Kadını ücretsiz ev kölesine ve kocanın cinsel hizmetkarına dönüştüren kurumun adı evliliktir. Tarihin her çağında problemli bir kurum olmuştur; faydalarıyla sakıncaları başa baş gitmiştir. Bireysel tatmin talebinin ve olanaklarının çok geliştiği günümüz dünyasında tahammülü zor bir cendereye dönüşmüştür.
“Kadına yönelik şiddet” diye genellenen hadisenin kaynağı tamamen ve sadece bu kurumdur. Evinde köle besleyeceksen ara sıra dövmen gerekir, yoksa baş kaldırır, ya da kaçar. Kızını ileride köle olarak satmayı düşünüyorsan şimdiden eğitmeye başlamanda yarar vardır.[1] Evli kadınların – ve dolaylı olarak evli olmayan kadınların – kâbusunun nedenlerini, o halde, evlilik kurumunda aramak gerekiyor. Çözümü de eğer varsa oradadır, psikolog muayenehanesinde yahut karakolda değil.
Türkiye gibi ülkeler özelinde, bir yanda geleneksel evlilik (= kölelik)[2] kurumunun ön kabulleriyle, diğer yanda bireysel tatmini öne çıkaran çevresel baskılar arasındaki gerilim had safhaya varmıştır. Son yıllarda kadınlara karşı sayıca artan ve nitelikçe ağırlaşan şiddet olaylarının altındaki neden de sanırım budur. Söke Cezaevindeyken eşe şiddet/tehdit/yaralama nedeniyle hapse düşen çok sayıda insanla tanışma olanağı buldum. Şiddetin tipik tetikleyicileriyle ilgili epey gözlemim oldu, ama şimdi ayrıntıya girmenin sırası değil.
Feminizmin tarihî hareket noktası bu net ve korkunç gerçektir. Mary Wollstonecraft ve Flora Tristan’dan başlayıp 1968 kuşağının feminist öncülerine dek tümünün eleştirilerinin odağında evlilik kurumu bulunur. Köleliğe ve proleterliğe karşı mücadelenin doğal, mantıki uzantısıdır. Başlıca tartışma ekseni evlilik kurumunu toptan reddedenlerle ıslahını önerenler arasındadır. Batıya oranla çok ürkek bir dille de olsa, 1910’larda Türkiye’de başlayan feminist hareketin odağı da evlilik meselesi olmuştur.
Bu saydıklarım benim gözümde mübarek insanlardır. Büyük bir toplumsal yaraya cesaretle parmak basmışlar, toplumun bir bölümünün kendi hastalıklarına uyanmasına yardımcı olmuşlardır. Özgürlük mücadelesinin ufkunu büyütmüşlerdir. Eğer feminizm buysa ben feminizmden yanayım. Tüm benliğimle desteklerim. Kendimi bildim bileli de öyleydim. Bu bana o kadar bariz bir gerçek geliyor ki, belirtmeye bile çoğu zaman gerek duymadım. Yani büsbütün şuursuz değilsen, toplumsal yaşamın her alanında özgürlüklerden yana olup toplumun yüzde ellisini ilgilendiren bir kölelik kurumuna nasıl göz yumabilirsin? O kurumu eleştirenleri nasıl gönlüne yakın bulmazsın? W. Godwin’in anarşizmine ve Shelley’in devrimci coşkusuna sempati duyuyorsan, ilkinin eşi ve ikincinin ruh anası olan Wollstonecraft’ın öfkesine nasıl kör olabilirsin? Bu kadar basit.
O yüzden son günlerde “aslan hocam, karılara haddini bildirdin” gibi mesajlarla beni desteklediğini sananlar beni üzüyor. “Kadının yeri evidir, kırsın başını otursun” diyenlerle işim olmaz. “Saçı uzun aklı kısa” sananların süzme aptal olduğunu düşünürüm. Ha, kadın aklını anlamakta bazen (her erkek gibi) zorluk çekerim. Ama on vakanın dokuzunda “herhalde benim aklım kısa” sonucuna varmışımdır.
*
Çağdaş feminizmin yön değiştirmesi kanımca 1980’lerdir. Evlilik kurumunun eleştirisi o yıllardan itibaren gündemden düşer. Sebebi nedir? Aklıma çeşitli nedenler geliyor, ilki şu: Batı toplumlarında 1960’lardan itibaren evlilik kurumunun çöküşünden kaynaklanan sorunlar birikti. O yüzden evlilik kurumunun kendisine yönelik eleştiriler insanlara eskisi kadar cazip görünmemeye başladı. Hollywood sinemasını o yıllarda bir salgın gibi saran “aile” güzellemelerini hatırlayın. “Kölelik kötü diyorsun, boşanma daha mı iyi, evladım babasız mı büyüsün?”
Fakat asıl önemli neden bu değil bence, sosyolojik bir dönüşüm. 1980-sonrası fikir öncülerinin hemen hepsi, 1968 kuşağının son derece açık, liberal, “uygar” aile yapılarının ürünüdür. Eski usul cinsel köleliği tanımazlar. Toplumun geniş kesimlerinde kölelik koşulları sürse de, o kesimlere ilişkin gerçek bir tecrübeleri ve duygudaşlıkları yoktur. Devrimciliğin modası geçmiştir. “Sosyal gerçekçilik” adı verilen fakir edebiyatı banal ilan edilmiştir. Toplumun temel yapılarını sorgulamak eski çağın modasıdır; yeni kuşak gençlere yorucu gelir.
Hedef değişir. "Saçını süpürge etmek", zorla satılmak, "kötü kadın" damgası yemek, ekonomik çaresizliğe mahkum edilmek gibi sıkıntılar unutulur. Seçkin kesimin kadınlarına – özellikle üniversiteli kadınlara, en çok da seçkin üniversitelerin kadınlarına – yönelik sözel densizlikler daha çok ilgi çekmeye başlar. “Vay sen kadınları nasıl aşağılarsın!”
Cinsel kölelik unutulur; cinsel ilginin kendisi analiz ve eleştiri konusu olur. Cinsel ilginin ifadesi, gün geçtikçe katılaşan yasaklarla çerçevelenir. Öpemezsin! Hesabı ben ödeyim diyemezsin! Erkek filozoflardan söz edip kadınları anmazsan benle yatamazsın! “Yavrucuğum” dedin, öl. Feminizm bir isyan ve özgürlük çağrısı olmaktan çıkıp tatsız bir şakaya dönüşür.
2000’lere doğru önce üniversite kampüslerinde, sonra o kampüslerin ürünü olan seçkin çevrelerde feminizm artık egemen normdur. Her egemen norm gibi kendi iktidar yapılarını yaratır. Normdan sapanlar kınanır; sonra lanetlenir, demonize edilir; en ağır şekilde cezalandırılmaları gündeme gelir. Norm muhafızlığı, erktir. Her erk sahibi elindeki gücü kendi iktidarını pekiştirmek için kullanır. “Bize yan baktı, yürüyün aslanlarım kahredin melunu.”
Bugün geldiğimiz noktada feminizm – Batıda ve Türkiye’de – tatsız şaka olmaktan çıkmış, ciddi bir siyasi problem haline gelmiştir. Bir özgürlük çağrısı değildir. Özgürlüklere yönelik bir tehdittir.
*
Türkiye’de mesele Batıdakine benzer dinamiklere sahiptir, ama vurguları farklıdır.
Basit gözlem. Türkiye’de cinsel kölelik hala milyonlarca kadını etkileyen bir gerçektir. Ama Türkiye’de feminizmi son moda bir giysi gibi üstlerinden taşıyanların hiç biri kölelikten mustarip olan sosyal sınıflardan gelmez. Hemen hepsi, cinsel özgürlükler ve kariyer olanaklarına erişim açısından Türkiye’de ilk yüzde birden daha küçük bir kümenin mensubudur; pek çoğu eşit ölçüde seçkin ailelerin çocuğudur. Kocasından ya da abisinden dayak yemeyi, hatta kocasının donunu ütülemeyi ağza alınamayacak bir avamlık olarak görürler. Motto: “Biz onlardan değiliz şekerim.”
Net söyleyelim. “Feminist” olmak Türkiye’de bugün sınıfsal bir tavırdır. Burjuva sınıfına mensupluğun – Cihangir’de ev donatmaktan daha ucuz, Kemalcilikten daha seçkin – bir alameti, bandrolüdür. Sosyal medya profillerinde tasarım kokan evler, Tayland tatilleri, Batılı pop kültürü simgeleri, iyi cins kediler, kalpaklı paşalar ve – şıklığın son zirvesi – birtakım zararsız devrim sloganları ile bir nefeste anılır.
O yüzden Türkiye’de cinsel eziyetin asıl mağduru olan kadınlar arasında “feminizme” ilgi ya da sempati duyan hemen hiç kimse çıkmaz.
*
Cinsel içerikli aşağılamadan ve cinsel tacizden şikayetçiler. Haklıdır. Üçten beşten bir şey olmaz gerçi, ama hayatın bununla geçince bıkkınlık verir, nefret edersin, kafalarında odunu paralamak istersin. Amenna. Tanırım o duyguyu. Kim tanımaz?
Hakikaten kim tanımaz? Kürtler mi tanımaz? Çingeneler mi tanımaz? Başörtülü kızlar mı tanımaz? Suriyeli mülteciler, Kastamonulu apartman kapıcıları, şehre inmiş köylüler, evde kalmış kızlar, sivilceli ergenler, eşcinseller, şaşılar ve pepemeler, Sivaslı hamam tellakları, tamirci çırakları, gariban devlet memurları, ortaokul terkler, omuzu kalabalıklardan mustarip assubaylar, şişmanlar, beş parasızlar, hapisten çıkmış sabıkalılar mı tanımaz? Hayat zorluklarla dolu. Orası acımasız bir memleket, zaafı olanı zayıf yerinden vurmak adettir.
Evet cinsel içerikli aşağılama ve tacizle mücadele etmek lazım. Eğitim ve sabır gerekir. Belki herkes kendi evinin önünü süpürmekle başlasa bir süre sonra az da olsa bir başarı elde edilir. Ben şahsen bu konularda tanıdığım herkesten daha duyarlı olduğumu sanıyorum. Saydığım kategorilerden hiç birini, belki devlet memurları hariç, mecbur kalmadıkça ve acıtıcı bir darbe yiyip afallamadıkça, aşağılamamaya özen gösteririm. Özellikle kadınlara yönelik kategorik aşağılamayı iğrenç ve aptalca bulurum. Cinsel tacize de, en azından bilerek, tevessül etmediğimden eminim. Çükümün peşinden çokça koştuğum doğrudur. Ama korkarım yeterince koşmadığımdan şikayet edenler, çok koştuğumu söyleyenlerden hep daha fazla.
Cinsel aşağılama ve tacizi dünyanın en önemli problemi sananlara sempatim yok. Şımarıklıktır. Daha beteri, demin anlattığım sınıfsal tavrın berbat bir tezahürüdür. “Hassas duygularım incindi, Mehmet Efendi koş bana sigara getir.”
*
Daha var söyleyecek şeyler. Tacize ilişkin saplantının sınıfsal niteliğine ilişkin daha söyleyecek şeyler var. O saplantının, geleneksel "iffet" anlayışını pekiştirmeye nasıl hizmet ettiği meselesi var. Feminizm üzerinden inşa edilen kontrolsüz erkin Türkiye’de hangi siyasi amaçlara alet olduğuna ve olabileceğine dair söyleyecekler var. Onları da başka zaman söyleyelim.
*
Evlilik kurumundan şikayetçi olmak sana mı düştü diyecekler, onu da kısaca şey edeyim.
Evlilikle köleliği birbirine karıştırmamayı Türkiye şartlarında olabileceği kadar iyi başarmış bir toplum kesiminden geliyorum. Kendi yaşamımda evliliği önemsedim; cinsel istikrarı zaman zaman özledim; soyu sürdürmeyi ve düzgün çocuk yetiştirmeyi ahlaki bir görev saydım. İyi bir evliliğin, her iki taraf için işkenceye dönüşmeden ve köleleşme/köleleştirme dinamiklerine teslim olmadan nasıl sürdürülebileceğine dair hayat boyu kafa yordum.
İlk eşim Amerikalıydı, alabildiğine elit bir tabakanın ürünüydü, kolay mı köleleştirmek? Her cahil genç gibi aşkla ve çok konuşarak her sorunun üstesinden gelinebileceğini sandık. Altı sene sürdü. Olmadı.
İkinci eşimle başka bir yol denedik. Tam eşitliği gözeterek birlikte işler kurduk, kamuoyunun gözü önünde ideal bir yaşam modeli inşa etmeye çalıştık, fiziksel mekanımızı büyütüp güzelleştirerek kendimize (ve etrafımızdakilere) nefes alanı yaratmayı denedik. Benim dinmek bilmez tutkularımın etrafımdaki herkesi köleleştirdiği suçlaması, evet, yapılmıştır. Ama cinsel roller üzerinden kimseyi köleleştirdiğimi söyleyen iftira eder.
Milletin diline sakız olan şiddet eyleminin evlilik kurumuyla da, cinsel rollerle de bir alakası yoktu. Dehşet verici, anlaşılması ve affedilmesi imkansız bir aymazlığa karşı kapıldığım çaresizliğin bir çığlığıydı. Kadın olmasa, ya da eşim olmasa farklı olur muydu? Hımm. Olurdu sanırım. Bir insana göbeğinden bağlı değilsen yapılan şeyi unutabilirsin, intikam alabilirsin, başka türlü canını yakabilirsin, dava edebilirsin. Bağlıysan ne yaparsın?
Üçüncü eşim yaşça ve konumca benden çok küçüktü; köleleşme/köleleştirme riski büyüktü. Başka bir model önerdim. Yerimiz büyük, hareket alanımız geniş; ayrı evlerde oturalım, birbirimizi bunaltmayalım. Çocukları beraber kollayalım. Arzu ediyorsan sana kendi işimizde geniş otonomi alanı veren bir görev tanımlayalım; istersen köyde veya İzmir’de senin için başka bir iş kuralım. O da yürümedi. Korkarım feminist önyargılar ve telkinler de yürümeyişinde pay sahibidir.
Bakalım, şimdi ufukta dördüncüsü görünüyor. Allah encamımızı hayır eyler inşallah.
erkeğin evde dominant olması meselesi yalnızca geleneksel evliliklerde geçerli hocam.kentli,eğitimli insanların evliliklerinde artık klasik anadolu geleneksel evliliklerindeki gibi kocanın borusu ötmez.tam tersine erkek baskı altındadır.bu tarz, kadının ev içinde dominant olduğu evlilikler, hatta pek eğitimli olmayan ve kasabada yaşayan çiftler arasında bile yaygınlaşmaktadır.
ReplyDeleteçevremdeki bir çok örnekten biliyorum.mesela kadının anası eve rahat gelip gider ancak erkek anasının gelmesi çoğu zaman problem olur.erkek, kadının çoğu zaman psikolojik şiddeti altındadır ve buna fiziksel şiddetle cevap veren erkek sayısı zannedildiği kadar fazla değildir. prenses sendromuyla malul karısının(özellikle 80 sonrası doğan, kentli dişi nüfus) isteklerine boyun eğen bir erkek nüfusu hızla artmaktadır.boşansa ömür boyu nafaka ebesini bellemek için hazırdır.
özgür seksin pek olmadığı ve hala bekaret kaygısının yüksek olduğu türkiye'de avrupadaki gibi bir erkeğin kolayca iyi partner bulması da düşük olasılıktır(eğer cukkası epey sağlam değilse). ayrıca avrupaya nazaran bakımlı ve güzel kadın oranı türkiye'de düşüktür.böylece aslında doğası tek eşliliğe uygun olmayan erkek karısına daha da bağımlı hale gelir.kölelik mi dediniz? :)
Allahıma kitabıma, vallaha billaha bir Adanalı olarak yazıyorum ki doğru yazmışsınız. Etrafımdaki 10 erkekten 9'u böyle.
Deleteisa yazisinin yazilmasina vesile hanimdi demek, diyerek ilk nifak tohumunu atiyorum...
ReplyDeleteEşeğe,Köpeğe! tecavüz edip, Cünubet'ul olduğunda, üç Ağzına, üç Burnuna, bir de Götüne su verip temizlendiğini sananları çok fazla ciddiye alıyorsunuz Sevan üstadım!
ReplyDeleteİnsanların duyguları değişebiliyor. Dolayısıyla birbirleriyle çelişen farklı duygusal ihtiyaçları olabiliyor.
ReplyDeleteAslında bütün “kurum”ların sorunlarının temelinde de benzer çelişkiler yatıyor.
İnsanlar hangi duygusal ihtiyaçlarını gidereceklerine karar verip bir seçim yapmak zorundadırlar.
Örneğin, “evlenilecek bir kız”la, yani daha önce hayatına hiçbir erkek girmemiş mükemmel bir “aile kızı”yla mükemmel bir aile kurup mükemmel bir “aile babası” olma isteği duygusal bir ihtiyaçtır.
“Eğlenilecek bir kız”la, yani Frenkçesiyle bir “f..kbuddy”le eğlenme, hatta o “eğlenilecek kız”ın başka “f..kbuddy”lerini de eğlenceye katarak daha çok eğlenme isteği de bir duygusal ihtiyaçtır.
Öyleyse mesele doğru seçimi yapmaktır.
Bu arada, “eğlenilecek kız” ifadesini kötüleyici bir anlamda kullanmanın yanlış olduğunu da eklemeli.
“Eğlenilecek kız” olmak, en az “eğlenilecek erkek” olmak kadar doğal bir haktır.
Çünkü herkes aile “kuralı”na uymak zorunda olmadığı için “istisna” olmak da bir haktır.
“Hak”ların “sorumluluk”ları da üstlenildiği sürece.
Konunun eksenine tam oturmayacak lakin, türlü sebeplerden epey matriarch'lasmis, cinsel organlarin etrafa nispeten özgür bakip, nötr davrandığı ve de en hallisinden estetigin bile sıradalastigi bir coğrafyadan, Rusya'dan, bakiyorum da; evlilik kontratınin o sahte çıtası burada da fena hırpaliyor herkesi..
ReplyDeleteBir yazınızda 10bin yıllık evlilik modelinin bitmeye mahkum olduğunu söylemiştiniz. Harikaydı yine açıklamalar..
Ekleyeyim: Kurum tırnak içinde incesinden bir ahlaksizlastirilmaya da muhtaç.
Bu ilimle irfanla olacak birsey de değil. Herhalde sanatla falan.. Bendeniz böyle düşünüyor:)
Hocam, Sengor'u liseden taniyormussunuz. Nasil bir insandi? Kendisi de sikca lince ugruyor su siralar.
ReplyDelete"Zevzek" diye bilinirdi. Zeki ama akılsız biri.
DeleteOrtayolcu bir ahmak olmasına yeğlersin yine de sanıyorum. Ben böyle renkli delileri sıkıcı ahmaklara bin kere tercih ederim.
DeleteKadınların ciddi bir şekilde dikkat ve emek sarf ettikleri tek şey aşk, sevdiklerinin gönlünü kazanma, giyim kuşam, cilt bakımı gibi şeyler. Tarihte istisnalar dışında bir kadın filozof, bilim insanı, ressam veya heykeltraş olmamasının sebebi bu.
ReplyDeleteBugün kadın-erkek eşitliği dünyanın birçok yerinde geçmişe nazaran büyük oranda mevcut, ancak durum hala aynı. Çevrenizde güçlü kadın figürleriyle birazcık konuştuğunuzda, erkekler tarafından beğenilmeyi, takdir görmeyi bekleyen koca çocuklar gibi olduğunu hemen görürsünüz.
Kadınlarla din, inanç sistemleri, yaradılış, kainatın oluşumu gibi derin ama en temel ve en önemli konuları konuşmayı bırakın teklif bile edemezsiniz. Asıl odak noktaları bambaşkadır. Tarihte tüm filozofların kadınları aşağıladığını görürsünüz.
Neticede 21. yy'da kadınların hala zihinleri dardır.
Belki de böyle olmaları onları 'köleliğe' itiyor, belki de birçoğu 'köleliği' toplumsal rolleri olarak görüp evlilikte bunu talep ediyordur ne dersin Sevan Nişanyan? Bu gerçeği ikimiz de biliyoruz, ama bunu yazacak cesaretimiz yok değil mi?
Senin gibi yaşadığı ülkenin en büyük 2 değerini sertçe eleştirecek kadar cesur olan bir insanda bile yok. Halbuki bu konudaki fikirlerini oldukça merak ediyordum.
Anonim
Kadınları ya da herhangi bir grubu kategorik olarak aşağılayan dil bana çirkin geliyor. "Yahudiler korkak olur"... "Zencilerde kafa yok yarak nah şu kadar"... Benden böyle bir dil duymadınız. Belki "Türk" kavramına akıl dışı hasletler yükleyenlerden yorulduğumda bir iki laf çakmışımdır. O kadar.
Delete"Kadınlara" henüz o kadar gıcık kapmadım :)
Az da olsa bu söylediklerinizi tekzip edecek kadınlar var olduğu sürece bu genellemeniz sakil duracaktır. Tabi başkasının bilmemnesini görmeyen kendininkini keser sapı sanabilir.
DeleteNe diyecegimi bilemedim gercekten. Dar zihinli bir 21. yy kadiniyim, konu da giyim-kusamla ilgili degil o yuzden herhalde?!#@
DeleteBu derin saptamalarinizi herhangi bir klinik calismaya mi borclusunuz acaba yoksa kahvehane saha calismalarinda mi elde ettiniz? Yaziklar olsun.
Bir TV programında aşağılayarak değil ancak yakınarak "Ermeni toplumu ürkek hareket eder" genellemesi yaptığınızı hatırlar gibiyim. Belki bir anlık gıcık kapmayla safredilen bir cümledir :)
DeleteTemsil ettiği değerlerin ezici çoğunluğu benzer olan kavramları genellemenin yanlış olmadığına, çıkarım yapabilmek ve çözüme ulaşabilmek için doğru bir yöntem olduğuna inanıyorum.
Kadınların 'birçoğunun' erkek hakimiyetini gönüllü olarak kabul ettikleri ve ikili ilişkilerde buna ihtiyaç duydukları yargısı bir gerçekliktir. Asıl merak ettiğim bunun arkasındaki nedenin yaradılışsal ya da toplumsal olduğu.
Aşağılama içeren birkaç sözcüğüm ise dönemsel olarak kadınlara 'gıcık kapmamın' tezahürü olabilir. :)
Aynı Anonim
blog da anonim yoruma izin verilmedigini saniyordum bu bir. hava alani yolunda taxide kucuk bir cevap yazmadan rahat edemem , telefon klavye hatalari umarim hosgorulur. MÖ den bu yana sayısız bilim kadını , filozof vardır. Arayın okuyun cahil kalmayın. Ha araya din girdi kadın eve kapatılıp bulaşık yıkarken , kafasını kaldıracak vakti yok iken erkekler aya gitti ya , o ara o erkegim donunu yıkamak ile meşgul anne - eş farkına varmadı. Neyse ki artık kadınlar da Aya filan gidebiliyor. Sevgi ile kalın akıllı erkekler.
DeleteGünümüzün tabusu feminizme dil uzatmak ne haddime aslında :) Sevan Nişanyan'ın yazıda belirttiği gibi; "...seçkin çevrelerde feminizm artık egemen normdur. Her egemen norm gibi kendi iktidar yapılarını yaratır. Normdan sapanlar kınanır; sonra lanetlenir, demonize edilir." Beni anonim kullanmaya zorlayan sebep budur.
DeleteBir tartışmada seçilecek en basit ve ucuz yolun istisnalardan bahsetmek olduğunu düşünürüm. Bu şekilde olduğumuz yerde saymaya devam edebiliriz. Sayısız filozof ve bilim kadınını saymışken sizden rica etsem bunların genele oranını da söyleyebilir misiniz?
Anaerkil bir aile yapısında yetişmiş ve bulunduğu her ortamda eşitlikçi söylemlerde bulunan biri olarak tarafsız olduğumu hatta sizin tarafınızda olduğumu da söyleyebilirim.
Sorunun temeli; kadın ve erkeğin toplumsal rollerinin dağıtılmış olması mı yoksa yaradılışsal sezgilere mi dayandığı.
Öncelikle bize dayatılan feminizim kavramını yıkalım, kendi eşitlikçi düşünce yöntemimizi geliştirelim.
Aynı Anonim
Bu kadar gıllıgışlı konu ancak bu kadar yalın ve akıcı bir dille anlatılır. Şüphesiz bu yazıda anlayabilenler için nice hikmetler vardır.
ReplyDeleteBazen kadınların nasıl kadın olmaya tahammül edebildiklerine inanamıyorum.
ReplyDeleteBir düşünsene. Etrafın evrimleşememiş, aklı fikri orada olan yaratıklarla dolu. Düşünmesi bile ürkütücü.
Gerçi kadın olsaydım da aynı şeyi erkekler için düşünerek ürkerdim.
“Karşı cins onlar için nefes almak gibi bir şey. Buna nasıl tahammül edebiliyorlar? Hele hayatlarında hiç yaşamamış olanların travmasını düşünemiyorum bile” derdim.
Tabii “nefes almak” belki iyi bir benzetme değil. Sonuçta hayat bundan ibaret olmadığı için sıkılıp istemedikleri zamanlar da çok. Onun yerine “tecavüz” demek daha doğru. Tecavüz kadın için neyse, bazen yalnızlığa tahammül edemediklerinde de erkekler için öyle bir şey.
Kadınların ve erkeklerin evrim sureclerinde bir ara hem cinsel hem de mental gidişatta diferansiyel kaydi herhalde.
Delete10 yaşında bir kiz ve erkek çocuğunu gozlemleyin: bütün hormonları ve biyolojileri aynı seyrettiği halde nasıl bu kadar farklı davranıyorlar. 15, 25 keza.
Erkeklerin 40 yaşına kadar aklı ya hep orada, genelde de bir karış havada.
Kadınlar ise stabil realist . Hayatları da -Baudelaire'in dediği gibi- hep spazm, hep spazm..
Zor be :)
Sorun homo sapiens olmakta. Keşke tırtıl filan olsaydık veyâhûd hiç varolmasaydık.
DeleteAllahım nasıl bir mesnetsiz iddia etme inisiyatifini alma özgüveni, nasıl ama nasıl baştan aşağı cahilspor idman yurdu, tıraş ali berber salonu söylemi. “Kadına yönelik şiddet” diye genellenen hadisenin kaynağı tamamen ve sadece evlilikmiş.Bak sen “Kadına yönelik şiddet” diye genellenen (sizi gidi genellemeci müdürleri) hadiseyi, tamamen ve sadece bıdıbıdısaldır diye genelleyen feminist gender queer literatür cahili hocaya. Yazının üslubuyla söylersek, bu konuları bilmiyorsunuz hoca efendi; bu sularda yüzerek, o çok sevdiğiniz entelektüel kişiliğinize zarar veriyorsunuz. Zilç.
ReplyDeleteFeminist gender queer literatürde,
Delete1. "Kadına yönelik şiddet" diye genellenen hadise esasında ne olarak geçer?
2. Bu hadisenin yazıda "tamamen ve sadece evlilik" diye genellenmiş olan kaynakları esasen nelerdir?
Açıklamanın ciltler tutmayacağını, iki paragrafta özetlenebileceğini sanıyorum. Aydınlatırsanız seviniriz.
Görünen o ki, aslında aile müessesesinin gitgide sorgulanmasıyla bağlı bir oluşum var ortada. Dünyada aile müessesesi yavaş yavaş eski moda bir konsept haline geliyor, gelişmiş ülkelerde çocukların neredeyse yarısı evlilik dışı dünyaya geliyor.
ReplyDeleteYeniliğe ve reforma düşmanlıktan bir türlü sıyrılamayan Ortadoğu İslam dünyasındaysa, hâlâ eski ananelere inatla yapışmayı sürdürüyorlar(Bir nevi "Old is Gold" düşüncesi yani). Aile kurmanın ve bol bol üremenin 21. yy'da dahi olmazsa olmaz addedilmesinin temel sebebi bu. Matbaanın 250 sene rötarla gelişi de, nihayetinde bu eski ananeden kopamama durumuyla alakalı muhtemelen. Hatta bence yapabilseler, elektriği(ve bilumum modern teknolojiyi) falan da iptal edip, eski usül karanlıkta yaşamaya devam ederler.
Bir şarkı sözüyle tarif edersek, Queen - Machines (or Back to Humans) [1984]
"...Living in a new world, thinking in the past
Living in a new world, how you gonna last?..."
Sevan Hocam Sizin feminizm ve Türkiye'deki bilinçli linç hakkındaki yazılarınızı ve görüşlerine altına imzamı atarak katılıyorum. Çok çabuk taraftar toplayıp olayla ilgili olan yada olmayan gerçeğin ne olduğunu bilmeden arkasında yüzleri,binleri getirebilen güçün tacizden de dayaktan da daha tehlikeli ve potansiyel tehdit olduğunu düşünüyorum BUnlarda yegane örneği ( https://youtu.be/xwxJ7bu9rTc )
ReplyDelete(https://www.google.com.tr/amp/s/www.superhaber.tv/amp/seda-yelkenci-kimdir-istanbul-universitesi-taciz-skandali-haber-107043 )
Üstadım,
ReplyDeleteTacizle alakalı da ayrı bir yazı sözü vermişsiniz.
Son yıllarda insanlar arası duyguların beğenme, sempati, yakınlık, tercih, takdir, ödüllendirme, arzulama, ihtiras ve taciz çizgisinde bir ayar standardı düzüluyor. Özellikle Holywood mağdur tarlası:)
Fakat bunun da baygınlık verdiğini düşünüyorum..
Velhasıl, sabırsızlıkla bekliyoruz.
hocam soyu surdurmeyi niye ahlaki bir gorev saydiniz?
ReplyDeleteDesteklemek mahiyetinde eklemek istiyorum:
ReplyDeleteAbisinden veya kocasından sopa yemek saldırıya uğramak kötüdür. Feminist buna karşıdır.
Yolda otobüste vs hiç görmediği bir erkek tarafından ellenmek tacizdir. Feminist buna karşıdır.
Yine yolda otobüste parkta metroda hiç tanımadığı bir erkek tarafından laf atılmak sözlü tacizdir feminist buna karşıdır.
Tüm bunlarda ben de feministim. Eyvallah.
Amaaa;
Starbucksta yan masadaki berkecan göz kırpınca " ayy ne tatlı cocukk" diyen fakat diğer masadaki Mehmet birazcık kesik atıyor diye " ay bune be sapık pislik" diyen pelinsu feminist değil feminiktir.
Bir akşam sohbet muhabbet esnasında elini bacağına 3-5 defa koyan efe ye emre ye ici bayılan ama sınıf arkadaşı bitlisli mahmut bir kere bunu denediyse " ayyy sapikkk" diyen aysu ve ozge feminiktir.
Gece yurduna kadar bırakan ve sonra yürüyerek 2 saat kendi evine gidecek olan erzincanli hüseyin hormonları yükselmişse ve bir kere bari elini tutayım diye şansını denemişse " tacizci" dır ama arabasıyla bırakan Ufuk Tayfun vitesi değiştirirken defalarca dizini oksamişsa " hihihi ne şakacı çocuktur"
Örnekler arttırılabilir. Elbette bizim gibi (!) fakir ve tipsiz erkeklerin de seks ihtiyacı var ya hu. Bunda ölçüt olmalı. Elbette hayır diyecek kadın ama defalarca deneyip hayır cevabı alıyorsak vazgeceriz. Bunun aksi düşünülemez. Fakat fakiriz, marka giyinemiyoruz, spor salonlarına verecek paramız da Yok arabamız da diye hiç mi şansımızı denemiycez?
Feminizm gunumuzde esitlik isteyen kadinlarin degil kendi feminen yanindan nefret edenlerin ideolojisi oldu. Bunlar aile icindeki ezilmisliklerini partnerini ezerek gidermek gidermek isteyen, adet gormekten nefret edip penis sahibi olmak isteyen kadinlar. Cok ilginc bir sekilde bu tip kadinlar devletler tarafindan korunup burokraside yukseltiliyor. Tarihte bu tur zamanlar cokus ve alt-ust olus zamanlaridir.
ReplyDeleteIdeal birliktelik erkegin bilgeligi ile ogretici oldugu ve kadinin ise hayat enerjisi ile dolu bir sekilde huzur verdigi iki cinsin birbiri icinde eridigi ve tamliklarini sagladiklari bir cesit nirvana,orgazm veya dinsel bir cesit teslimiyet yasadiklari birlikteliklerdir. Artik catisma kaybolmus herkez rolunu severek benimsemistir. Iste bu donemler ayni zamanda insanligin yukselis donemidir.
Herkesin fikrine saygı duymak gerekir elbet ama bu yazılanlar saçmalıktan başka bir şey değil, birde yer değiştirip bakmalı kadın ne olarak görüyor erkeği belirli günler dışında sürekli çalışıp para getiren bir makine mi erkekte olan şehvi duygular kadındada fazlasıyla var bu göz ardı edilmemeli. Eziyet görmek istemeyen görmez aklı selim insan çekmez ki günümüzde boşanma normalleşmişken durmaz. Ne yazık ki kadınların çoğu erkek iktidarını onaylayıp istiyor aksi halde minnoş oluyor erkek. Tamamen mesele taraflarda ki güç oranına bağlı erkekler kadınsız yaşarlar meslekteri geçinebilecek güçleri var kadında güçlü olabilir pekala iyi bir eğitim ve kariyer yani bir garantisi olursa istediği gibi birini elbet bulur. Öteki mesele aşağılamıyormuşsunuz kimseyi buda bir aşağılamadır önce sıralayıp sonra katılmıyorum demek? Zaman kaybından başka bir şey değil...
ReplyDeleteKadın erkek yok toplum var iki tarafta toplumun verdiği rolü oynuyor kadında kadına şiddet uyguluyor zaten başta bunu kadın yapıyor anneler kızlarına ahlak dersi verirken oğlum sen serbestsin diyor. bu tabu yıkılıyor yavaş yavaş kadınlar bilinçlenmeye başladı kadını kurtarıcam derken erkeği aşağılıyorsunuz erkek egemenliğini masum görmüyorum ama toplumun verdiği rol bu önce toplumdan başlanmalı yadırgamaya. Herşeyin fazlası zarar feminizm kadın haklarının korunmasını değil adeta kadının hakimiyetini istiyor. Feminizm ve feminizm'in hiç dalını kabul etmiyorum toplumsal bilinçlenmeden yanayım. Eşitlik göremiyorum.
ReplyDeleteAlıntıdır-Engin ARDIÇ
ReplyDeleteTürkçede hayvanların "eşi" olur, muhabbet kuşları, kumrular vb.
Türk basınında kalem oynatan feminist vatandaşlar, yani birtakım hazımsız yarı-aydınlar, bunu insanlar için geçerli kıldılar. Artık insanların eşleri var, hayvanların neleri var bilmem.
Çünkü "karı" ve "koca" kelimeleri artık ayıp karşılanıyor.
Halk arasında çok sık, hemen her dakika kullanılıyor, kimse de gocunmuyor ama "entel çevrelerde" çok ayıp...
Feminist hanımlar (pardon, "hanım" demek de ayıp, öyle ya), evlendikleri zaman (eğer evlenebilirlerse) birisinin karısı olmaktan utanıyorlar. Hele bir kocalarının olması hepten korkunç.
Kendilerini aşağılanmış hissediyorlar.
"Eş" deyince eşitlik sağlanmış sayılıyor.
Bu eşitliği "yatakta" da sağlamaya çalışıp "ben üstte olacağım" diye tutturan ve karikatürlere konu olan manyaklar da yok değil. Bir adım sonrası zincir ve kırbaçtır.
Asıl dertleri "maalesef erkek olmamaktır"...
Çünkü içlerinde "ablacı" oranı da epey yüksektir.
Erkek düşmanlığı, kendine kadın hakları savunuculuğu kılıfını uydurmuştur.
Bunlar "babasız çocuk büyütmeyi" de marifet sayan insanlardır.
Erkeği "mekanik bir tohum sağlayıcı" olarak görürler. Ne aşk bilirler ne sevgi bilirler, ne birliktelik.
Bu hareket o kadar ayağa düşürülmüştür ki, birçok aklı başında hanım, bu konuyu tartışmaya başlarken kendini "ben feminist değilim" demek zorunda hissetmektedir.
Özellikle Amerikalı lezbiyenlerin başlattığı bu hareket de isim değiştirmek zorunda kalmıştır, artık "kız gücü" (girl power) olarak anılmaktadır. Girl power, "lezbiyen olmayan kadın hakları savunucusu" anlamına geliyor. Hanımlar, "bizi onlarla bir tutmayın" demeye getiriyorlar.
Bakın bu gayretkeşlik Türk basınını hangi zevzeklik noktasına kadar düşürdü...
Eskiden "bilim adamı" diye bir kavram, bir deyim vardı.
Buna itiraz ettiler: Ayırımcılık oluyordu, bilimle uğraşan herkes erkek miydi?
Haklıydılar. Hakları teslim edildi, kadınlara da "bilim kadını" denilmeye başlandı.
Fakat bununla da yetinilmedi. Bu da ayırımcılık oluyormuş! Kadına kadın, erkeğe erkek demek ayıp ya...
Bunun üzerine "bilim insanı" şeklinde bir ucube icat edildi.
(Kobaylara da "bilim hayvanı" mı diyeceksiniz?)
Fakat geçen gün bir muhalif gazeteyi açtım, tüylerim diken diken oldu:
"Türkiye kadın bilim insanlarında AB'yi geride bıraktı" yazıyordu...
Kadın bilim insanı!
Sakilliğin doruğu.
"Bilim kadını" demek yasak. Kadın bilim insanı... (Hani kadın denilmeyecekti?)
Peki eşcinsel bilimciye ne diyeceksiniz? Örneğin bilgisayarı icat eden Alan Turing'i nasıl anacaksınız?
"Şöyle böyle bilim insanı" herhalde!
Peki halkımızın televizyon programlarında dile getirdiği "kaynım bana..." cümlesi nasıl değiştirilecek?
"Eşimin kardeşi olan erkek insanı bana..." şeklinde mi?
***
Cihangir çocuklarına özel not:
Bu yazı feminizme karşı bir yazı değildir.
Aptallığa karşı bir yazıdır