Friday, May 17, 2019

Elalemin diline neden öykünürler?

Her dil, belli bir tarih döneminde “kültürel norm” kabul ettiği uygarlığın dil(ler)ini, deyimlerini, üslubunu, ifade biçimlerini taklit eder. O uygarlığın sözlüğünden kelimeler alır; doğrudan almasa bile, çeviri yoluyla onun kavram ve deyimlerini kendine mal eder.
Kültürel taklit DAİMA sınıfsal boyut taşır. “Norm” kültürü iyi tanıyanlar, toplumda ayrıcalıklı mevkiye yükselirler. Dolayısıyla o kültürü iyi tanıdıklarını gösterecek davranış biçimleri sergilemeye özen gösterirler. O kültürün kelime ve deyimleriyle konuşmakla saygınlık devşirirler. Hatta norm kültürü yeterince tanımayanlar dahi, sanki tanıyormuş gibi davranarak itibar kazanacaklarını bilirler.
Günümüzde İngilizcenin Türkçe'deki (ve diğer dillerdeki) konumu iyi bir örnektir. İngilizceyi sevip sevmemeniz, bu durumdan hoşnut olup olmamanız bir şey değiştirmez; objektif durum bu. Türkçeye son kırk yılda yeni giren kelime, kavram, deyim ve ifade biçimlerinin ezici çokluğu, belki yüzde 95 gibi bir kısmı, İngilizceden gelmiştir. İngilizceden gelmeyenler İngilizceden çeviridir. Yeni kavram ve deyimlerin “aslı” arandığında otomatik bir refleksle herkes – Anglosakson kültürel yayılmacılığına karşı olanlar dahil – İngilizce literatürü hakem kabul eder. “İtibarlı” sayılan mesleklerin mensupları (mesela milletvekilleri, öğretmenler, yazarlar) şaşmaz kural olarak kendilerini gerçekte olduğundan daha iyi İngilizce biliyor gösterme gereği duyarlar. Bilenler, ince ya da kalın jestlerle bildiğini sezdirirler; bilen diğerlerine “ben sizdenim” diyerek göz kırparlar;  dil bilmeyeni “kıro” sayıp aşağılayacaklara karşı tedbir alırlar. İngilizce havalıdır: yani cool. Havalı dilin kelimeleri önce havalı sayılan zümrelerin diline sızar, sonra umumun diline yayılır.
Yanlış anlamayın lütfen. Böyle olmalıdır ya da böylesi iyidir demiyorum. Kötü demek de bence aynı ölçüde abes. İnsan tabiatı bu, bir şey yapamazsın.
Bugün İngilizce. Eskiden Arapça böyleydi. Türklerin İslamı kabulünü izleyen bin yılda Arapça, nihai kültürel norm olan dinin lisanıydı. Toplumda “alim” ve “arif” sayılan insanlar Arapça bilirdi. Bilmekten öte, bildiğini – edeple veya edepsizce – hissettirme gereği duyarlardı. İlim ve irfana müteallik konuların başka bir dilde gereği gibi ifade edilemeyeceğine inanırlardı. Arapça bilmeyen halka bu konuları anlatmakta zorluk çekerler, mecbur olunca ya Arapça ıstılahatı öğreterek, ya da kör topal da olsa avam dili Türkçeye çevirerek meramlarını anlatmaya teşebbüs ederlerdi.
Tek yaygın eğitim kurumu olan medresede eğitim dili Arapçaydı. Eğitim dili Arapça olunca okumuş adamın okumamıştan farkı nasıl belli olacak? Elbette araya serpiştirilen Arapça ibaratın hacmine ve inceliğine göre kültür puanı verilecek. Arapça bilenin kahvesi bilmeyenden önce takdim edilecek, misafirse bir değil iki kere temenna edilecek.
Dil nasıl evrilir? Buyurun, kahve protokolüne göre evrilir.
Türkçenin Farsçayla ilişkisi daha karmaşıktır. 1071’i izleyen 250 yılda öyle anlaşılıyor ki Farsça “Türk” devletlerinin standart yazı ve belki protokol dili idi. Daha sonraki dönemde de Farsça a) “şehirli” sayılan yaşam tarzının, b) edebi zarafetin, ve c) başta Mevleviye olmak üzere bazı tasavvuf ekollerinin referans dili olarak kaldı. Arapçanın aksine, Türkçe ile Farsça arasında – eşit hacimde olmasa da – iki yönlü alışveriş sürdü.
Sonra sıra Fransızcaya geldi. 19. yy’da Osmanlı/Türk toplumu bir heyula gibi sınırın ötesinde beliriveren Batı medeniyeti ile tanıştı. O medeniyetin anadilinin Fransızca olduğuna karar verdi. (Neden Fransızca? Başka zaman konuşalım.) 1850’lerden 1970’lerin başına dek yüz yirmi yıl boyunca Fransızcayı ana kültürel referans tanıdı. Metropolün şık mahfellerinde Fransızca bilmeyenler “cahil” sayılıp aşağılandı. Yeni kurulan modern mekteplerde Fransızca mecburi ders oldu; imkanı olanlar bununla yetinmeyip özel hoca tuttular, evlatlarını Paris’e okumaya gönderdiler. Önce teknolojiden, moda ve lifestyle kavramlarından başlayıp idari terminolojiye, güzel sanatlara, ticarete, tıbba, şiire dek her alanda binlerce Fransızca sözcük benimsendi. Eşit sayıda Fransızca sözcüğe önce Arapça-Farsçadan çakma Yeni Osmanlıca, sonra birtakım Ortaasya lehçelerinden çakma “Öztürkçe” karşılıklar bulundu. Dil değişti, evrildi, zenginleşti.
*
Modern Türkçe yazı dilinin kelime hazinesinin yüzde 76 kadarı bu saydığım dört dilden – Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce – alıntıdır. Dilin iç çekirdeğini oluşturan yüzde onluk bir kelime dağarcığı Orta Asya Türkçesinden mirastır. Bir başka yüzde on, Orta Asya Türkçesinden türetme veya benzetme veya bileşim yoluyla Türkiye Türkçesinde üretilmiştir. Ne etti? 96.
Türkçenin bunlar dışındaki dillerden edindiği müktesebatın oranı toplamda yüzde dördü bulmaz. Bunun yarıdan biraz fazlası, a) balıkçılık, b) tarım ve c) İstanbul argosu alanında kayda değer katkıları olan Rumcadır. Bakiyesini – Moğolca, Ermenice, Kürtçe, Bulgarca ve Rusça, Çingenece, İspanyolca ve Yahudice, Gürcüce, Çerkesçe, Hintçe – toplasan incir çekirdeğini doldurmaz. Böyle olması da normaldir. Çünkü Türkçenin trendlerini belirleyen toplum kesimleri açısından, bu diller tarihin hiçbir döneminde PRESTİJ DİLİ olmamıştır.
Şöyle düşünün. Diyelim ki memlekette sözü dinlenen biri olarak, hasbelkader, örnek, Kürtçe biliyorsunuz. Aile çevrenizde bu dili severek kullanıyorsunuz; dost ortamında o dilden birkaç kelimeyi şak diye ortaya atmaktan zevk alıyorsunuz. O kelimeleri edebi eserde, siyasi müzakerede, ticari yazışmada, ders kitabında, haber bülteninde kullanmak asla aklınıza gelmez. Çünkü kullanmakla itibar kazanmazsınız, belki kaybedersiniz. Sizden o dilde bilmedikleri bir kelimeyi ilk kez duyanlar “bunlar alim insanlar, demek böyle diyorlarmış” diye düşünmezler. En iyi ihtimalle “egzantriklik”, en kötü ihtimalle “densizlik” görürler. O kelimeler “tutmaz”.
O yüzden, birtakım marjinal tabirler dışında, düşük prestijli dillerden yüksek prestij diline kelime geçmez.
*
Bir dilde “kaç kelime” olduğunu saymak, pratik açıdan da, teorik açıdan da zor bir mesele. Türevleri ve bileşikleri nerede keseceksin? (TDK’nın yaptığı gibi ağı çok geniş tutarsan tutarsızlığa, hatta keyfiliğe düşersin.) Deyimleri nerede keseceksin? Cins adı niteliği kazanan özel adları ne yapacaksın? “Portmanto sözcük” dedikleri bir kerelik kelimeleri ne yapacaksın? Yabancı kelimeleri nerede “yerlileşmiş” sayacaksın? Kullandığınız sayım yöntemine göre modern Türkçe yazı dili leksikonunda 30 bin kelime de bulabilirsiniz, 130 bin de.
Nişanyan Sözlük bir etimoloji sözlüğü olduğu için, köken açısından ilginç olmayan kurallı türevlere (denetleyici, sözlükçülük) ve basit bileşiklere (alakarga, uçuç böceği) yer vermedi. Veritabanında halen 15,263 maddebaşı sözcük bulunuyor. Madde altında belirtilmiş olanlarla birlikte 31,919 kelime sözlükte yer alıyor. Kuralları biraz gevşeterek bu rakamı da iki katına çıkarmak mümkün.
Genel ilke olarak Türkçe sık kullanılan sözcüklerde Türkçe kökenli sözcük oranı artar (gelmek, göz, bir), marjinal sözcüklerde azalır (taaffün, hidroskopi, suşi). Ancak Sözlüğün ana iskeletini sabit tutup türev ve bileşikleri artırsak dahi oranlarda önemli bir değişikliğe tanık olmayız. Sözlükte yer almayan Türkçe kökenli türevler artar (gözyaşı, göz bebeği, göze gelmek); yabancı kökenli türevler de artar (azoik, zootekni, zoolojik). Sadece Arapça ve Farsça kökenli sözcükler Türkçede türetmeye çok yatkın olmadıkları için, veritabanını iki katına çıkarsak Arapça ve Farsça oranları düşecek, buna karşılık Türkçe kökenlilerle Batı kökenlilerin oranı birkaç puan artacaktır.
Etimolojisi belirtilmiş 15,131 kelime üzerinden köken dökümünü görelim:
Köken
Sözcük
Yüzde
Eski Türkçe
1550
10.24
Diğer Türkçe
1571
10.38
Arapça
4442
29.36
Farsça
1274
8.42
Fransızca-Latince
3777
24.96
İngilizce
1513
10.00
İtalyanca
339
2.24
Yunanca
376
2.48

*
Diğer dillere giren Türkçe kaynaklı alıntılar konusunda elimde ayrıntılı dökümler yok. Bildiğim kadarını özetleyeyim:
1) Batı dillerindeki Türkçe alıntılar Osmanlı dönemine ait bir avuç kültür sözcüğünden ibarettir (köşk, harem, yoğurt, türban vb.). Batı dillerinin hiç birinde herhangi bir çağda Türkçe bir “kültürel norm” veya referans dili olmamıştır. [Buna karşılık Arapça 12.-13. yy’larda kısa bir süre için ticarette ve akademik sahalarda önemli prestij kazanmış ve o dönemde sayıları yüzleri bulan Arapça sözcük Batı dillerine ulaşmıştır.]
2) Standart Arapça yazı dilinde Türkçe alıntılar yok denecek kadar azdır. Olanların genellikle askeri ve idari nitelikte olduğu anlaşılıyor. Mısır, Suriye ve Irak’ın halk ağızlarında çok sayıda Türkçe alıntı bulunması doğaldır. Ancak tanımlanmış bir edebi kanonu bulunmayan lehçelerin sayısal analizine kalkışmak anlamlı bir uğraş değildir. Farklı lehçelerde tesadüf edilmiş tekil sözcükleri altalta dizip toplayarak sonuç çıkarmaya çalışmak ise “akademik sahtekarlık” tanımına girer.
3) Standart Farsça yazı dilindeki Türkçe alıntılar, Türkçedeki Farsça alıntılar kadar olmasa da, epey bir yekün tutar. Doerfer’in dört ciltlik Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen’i bu konuda değerli bir kaynaktır. İrani dillerde özellikle 11. yy’dan eski alıntılar ilginç bir araştırma alanı olduğu halde henüz yeterince analiz edilememiştir.
4) Yunanca, Bulgarca, Sırpça ve Arnavutça gibi uzun zaman Osmanlı siyasi ve kültürel hegemonyası altında yaşamış dillerde çok sayıda Türkçe alıntı bulunması doğaldır. Yunancada halen kullanılan Türkçe sözcükleri gösteren popüler bir sözlükte bin kadar kelime vermişler. Yaşadığım adada huzuri, xatiri, çati, siktirizo, boyacis... her gün duyduğum kelimeler.
5) Ermenicenin durumu ilginç. 19. yy başlarında İstanbul ve İzmir’de konuşulan Ermenicenin yarıya varan bir oranda Türkçe alıntılardan oluştuğu, hatta Türkçenin bir lehçesi denebilecek ölçüde onunla içiçe geçtiği anlaşılıyor. Amerikalı Elias Riggs’in 1847 İzmir basımı A Vocabulary of Words Used in Modern Armenian but not Found in the Ancient Armenian Lexicons adlı sözlüğü bu konuda göz açıcı bir kaynaktır. Ancak 19. yy ikinci yarısında yapılan eğitim reformuyla Ermenice yazı dili Türkçe alıntılardan temizlenmiştir. Bugün gerek Ermenistan gerek diaspora lehçelerinin yazı dilinde Türkçe kökenli kelimeye hemen hiç rastlayamazsınız.
Eski avam Ermenicesinin devamı olan İstanbul sokak Ermenicesini yaşatan Lutsika Dudu’dan daha önce bir notumda söz etmiştim (https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10154853974646968&set=a.86761076967). Teklifsiz, eğlenceli bir dildir; ben bayılırım. Ama o dili konuşabilen on bin kişi kaldık mı, emin değilim.

35 comments:

  1. Türkiye'de konuşulan Kürtçe de yarı yarıya Türkçeleşmiş artık. Bundan sonra orijinaline yakın olanı ancak Kuzey Irak'ta falan kaldı.

    Trabzon'da konuşulan Rumcanın 1930'lardan sonra çabuk bozulduğunu anlatmış. https://ahvalnews.com/tr/rumlar/turk-sayilarak-yerlerinde-kalan-trabzonlular

    ReplyDelete
    Replies
    1. Kürtçe bilmiyorsun büyük ihtimalle. Kürtçe nin türkçeleştiği falan yok. senin Kürtçe de görüp türkçe sandığın pek çok kelimenin Hint-Avrupa dillerine ait olduğunu bilmiyorsundur. Siyah, Kırmızı, Büyük, Küçük, zamir olan o ve ben, masa, rakam vs. gibi kelimeler türkçeye Farsça ve diğer hint avrupa dillerinden geçmiştir. bu konuya biraz çalışırsan muhakkak daha sağlıklı sonuçlara ulaşırsın.

      Delete
    2. @Karayazılı

      "Büyük", "küçük", "o" ve "ben" Türkçe; rakam da Arapça kökenlidir. Bu yanlış bilgilendirmenizin Türk karşıtı/Kürtçü hedeflerinizi gerçekleştirmek için başvurduğunuz bir ahlaksızlıktan ziyade basit bir cehalet örneği olması dileğiyle.

      Delete
  2. Soruyu farklı bir şekilde sorunca yanıtı söylenmiş olmuyor mu? Örneğin:

    "[Anadolu, Mısır, Suriye halkları] Yunanca'ya neden öykünürler?" yerine:
    "Büyük İskender, Ptolemaioslar ve Seleukoslar'ın diline neden öykünürler?"

    "[Akdeniz halkları] Latince'ye neden öykünürler?" yerine:
    "Roma İmparatorluğu'nun diline neden öykünürler?"

    "[İspanya, Kuzey Afrika, Mısır, Suriye, Irak, İran halkları] Arapça'ya neden öykünürler?" yerine:
    "Dört Halife, Emeviler ve Abbasiler'in diline neden öykünürler?"

    "[Maveraünnehir halkları ve onlardan daha batıya ve güneye yerleşenler] Farsça'ya neden öykünürler?" yerine:
    "Saffariler, Samaniler ve Büveyhiler'in diline neden öykünürler?"

    "[Dünya halkları] İngilizce'ye neden öykünürler?" yerine de:
    "Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler'in diline neden öykünürler?"

    ReplyDelete
  3. "Yunancada halen kullanılan Türkçe sözcükleri gösteren popüler bir sözlükte bin kadar kelime vermişler. Yaşadığım adada huzuri, xatiri, çati, siktirizo, boyacis... her gün duyduğum kelimeler."
    hatır,huzur sözcükleri, kitap ve kitap gibi onlarca sözcük gibi Yunaca da olan Arapça sözcükler ve Arapça dan Yunanca ya geçişi Türkçe üzerinden olan sözcükler değil mi?

    ReplyDelete
  4. Denetleyici, sözlükçülük, alakarga, uçuç böceği vb. kelimeler köken açısından ilginç değil, etimon'unun ne olduğu ilk bakışta anlaşılıyor, amenna. Fakat Sözlük, kelimelerin ilk ne zaman, nerede, hangi bağlamda, hangi anlamda kullanıldığının; anlamı zaman içinde kaydıysa bu sürecin nasıl gerçekleştiğinin kayıtlarını barındırmak bakımından da değerli. Çoğu zaman, bir kelimeyi "acaba hangi tarihte türetmişler bunu" veya "bugünkü anlamını nasıl kazanmış bakalım" diyerek sözlükte aratıp, sırf kurallı türetilmiş diye sözlüğe alınmamış olduğunu görüyorum, hevesim kursağımda kalıyor. Ne dersiniz bu hususla ilgili? Yerinde bir duyarlılık sayılabilir mi? Sözlüğün kapsamını genişletmeye değer mi?

    ReplyDelete
    Replies
    1. İlk başta salt etimolojik sözlük olarak başladı, 2007-2009'dan itibaren tarihi boyut eklendi. Etimonu şeffaf olan 3-4 bin kelime tarihi açıdan ilginç bulunduğu için eklendi. Ama devamına gücüm yetmiyor. Ekip çalışması şart.

      Delete
  5. İngilizceden Türkçeye bir kelime devşirildiğinde o kelimeyi Fransızca telaffuzu ile kullanmak bir statü gösterisi iken İngilizce telaffuzu ile kullanmak sonradan görme belirtisidir. Mesela Multi National Corporation, multi nasyonel demek ile malti neyşınıl demek bir birinden farklı intiba bırakır. Malti neyşınıl diyene sonradan görme gözü ile bakılırken multi nasyonel diyen daha havalıdır. Ancak bu kural business dünyasında ve plaza hayatında geçerli değildir. O sebeple plaza dünyası, kültürel olarak kendini daha üstün gören sanat ve bilim camiasında ingilizce telaffuz kullanmalarından dolayı aşağılanır.

    Alın size Türkçe teamül.

    ReplyDelete
  6. Türkçe ve dil üzerine olan yazılarınızı derleyip kitap haline getirseniz çok güzel olur.Elinize sağlık.Selamlar.

    ReplyDelete
  7. Sevan Bey lutfen su arkafonu degistirir misiniz? Mobilde cok kotu gozukuyor.

    ReplyDelete
  8. Sevan Bey, yazınız için teşekkürler. Emeğiniz, birikiminiz ışıl ışıl parlıyor. Bu türden yazılarınızı worde kopyalayıp dosyalamaya başladım. Hazine değerinde bu yazılar. Sevan Bey; Türkçe ile Ermenice arasında yalnızca Türkçe'den söz varlığı geçmemiş. Ermenice'den de belli bir söz varlığı Türkçe'ye geçmiş. İstanbul yazı dilinde sizin sözlüğünüze göre 60 tane Ermenice sözcük var. Fakat yerelde tespit ve verilerime dayalı kuvvetli tahminim 400 civarına Ermenice sözcük Türkçe'de barınıyor. Başta Doğu ve kuzeydoğu anadolu olmak ağızlarında olmak üzere çok sayıda Ermenice söz varlığı var. Elazığ, Tunceli,Diyarbakır, Erzincan, Erzurum, Bitlis, Van, Kars, Bayburt, Gümüşhane, Sivas,Artvin Türkçe sözlü dilinde çok sayıda Ermenice kelime var. Hatta; bu kelimelere yapım ekleri getirilerek yapılmış çok sayıda yeni kelime de var. Kendimden de biliyorum.

    Ben bir ara Robert Dankoff'un kitabına bakmıştım.Armenian loanwords in turkish. Kitap ingilizceydi. Keşke birisi çevirse. gene de anlayacağımı anladım ben. Orada bu ağızlardaki Ermenice alıntılara değiniyordu. Asıllarını da veriyordu. Yalnız şunu tespit ettim ki dankoff'da da çok sayıda Ermenice kelime eksikti.

    Örnekler vereyim: tepür - tapur / laluk - lalik / pağaç - balarj / annuh - ananux (naneye benzer bir ottur, bizim kendimize has mantımıza atarız, bayağı lezzetli yapar)/ haros - aros (sürülmemiş tarla)/ pur - bur / dastar - dastarak. Mesela; şelek ermenice bir kelime. Bundan şeleklemek fiili türetilmiştir. Xarn+mut, harmut ekle xarmutlamak (sıcak suyu üstüne soğuk su dökerek ılışdırmak). Böyle, çok kelime var.Dediğim gibi 400 civarında kelime var.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Doğrudur, ancak bu durum her bölge için geçerli. Söz gelimi Anadolu'daki en yoğun Yörük nüfusunun bulunduğu Ege bölgesinde de Türkçe kökenli sözlerin sayısı hayli artar, üstelik bunların ciddi bir kısmı da Orta Asya'dan gelen söz ve fiillerdir. Bu söz ve fiiller yazı dilinde bulunmadığı gibi İstanbul Türkçesinden başka ağız bilmeyenlerce de hiç duyulmamıştır. Örneğin "dünnük" ya da "tünlük" sözü gibi. Tünlük, "topakev" denen, Orta Asya'daki "yurt" adıyla bilinen sökülüp kurulabilen konargöçer evlerinin tam tepe noktasındaki açıklık demektir. Kazakçada buna "şañıraq" derler, Kırgızlar da aynen Yörükler gibi "tündük" derler, Kırgız ağzıyla. Bunlar gibi birçok otantik söz hâlâ yaşar.

      Bunların dışında bir de bu topraklarda türemiş birçok Türkçe kökenli söz vardır, üstelik bunların bir kısmı şaşırtıcı şekilde yen, şeylerin adlarıdır. Örneğin "cıngılı aygıt" (radyo < cıngı "kıvılcım 2. elektrik"), "işitme" (telefon, ancak telaffuzda işit'me şeklinde söylenir, "t" harfinde glottal stop vardır), "narlık" (saat < "nar" Moğolca "güneş", eski saatler güneş saatiydi, muhtemelen oradan kalma eski bir söz), "esergelen" (otomobil, esmek ve gelmek'ten türemiş olmalı, "araba" ile farklıdır, at arabası olur örneğin ancak esergelen'i olmaz) gibi...

      Aslında Türkiye'deki tüm ağızlar, tüm söz varlıklarıyla saptansa, ortaya aynen İtalya'daki Venedikçe, Napolice gibi, gerek söz varlığınca gerekse ufak tefek gramer farklılıklarıyla bir çok "Türk Dili" çıkar. Ancak bizde bu gibi yerel renklere önem verilmiyor, tekçi bir zihniyet var. Bizdeki zihniyet Avrupalılarda da olsa, örneğin İspanyolca-Katalanca-Galiçyaca-Oksitanca ayrı diller sayılmaz, hepsi tek dilin ağızları sayılırdı. Bizdeki bakış farklı renkleri yok sayıyor, oysa hepsi ayrı dil (ya da hadi lehçe olsun) sayılsa tümü korunacak. Doğru olan bizdeki değil Avrupa'daki bakış.

      Delete
  9. Sevan Nişanyan'a ve diğer tüm okurlara bir görüşümü belirtmek isterim ve sizlerin de bu konudaki yorumlarınızı almak isterim.

    Bir dilin "norm dil" sayılmasında ilgili dilin belli bir "dinin" (yaşam biçiminin) dili olması en büyük ölçüt müdür? Bana öyleymiş gibi geliyor. Örneğin eski Türkler Tengrici inanca sahip oldukları dönemlerde kendi öz alfabelerini kullanmaktaydılar (rumuzumu da bu Türk alfabesiyle yazdım örneğin) doğal olarak o dönemde dillerinde de yabancı kökenli sözcük neredeyse yok gibiydi, örneğin Orkun Yazıtlarındaki yabancı sözcük oranı %1'dir yanlış hatırlamıyorsam, onlar da genelde özel adlar ya da yabancı kültürlere ait olan ünvanlar gibi sözcüklerdir "senggün" (Çinli General) örneği gibi.

    Daha sonra kimi Türk boyları yavaş yavaş eski bir doğu İranî kavim olan Soğdlardan görüp Mahiheizm'e geçmeye başlıyor, böylece Türk alfabesini bırakıp Soğd alfabesine geçiyorlar. Daha sonra bu alfabeyi biraz daha dillerine uyarlıyorlar ve ortaya Uygur Alfabesi denilen alfabe çıkıyor (sonra Moğollar da Uygurlardan bu yazıyı alıp kendi dillerine uyarlayıp yukarıdan aşağıya yazacaklar ve ortaya Moğol alfabesi çıkacak). İlerleyen süreçte bu kez batı İranîlerden yani Perslerden İslam görülüyor ve bu dine geçiliyor, beraberinde de Soğd alfabesi bırakılıp Perso-Arabic alfabeye geçiliyor, bu alfabeye sadece Türkçeye özgü olan üç noktalı kef yani "ñ" (geniz n'si) ekleniyor o kadar ve geliyoruz bu günlere...

    Eskiden aslında tek halk olan Yugo-Slavlar (güney Slavlar) din nedeniyle üçe bölündüler, Ortodoks olan Sırplar Kiril alfabesini, Katolik olan Hırvatlar Latin alfabesini, Müslüman olan Boşnaklar ise Arap alfabesini kullanıyorlardı. Sırpça görece daha Slavic bir söz varlığına sahipken, Hırvatçada İtalyanca-Latince alıntılar gözükür, Boşnakçada ise Arapça, Farsça ve Türkçe alıntılar...

    Günümüzün egemen dini (yaşam biçimi) de kapitalizmdir ve bu dinin dili de İngilizce.

    Bilmem sizler ne düşünürsünüz?

    ReplyDelete
    Replies
    1. İnsanlar ortak masallar/efsaneler/mitler sayesinde kavim/millet oluştururlar.

      Tarihin bir döneminde (MS 3-4. yy'dan 18-19. yy'a kadar) belli bir coğrafyada (Avrupa, Ortadoğu ve İç Asya) "din" adını verdiğimiz mitoloji türü egemen birleştirici anlatı oldu. Bu mitolojinin özellikleri, a) yazılı bir kanona sahip olması, b) mitolojik söylemin tümünü kapsama iddiasında bulunması, ve c) devletten nispeten bağımsız kurumsal yapıya sahip olması idi. Hıristiyan ve İslam dünyalarında din uzun müddet ana kimlik anlatısı olmayı başardı. Buna karşılık Çin'de böyle bir işlev yüklenmedi. Hindistan da tartışılır.

      Çeşitli boy ve aşiretlerin ötesinde "Türk" adı verilen bir ulusal kimliğin ortaya çıkışı, bildiğimiz kadarıyla, MS 6. yüzyıldır. Muhtemelen yeterince güçlü bir birleştirici mitolojiye sahip olmadığı için hızla dağıldı. Bunu izleyen dönemde "Türkler", medeniyette kendileri açısından büyük bir atılımı temsil eden Ortadoğu ve Güney Asya dinlerini benimseyerek ulusal varlıklarını koruyabildiler.

      Orxun yazıtlarında kültürel etkileşim belirtileri azdır, çünkü o yazıtlar son derece ilkel bir Neolitik kabile kültürünün yansımasıdır. Kabile kültürü ile imparatorluk yönetmek pratikte imkansızdı ve nitekim yürümedi. O aşamadan sonra (750 yılı civarından sonra) Türklerin elinde iki seçenek vardı. Ya dünyadaki sayısız taş devri kabilesi gibi marjinal bir yaşama geri dönecekler, Tunguzlar, Çukçiler, Yukagirler, Samoyedler sınıfına katılacaklar. Ya da doğru dürüst bir emperyal ideoloji benimzeyip imparatorluk davasını sürdürecekler. İkincisini seçtiler.

      Delete
    2. Sevan Bey

      Göktürkler her ne kadar komşu imparatorluklara göre ilkel kalsalarda neolitik teknolojiden ilerdeydiler.

      Metal işleme,merkezi yapı,kabile üstü yönetim,vergi,yazı gibi yeniliklere sahiptiler ve söz ettiğiniz tunguzlar,çukçiler,yukagirler gibi Sibirya halkları bırakın neolitik düzeyi daha hala paleolitik avcı-toplayıcı dönemdelerdi(Samoyedler en azından metal biliyordu).

      Abartıyı fazla kaçırmamak lazım.

      Delete
    3. Benim vereceğim yanıtın bir benzerini zaten Mem adlı kullanıcı vermiş ancak ben de bir iki kelam edeyim.

      Sevan Bey'in Orkun Yazıtlarını iyi incelemediği düşündüm, zira Orkun Yazıtları neolitik kabile kültüründen hayli uzaktır. En başta yazıtlardaki dili incelerseniz son derece gelişkin bir dildir, deyimler, atasözleri vb. vardır, yani belli ki en aşağı bin yıl geriye gidebilen bir geçmişi vardır, belki daha da eski. İkincisi, kendilerine ait bir alfabeleri var, kendine özgü bir alfabeye sahip olmak ciddi bir kültürel gelişmişlik göstergesidir. Üstelik Türklerin komşuları da yabana atılır kültürler değil, bir yanlarında Çin, aşağıda Hint, batıda İran ve neredeyse iç içe yaşadıkları Soğdlar. Bu dört kültürün de o dönemlerde kendi alfabeleri var, biri Çin yazı dizgesi Hanzı'yı kullanıyor, Hintliler Devanagari alfabesini, İranlılar Pehlevi yazısını, Soğdlar da Soğd alfabesini. Bu alfabelerden birini alıp kullanmak yerine Türkler de kendi alfabelerini geliştirmişler, bu yabana atılır ya da geçiştirilebilir bir durum değil bence.

      Üstelik Türk kültürü ve alfabesi, kendinden yeni kültürler doğurmuştur. Nasıl ki doğuda Çin kültürü ve yazısı Kore gibi, Japonya gibi kültürleri beslemişse, nasıl ki Hint kültürü ve yazısı Tayland'a, Kamboçya'ya kadar nice kültür ve alfabeye kaynaklık etmişse, nasıl ki Arap kültürü ve yazısı nice kültürü etkilemişse, Latin kültürü de böyle... İşte Türk kültürü de kendince kimi kültürleri beslemişti. Örneğin eski Macar alfabesi ve Sekel alfabesi de Türk alfabesinden doğmuş alfabelerdir, bugün Romanya'da yaşayan Sekeller hâlâ kültürel bazda Székely denen bu alfabeyi kullanırlar ve Türk kökenli olduğunu da inkar etmezler, zaten kendilerinin de dilleri Macarcalaşmış Hun Türkleri olduklarını söylerler. Rovásírás (Rovâşîrâş okunur) da denir bu alfabeye, örneğin buradaki "írás" (îrâş, yazı; çizi) sözcüğü < ír- (yazmak; çizmek) eyleminden gelir ve Tuna Bulgarcasından alınmadır, bizdeki yır- (çizmek 2. kazımak) ile aynı fiildir, ettirgen biçimi > yırt- (sivri bir cisimle sertçe yırmak, çizmek).

      Türklerin bir kısmı önce Soğd, ardından Arap alfabesine geçseler de, Tanrıcı Türkler bir süre daha kendi alfabelerini kullanmayı sürdürdüler, bunun en büyük kanıtı "Irq Bétig" adlı kitaptır, bu örnek önemli, çünkü Türk alfabesinin taşa değil, "kağıda" yazılmış ve günümüze ulaşabilmiş tek örneğidir. Belki daha başka kağıda yazılmış Türk alfabeli nice kitap vardı, ancak yalnızca "Irq Bétig" günümüze ulaşabildi. Bilmeyenler için açıklayalım, eski Türkçe ır- (uzağı görmek, kehânette bulunmak) demektir ki "ırak" sözü de bu köktendir, yine aynı kökten > "ırq" (kehânet 2. fal) anlamına gelir, "bétig" ise < béti- (sayfaya dökmek, yazmak) < bét (yüz 2. yüzey 3. sayfa) kökünde gelir. Yani "Irq Bétig" (Kehânet Kitabı) anlamına gelir.

      Irq Bétig'den bir bet (sayfa) örneği de verelim

      http://s155239215.onlinehome.us/turkic/30_Writing/IrkBitig/IrkBitig6.jpg

      Sevan Bey'in sözünü ettiği Tunguz, Yukagir, Çukçi, Samoyed gibi kavimler tarihleri boyunca yazı kullanmadılar, bırakın kendilerine ait bir alfabeyi, başkasına ait bir alfabeyle bile yazılı bir geçmişleri yok, hatta bugün bile doğru düzgün bir yazılı dilleri olduğu söylenemez. Yazıyı çok uzatmamak için burada bitireyim, birkaç ekleme daha yapmak isterim ancak bir başa iletiye.

      Delete
    4. @Mem

      Bahsettiğiniz “ilkel” halkların en azından bir kısmı hayvancı göçebeydi (çoğunlukla ren geyiği üzerine, ama kimisinde at da).

      Delete
    5. Sayın Onur

      Evet Yukagirler,Samoyedler,bazı Çukçiler ve Tunguzlar ren geyiği gütmeyi biliyorlar.Ancak ren geyiğinin ne zaman evcilleştirildiği kesin değil.Bazıları paleolitik devre kadar götürüyor.Üstelik Sibirya yerlileri ren geyiklerini gütmekten ziyade sürüleri takip eder.

      Yinede bu birşeyi değiştirmiyor.Samoyedler ve Yakutlar hariç Sibirya halkları hala avcı-toplayıcı ekonomide ve taş devri teknolojisindeydi.

      Birde bu yerlilerin at gütdüklerine dair herhangi bir şey okumadım. Bir tek Mançu Tunguzlar atlı göçebe yaşama sahip ve onlarda Sibirya'da yaşamıyorlar.Bu konuda kaynak verebilir misiniz?

      Delete
    6. @Mem

      At güdenler Moğollara yakın yaşayan Evenkler, çok asırlar önce Moğollardan öğrenmişler.

      Her neyse, Türki ve Moğol halklarının geleneksel olarak Tunguz, Yukagir, Samoyed ve Doğu Sibirya halklarına göre daha gelişmiş bir ekonomide olduğunu ben de kabul ediyorum, hayvancılığı daha verimli bir şekilde yaptıkları bariz, güttükleri hayvanları her şekilde değerlendiriyorlardı ve çok daha büyük sürüleri vardı, metal işlemede de daha ileri bir aşamada oldukları bariz, Hint-İranlı hayvancı göçebelerden ve yerleşik komşularından epey bir şey öğrenmiş görünüyorlar.

      Delete
  10. Sevan Hoca,

    Göktürklerden evvel Hunlar Türk değil mi? MS 6. yüzyıldan daha eski Hunlar.

    ReplyDelete
  11. Önceki iletilerimde belirtmiştim, bence "din" (yaşam biçimi) çok etkilidir, Sevan Bey'in yazısında belirttiği "norm" kabul edilmeyle doğrudan ilişkilidir. Hangi dini yani yaşam biçimini benimserseniz, tüm hayatınıza o din yani yaşam biçimi şekil verir. Yazınızdan dilinize, giyim kuşamınızdan mimârinize dek.

    Önceki iletimde kısmen değindim, diğer kültürlere kaynaklık eden kimi merkez kültürler vardır, doğuda Çin örneğin. Çin yaşam biçimi, çevresine kaynaklık etmiştir, Kore ve Japon dillerinin %60'ı Çinceden alıntıdır örneğin. Koreliler eskiden Çin Hanzıları kullanıyordu, sonradan kral Secong'un kararıyla 1444'te dillerine özgü bir yazı tasarladılar (Hangıl) ancak yine de Çin etkisi barizdir, bilmeyen biri Hangıl yazısını da Çin yazısı sanabilir. Japonlar ise hâlâ Çin kökenli yazı kullanmaktadırlar, Kore ve Japon geleneksel mimârisi ve giyim kuşamları da açıkça Çin etkisindedir.

    Hint yaşam biçimi ve etkileri de çevresine kaynaklık etmiştir. Tayland, Kamboçya ve Tibet alfabeleri Hint Devanagari kökenli yazılardır. Yine bu ülkelerdeki mimâri, giyim kuşam vb. hep Hint etkilidir.

    Arap yaşam biçimi olan İslam'ın etkileri de barizdir, İran, Türk başta olmak üzere tüm İslam'ı benimsemiş kavimler açıkça bir miktar Araplaşmışlardır.

    Latin kültürü de mâlum, etkileri ortada olan bir kaynak kültürdür. Alfabesi, mimârisi, yaşam biçimi, giyim kuşamıyla hâlâ en etkin kültürlerden biridir.

    İşte Türk kültürü de bu yolda gitmekte olan bir kaynak kültür adayı idi bence. Bunun kimi belirtileri var, kalıntıları var. Doğuda İslam'a, batıda Hristiyanlığa yenilmeseydi, Tanrıcı kültür ve Türk alfabesi de, tıpkı bu yukarıdaki kültür ve alfabeler gibi kendi iklimini oluşturacaktı. Bugün Macarlar, Sekeller, Moğollar ve belki de diğer Uralic kavimler (Finliler, Estonlar, Sámiler vb.) Türk alfabesinden türemiş alfabeler kullanacaklar ve Tanrıcılığa ya da ondan türemiş yaşam biçimlerine göre yaşayacaklardı. Bunun kalıntısı Macar ve Sekel alfabeleridir, bunun kalıntısı bugün hâlâ Tengrici kültüre sahip çıkan Macar, Sekel, Bulgar ve Moğollardır. Tanrıcı kültür ve yaşam biçiminin de kendine özgü bir mimârisi, alfabesi, giyim kuşam biçimi, hayat felsefesi vardır.

    Yani aslında Türk Tanrıcı kültürü, alfabesi ve yaşam biçimi, bir nevi hakkı yenmiş, kılıca yenik düşmüş bir kültürdür ne yazık ki. Tanrıcı kültürün de Biz Tanrıcılar, bu yenmiş haklarımızı geri alma çabası içindeki kişileriz, tabii bizler Müslümanlar ve Hristiyanlar gibi kılıç kullanmayacağız, bu Semitik din mensupları kültür ve yazılarını kılıç zoruyla yaydılar, biz ise yalnızca anlatma, söyleme ve yazma gibi yöntemler kullanıyoruz, ancak buna rağmen bizlere tahammülleri yok. Onlara kızmıyoruz, onları bu hâle getiren dinleri, her yemiş (meyve) ağacına göre biçim alır.

    Tanrıcı kültür, yaşam biçimi ve alfabesi, bir tür yeniden doğuş çabası içinde, tüm dünyada son 8-10 yıldır böyle bir akım var, umarız yarım bırakılmış kaynak kültür olma sürecimizi geç de olsa tamamlarız.

    Son olarak, Tanrıcı Macar kardeşlerimizin 2 yılda bir Macaristan'ın Bugac adlı kasabasında düzenledikleri Kurultay'dan görüntülerle bitirmek isterim. Bu kurultaylara Bulgar Tangracılar (eski Bulgarcada Tangra "Tanrı" demektir), Macar Tengriciler ve tüm dünyadan Moğol, Türk vb. Tanrıcı kültür mensupları katılmaktadır.

    https://www.youtube.com/watch?v=YJKqQ7BXT-o

    ReplyDelete
    Replies
    1. @𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰

      Erken ve orta ortaçağ dönemlerinde pagan (Tengrici de diyebilirsin) Türki kavimlerin Türki dilli olmayan başka kavimleri de çekecek şekilde pagan Türki merkezli bir kültür yarattıkları doğrudur. Fakat bu kültürün yayılma sahası Avrasya stepinin hayvancı göçebeler dünyasıyla sınırlı kalmıştır, zira bu kültür sadece Avrasya stepinin hayvancı göçebeler dünyasına hitap eden bir kültür olma mahiyetindeydi (Avrasya stepini terk eden Türki kavimlerin hepsinin başka dinlere geçişinden de anladığımız gibi, ki Avrasya stepinde kalanlarının da hemen hepsi başka dinlere geçti sonunda).

      Özellikle batı dünyasında son bir-iki asırda gördüğümüz neopagan revivalist hareketler nüfus ve nüfuz olarak marjinal hareketlerdir, ateizm bile onların yanında mainstream kalıyor. Zaten asıllarına sadık bir şekilde yeniden canlandırmak mümkün değil kadim pagan dinlerini, birçok bilgi geçen asırlar içinde silindi gitti. Attığınız videodaki durum hepten tuhaf, birbiriyle geçmişten kalan oldukça zayıf bir Avrasya stepi bağlantısı taşımak dışında ortak yönü olmayan halklar bir araya gelmiş.

      Delete
    2. @Onur Dincer

      Yazdıklarınızın çoğu doğru ancak kimi eksikler var, bu da doğal, çünkü muhtemelen Tanrıcı kültüre sıcak bakmıyorsunuz. Yanlış anlamayın, sıcak bakmak zorunda değilsiniz elbet, ancak bu durum kimi konuları önemsiz görmenize neden oluyor.

      Söz gelimi Moğolcanın söz dağarcığının %45'i Türkçeden alıntıdır, bu alınlar içinde eylemler ve yapım ekleri de vardır, yani neredeyse yarı yarıya Türkçeleşmiş bir dil Moğolca ve bu durum Semitik dinler olan Hristiyalığın ya da İslamın yayılması gibi cebirle, kılıçla olmamış, doğallıkla, benimsemeyle olmuştur. Yine Macarcanın söz dağarcığının %30'u Türkîdir, bu dilde de Türkçe eylemler ve ekler söz konusudur.

      Doğrudur, Tanrcılık da bir tür Paganizmdir ve elbette bu kültürü aynen diriltmek mümkün değildir, buna gerek de yoktur. Tanrıcılık, yazılı kitabı olmayan bir inanç, bu da bölgeden bölgeye büyük farklılıklara olanak veriyor, örneğin Müslümanlardaki gibi sakalları, giyimleri neredeyse birbirinin kopyası gibi bir kitle yaratmıyor, Moğol bir Tanrıcı bambaşka olabiliyorken, Macar bir Tanrıcı bambaşka olabiliyor ve bunda hiçbir sakınca yok. Tanrıcı inanç belli bir çağda kalmıyor, dogmasız bir din, yaşanılan çağa göre biçim alabilir. Tanrıcılık özünde doğayı okumaktır, belli bir kitabı değil, dolayısıyla 3000 yıl önce yaşayan bir Tanrıcının doğaya dair bilgileriyle bugünkü bir Tanrıcının doğaya dair bilgisi aynı değildir, bu da hem kaçınılmaz, hem de Tanrıcılığın ruhuna uygun olarak değişimi gerektirir. Yani bu çağda bir elimize tüngür (kam/şaman davulu), bir elimize tokmak alıp, ateş etrafında dönmüyoruz, bu sadece kültürel bir öge olarak, bir tür halk dansı gibi yapılıyor Kurultaylarda, yoksa ciddi ciddi ruhlarla iletişim kurduğuna inanan yok bu çağda.

      Macaristan'da düzenlenen Kurultaylara katılanların inanın ki Malezyalı bir Müslüman ile Nijeryalı bir Müslümandan çok daha fazla ortak noktası vardır, gerek genetik, gerek dilsel, gerekse de kültürel açıdan, ayrıca hiç olmasaydı bile yine de önemli değildi, çünkü bu bir inanç ve kültür.

      Son olarak şu Tanrıcı Kazak akamızın (ağamız/ağabeyimiz) kısa videosunu koyayım. Biraz dikkatli dinlerseniz çoğu söylediğini anlayabilirsiniz bile

      https://www.youtube.com/watch?v=khkoakRl9dg

      Delete
    3. This comment has been removed by the author.

      Delete
    4. @𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰

      Tengrici ya da Tanrıcı kültüre sıcak bakmama durumu değil benim eleştirim. Benim eleştirim dünyadaki revivalist neopagan hareketlerin geneli ile ilgili esas olarak.

      Şöyle açıklayayım durumu. Ölmüş bir dini diriltmeye çalışmak din kavramının özüne aykırı. Bir din ölmüşse, o din ve o dinin temsil ettiği tanrı ya da tanrıların zaten bir geçerliliği yok demektir, geçerli olsalardı kendilerini bir şekilde muhafaza etmenin bir yolunu bulmaları beklenirdi zira. Ölen bir dini diriltmeye çalışmakla ölen bir dili, halkı ya da ülkeyi diriltmeye çalışmak arasında fark var bu bakımdan. Bir takım insanların ölen bir dini diriltmeye çalışması en azından diriltilmeye çalışılan dinin insan icadı olduğu ve dolayısıyla ilahi olmadığı argümanını daha da teyit etmiş olur sadece. Hiçbir din esas kaynağını insanlar olarak göstermez nitekim, zira böyle bir şey din kavramının doğasına aykırıdır. Son olarak, Oğuz Tengriciliği ve onun gibi uzun asırlar evvel yok olup gitmiş dinler yukarıdaki yorumumda belirttiğim gibi kültürel kopuş ve kaynak eksikliği dolayısıyla asıllarına uygun bir şekilde diriltilemezler, sizin yaptığınız gibi asla sadakati önemsemeyip işi milliyetçilik veya kültür boyutuna indirgersek ise din kavramından uzaklaşıp farklı alanlara kayarız, sonuçta ortaya çıkan Tengricilik değil sadece şeklen onu andıran bir tür milletperestlik olur.

      Tengricilik özeline gelecek olursam, bin yıl kadar önce Anadolu ve civarlarına gelen Oğuz/Türkmenler bile yazılı tarihi kayıtlara ve arkeolojik verilere göre heterodoks da olsa Müslümandı (örneğin, 1071’den önceki yıllara ait Amasya’daki Oluz Höyük Oğuz/Türkmen mezarlarındakiler bile hep İslami usullere göre gömülmüş), Oğuz Tengriciliği dünyada öleli neredeyse bin yıl oluyor şu an, ayrıca Tengricilik Avrasya stepinin hayvancı göçebelerine has bir din, o ortama göre şekillenmiş tümüyle. Üstüne üstlük, Oğuz/Türkmen kökeni epey azalmış ve o kültüre ve hayat şartlarına da sahip olmayan mevcut Türkiye halkından gününüzde az da olsa Tengriciler çıkması, benzer bir şekilde, günümüz Macarları ve Bulgarlarından da az da olsa Tengriciler çıkması durumun gayri-ciddiliğini gösteriyor sadece. İbrahimi dinlerde ya da Batı ve Yakın Doğu kültürlerinde aradığı tatmini bulamayan bir takım insanlar Tengriciliği bir çeşit çıkış kapısı olarak görüyor aslına sadakat dertleri olmadan da olsa, hele de kendi milliyetçi tezlerine uygun görülüyor ise. Bu arada, Türkiye Türklerinin, Macarların ya da Bulgarların Yakutlar, Moğollar, Tuvalılar ya da Altaylılara olan genetik mesafesi İzlandalıların Sri Lankalılara olan genetik mesafesinden fazla, işi genetiğe getirirseniz argümanlarınız lehine hiçbir yere varamazsınız yani. Ayrıca İslam ve Hristiyanlık açısından inananlarının birbirine olan genetik ya da kültürel mesafesi mühim değildir, zira bu dinler bütün insanlık için olma iddiasında olan ve dünyanın bütün kültürlerine adapte edilebilen dinler belirli temel inanç, pratik ve kurallarına sadık kalındığı müddetçe.

      Delete
    5. This comment has been removed by the author.

      Delete
    6. This comment has been removed by the author.

      Delete
    7. @𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰

      Yani örnek olarak verdiğim kişiler "Nijeryalı" ile "Malezyalı" Müslümanlar. Oysa Onur Bey bu örneği alıp İzlandalı ile Sri Lankalı iki kişiye getirmiş. İzlandalı ile Sri Lankalı hayli uzak da olsa akraba iki halktır zaten, Hint-Avrupa dilleri konuşurlar. Benim yazdığım kısımda, hadi genetik kısmı geçelim, "dil" ve "kültür" açısından bir Moğol ile Macar, yineliyorum bir "Nijeryalı" Müslüman ile "Malezyalı" Müslümandan çok daha yakındır. Moğolca "khökh" = Macarca "kék" = Türkçe "kök" (gök, "mâvi"), Moğolca "arslan" = Macarca "oroszlán" = Türkçe "arslan" vb. Burası forum olmadığı için örnekleri çok cüzi tutuyorum, yoksa yüzlerce yazabilirim. Ayrıca iletime eklemişim "ayrıca hiç olmasaydı bile yine de önemli değildi, çünkü bu bir inanç ve kültür" diye, yani sizin iletinizin sonundaki İslam ve Hristiyanıkla ilgili yazdığınızdaki gibi.

      Size cevabımda da belirttiğim gibi: "İslam ve Hristiyanlık açısından inananlarının birbirine olan genetik ya da kültürel mesafesi mühim değildir, zira bu dinler bütün insanlık için olma iddiasında olan ve dünyanın bütün kültürlerine adapte edilebilen dinler belirli temel inanç, pratik ve kurallarına sadık kalındığı müddetçe."

      Ayrıca ben sizin gibi akrabalığı dile endekslemiyorum, akrabalığı dile endekslemek 19. ve 20. yy'larda dünyaya yayılmış çok modern bir fikir. Akrabalık soy ve genetikle alakalıdır. Siz "İzlandalı ile Sri Lankalı hayli uzak da olsa akraba iki halktır zaten, Hint-Avrupa dilleri konuşurlar" derseniz ben de Anadolu Türklerinin Anadolu Rumu ve Ermenilere, Macarların Slovak ve Avusturyalılara, Bulgarların Romenlere ve Balkan Türklerine akrabalığını hatırlatırım genetik yakınlığa dayanarak.

      Yani eski Oğuz Tañrıcılığı tümüyle ölmüş değil, ağaca çaput bağlama geleneğinden, göz boncuğu takma'ya, kurşun döktürme geleneğinden, gidenin ardından su dökmeye dek adı konmadan yaşanan, hurafe denerek geçiştirilen, ancak gayet canlı olan Tañrıcı kültür ve gelenekler yaşamakta.

      Bu saydığınız geleneklerin ne kadar Tengriciliğe dayandığı tartışılır. Ama Tengriciliğe dayanıyor bile olsalar Tengriciliğin Oğuz varyantının hala yaşadığına delil olarak kullanılamazlar, ancak belli pratiklerinin hala yaşadığına delil olarak kullanılabilirler.

      Delete
  12. @Onur Dinçer

    Hinduizm pagan dini değil mi?! 1 milyar aderanı var.

    ReplyDelete
    Replies
    1. @Derdo

      Biz burada ölmüş pagan dinlerinden bahsediyoruz. Örneğin, Tengricilik hemen her yerde ölmüştür, Oğuz Tengriciliği öleli ise neredeyse bin yıl oluyor.

      Delete
    2. @ Onur Dinçer,
      Tengricilik ölmemiştir özellikle tengricilik ile şamanizmi ve mitleri birbirlerine karıştırmamanızı öneririm.
      Tengricilik oguzu yoktur mançusu yoktur
      Tengricilik vardır şamanizm vardır....
      Ve tekrar dan yükselişe geçen bir inaçtır kuteybenin katlederek dayattıgi ibrani dininden türkler çıkıyor kendilerini neyle yakın buluyor ateizm le mi hayır :) deizm ve deistik türü veya materyalist inançlarla kendini daha yakın buluyor .
      Israrla altını çiziyorum şamanizm ayrıdır tengricilik ayrıdır...
      Tengriciliğe göre tengrinin mesaj tabiat ile iletilir dili tabiattır kıblesi tabiattır mabedi tabiattır çağa göre güncellenir,yani bu inançlar silsilesinden en makulü tengriciliktir

      Delete
    3. @Bilgemis

      Tengricilik kutsal kabul edilen kitapları ve yazılı kuralları olmadığından onu takip eden halklara, coğrafyaya ve zamana göre tanrılar, kozmogoni, mitoloji, ibadet, eskatoloji gibi alanlarda çeşitli değişimler ve varyasyonlar göstermiştir, bin yıl öncesinin Oğuz Tengriciliği ile bugünün bazı doğu Türki ve Moğol halklarında hala görülen Tengricilik biçimleri farklıdır, hatta doğu Türki ve Moğol halklarında bugün görülen Tengricilik içinde de birlikten söz edemeyiz.

      Deizmi, salt doğa tapıcılığını ya da millet tapıcılığını Tengricilikle bir tutmanız tamamen sizin keyfi yorumunuz, böyle materyalistik inançları materyalist ve modern felsefelerle uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan Tengricilikle bir tutmanız Tengricilik hakkındaki cehaletinizi göstermekten başka bir işe yaramaz.

      Delete
    4. This comment has been removed by the author.

      Delete
    5. This comment has been removed by the author.

      Delete
    6. @𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰

      Ne demişim:

      "Ölmüş bir dini diriltmeye çalışmak din kavramının özüne aykırı. Bir din ölmüşse, o din ve o dinin temsil ettiği tanrı ya da tanrıların zaten bir geçerliliği yok demektir, geçerli olsalardı kendilerini bir şekilde muhafaza etmenin bir yolunu bulmaları beklenirdi zira. Ölen bir dini diriltmeye çalışmakla ölen bir dili, halkı ya da ülkeyi diriltmeye çalışmak arasında fark var bu bakımdan. Bir takım insanların ölen bir dini diriltmeye çalışması en azından diriltilmeye çalışılan dinin insan icadı olduğu ve dolayısıyla ilahi olmadığı argümanını daha da teyit etmiş olur sadece. Hiçbir din esas kaynağını insanlar olarak göstermez nitekim, zira böyle bir şey din kavramının doğasına aykırıdır."

      Siz ne cevap vermişsiniz buna:

      "Onur Bey yukarıda bir iletisinde "Ölmüş bir din, madem ki ölmüş artık işlevi kalmamış demektir. Ayrıca ölmüş bir dini diriltmek insan yapısı olduğunu kanıtlar" benzeri şeyler yazmış. Tüm dinler insan yapısıdır zaten, aksini düşünen usunu yitirmiştir. Din denen şey en başta kültürdür, yaşam biçimidir. Kimi dinler bir de politik kimlik kazanmıştır."

      Kusura bakmayın ama siz bu lafları eden biri olarak Tengrici filan değilsiniz, siz Tengriciliği Türkçülüğü için bir araç olarak kullanan bir ateist ya da deistsiniz.

      Delete