whore of Babylon) adını taktığı Roma
kilisesinin dinsizliğine tepkidir. Kelimenin tam anlamıyla Selefi bir
harekettir. Dinin “aslına” dönmeyi, yaşamın tümünü dini esaslara göre yeniden
düzenlemeyi önerir. Dinsiz yazarlar yasaklanmalı, kâfirlerin ahlak dışı
heykelleri kamu yerlerinden kaldırılmalıdır. Kiliseler süsten arındırılmalı,
aziz kültleri ve gösterişli törenler dinden dışlanmalıdır. Daha önce kitap girmemiş evlere – matbaa sayesinde yaygınlaşan – İncil girmeli ve aileler çocuklarını sadece İncil okuyarak yetiştirmelidir.
Hem hümanist hem Reformcu
olan Erasmus, Melanchthon gibi birkaç figür bir yana bırakılırsa, Protestan
Reformu Rönesansa karşı bir harekettir. Rönesans'ın elitizmine karşı dini
taassubun şahlanmasıdır.
Birçok yönüyle, bugün
İslam dünyasında kol gezen fundamentalist akımları andırır. İŞİD’cilerin türbe
yıkmasıyla İngiltere’de VIII. Henry’nin manastırları ve aziz kabirlerini
yağmalaması arasındaki benzerlik, sanıldığından daha güçlüdür.
Protestan İngiltere'de dini çılgınlık 1642-1660 iç savaşında zirveye ulaşır, ardından yumuşamaya başlar. Amerikan kolonilerinde Puritanlar 1620'lerden itibaren Hıristiyanlık tarihinde eşine az rastlanan bir dini taassup rejimi kurarlar. 1610'larda Hollanda'da aşırı Kalvinistlerle en aşırı Kalvinistler arasında iç savaş yaşanır.
Katolik Karşı-Reformu
Protestan dünyasında
bunlar olurken Katoliklerin eli elbette armut toplamaz. Biraz gecikerek 1545’te
toplanan Trent Konsilinde, sonradan Karşı-Reform (Counterreformation) adı
verilen süreç başlatılır. Din adamlarının eğitimi sıkı merkezî kurallara bağlanır;
ruhban kadroları bir kaç kat artırılır; üst hiyerarşinin din adamları
üzerindeki denetim yetkisi sıkılaştırılır; kilise içi çok seslilik radikal olarak
kısıtlanır; Yasak Kitaplar Listesi (Index Librorum Prohibitorum) ilk kez
1559’da yayınlanır.
1540’ta kurulan İsa
Cemaati (Jesuit’ler, bizde bilinen adıyla Cizvitler) eğitim ve propaganda
işlerine yoğunlaşır. Kısa sürede Avrupa’nın her büyük kentinde Cizvit kolejleri
açılır. Yüksek eğitim önemli oranda onların denetimine girer; Ortaçağdan kalma
eski üniversitelerin birçoğunda Cizvitlerin borusu öter. Lakin itiraf edelim, akademik düzeyleri yüksektir. Çeşitli bilimlerde ciddi atılımlar yaparlar.) Latin Amerika ile Güney
ve Doğu Asya’daki Hıristiyan topluluklarında Cizvitler çoğu zaman devlete rakip
bir iktidar odağı haline gelirler. Papalık 16. yy ortalarından 18. yy
ortalarına dek canla başla Cizvit hareketini destekler; kimilerine göre tamamen
Cizvitlerin kontrolüne girer.
Katolik ülkelerde 1550’leri
izleyen iki yüz yılda kültürel ve entelektüel yaşamın kiliseden bağımsızlaştığına
dair en ufak bir bir belirti göremiyoruz. Descartes ve Spinoza gibi seküler birkaç
isim ancak Hollanda ve İsviçre gibi nispeten özgür ceplerde yaşam şansı bulurlar.
Jansenizm gibi, Katolik kilisesi çerçevesinde bir tür Protestanlığa meyleden
denemeler kısa sürede Papalık tarafından yasaklanıp bastırılır.
Dönüm noktası belki Cizvit
cemaatinin Fetöcü ilan edilip yok edilmesidir. 1764’te Fransa’da, 1767’de
İspanya’da, 1782’de Avusturya’da Cizvitler yasaklanır, kurum ve malları
müsadere edilir. Katolik Kilisesi 1776’da Cemaati resmen lanetler; ileri gelenleri tutuklanır, birçoğu idam edilir.
Katolik Avrupa’nın
edebiyatından dini temalar 1740-50’lerden itibaren zayıflar, hatta kaybolmaya yüz tutar. Viyana'nın saraylarında, Prag'ın görkemli kütüphanelerinde, Fransız ressamlarında, Cizvitlerin bastırılmasını izleyen yirmi-otuz yılda Katolik dinine ait motifler tarihe karışır. Fransız İhtilalinde
Katolik kilisesinin topyekün yasaklanmasına giden yol, ihtilalden önceki
yıllarda döşenmiştir.
İhtilal ve sonrası
1792’de kurulan Fransa
Cumhuriyeti Katolik dinini yasaklar. Manastırlar lağvedilir; tüm kiliseler
kamulaştırılır. Devlete sadakat yemini etmeyen rahipler idama mahkum edilir.
Pazar tatili ve Miladi takvim kaldırılır. Dini bayramların kutlanması
yasaklanır.
Üç-dört yıl süren cinnet
hali sürdürülemez; 1815’te muhafazakar düzen yeniden galip gelir. Ancak şişeden
çıkmış olan cin, geri girmeyi reddeder. Fransız devriminden ilham alan
anti-klerikal (papaz karşıtı) akımlar, tüm Avrupa ülkelerinde, özellikle
üniversite talebeleri, şairler, avukat ve doktor gibi meslek erbabı arasında
etkinliğini korur. Yepyeni bir fenomen olan “profesyonel devrimciler” türer;
Viyana Kongresi’ni izleyen çağın ağır baskı ortamında “halk kahramanı” payesini
kazanırlar. Önceleri “cumhuriyetçi”
adıyla anılırken, daha sonra “liberal”, “progresist” (ilerici), “sosyalist”
gibi etiketler kazanırlar. 1848’de Avrupa çapında büyük bir ayaklanmaya öncülük
ettikten sonra yenilirler. 1850 ve 60’larda yeniden bir reaksiyon dönemi
yaşanır; “gericiler” muzaffer görünür.
Ancak 1870’lerde rüzgar temelli döner. İngiltere’de Liberallerin iktidara gelmesi, Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet’in
kurulması, İtalya’da eski profesyonel devrimcilerden Garibaldi öncülüğünde
kurulan yeni devlet, Macaristan’da yine ’48 kuşağının devrimcilerinden Andrassy’nin
başbakanlığı, “ilericilik” mezhebine resmi saygınlık kazandırır. “Muhafazakarlık” etiketini
takınan Kilise yandaşları gitgide artan oranda entelektüel itibarlarını yitirir;
cahillikle, gericilikle, dar ufuklu çıkarcılıkla anılmaya başlarlar. Nihayet
1914-1918 savaşını izleyen büyük çalkantılarda, kolektif akıl üzerindeki
etkilerini – bir süreliğine – tamamen yitirirler.
Kıssadan hisse
“İslam dininde reform
yapalım, bunlar akıllanır, bilim ve teknik yoluna gelirler” diyenlerin zannettiği
kadar kolay olmuyormuş bu işler.
Hocam alakasız ama Pritsak'ın Hunca isimler hakkındaki etimoloji denemelerini nasıl buluyorsunuz?
ReplyDeleteVeba salgınlarının reform ve değişimlerde önemli rolü olduğu belirtiliyor.Güncel meselemiz Corona salgını da tüm dünyada toplumsal değişimlerin ve bu arada İslamda bir reformun başlatıcısı veya hızlandırıcısı olabilir mi..
ReplyDeleteMuhteşem, elbette Protestantizmin muadili Vahhabiliktir / Selefizmdir. Bu, sadece ikonoklazmda vs değil aynı zamanda ruhani vaziyetimiz önceden belirlenir o işlerin sahibi tanrıysa dünyamızın sahibi biz olabilirizcilikte, mistisizm düşmanlığında da ortaya çıkar (hacda kutsal emanetlere uzanan İranlı hacıların ellerine sopa indiren muhafızlar vs.).
ReplyDeleteUmarım hülyalı eğitim sistem(ler)inin sözde doğrularının üzerine gitmeye devam edersiniz.
Hocam Hollanda Kalvinist değil miydi?
ReplyDeleteHocam bi de papanin krallara tac giydirme meselesi var. 12. Yy olmasi lazim o tarihten sonra krallar uzerinde etkisini kaybeden papa eskisi kadar oyle kolayca tac takamaz istedigi Krala. Kral olacak kisiye mecburen takar. Hristiyanligin katolik dunyasindaki etkinligi 1950 lere kadar tartismasiz bir sekilde cok muhimdir. Dinin tam anlamiyla gunluk ve siyasi hayattan cekilmesi ( latin amerika ve afrika haric) 1960 larda gerceklesir
ReplyDeleteDoğru yolcular (orthodox) ne oluyor? Birşeyin doğrusuyum diyeni en eskisi, protestocusu en tutucusu iken en açığı en gerisi olarak nitelendiriliyorsa bir matematik sorunu yok mudur? Tarih ve algısı safi yalan uzerine kurulu
ReplyDelete1960lardaki 2. Vatikan Konsili ile Katolik Hıristiyanlıkta bayağı ciddi modernizasyon reformları yapıldı. Gene aynı yıllarda Paenitemini apostolik konstitüsyonuyla oruç, perhiz falan farz olmaktan çıkarıldı. Bunlar gayet mühimdir.
ReplyDeleteGelgelelim İslam dini reforma elverişli değil. Hıristiyanlıkla Müslümanlığı mukayese etmeyin. Hristiyanlık daha ziyade bir öğreti, bir felsefe gibi. En azından İncil öyle. Haftada bir kiliseye gitmekle (bir de senenin bir kısmında perhiz, hafif oruç vs.. yapmakla) farzların eda edilmesi büyük ölçüde yerine geliyor. İslam öyle değil, insanın 24 saatini tanzim ediyor, kat'i belirlenmiş kutsal kitabı+hadis kitaplarında yazan haramları farzları aşırı derecede fazla. Dünyada büyük insan kitle yığınlarının mensubu olduğu 4 dinler arasında(Hristiyanlık, Müslümanlık, Hinduluk, Budacılık) arasında İslam açık ara en rijidi, en sertidir. O yüzden Batı'da deniyor ki,"Islam is not a religion, Islam is a cult"(İslam bir din değildir, İslam bir tarikattir).
Buna binaen İslam reformasyona kapalıdır. Suret(resim, heykel)(gerek dini gerek ladini) mutlak yasak(cehennemlik suç). Gına(müzik) yasak(Şeytani).
Ayrıca mesela kadının şahitliği yarımdır, kadının miras hakkı yarımdır, hırsızın eli kesilir, domuz eti yemek, alkol içmek kesinkes yasaktır. Bu hükümler Kuran'da apaçık yazar. Hatta alkol ve domuz eti yasağı birden fazla defa yazar. İslamda reform yapıp bunları değiştirerek veya lağvederek İslama dahil edemezsin, çünkü İslamın kutsal kitabı Kuran'da bunlar teşbihe, tevile mahal kalmayacak şekilde çok açıkça yasaktır(haram). Kuran'ı değiştirmen lazım. E Kuran'ı da değiştiremeyeceğine göre...
Kitaplardaki hükümleri çok da ciddiye almamak lazım. Pratikte bu söylenenlerin tam tersi yaygın çoğu zaman. Dahası, bunlara kitaptan bile kılıf bulunabilir.
DeleteMesela iki dinde de rüşvet ve zina haramdır. Fakat fiiliyata baktığımızda Müslüman Doğu'da rüşvet ve her tür yolsuzluk, Hıristiyan Batı'da da evlilik dışı ilişkiler o kadar kanıksanmış ki haramlığı ciddiye alınmıyor. "Kitabına uydurmak" bile mümkündür bunları üstelik. Kuran'daki bir ayeti "kalpleri dine ısındırmak için rüşvet verebilirsiniz" şeklinde, İncil'deki bir ayeti de "günahsız değilseniz zina yapanı cezalandırmayın" şeklinde anlayıp bunları duruma göre helal sayanlar çıkabilir.
Böyle cambazlıklara da gerek yoktur aslında. Önemli olan laf değil icraattır.
Suret, resim (minyatür vb.), müzik, kısaca sanat kendilerine "Müslüman" diyen Doğu toplumlarında yok mu? Batılı veya modern sanatın yanında biraz karikatür kalıyor olsa da.
Hukuk vb. de böyledir. O hukuku aynen kitaptaki şekliyle uygulamak, artık mümkün olup olmaması bir yana, Müslümanların başındaki egemenlerin de çıkarlarıyla pek uyuşmaz.
Birincisi incilleri okumadığınız çok belli. İncildeki hükümleri okusaydınız hristiyanlığın sandığınız kadar light olmadığını görürdünüz.Özellikle size amerikadaki protestan akımları incelemenizi tavsiye ediyorum.Mormonlar,Amishler,eski ahiti ibranice orjinalinden okuyup kabullenen prostestanlar gibi.Türkiyede çoğu kimse prostestan diyince 1960 liberal hippilerini akıllarına getiriyor ama işin aslı öyle değil.Sevan beyin belirtiği gibi çok daha katı bir tutum izliyorlar. Birde son olarak islamın size göre katı olan hükümleri kişiyi bağlıyor. Gayet dindar olup batı toplumuna yüzde yüz uyum sağlayıp toplumsal başarı ve saygı kazanan yüzlerce örnek biliyorum.Mesele din veyahut milliyet etnik köken değil. Mesele Türkiyenin aşırı devletçi baskıcı saçma sapan toplum yapısı.Tabi bu durum değişiyor.Gençlerde çok daha fazla kendine değer verip bireyselleşiyor. Yani bu çizgide ilerlersek Türkiye eski ve iğrenç olan siyasi yapı ve bürokrasisinden kurtulacak.
DeleteAvrupa'da 1848 devrimleri/isyanlarından evvel bir de 1830 devrimleri vuku buldu. Gerçi esas Fransa'da oldu(biraz da Hollanda-Belçika ve kuzey İtalya'da). Fakat onun da Avrupa hürriyet hareketlerine tesiri oldu.
ReplyDeleteDış görünüşteki bir "Protestan-Selefi benzerliği"ne aldanmamalı, bu "öz" değil "kabuk"tur. Aksine, Protestan ülkeler daha ziyade ilerlemeye daha yatkın olan "ılımlı Sünni" ülkelere (örneğin: Türkiye) benzetilebilir.
ReplyDeleteİşin özü Protestanlıkta değil, onun da dayandığı - veya dayanabildiği - coğrafyadadır.
İngiltere ve onun uzantısı olan ABD nasıl oldu da Kara Avrupasının önüne geçmekle kalmayıp bugünkü uluslararası düzenin egemenleri olabildiler?
Britanya Roma imparatorluğu tarafından geç fethedilmiş, daha geç uygarlaşmış, dolayısıyla Ortaçağın Kara Avrupasının (ve bugün de AB'nin: Brexit) bağlarından kurtulabilmiş bir ülkedir.
Tıpkı, Kızılderililerin ve geç yerleşen Britanyalı kolonicilerin "geri" Kuzey Amerikasının, Aztek ve İspanyolların "ileri" Orta Amerikasının önüne geçmesi gibi.
(Benzer bir durum Türkiyede de vardır. Ülkenin en ileri iki şehri, Batı ucundaki geç fethedilmiş iki şehridir. Başkenti ise, tıpkı önceki benzerleri gibi, neredeyse şehirleşmesini bile başkentliğine borçludur, öncesinde - veya sonrasında - böyle değildir.)
İnançlar içinde ortaya çıktıkları coğrafyalarla birlikte irdelenmeli.
Anadoludan Vehhabilik, Necid'den de Mevlevilik çık[a]maz, çıksa da egemen olamaz. Fakat tersi olabilir.
"Çocukların okula gönderilmesi meselesi sitede üzerine çokça durulan konuların başında gelmektedir."
ReplyDelete"Sitede küfür sisteminin okulları olarak tanımlanan eğitim kurumlarının ne için eğitim verdiği de ayrı bir başlık altında değerlendirilmektedir. Onlara göre sistemin amacı çocukları iş sahibi yapmak değildir. Ahlaki boyutta, yol yapımında, ekonomi alanında halkı ve çocukları düşünmemekle suçlanan devletin zorunlu eğitimdeki amacı insanları kolayca sömürebilmek için kendine boyun eğen, hayata onun verdiği bakış açısıyla bakan, kendine askerlik yapan fertler yetiştirmektir."
"Çocukların okula gönderilmemesi fikrine, iş bulmak için diplomaya ihtiyaç duyulması sebebiyle itiraz edenlere yine peygamberimiz döneminden örnek verilerek, Darul Erkam’da da kimseye diploma verilmediği ve bu eğitimin müşrikler tarafından kabul edilmediği şeklinde izahlar yapılmıştır."
"Çocukların okula gönderilmemesi fikrine gelen “Okula gitmesinler de cahil mi kalsınlar?” şeklindeki bir diğer itiraza şu şekilde cevap verilmektedir: “Bu büyük bir töhmettir. Peygamberimiz yeryüzünün en bilgili insanıydı, bu bilgiyi Ebu Cehil’in eğitim merkezinde mi kazandı? Sahabeler itibarlarını ve ilimlerini diploması veya geleceği olmayan bir yerde kazanmışlardır. Böyle bir itiraz peygamber ve sahabelerini cahillikle itham etmektir”. Çocukların okula gönderilmemesi fikrine gelen bir diğer itiraz: “İslam toplumunun da doktora, mühendise ihtiyacı var” şeklindedir. Buna verdikleri cevap ise bu ilimlerin okullarda değil dışardan da öğrenilebileceğidir. Bu itiraza getirdikleri bir diğer çözüm sadece zeki ve kabiliyetli olan çocukları seçip onları okula göndermektir, hepsi gönderilmemelidir."
TÜRKİYE’DE GÜNÜMÜZ DİNİ KÖKTENCİLİĞİNİN İDEOLOJİSİ: TEVHİD DERSLERİ VE SELEFİYYE SİTELERİ ÖRNEĞİ
https://katalog.marmara.edu.tr/eyayin/tez/eTez024076.pdf
Bizde buna benzer bir diğer anlatı "İstanbul'un fethi ile çağ açan Fatih" hikayesidir.
ReplyDeleteBu aslında bir çağın açılması değil, bir çağı kapayan olaylardan birinin gerçekleşmesidir.
Şöyle ki: Bizans = Ortaçağ, Bizans'ın yıkımı = Ortaçağ'ın yıkımı
Roma'nın yıkımı = İlkçağ'ın yıkımı gibi yani.
Bir diğeri İspanya'da gerçekleşmiştir. Amerika'nın keşfiyle, yani çağı "açan" asıl olayla aynı yıl:
Endülüs = Ortaçağ, Endülüs'ün yıkımı = Ortaçağ'ın yıkımı
Bu nedenle yazıda belirtildiği gibi asıl dönüm noktası çağımızı açan 1789'dur. Veya Fransız devrimi ve yanısıra Amerikan devrimidir de.
Şöyle de diyebiliriz:
Reform = Protestanlık = Yeniçağ
Fransız Devrimi = Laiklik = Yakınçağ
Çağımızla, yani laiklikle birlikte Protestanlık, Katoliklik, Ortodoksluk, Yahudilik, Sünnilik, Şiilik veya inançsızlık çağa yön veren aktörler olmaktan çıkmıştır.
Çağa yön veren aktörler artık ulusçuluklar ve ulus devletlerdir.
Yani Amerikalılık, İtalyanlık, Yunanlılık, İsraillilik, Türklük, İranlılık ve diğerleri.
Orta cag fatihin istanbulun fethiyle kapanmamistir. Istanbulun fethi cag acip kapatacak duzeyde elzem bir olay degildir- turkiyedeki resmi tarih ogretisi disinda-. Ortacagi kapatan sey amerika kitasinin kesfidir. Fransiz ihtilalinin laikle dogrudan bir alakasi kesinlikle yoktur. Fransiz devrimi = esitlik, ozgurluk ve kardeslik. Fransiz devrimi kokusmus kohnemis fransiz monarsisinin napolyon gibi bir korsikalinin ustaca top atislari karsisinda yerle yeksan olmasi hikayesidir.
DeleteBugün anlaşıldığı şekliyle İslam'ın bir modern zamanlar ürünü olduğu, 20.yy, hadi bilemedin geç 19 yy. "construct"ı olduğu konusunda bi makale nasıl olur?
ReplyDeleteSömürgeciliğin peak yaptığı dönemden alınır, Seyyid Kutub falan gibi reaksiyoner fundemantalistlerden falan geçilip bugüne gelinir?
Hani diyon ya "bunlar Cumhuriyet'in eseri" diye bizim memlekettekilere, onun global ölçeklisi.
İlk laik Şeytan'mış;
ReplyDelete"İlk laik Şeytan’dır. Allah var kabul ederim ama koyduğu kanunları kabul etmem demektir laiklik."
https://t24.com.tr/haber/imam-hatip-muduru-ilk-laik-seytandir-dunyada-ne-kadar-hirsiz-p-varsa-laiktir,381211
İlk milliyetçi de;
"Temelleri; “Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın. Öyleyse ben ondan üstünüm.” diyen İblis’e kadar uzanan milliyetçilik, belki de tarihin gördüğü en tutarsız ve içi boş ideoloji olmuştur. İblis kaynaklı bu ideolojinin amentusu ise; Benim milletim yeryüzünün en üstün milletidir (ırkıdır, kavmidir); diğer milletler bana hizmet için vardır ve düşmanlarımdır” olmuştur.
Bu kısa girizgâhtan sonra, milliyetçiliğin ne kadar tutarsız ve içi boş olduğunu şu örnekle açıklamaya çalışalım:
Elimizde Sırp milliyetçiliğinin amentusunun (esaslarının) yer aldığı bir metin olduğunu düşünelim. Şimdi siz bu metnin içerisindeki Sırp ibaresinin olduğu yerleri silip, yerlerine Türk ibaresini koyduğunuzda, Türk Milliyetçiliğinin amentusunun (esaslarının) yer aldığı bir metin elde etmiş olursunuz. Hiçbir hokus pokus yapmadan sadece metindeki milliyet adları değiştirilerek, farklı milliyetçiliklere ait metinler elde edebilirsiniz.
Fakat, amentu metinlerindeki bu kadar örtüşmeye ve benzerliğe rağmen, iki farklı milliyetçilik mensubunu bir araya getirmeye çalıştığımızda, aynı evde yaşamaya davet ettiğimizde bu çabanın ne kadar boş olduğunu göreceksiniz.
Bir Sırp milliyetçisiyle bir Türk milliyetçisi; bir Rus milliyetçisiyle bir Amerikan milliyetçisi aynı evde ne kadar süreyle yaşayabilir ya da yaşayabilir mi, takdirini siz değerli okurlarımıza bırakıyorum. Ancak bu durum, diğer ideolojiler için geçerli değildir. Örneğin Sırp ve Türk komünistlerden, kapitalistlerden, liberallerden vs. oluşan bir grup bir arada pekala yaşayabilir. Amerikalı bir kapitalistle, Rus bir kapitalist Kremlin Sarayı’ nın arka bahçesinde kol kola dolaşabilir."
http://www.habername.com/yazi-kenan-ozmen-milliyetciligin-turkiye-versiyonunun-anatomisi-3655.htm
Hocam, yeni twitter hesabınızın bağlantısını, lütfen blog'a koyunuz buradan kolayca ulaşmamız için, teşekkürler.
ReplyDeleteBizdeki bu Protestan yanlısı tarih anlatısının Osmanlı'ya uzanan bir tarafı da yok mudur?
ReplyDeleteProtestanlığın ortaya çıktığı yıllarda Katolik güçler Osmanlı'nın baş düşmanıydı.
"Düşmanımın düşmanı dostumdur", yani Katoliklerin düşmanı Protestanlar Osmanlı'nın dostudur.
"Konstantinopolis'te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim" diyenlerin durumu gibi.
Jean Calvin'in Cenevre'de kurduğu yönetimin icraatları gerçekten korkunç. Yanlış hatırlamıyorsam hırsızları diri diri yakma, boğma, kötürüm bırakma; sansür, siyasal baskı, ne ararsanız var. Öğrendiğimde, Türkiye'deki tarih anlatısının Protestanlık sempatisi bir anda değersizleşmişti.
ReplyDelete"Muasır teknolojinin, ekonomi ve ilmin Hıristiyan teknolojisi, Hıristiyan ekonomisi ve Hıristiyan ilmi olduğu neticesini çıkarmak mümkün müdür? Böyle bir fikir, mesela bir Müslüman bombasından, Müslüman bankasından, Müslüman kimyasından bahsetmek kadar abes değil midir? Hıristiyanlığın veya umumiyetle dinlerin medeniyet şekillerinin meydana gelişinde rolü olduğunu ileri süren ve bu rolü inceleyen fikir adamları olmuştur. (Mesela Alman sosyologu Weber gibi.) Prof. Toynbee bu fikirleri hiç anmıyor. Bu fikri kabul veya reddettiğini gösteren bir kayda rastlamadım. Fakat mesela Weber'in Protestanlığın muasır Garp ekonomisini meydana getirişindeki rolü hakkındaki fikirlerini kabul edebileceğini pek zannetmiyorum, çünkü bu takdirde Katolikliği, Garp-Hıristiyan medeniyet çevresi içinden çekip çıkarması lazım gelecekti!"
ReplyDeleteArnold Toynbee Türk Devrimini Nasıl Görüyor
Atatürk ve Devrimler, s. 182, 183
Niyazi Berkes
Protestanlikta tanri icin bu dunyayi duzeltmek ve guzel hale getirmek onemliyken, katoliklikte bu dunyada cile cekmek ve odul olarak obur dunyada odullendilirmek onemlidir. Bu nedenle sanayi devrimi Ingilterede olmustur. Ingilizler protestanligin vermis oldugu ilhamla buharli tirbun,tekstil makineleri vs kesfetmislerdir. Protestanlik o donem cinsel perhiz yolu ile Freud'un yuceltme teorisine selam cakmistir. Yane kullanilmayan cinsel enerji yeni icatlar icin itici guc olmustur. Katoliklikte ise bu enerji tanriya yakarma ve obur dunya dusleri ile eritilmistir. Protestanlik ve Katoliklik ile ilgili en iyi deney ulkesi Kanadadir. Protestan Ingiliz Kanadasi daha girisimci ve serbest ekonomiye dayanirken 60'lar katolik kilise reformuna kadar koyu katolik kalmis Quebec daha burokratik ve ekonomik olarak yardimlara daha muhtac haldedir. Protestan ingiliz sanayi devrimi ekonomik iken katolik fransanin devrimi kultureldir.
ReplyDelete