Monday, March 20, 2017

Liberalizm, devam



Kampus post-Marksizmi ile Wall Street neoliberalizmini “liberal” etiketi altında birleştiren şey nedir? Bu sorudan başlayalım.

Cevap basit: Geleneğe saygısızlıktır. Ecdadın töresi bizi bağlamaz diyorlar. Eski dini ve milli mitolojiler, eski cinsel tabular, eski ahlak telakkileri miadını doldurmuştur; yeni bir dünya kurmak lazım.

Kadehimizi onlara kaldırıyoruz. İnsan soyu Neanderthal’den bir adım öte gidebildiyse böyle düşünenler sayesindedir. Ecdadın inancına saygısı olsa Kristof Kolomb Amerika’yı keşfedebilir miydi?

Klasik liberal düşünce bu anlayışın damıtılmış halidir. Lağvettiği geleneğin yerine bir insan ideali önerir. Vicdan özgürlüğü. Akıl. İnsan hakları. Bilimsel ilerleme. Rasyonel toplum yönetimi. İki yüz küsur yıl boyunca bu fikirler Avrupa’dan dünyaya yayıldı. Bir miktar kırıp dökme pahasına da olsa, işe yaramadıklarını kimse söylemez.

Liberalizmin hastalıkları
Ve fakat, son yıllarda liberal düşünce takatten düşmüş görünüyor. Biri soldan biri sağdan gelen iki hastalık, için için kemirerek bünyesini yıprattılar.

İlki 1968’den sonra akademyayı pençesine alan post-Marksist ya da pseudo-Marksist akımlardır. Bunlar evrensel bir ahlak arayışını bir kenara bırakıp, düzenin mağduru olduğunu iddia eden münferit grupların çığlıklarına kulak verdiler. Hareket noktası Marx’ın apokaliptik bir misyon yüklediği “işçi sınıfı” idi. O sınıftan hayır gelmediği 1968’de görülünce, önce Üçüncü Dünya’nın çeşitli milliyetçi akımlarına ve ABD zencilerine bel bağlandı; ardından 1970’lerde kadın hakları, çevre hakları, 90’larda eşcinsel hakları, ardından trans ve queer hakları geldi; en son ageism ve ableism derekesine inildi. Şu grubun özgürlüğü, bu grubun özgürlüğü derken görüldü ki genelin özgürlük alanı her adımda biraz daha kısılmış, nefes alacak yer kalmamış.

O akımın elli yılın sonunda vardığı yer cinnettir. Umalım ki kendileriyle birlikte üniversite kurumunun topyekün yıkımına sebep olmazlar.

İkinci hastalık, özgürlüğü para kazanma ve para harcama özgürlüğü ile sınırlayan anlayıştır. “Param kadar özgürüm, istediğimi alır, istediğimi satarım” diyen bu patolojik  görüş İngilizlerin (ve Hollandalıların, biraz da Fransızların) kolonyal maceralarında filizlendi. O maceraların en olgun meyvesi olan ABD’de milli ideoloji olarak benimsendi. 1945’ten sonra dünyaya ihraç edildi. Cazip kalması iki şarta bağlıydı: bir, paraya tahvil edilebilecek değerlerin sınırsız artması, ve iki, herkesin o bonanzadan pay alabileceğine olan inancın korunması. 2000’li yıllarda her iki koşulun çökmesiyle birlikte, Amerikan ideolojisi de ölümcül bir yara almış görünüyor.

Özgürlük düşüncesi, merak etme, ölmez. Ama dikkat etmez isek, iki hastalığın birbiriyle çakışan krizinde, on yıllarca kendine gelmeyecek kadar hasar görebilir. Sonuçları ağır olur.

Öldü diyelim
Öldü diyelim, yerine ne koyacaklar? Alt-right diye pazarladıkları anti-establishment estetiğini mi? Teenager zıpırlığıdır, her kuşakta kendine özgü bir ifade biçimi bulur, ciddiye almaya değmez. Politik doğruculuğun burnunu biraz sürter belki, o açıdan faydalı.

Öte yandan, hem Avrupa’yı hem ABD’yi etkisi altına alan etnik nostalji – ulusal kimliğe dönüş, yabancı istilasına tepki –  rüzgârı daha kalıcı görünüyor. Dikkat et, o rüzgarın öncülerinden hiç biri eski tip taşralı kırolar değil. Hepsi globalize dünyayı tanıyan ve o dünyada rahat yaşayan insanlar. Kiminin eşi yabancı, kimi dünyanın dört bucağında uzun süre yaşamış, kiminin şeceresi yetmiş iki millete bulaşmış. “İyi, globalleşelim” diyorlar, "ama o globu inşa eden bir millet ve medeniyet var, onu inkâr edersek olmaz." Özellikle başkalarının inşa ettiği medeniyeti, eski bir alışkanlıkla, parazit gibi yayılıp ele geçirmeye yeltenen İslamcı akımlara tepki duyuyorlar. Büsbütün haksız sayılamazlar kanımca.

Başka yol yok
Globalleşmenin sonu geldi diyenler hayal aleminde yaşıyor, ondan yana endişen olmasın. İletişim desen, internetin daha emekleme çağındayız, yarın o çılgınlığın nerelere varacağı belli değil. Ulaşım desen, ortanın altı gelire sahip bir insanın sabah Burundi’nin taşrasında kahvaltı edip akşam Paris’te yemek yiyebildiği bir dünyadayız. Avrupa’dan Baharat Adalarına yelkenli gemiyle – ömrün yeterse – bir yılda gidebildiğin çağda ticareti önleyememişler, şimdi mi önleyecekler?

Göçün de önünü alamazlar; alabileceğini söyleyenler ya kendini kandırıyor ya halkı. Ekonomik eşitsizliğin bu denli şiddetlendiği bir dünyada, üstelik nüfus problemi, üstelik iklim problemi varken, insanlar elbette kurtuluşu göçte arayacaklar. Ördükleri duvarlar nafiledir; milyonlar kapıya dayandığında iki günde çöker.

Yani, kısacası, dünyanın liberalizme ihtiyacı vardır. Yetmiş iki milletten insanın burun buruna yaşadığı bir dünyada dededen kalma gelenekleri, birbirini yok sayan dini ve milli mitleri, köy ve kasaba toplumunun ihtiyaçlarına göre şekillenmiş cinsel tabuları yaşatamazsın. O yüzden, acımasızca sorgulayacağız. Ara sıra “eski dünya da güzeldi” diyerek iki damla gözyaşı döksek de, yeni dünyanın ahlakını kurmak için çaba göstereceğiz. Akıl ve vicdan özgürlüğü olmadan, o yolda bir adım ileri gidemeyiz. Töre ve gelenek kapanına ayağını kaptırmış aslan gibi, debelenip dururuz.

Az önce değindiğimiz etnik nostalji rüzgârıyla bu objektif zorunluluğu birleştirmek mümkün müdür, nasıl mümkündür? Göçmen, mülteci, akıncı olarak yetmiş iki milletten gelenleri kendine düşman etmeden Batı’nın kültürel öncülüğü yeniden tesis edilebilir mi? Bunun için “Batı” kavramının nasıl bir revizyondan geçmesi gerekir? Yoksa revizyonu unut, “Batı” kavramını – geçenlerde Rus dışişleri bakanının, ertesi günü Hintli düşünür Pankaj Mishra’nın dediği gibi – toptan terk mi etmeli?
Zor meseleler bunlar. Cevabını bilsem söylerdim.

15 yorum:

  1. > Göçün önünü alamazlar.

    Ilginc, 1 milyarlik Çin, yuz kusur milyonluk Japonya, en ufak zorlanmadan gocun onunu aliyorlar. Yilda Cin kac gocmen kabul ediyor bir bakin, gulun (iki haneli bir sayi olmasi lazim). Macaristan, ve Polonya da sınırlarını kontrol etmekte pek zorlanmiyorlar sanki.

    Göçü durdurmak sadece mumkun degil, ayni zamanda trivyal. Simdi kapıya dayanan iki milyon gocmeni geri gondermeyi mideniz kaldirmayabilir, ve cocugunuzun, torununuzun gelecegini s.kme pahasina onlari iceriye davet edebilirsiniz. Ama 1. Dunya ulkeri yavastan 3. Dunya standartlarina donmeye basladiklarinda, soz konusu ulkelerin yerli halklarinin Hitler ve faşizm hakkindaki dusunceleri ne kadar hızlı degisiyor sasirabilirsiniz.

    Baby boomer denilen kanser jenerasyon, 68'de haksiz olduklarini hala kabul edemediklerinden, evrenselci sahte kutsiyet tavirlarindan (sanctimonious) ve narsisizmlerinden taviz vermemek adina, cocuklarina ve torunlarina son bir kazik atip, yarattiklari felaketi goremeden, bu dunyadan s.ktir olup gitmeyi planliyorlar. Utanmadan 10-15 yil sonra Avrupa'da kan govdeyi goturmeye basladiginda "yukselen sagcilik ve fasizmden" şikayet edecekler. Yazik ki çoğu yarattıklari gercek felaketi goremeden ölecek.

    Aklıma geldi, gecen Londra'nin musluman belediye baskani 'teror buyuk metropollerin fitratinda var' dedi. Ilginc, Dunya'nin en buyuk metropolu Tokyo'da hic teror eylemi olmuyor. Allah Allah, tesadufe bak. Nerden aklima geldiyse?

    Neyse, unutmayin cocuklar, göç, globalizm modernitenin fitratinda var. Ticaret istiyorsaniz gocu kabul edeceksiniz. Bunlar doganin kanunlari gibi durdurulamazlar.

    Kanser boomer politikacılar ne kadar kutsal oldukları konusunda kendilerini tebrik ede dursunlar, Çin'de kafasi basan devlet adamlari simdiden 21. yuzyilda Bati'nin çöküşünü nasil yoneteceklerinin planlarini cikariyorlar. Haha inanmiyorsaniz, daha gecen gun FOIA (Freedom of Information Act) talebi ile DOD'nin (Department of Defense) yayinladigi su analize bakin:

    "Chinese racism informs their view of the United States. From the Chinese perspective, the United States used to be a strong society that the Chinese respected when it was unicultural, defined by the centrality of Anglo-Protestant culture at the core of American national identity aligned with the political ideology of liberalism, the rule of law, and free market capitalism. The Chinese see multiculturalism as a sickness that has overtaken the United States, and a component of U.S. decline."

    Heh. Link de burada: https://www.gwern.net/docs/2013-anonymous-strategicconsequencesofchineseracism.pdf

    Analizin adi da komik: "The Strategic Consequences of Chinese Racism". Ahahahahah.

    Bir baska secme alinti:

    “Seventh, as lamentable as it is, Chinese racism helps to make the Chinese a
    formidable adversary. There are three critical consequences that result from
    this. The first is the sense of unity the Chinese possess. Second, it allows the
    Chinese to have a strong sense of identity, which in turn permits them to
    weather adversity, and to be focused and secure confidence that the rest of
    the nation is with them. Third, China is not plagued by self-doubt or guilt
    about its past.”

    Heh. Cocuklariniz "Dunya'nin gelmis gecmis en yuksek refahindan nasil bu sefalete dustuk baba?" diye sorarlarsa, "En azindan irkci degildik yavrum" dersiniz.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Sadece tek bir etnisitenin gücüne dayalı bir gelecek planlamasının , çokkültürlü çoketnik yapılı( asyalı mühendis ağırlıklı) Silicon vadisi start up şirketlerinin geliştirdiği AI/ Robotics karşısındaki pozisyonu hakkında ne dersiniz peki? Siemens'den General Motors'a büyük firmalar robotics bölümlerini kurmaya başladılar, önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde Hariri'nin bahsettiği useless class tehlikesinin ucu görünmeye başladı. Bu anlamda sizce Çin'in ucuz iş gücü politikasıyla ihracata dayalı büyümesi nasıl bir etki görecek? Liberalizmin çöküşü sanki bu itiş kakışlarla değil de kendi kurumlarının kendini yiyip bitirmesiyle hızlanacak gibi.
    2. Sevgili frank;

      Aslında Sevan hocam ve senin yazdıklarının çoğuna "kahrolarak" (global dünyanın geldiği hal beni ziyadesiyle tedirgin ediyor) katılıyorum ama yazdıklarına özel bir ek yapmak zorunda hissettim. Şu an hatrı sayılır bir süredir Budapeşte'de yaşayan birisi olarak "Polonya ve Macaristan sınırlarını kontrol etmekte pek zorlanmıyorlar sanki" cümlesine istinaden ekleyeceklerim; aslında Polonya, Macaristan, Romanya vb. gibi AB'nin 2000'lerden sonra üye kabul furyasında dahil olmuş ülkeler göç alan ülkelerden ziyade, göç veren ülkeler; yani göçmen sorununun bir şekilde diğer tarafındalar.

      Geçenlerde youtube'da Hollandalı bir gazetecinin Rotterdam'daki Türk kahvehanelerini dolaşıp, Geert Wilders'e oy verecek Türklerle yaptığı kısa röportajlara denk gelmiştim; özetle "bu Polonya'dan, Romanya'dan, Bulgaristan'dan serbest dolaşımla gelenler işlerimizi elimizden alıyor" diye şikayet edip; 20 yıl önce hayat, Hollanda pasaportunu elde etmiş Türk'e, Surinamlı'ya, Faslı'ya daha kolaydı diyorlardı.

      Macarlar özeline geri dönecek olursam; şu anki sağ/popülist iktidarın "sınırları korumalıyız" motivasyonunun da teşvikiyle, gerek Triannon anlaşmasından sonra Macar diasporasında olup da bugünkü Macaristan'ın dışında kalan topraklarındaki (Ukrayna, Romanya, Slovakya, Sırbistan vb.) soydaşlarına doğrudan vatandaşlık vererek; gerekse eğitimli gençlerini "aman bizim yetiştirdiğimiz çocuklar Hollanda'ya, Almanya'ya, İskandinavya'ya gitmesinler" diye ülkelerinde tutmak için fonlar ayırarak anadili Macarca olan genç nüfusu tutmaya çalışıyorlar. Yabancı göçmene pek açık bir ülke değil Macaristan, zaten AB'nin "dayattığı" yaklaşık 2500 göçmeni almamak için belki de 50000 göçmenin bir yıllık masraflarını üstlenecek paraya kıyıp referanduma gittiler; bu yüzden belki de Budapeşte sokaklarında diğer Avrupa metropolleri kadar göçmen nüfusu yok; ama hatrı sayılır bir uluslararası öğrenci nüfusu var ve çoğu AB dışı ülkelerden, AB ortalamasından ucuz hayat koşullarında AB oturma iznine sahip olmak için gelen insanlar. Bu konuda pek emin değilim ama, Macaristan'da üniversite eğitimini alan bir öğrenci, kalmak isterse ve başvurusu uygun görülürse 1 yıl kadar ekstradan oturma iznini uzatabilme opsiyonu var. Yani kısacası, Macaristan bir şekilde birinci tercih olarak kendi eğitimli nüfusunu elinde tutmaya çalışırken, önüne geçemediği beyin göçünü de 3. dünya'nın eğitimli insanlarıyla subvanse etmeye çalışıyor. Bence mantıklı bir politika, fakat ekseriyeti yabancı korkusuyla büyümüş, muhafazakar kodları güçlü bir toplumda nasıl karşılık görür bilemiyorum.

      Benim kişisel yorumum avrupa birliği kendi kendine küçülmek zorunda hissedecek; bazı ülkeler halklarının talebiyle birlikten ayrılacakken, bazı ülkeler de (özellikle doğu avrupa ülkeleri) çeşitli bahanelerle tekrar başladıkları yere geri döndürülecekler. Avrupa'nın bu küçülme hareketinden de karlı çıkan Asya ülkeleri (Çin, Japonya, Kore ve hatta Endonezya, Vietnam vb.) olabilir.
    3. Tesekkurler ilginc ve bilgilendirici yorumun icin.

      "Yani göçmen sorununun bir şekilde diğer tarafındalar." Aslinda her ulke, net goc verenler dahil, potansiyel olarak göç sorununun her iki tarafinda. Mesela Turkiye'ye bakalim. Turkiye Avrupa Birligi'ne girse (Allah korusun), milyonlarca Musluman Turk Avrupa'ya goc eder. Ote yandan, Afrika'dan, Orta Dogu'dan Turkiye'ye gelip yerlesme hakki olsa dusunmeden atlayip gelecek milyonlarca insan var. Kisaca olay refah diferansiyeliyle ilgili. O refah diferansiyelinin sebebi lokal halkin davranissal distribusyonu. Dusukten yuksek refaha giden gocmenler, kendi kriminel ve uretkenlik oranlariyla beraber geliyorlar (4. jenerasyon Cezayir gocmeni Fransa vatandaslari, aynen Cezayir ortalamasina sahip. Han Çinlileri dunyanin her yerinde 2-3 nesil icinde en yuksek refaha sahip gurup oluyorlar. Hatta ilginctir, mesela Amerika'nin Great Lakes denen bolgesinde yasayan Germanik-Iskandinav dominant populasyonun suc oranlari, gocun uzerinden asirlar sonra, Iskandinav ulkelerininkiyle ayni).

      Avrupa Birligi, ve genel olarak Avrupa medeniyeti ile ilgili benim öngörüm: 20-30 yil icinde refah devletleri (welfare state) gocmenlerin agirligi altinda ezilip cokecek. Sosyal devletin cokmesi ile aç ve açıkta kalan orijinal yerli halkin tabani, entelektüel ve davranissal distribusyonunun elverişsizliğinden mütevellit Avrupa kulturu ve normlarina asimile olamayan gruplara, gecmiste de goruldugu gibi, pogrom yapacaklar. Simdi bu bizim burjuva hassasiyetlerimize korkunc geliyor, ama gidisat bu. Etki-tepki.

      Ingiltere'deki Rotherham cocuk istismari cetesi skandalini duymussundur belki. 1,400 beyaz kiz cocugunu, Pakistanli cete, seks kolesi yapiyor. Bu insanlarin sosyal cevreleri bu durumun farkinda ve kimse hic bir sey yapmiyor. Ingiltere genelinde bunun gibi 400 bine yakin beyaz kiz cocugunun (20-30 yillik bir sureden bahsediyoruz) seks kolesi olarak kullanildigi tahmin ediliyor. Ve Ingiliz polisinin, ihbarlari, irkci gozukmemek icin gormezden geldigi anlasiliyor.

      https://infogalactic.com/info/Rotherham_child_sexual_exploitation_scandal

      Isvec, bir baska ornek, tecavuz patlamasi yasiyor. Turkiye'de bile gormeyecegin duymayacagin, midenin kaldirmayacagi cok acayip vakalar gun asiri yasaniyor. Avusturya'da, halk havuzunda 10 yasinda erkek cocuga tecavuz eden Irakli gocmenin hukmunu, ust mahkeme "cocugun rizasi olmadigini anlamamis olabilir" gerekcesiyle bozuyor.

      http://www.independent.co.uk/news/world/europe/iraqi-refugee-raped-10-year-old-boy-swimming-pool-vienna-austria-sentence-conviction-overturned-a7377491.html

      Isvec'te, Almanya'da gocmenlerin korkunc suc oranlari hakkinda Facebook'ta yorum yapan tiplerin IP'leri tespit edilip, evlerinden alinip tutuklaniyorlar. Avrupa eliti, multi-kulti evrenselci esitlikci dinin celiskilerinin uzerini artan bir caresizlikle ortmeye calisirken, yaklasan cinnetin siddetini artirdiginin ya farkinda degil, ya da umursamiyor.

      Bu isin sonu hayir degil.

      Bir senaryo: Fransa, Almanya, Isvec'ten biri Hitler 2.0'i secip milyonlarca gocmeni ulkesine geri gonderecek (kansiz olmasi mumkun degil), ya da bu ulkeler çöktükten sonra, kaçanları absorbe eden Polonya, Macaristan, ya da Rusya, Bati Avrupa'yi tekrardan (Ispanya Reconquista gibi) fethedip, Engizisyon tarzi bir sey yapacaklar. [Ana akim tarih Engizisyon'u cok haksiz ve korkunc bir sey olarak resmeder, ama kimse Engizisyon'un neden oldugunu sormuyor. Sen de 600 yil Musluman boyundurugunda yasa, isbirlikci Yahudi vakalari gozlemle, ondan sonra konusalim].

      Diger alternatif, Michel Houellebecq'in son kitabi _Soumission_'da anlattigi senaryo: Musluman kardesler ve pragmatist yaklasimla Islam'i kabul eden beyazlarin koalisyonu ile Avrupa Halifeligi'nin kurulmasi. Beyaz erkekler icin Musluman olmak baya cazip bir secenek: solun devlet eliyle aile kurumuna saldirilarindan kacmak, geleneksel aile kurmak istiyorsan, Islam opsiyonu var. Hiristiyanlik da Roma'da solun destegiyle mi yayilmisti acaba?
    4. Adsız 21 Mart 2017 17:40,

      Silikon vadisinin bize gosterdigi sey, multikulturelizmin ana probleminin zeka oldugudur. Han Cinlileri, duyada gittikleri her toplumda ornek azinlik olarak gosterilip, neredeyse sorunsuz entegre olurken, Orta Dogulu, Afrika'li, Guney Asya'li, Guney Amerikali gocmenlerin her yerde, ortalama daha yuksek suc oranlarina, daha fazla sosyal devlet bagimliligina sahip olduklari goruluyor.

      Singapur mesela karman corman bir sehir. Ama Singapur'a gidebilen gocmen tipine bakin: cok kazanan, azimli, problem cikarmayan insanlar. Bunun yaninda Singapur gocmenlere vatandaslik vermiyor. "Is teklifi varsa gel calis, ama sana oy yok" diyor. "10 yil sonra da evine doneceksin" diyor.

      (Bana gore) 20. yuzyilin en buyuk devlet adami Lee Kuan Yew'nun sozunu hatirlatmakta fayda var: "In multicultural societies, you don't vote in accordance with your economic interest, you vote in accordance with race and religion." Yani, multikulturel demokrasilerde etnik oy bloklari olusuyor diyor. Bunun bir sonraki asamasi ic savas, etnik temizlik. Demokrasinin dusuk yogunluklu ic savas oldugunu unutmamak lazim. Ilk ekonomik buhranda milletler birbirinin bogazina sarilabilir demek.

      Ote yandan Robert Putnam'in arastirmasi (ki 15-20 kez tekrar edilmis bir deney) multikulturelizmin sosyal guveni fena halde dusurdugunu gosteriyor.

      http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1467-9477.2007.00176.x/full

      Dunya'nin en mutlu ulkelerinin etnik olarak en homojen olanlari oldugu da bilinen bir veri (Danimarka gibi).

      Zaten sezgisel olarak insanlarin kendilerine daha benzer zevkleri, davranislari, normlari olan insanlarla takilmayi tercih etmesi normal olan.

      Hariri'nin useless class'iyla ilgili olarak: Mencius Moldbug'in konuyla ilgili enfes bir denemesi var. Biraz uzun ama, kesinlikle tavsiye ederim: http://unqualified-reservations.blogspot.com.tr/2009/11/dire-problem-and-virtual-option.html

      Çin'le ilgili olarak: (1) Çin'deki yanlis kapital tahsisinin (capital missallocation) boyutlarini kestirmek cok zor, ama ABCT (Austrian Business Cycle Theory) dogru ise, devasal oldugu suphesiz. Cin Komunist Partisi'nin bu problemi anladigina dair isaretler var. Kriz vurdugunda kotu yatirimlari halk isyanina sebep olmadan temizleyebilmek icin sınırlı savas yolunu kullanabilirler.

      (2) Çin'in tarihsel stratejisi: dusmanin teslim olmaktan baska caresi kalmayana kadar yalan soyle ve dusmani kusat. Tek kursun atmadan Guney Dogu Asya ve Guney Cin Deniz'inde hakimiyet kurmanin yolunu adim adim planlamis gibi gozukuyorlar. Buna karsilik Amerika catismadan bolgeyi terk edecek gibi duruyor (Duterte - Filipnler'de oldugu gibi). Guney Dogu Asya ulkelerindeki Han azinliklarin haklarini korumak bahanesi ile, bu ulkeleri pasifize edip ekonomik yorungelerine alacaklar. Tibette yaptiklari gibi goc yoluyla etnik Hanlari bu ulkere yerlestirme yoluna gidebilirler. Dahasi, Avustralya, Amerika, ve Kanada gibi Anglosfer ulkelerindeki ciddi Han nufuslarini kendi cikarlarina kullanacaklar. Amerika'nin parcalanmasi durumunda, Kaliforniya de facto Çin vasalligina donusebilir. Son olarak, Çin alim gucunu dusuk tutmak pahasina, son 30 yilda dunya kapitalini kendisine cekip hizla serbest pazar altyapisini kurmaya calisti. Amerikan dis ticaret acigini finanse etti. Bu politikanin sonuna yaklasiyoruz muhtemelen. Yuan'in yukselmesine izin verip, ic talebi artirarak orta sinifi zenginlestirmeye calisacaklar. Trump'in korumaci politikasi yerlesirse, ucuz is gucu ile Amerikan agir sanayisinin iligini kurutma stratejisinin sonuna gelindi demek.

      Joker: Yapay zeka. 2040'lardan sonra kapital, zincirlerini kırıp maymun boyundurugundan kurtulacak noktaya gelir mi? Marx'in kapitali dizginleme hayali, kapitalin yapay zeka'da vucut bulmasi ile kabusa donusur mu? Ilginc bir not, Samuel Butler, 1863'de "Darwin among the Machines" adli makalesinde bunlari on gormus.

      https://en.wikipedia.org/wiki/Darwin_among_the_Machines
    5. Frank hocam; yorumlarınız twitter ve facebookta da büyük ilgi çekiyor. Kendinize ait bir blogunuz veya siteniz var mı?
    6. Lucius,

      Yok. Buraya Turkce'mi unutmamak-ilerletmek maksadiyla yorum yazmaya basladim. Cok anlatacak bir seyim yok aslinda.
    7. Yukarıda linki verilen Robert Putnam makalesininin tamamını kendiniz okumuş muydunuz Frank? Pek öyle görünmüyor sanki.
  2. Sevan kısaca demiş ki, "Siz bakmayın öyle Liberalizm'i kötü gösterdiklerine. Liberalizm aslında iyi de çevresi kötü. Çok yükleniyorlar üstüne, o da işte arasıra böyle cozutur gibi oluyor, n'apsın garibim."
    Yanıtla
  3. Kötü bir yazı. Kalemi eline alıp aklına geleni yazmak acıklı bir durum. Çözümlemeler yanlışlarla dolu. Düşünmek başka entelektüel olmak bambaşka kavramlar. Zor zanaattır çözümleme - bireşim işi.
    Yanıtla
  4. Acıklı olan, bir fikri yanlış bile olsa neden-sonuç ilişkisi ve yargılarla değerlendirmekten çok, o fikrin yanlışlığını temelsizce ve derinliğine inmeden bir kaç yargı cümlesiyle dile getirmek gibi geliyor bana.
    Yanıtla
  5. Türkiye şartlarında çakma Brahmin, ama aslında Optimates olan Sevan, Türkiye Vaisyalarından ve dalitlerinden (Moldbug'un American kast sistemi teorisini Türkiye'ye uyarladım) umudu kesmeye başlamış gibi görünüyor. Ama bir taraftan Katedral'e de selam çakmış.

    Sevancığım, göç durmaz diyorsun. Tipik brahmin ikiyüzlülüğü senin yaptığın.

    Şirince'de baloncuğuna Kemalist Optimatesler damlasa silahla kovarsın, burada bize 3 milyon Suriyeli daliti alın da etnik heterojenizasyonun dibine vurun demeye getiriyorsun.

    Merak etme koçum, İslamo-Demotist Tayyip de senin kafanda, Kennedy ve Johnson'un ABD'ye yaptığını biz kürtlere ve tirkolara yapacaklar. Şu anda iş tirkolara giriyor ama bize de olan olacak.

    Bu arada yeterli sayıda silahın, mermin ve onları kullanmaya hevesli adamın varsa herhangi bir güruhu çok rahat durdurursun. Duvara toplanmış milyonları onbinler çok rahat pasifize edebilir. Ama buna irade lazım. O irade de 1968 kuşağında yok.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Hay eline sağlık! Tam da benim aklımdan geçenleri yazmışsın.
    2. Sevan'ın nefret ettiğini iddia ettiği Sosyalistlerden pek bir farkı yok aslında.
    3. Bravo. Solun ve sağın savruluşlarına dair müthiş tespitler.

No comments:

Post a Comment