“Altın Çağ” denilen 9. ila 15. yy’da İslam uygarlığının ilginç özelliklerinden biri, askeri ve siyasi olaylarla sosyal/kültürel hayat arasında hemen hiçbir gözlemlenebilir bağ olmaması.
Bu çağın İslam kültürü son derece şehirli ve kozmopolittir. İlk başlarda “şehir” deyince aklımıza sadece Bağdat gelir. 11. yy’a doğru Konya’dan Delhi’ye, Kurtuba’dan Hive’ye kadar yüzlerce şehir Bağdat’ın rolünü devralır. Hepsinde aynı dil(ler) konuşulur, aynı kitaplar okunur, aynı mimari modalar bir iki sene gecikmeyle benimsenir. İnsanlar alim, talebe, tüccar ve derviş kılığında durmadan şehirden şehire seyahat eder. Sosyal hareketlilik başdöndürücüdür: bir kişi bugün köle, yarın vezir, sonraki gün derviş olabilir. Her şehirde, dünyada eşi olmayan sanat eserleri yaratma iddiası güden sanatkarlar bulunur. Edebiyatta sözü edilen kadınların hemen hepsi entrikacı, şehvet ve iktidar düşkünüdür: “başörtülü bacı” modeli henüz keşfedilmemiştir. Köylüler ve göçebeler hemen hemen görünmezdir: kimse onlardan söz etmez.
Siyasi olaylar sonucu şehirler el değiştirebilir, yıkılabilir, halkı kılıçtan geçirilebilir. Ancak bu olaylar, geniş çapta hiçbir sonuç doğurmaz. Diğer kentlerde şehir yaşamı aynen sürer. Fikir dünyası, hukuk, ticaret, eğitim sistemi, edebi üretim üzerinde siyasi olayların etkisi çok nadiren görülür.
Moğolların 1258’de Bağdat’ı yıkması bu kentin kültürel bir merkez olarak sonunu getirmiştir. Ancak genel olarak İslami dünyanın ekonomik canlılığı veya kültürel üretkenliği üzerinde kayda değer bir etkisi olduğunu sanmıyorum. 15. yy ortalarına dek Kahire’de, Hindistan’da, İsfahan ve Şiraz’da, Semerkant’ta, Herat’ta, hatta Edirne ve Bursa’da kültürel gerileme belirtisi görülmez. Dönüm noktası bence 1450 ile 1500 arasındaki bir tarihte aranmalı.
*
İspanya’dan Hindistan’a uzanan coğrafyada ortak dil Arapçadır. 10. yy sonlarına dek yazılı üretimin tamamı Arapçadır. Bu tarihten sonra Yeni Farsça, edebiyat ve ticaret alanında gitgide önemi artan bir ikinci lingua franca niteliğini kazanır. 1300-1310 yıllarından itibaren Türkçe, diğer ikisine oranla marjinal de olsa, üçüncü bir kültür dili olarak ortaya çıkar. Ancak hukuk, matematik, tıp gibi gibi alanlarda Arapça tek ortak dil olarak kalır.
Kültür üreticileri arasında Fars, Türk, Hint, Berberi, hatta Yahudi ve Süryani kökenli olanlar sayıca çoktur. Fakat tümünün ortak yazı dili Arapçadır. Temel ve yüksek eğitim, ilgili ülkelerin tümünde Arapça verilir. Edebi biçimler, bilimsel standartlar, temel başvuru eserleri Arapçada üretilmiştir. Bu nedenle 800-1400 döneminin İslam medeniyetine kısaca ‘Arap Medeniyeti’ adını vermek yanlış olmaz.
‘İslam Medeniyeti’ midir? Bundan şüphe duymak için ben bir sebep göremiyorum. İslam dininin ana referans metinleri başka bir çağın ve başka bir ahlakın ürünü olabilir. Ancak belli ki bu farklı referans, 7. yüzyıl Arabistan’ının ilkel kabile kültürüne hiç benzemeyen sofistike bir şehir medeniyetinin oluşmasına engel olmamıştır. İnsan aklının sonsuz adaptasyon yeteneği diyelim: okuryazarlıktan habersiz, yağmacı bir mezhebin ve liderinin menkıbesi, dünya tarihinin en gelişkin kent medeniyetlerinden birinin simgeler dünyasına pekala uydurulabilmiştir.
Engel olmasa bile ayak bağı olmuş mudur? Onu tartışırız. Belki Kuran değil, fakat Kuran’a ve hadise istinaden Abbasiler çağının başında oluşturulan muazzam hukuk aparatı ayak bağına dönmüştür: kendi ağırlığıyla kendini tıkamış, yenilenme kapasitesini yitirmiştir. Belki Kuran’ı tartışılmaz “tanrı kelamı” sayan anlayış entelektüel gelişmenin önüne aşılmaz sınırlar koymuştur. Bunlar mümkündür. Hukukta eğer içtihat kapısı kapanmasa ve tanrı kelamının mecazi yorumları daha geniş kabul görse İslam uygarlığı daha esnek bir gelişme imkanı bulur muydu? Bundan sonra bulabilir mi? Sormaya değer sorular bence bunlardır.
Yoksa aradan geçen 1400 yılı yok sayıp İslam medeniyetini “peygamberin sidiği içilir miydi” sorunsalına, ya da tipik bir modern çağ ürünü olan “başörtülü bacı” modeline indirgemekle bir yere varılamayacağı açık.
*
Neden yıkıldı? Yıkılması mukadder miydi?
İslam medeniyetinin 1450-1500’den sonra yıkılması, en azından Roma medeniyetinin yıkılması kadar muamma bir konudur. Bin kişi bu konuda fikir beyan etmişse, bini ayrı şeyler söylemiştir. Bizim de söyleyeceklerimiz, karanlıkta el yordamıyla yürümekten çok ileri gitmez.
O tarihte neler oldu da böyle oldu diye sorarsak belki bir ipucu yakalarız. İlk hadise belki Avrupalıların Amerika’yı, ve belki daha önemlisi, Hindistan’a deniz yolunu keşfetmesidir. İslam dünyasının ticaret yolları kurumuştur. Medeniyetin temel koşulu olan ekonomik altyapı sarsılmıştır. Kadim İslam şehirleri küçülmüş ve solmuştur.
İkinci yenilik Osmanlı’nın (ve daha sınırlı bir düzeyde Mısır Memluklarının) egemenliğidir. Osmanlı devletinin yapısı önceki İslam devletlerine benzemez. Beş yüz yılı aşan bir süre devam eden askeri anarşiye son verir. Bununla birlikte merkezi askeri yapı toplumun her hücresine nüfuz eder. Tarım devlet kontrolüne alınır; köylü köleleştirilir. Başkent dışındaki kentler marjinalleşir. (Osmanlı devletinin İstanbul ve biraz Edirne dışında hiçbir kentinde 1520’lerden sonra kayda değer bir mimari faaliyet görülmez.) Medrese eğitimi – İslam tarihinde ilk kez – devlet denetimine alınır. Askeri ve siyasi yapıyla kent kültürü arasında İslam medeniyetinin alameti farikası olan kopukluk giderilir. Bir bakıma, kadim Bizans devletini yıkan hatalar tekrarlanır.
Görünürde mantıklı bir yoldur. Ekonominin hızla daraldığı bir çağda merkezi yönetimin avantajlı olacağı düşünülür. Avrupa’nın – bilhassa İtalya’nın – içinde bulunduğu siyasi anarşi ibretle ve küçümseyerek izlenir. Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç vardır. Gayri-merkezi Avrupa modelinin uzun vadede daha iyi sonuç vereceğini kimse fark etmez. Lakin o tarihte Avrupa’da da bunu fark eden kaç kişi vardır?
*
İslam dünyasının son yıllarda hızlı bir büyüme dönemine girdiğini düşünüyorum. İslam ülkelerinin bugün içinde bulunduğu kaotik durum bizi bu gerçeğe köreltmemeli. Nüfus hızla artıyor. İslamın egemenlik alanı Afrika’da ve güney Asya’da hızla büyüyor. Avrupa’da 16. yüzyılda duran ve 19. yüzyılda gerileyen fetih dalgası yeniden canlanmış görünüyor. Batı medeniyeti özgüvenini ve savunma güdüsünü kaybetmiştir. Çin ve Hindistan belki Asya’da İslami atılımı bloke edebilirler; fakat Afrika’da bunu önleyecek bir güç görünmüyor.
Bu manzarada, İslamın pek yakında çökeceğine, çağının geçtiğine vb. ilişkin öngörüleri ciddiye almakta ben zorlanıyorum. İslam dünyasının yakın gelecekte çökeceğine dair bir belirti yok. Tersine, Batının çöküşüne ilişkin beklentiler şimdilik daha gerçekçi olabilir.
Eğer medeniyetin geleceğini hala önemsiyorsak, “bitti, öldü, zaten hepsi geri zekalı” gibi yaklaşımlar yerine, ne kurtarılabilir ve nasıl kurtarılabilir diye sormak daha akılcı olmaz mı?
Umdetül İslam, Hüccetül İslam denen imam Gazali'nin fikriyatının zihniyetinin benimsenmesiyle İslam coğrafyası gerileyemeye başladı" deniyor. Halbuki Gazali ortaya çıktığında esasen İslam dünyası stagnasyona girmeye başlamıştı. Avrupa'dan gelen Haçlı orduları Ortadoğu'yu kasıp kavurmuş, Kudüs'ü ele geçirmişler, Kızıldeniz'e değin ilerlemişlerdi. Zaten akabinde Ortadoğu komple inhitata girdi.
ReplyDeleteOnndan sonra zaten hepten kaht-ı rical var. 13. yydan sonra Müslümanlardan çıkan (İbn Haldun, El Masri gibi belki bir iki istisna hariç) elle tutulur polimat denebilecek kimse hiç yok, sıfır!
"Her şehirde, dünyada eşi olmayan sanat eserleri yaratma iddiası güden sanatkarlar bulunur."
ReplyDeleteHocam bahsettiğiniz çağdan bana en önemli sanatçıları söyleyebilir misiniz? Müzik, mimari, heykeltıraşlık, tiyatro yazarlığı vs. alanlarından kimler var?
İslam Çin'le Hindistan'da yayılmayabilir ama Afrika'da yayılır demişsiniz. Afrika kimin umrunda? Dünyanın en düşük zekalı kıtasındaki boktan devletlere hakim oldular diye mi endişeleneceğiz? Diğer bir konu, batının savunma güdüsünü kaybettiğini söylüyorsunuz, doğruluk payı vardır ama bu bir anda değişecek kadar hassas bir meseledir.
ReplyDeleteKimbilir, belki avrupa kendini toplar ve islam dünyasına bir gün siktiri çeker. Düşünsenize, sıfır ticaret. Hatta belki küçük birkaç savaş avrupanın kendi kültürünü korumaya karar verdiğini gösterir. İslam dünyasının azgın bozgunculuğu göz önüne alındığında böyle şeyler uçuk kaçık değil.
Talanla, yağmayla ve kölelikle, gelen bir ekonomik rahatlık ve sonrası Mezopotamyada ve Asurdaki) Hitit, Ermeni ve irani Aryan soylarından gelen asimilasyon, bu sözde ve adı islam olan, altın çağ diye anılan, medeniyetin kısa zamanlısa olsa, bir çok şeyde yükselmesine sebep oldu. Kısaca Antik ve sonrası vb. Bizansın artıkları ile bir dönem parladı fakat parlatanlarını'da södürdüğü için, artık ışık kalmadı ve tamamen çöktü ve karanlıkta kayboldu. Bu iş, başından bozuktu zaten.
ReplyDeleterte ve onu takiben akape, 2010 yılı civarında sapıtmasaydı bu soruların cevaplarının birazını almaya başlamış olabilirdik.
ReplyDeleteMevcut hadiseyi fetih olarak kabul edecek olursak evvelki fetihlerle arasında nitelik farkı olduğunu da kabul etmemiz lazım gelir. Bildiğimiz ve tarihte örneklerini gördüğümüz şekilde fetih, bir İslam idaresinin (bu bir beylik ya da kabile topluluğu da olabilir) bir gayrimüslim idaresinin topraklarını savaşarak ya da razı ettirerek İslam idaresine geçirmesi ile olur ve en azından prensipte ele geçirilen bölge halkının İslama geçirilmesini ya da en azından İslama ısındırılmasını hedefler. Günümüzde olan hadise ise silahsız ve düzensiz Müslüman grupların gayrimüslim topraklarına göç ederek ve oralarda çok çocuk yaparak sayılarını artırmaları hadisesidir, İslami terminolojideki ve tarihte gördüğümüz örnekleri ile fetih mefhumuna uymaz.
ReplyDeleteZaten son 200 küsur yılda İslam, bazı Müslüman ekseriyetli ülkelerdeki bazı gayrimüslim azınlık grupların İslama geçirilmesi hadiseleri haricinde, gayrimüslimlerin İslama geçmesi yolu ile kayda değer bir yayılma göstermemiştir istatistiki olarak. Bahsettiğiniz Afrika örneğinde de durum farklı değil. Bugün Sahra Altı Afrika'da çoğunluk Hristiyandır, bu esas itibariyle son 500 yılda Afrika topraklarına gelen Avrupalı misyonerlerin çalışmalarının ürünüdür ve Hristiyanlık adına çok büyük bir başarıdır. Hristiyanlık zaten günümüzde Afrika ve Asya kıtalarında din değiştirme yoluyla en hızlı yayılan dindir istatistiki olarak, Batı dünyasındaki sekülerleşme ile de birleşince Hristiyanlığın ağırlığının bu saydığım kıtalara doğru kaydığı telaffuz ediliyor artık pek çok kaynak tarafından.
İslam dünyası hakikaten de 15. ve 16. asırlar civarından itibaren Hristiyan dünyası ile mücadelede geriye düştü, 19. ve 20. asırlara gelindiğinde ise Batı medeniyetini (Batı Roma'nın devamı olan ve Rönesans, Bilim Devrimi, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile hamle yapmış olan medeniyet) kabul etmek zorunda kalacak kadar (ki dünyanın kalanı da o tarihlerde artık Batı medeniyetine geçmişti) geride kaldı. Günümüzde Batı dünyası ne kadar çıkmazda olursa olsun hala medeniyet bazında dünyada öncü rol oynuyor ve son 200-300 küsur yılda kendi medeniyetini dünyanın geri kalanının tamamına benimsetmiş olmanın (öyle ki günümüz bakımından Batı medeniyeti medeniyet ile eş anlamlı olmuştur) da haklı gururunu yaşıyor. Batı medeniyeti birçok bakımdan eleştirilebilir ve birçok sakat tarafı bulunabilir, ama çare artık var olmayan diğer medeniyetlere (yerel kültürel öge olarak bulunmak hariç) geri dönmekten değil, Batı medeniyetini ya da diğer bir deyişle dünya medeniyetini modifiye etmekten geçer.
"800-1400 döneminin İslam medeniyetine kısaca ‘Arap Medeniyeti’ adını vermek yanlış olmaz"
ReplyDeleteIyi de hocam, o Arapca yazan adamlarin %90'i Arap degilmis ki. Gazali dahil!
"Medrese eğitimi – İslam tarihinde ilk kez – devlet denetimine alınır."
Benim hatirladigim, bu isi ilk yapan Nizamulmulk'tu.
"Osmanlı" ve "Medeniyet" kelimelerinin yan yana konularak "Osmanlı Medeniyetinden" söz edilmesine hiç akıl erdirememişimdir. Özellikle son yıllarda bu ifadenin Davutoğlu'nun da gayretiyle, övünme ve tehdit aracı olarak piyasaya sürülmesi işin vehametini daha da artırmıştır. Medeniyet kelimesi, ilk çıkışında taşıdığı anlamın (şehirleşme) çok ötesinde bir anlama/kapsama sahiptir. Bir toplumun bilimde, teknolojide, sanatta, çeşitli alanlarda keşifte evrensel düzeyde insanlık için yararlı işler yaptığı anlamını taşır. Osmanlının bu alanlarda gösterdiği çaba, ortaya koyduğu eser sıfır (0) olduğuna göre Osmanlı Medeniyetinden bahsetmek mümkün değildir. Ancak, Osmanlı Kültüründen söz edilebilir. Buradaki "kültür" kelimesinin de, "Sevan Bey müthiş kültürlü bir vatandaşımızdır," cümlesindeki kültür kelimesi ile bir ilgisi olmadığını (anlamayanlar olabilir) belirtelim. Osmanlı Kültürü, Osmanlı halkının yaşam tarzı, adetleri, inançları, yediği içtiği vb hususları ifade eder. Aynen, mesela Amazon ormanlarında yaşayan kabilelerin hayat tarzında olduğu gibi...
ReplyDeleteAma kültür ve medeniyet kavramlarının kesişimi vardır değil mi?
Delete"Moğolların 1258’de Bağdat’ı yıkması bu kentin kültürel bir merkez olarak sonunu getirmiştir. Ancak genel olarak İslami dünyanın ekonomik canlılığı veya kültürel üretkenliği üzerinde kayda değer bir etkisi olduğunu sanmıyorum."
ReplyDeleteSadece Bağdat'ı düşünürsek evet. Fakat bu yıllarda Kurtuba'nın (sonrasında Gırnata ve tüm Endülüs'ün) kaybedildiğini de unutmamalıyız. Bunlara aynı dönemlerde İran'ın Şiileşmesini, yani günümüze değin aralıklarla süren bu tüketici Şii-Sünni çatışmalarının temelinin atılmasını da eklemeliyiz. Osmanlı-İran savaşlarının Bağdat kültürünün gerilemesindeki payı belki Moğol istilasından fazladır.
Bu Hıristiyan-Müslüman karşıtlığına odaklanırken Uzak Doğu'yu unutuyoruz.
ReplyDeleteÇin dünyaya kağıdı ve barutu yayarak belki de insanlık tarihinin en büyük devrimini yapmıştı. Bugün ise insanlık tarihinin belki en büyük çöküşüne yol açan bir virüsü yaymakta.
Bu tabii ki yanlış, eksik veya abartılı bir iddia olur. Fakat hep aynı noktada kalmamamız, arada bakış açılarımızı değiştirmemiz gerektiğini de göstermiyor mu?
İnsanlık tarihinde mesele hep nüfus olmuştur. Osmanlının getirdiği huzur ve güven ortamında islam coğrafyası nüfus dinamiklerini kaybetmiş, batıya karşı nüfusunu artıramamıştır. İslamın parlak çağında nüfus olarak Avrupaya üstün olan islam coğrafyası zamanla bu üstünlüğünü kaybetmiş ve 20yy gelindiğinde neredeyse erimiştir.
ReplyDeleteBugün nüfus artışı tekrar sağlanmaya başlamıştır. Eğer Mısır ve İrandaki siyasi meseleler çözüme kavuşabilirse islam medeniyetinin tekrar yükseldiğini görebileceğiz.
İslam ülkelerinin hepsinde büyük bir nüfus artışı yok.(kaynak:https://www.kisa.link/N56g) Endonezya Melazya İran'da kadın başına düşen çocuk sayısı 2'den az neredeyse keza Türkiye'de de öyle Arap ülkeleri biraz farklı denebilir. Asıl artış Afrika'da ama Afkrika bölgesinde Hristiyanlar da çok çocuk yapıyor. İslam gelecekte büyüyecektir doğru ama bu islam medeniyeti denen şeyin küresel bir güç olacağı anlamına gelmez nüfus artışı orta çağda savaşçı sayısı gibi faktörler sayesinde avantajdı ama 21. yy'da yeterli kaynaklar yoksa felakete de sebep olabilir. Avrupa Uygarlığı ise yaşlanmış ve intihar eğiliminde. Bugün zaten müslümanlara politik doğrucular altın tepside veriyorlar Avrupa'yı. Batı kesinlikle hapı yuttu. Gelecekte Çin ve Hindistan yani Asya uygarlıkları yükselecektir. Bu güçler dünyayı paylaşmak için kapışabilirler. İslam ve Batı uygarlıklarının şansı yok. İslam ve Batı uygarlığı aynı güçsüzlükte ve edilgen olacaktır. Gelecek çok karanlık ve kanlı olacak bence.
ReplyDeleteEvet, İslam dünyasının ve bilimum asyalı ve ortadoğuluların nüfusları artıyor. Medeniyet kurucusu Beyaz Avrupalıların nüfusları düşüyor, bir hızlı ve ani gelişen Bronz çağı çöküşünün benzerinin tekerrür edeceğide belli oluyor bu durumdan.
ReplyDeleteSevan hoca, Gökhan Bacık'ın bu islam üzerine analizleri hakkında ne ne düşünüyorsun? Görüşlerini cidden merak ediyorum.
ReplyDelete"Tarım devlet kontrolüne alınır; köylü köleleştirilir." ifadesi için şunu belirtmek isterim, osmanlı tarım sistemi öncülü olan selçuklular ile önemli derecede benzerlik göstermez miydi? özellikle ilk dönemlerinde. bir ikinci husus ise islam medeniyetinin gerilemesi ile avrupada rönesansın başlaması arasında da bir ilişki yok mudur? bir taraf hız kaybederken rakibi ise giderek hızlanıyor.
ReplyDeleteosmanlı kendi çağını ikame eden konjonktür içinde tabii ki medeniyettir.batının 15. yüzyıldaki özellikle italya ve bağdaşlarının dibe vuran sarkacı içselleştirebilen yönelimleri ve bilimi bir tartışma alanı olarak skolastizme dayatabilmiş olmaları gibi girişimler bir yüzyıl içinde avrupayı organize edebilmiştir. osmanlının islam dinini sistemli bir devlet stratejisi olarak ortaya koyması bile medeniyettir. avrupanın din merkezli sosyal politik üretebilmesine büyük katkı sağlamıştır. medeniyet kendi toplumu başta olmak üzere dışsal paydaşlar da edinebilme marifetidir. osmanlı bu konuda en önemli etki medeniyetidir kanımca. araplardan, farslara, ermenilerden, yunana ve hatta hinte ve çine olan ekonomik, siyasi ve sosyolojik etkisini yadsımak safdillik olur..
ReplyDelete"İslamın doğduğu coğrafyanın özellikleri, doğal yapısı biliniyor. Üstelik, bu doğuş yerinin kuzeyinde ortaya çıkan Sümer, Asur, Babil uygarlıklarının ‘miras’ına konabilecek bir yapıda da değildi. Oysa İran çok eski, özgün bir uygarlığın “mirasçısı” durumundaydı. İran, dıştan gelen uygarlık, düşünce ürünlerini kolaylıkla kendi ürettikleriyle yoğuruyor, karıştırıyor, yeniden biçimlendiriyordu. Buna karşın İslamın elinde yalnızca Tanrısal buyrukları, yönlendirmeleri içeren Kuran vardı. Bu kutsal kitap, verimsiz, kurak topraklar üzerinde yaşayan bir topluluğun gereksinimlerine göreydi, arkasında büyük, etkin, kapsamlı bir uygarlık yoktu. Bu kınanacak, küçümsenecek bir durum değildi, doğanın koşullarına göre biçimlenmiş bir yaşam alanıydı.
ReplyDeleteİslam ilk dönemlerinde kılıç gücüyle başarılı oldu, bütün çevreyi egemenliği altına aldı, Doğuda Çin – Hind, Batıda İspanya içlerine dayandı. Ancak kılıcın gücü, karşısında kalemi, kolun sindirici ağırlığı düşünce odaklarını buldu, yapacağı tek iş, Tanrısal bildirilerin ışığı altında kendinden öncekileri geçersiz saymak, yasaklamaktı.
İran, eski Zerdüşt inançlarına dayalı, kendine özgü bir İslam yaratmakta gecikmedi. Çin bu etkilerden uzak kaldı, Batı ise beklenmedik bir bilimsel gelişim süreci başlattı. Anadolu İlkçağı Yunan’ın, Roma’nın kaynağıydı, bu kaynak Ortaçağ’dan sonra Batı uygarlığının besleyici odağına dönüştü. İslam bu dönüşüm karşısında da, kutsal kitabının dışına çıkmaya, bilime bilimle yanıt vermeye yanaşmadı. Kılıçla sağladığı başarılarının çok uzun süreceğini sandı, işte ilk sarsıcı yanılmak böyle başladı. Üç yüzyıl boyunca ele geçirdiği yabancı toprakları, tarih sürecinde, çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde yitirdi, İspanya’dan sürüldü."
http://www.arslanbora.com/kutuphane-arsiv/karanligin-ayak-sesleri-kadirilik
"Bati medeniyeti savunma güdüsünü kaybetmistir." derken neyi kastediyorsunuz tam olarak?
ReplyDeleteTabii burada beni en çok hayrete düşüren bilimde, sanatta nereden baksan 150-200 yıl ileride olan Endülüs Emevilerinin gümbür gümbür yıkılmaları olmuştur.
ReplyDelete