“İnançlar eşdeğer midir” konulu dünkü notumu[1] galiba millet yanlış anladı. İnanç deyince herkesin aklına din geliyor nedense.
İnanç demek bilgi demek aslında. “Grönland diye bir yer var” ya da “Merkez Bankası faizi artırmış, dolar düşer” ya da “meleklerin cinsiyeti olmaz” gibi. “Kesin doğru lan” diye düşünürsek adına bilgi diyoruz. Araya mesafe koyalım, doğru olabilir ama olmaya da bilir dersek adı inanç oluyor.
Şahsi deneyle doğrulanabilir/yanlışlanabilir olanları koyalım bir kenara (onlarda da ciddi teorik problemler vardır, ama geçelim). Diğerlerine dair yaygın bilgi teorisi iki çeşittir.
A. Muhafazakar teori: Otorite söylüyorsa doğrudur. Otorite derken mesela alimler, hocalar, profesörler, kutsal kitaplar, ecdat, ansiklopediler vs.
B. Sübjektivist (ya da Pseudo-liberal) teori: Herkesin doğrusu kendine. Ölü beyaz adamların dogmalarından kendini kurtar, kalbinin sesini dinle, Anadolu bilgeliği, Aborijinlerin kültürü vs.
Her iki teori de sakattır. İlki yeni bilgiye geçit vermez, Kristof Kolomb ve Galileo’ya toslar. Tüm muteber otoritelerin ittifakıyla dünya düz iken, aklı olan herkes bunu biliyorken, “yuvarlaktır” diyeni ne yapacaksın? Batı medeniyetinin topyekün inişe geçtiği bir çağda problem daha da ciddidir. Adam “senin otoriteni tanımıyorum” dediği anda verecek cevabın kalmaz. “Gavurun ilmi yalan, Küba’yı ecdadımız keşfetti, cami bile yaptı, bizden gizliyor şerefsizler.” Hadi bakalım, aksini ispatla!
İkinci teori de sakattır. Son elli yılın “liberal” eğitim deneyleri gösterdi ki bilgiyi tamamen relativize edersen geriye bilgi diye bir şey kalmaz. Bilimsel kuşkuculuk, açık fikirlilik vs. de kalmaz. Dalaktan gelen birtakım böğürtüler ve hırlamalar kalır. İnsanlar en ilkel içgüdülerine sığınırlar, “bizden olan doğrudur, bizden olmayanı kahredelim” hırsından başka tutunacak dal bulamazlar.
Bu ikilemin çözümü var mıdır bilmiyorum. Üç dört senedir ara ara yazılarımda değiniyorum, belki “medeniyet” kavramı bir çıkış yolu sunar mı diye soruyorum. Medeniyet demek müktesebat demektir. Yani birikmiş bilgiler, töreler, usuller, varsayımlar, deneyler yığını. Elbette yanlış olabilir. Feci surette yanlış da olabilir. Ve fakat, bir medeniyet platformunu var saymadan "bilgi"den söz edemezsin. Bilgi, bir medeniyetin kılcal kanallarında üreyen mantardır. Koparırsan kurur.
Yaygın liberal görüşün aksine, bana öyle geliyor ki medeniyetin azı ve çoğu olur. Kimi müktesebat diğerinden daha zengindir. Müktesebatı daha zengin olan medeniyet diğerinden daha çok medeniyettir.
Ölçüsü ne? Dün söylediğim şeyler: “... daha geniş, daha çokyönlü, daha kapsamlı bir akıl ve tecrübe süzgeci.... Daha geniş bir toplumsal danışma ağına hükmeden daha tecrübeli insanlar tarafından, daha etraflıca ve daha serbestçe tartışılmış, daha büyük cesaretle test edilmiş, en azından istatistiki bir tercih olarak daha doğru veya daha öngörülebilir sonuçlar verdikleri görülmüş” olmak.
Bu bir kriter midir? Ölçülebilir mi? “Papua Yenigine yerlileri Paris’in bulvar sosyetesine kırk basar” diyeni mat edecek kesin cevap var mıdır? Tartışırız.
Ama asıl bu tezin ima ettikleri bana ilginç geliyor. Diyor ki, bilgi, ancak bir medeniyetin çerçevesinde var olabilir. Bir medeniyetin müktesebatını, bilgi birikimini, usul ve erkanını, yüzyılların akıl ve tecrübe süzgecini, geçmiş bilgi işçilerinin emeğini... referans almayan bilgi bilgi değildir, boşa nefes tüketimidir. Adam “gavur yalancıdır” (yani: medeniyetinizi paylaşmıyorum) dediği anda, kırk yıl nefes tüketsen “ecdadınız Küba’ya cami yapmadı” tezini kanıtlayamazsın. Çünkü kanıt diye ileri süreceğin her cümle, bir medeniyetin tecrübelerine ve ortak değerlerine referanstır. “Hakikat” dediğin şey ancak bir medeniyetin sağladığı referans sistemi içinde var olabilir. Medeniyet yok, hakikat yok.
Bir adım daha atıp soralım: Medeniyetin dereceleri yoksa, yani bazı medeniyetlerin öbürlerinden daha medeni olduğunu gönül rahatlığıyla ileri süremiyorsan, hakikatten söz edebilir misin? Yoksa “bilgi” zannettiğin şeyler, kumdan kaleler gibi, düşündükçe elinden kayıp gider mi?
"Soru 7. Bütün inançlar birbiriyle eşit değerde midir?
Değildir. Bazı inançlar akıl ve tecrübeyle sınanmıştır. Daha doğrusu: Bazı inançlar diğerlerinden daha geniş, daha çokyönlü, daha kapsamlı bir akıl ve tecrübe süzgecinden geçirilmiştir. Daha geniş bir toplumsal danışma ağına hükmeden daha tecrübeli insanlar tarafından, daha etraflıca ve daha serbestçe tartışılmış, daha büyük cesaretle test edilmiş, en azından istatistiki bir tercih olarak daha doğru veya daha öngörülebilir sonuçlar verdikleri görülmüştür. Bunları diğerleriyle eşit değerde saymak ancak cahillikle –bazı inançları diğerlerinden daha değerli kılan akıl ve tecrübe altyapısından haberdar olmamakla– açıklanabilir."
Mükemmel bir yazı. Akılcılığı kutsamayalım amenna ama onu yok sayarak da iç güdülerin esiri oluyoruz. Üretemiyoruz biriktiremiyor en önemlisi anlamlandiramiyoruz. Hocam sosyalizmi de bu denklemin içine sokarak şöyle diyorum: Sovyetler kötüydü,sovyetlersiz dunya daha kötü.
ReplyDeleteYunanlilar,Romalilar,Avrupa emperyalizmi ve Abd icin ortak olan kendileri disindakileri barbar olarak gormeleridir. Adem ve Havva mitinden beri insanlik ayri dusmustur. Disi ve erkek oldugu gibi barbar ve medeni vardir. Hatta Avrupa orta cagi yasarken Osmanli icin bati barbar topraklariydi. Endulus Araplari medeni olmayi bir sure ele gecirmislerdir.
ReplyDeleteKisaca ozetlersek ilk gunahtan beri insanlik egosal bir bolunmeyle karsilasmistir. Birlik duygusu kaybolmustur. Birileri insanligin bilgi birikimini ele gecirip onu korurken digeri onu yozlastirip bilgi tekelini kendine gecirmeye calisir. Bu tekele sahip olan medeni digeri ise barbardir. Egosal butunluk icinse bilgi insanligin tumune aittir. Insanlik bunun icin savasarak gereksiz yere aci cekmektedir ve bu ilk gunahin cezasidir.
Ecdadidimiz kubayi kesfedip cami bile yapti diyen birinin belge ve kanit en azindan arkeolojik bir veri vermeden sundugu sey ne kadar tarihi bir bilgi olarak ele alinmalidir. Bunun sonu yoktur karsindakinin yanlislayamadigi veya yanlislayamacagi ne kadar sey varsa one surebilirsin. Bu artik bilim degildir. Ihtiyaca gore istege gore tarih ismarlama islemidir. Tipki istanbulun fethinin bir cagi acip bir cagi kapattigina inandirilan zavalli milyonlarca insana neyi nasil anlatabilirsin ki nereden baslican nereden sunacan. Allahtan reisin one surdugu iddiayi ciddiye alip kimse tarih kitaplarina daha basmadi. Basarlar mi bilemem bir ulke bircok hurafeyle tarih yazimini yillarca kaldirdi bunu da kaldirir. Ama kendini kandirir.
ReplyDeleteŞefim, "iyi tarih" denilen sahada belgesiz ve kanıtsız kabul gören o kadar çok önerme var ki aklın şaşar.
DeleteSence Muhammed diye biri yaşadı mı? Mekke diye bir kent var mıydı, varsa Kuran'da neden hiç anılmıyor? Sence Anadolu Selçukluları "Türk" müydü?
This comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
DeleteAnatolian Eagle
DeleteEpey yanılıyorsunuz.Türkiye ve Balkanlar'da Doğu Karadenizliler ve Gagavuzlar hariç her etnik Türk mongoloid otozomal DNA taşır ve Kuzey Kafkasyalılar hariç hiçbir Orta/Yakın doğulu ve Balkanlı mongoloid bileşen taşımaz.
Genetik ilgili forum ve bloglarda Türklerin Doğu Asyalı kökeni Dünyanın yuvarlak olması gibi sahici bir gerçek olarak görülür.
Buraya birkaç link bırakıyorum.
http://www.haplogruplar.com/1395-2/
https://turkishdna.blogspot.com/2018/09/eurogenes-k13-otozomal-il-ortalamalar.html?m=1
Muhammed ismi Kuran’da dört kere geçiyor, dördünde de Kuran’da “Allah resulü” diye zikredilen, Allah’ın vahyini insanlara aktarmakla görevli olduğu belirtilen ve çok büyük önem atfedilen belli bir kişiyi işaret ettiği anlaşılıyor. Kuran harici 7. asır kaynaklarına bakacak olursak, aynı Muhammed’in geçtiği elimize ulaşan en erken kaynak 636 yılına ait Yermuk Harbinden bahseden bir Süryani el yazması. Sebeos adlı Ermeni piskopos 661 yılı civarında yazdığı kroniğinde tüccarlığından tut İsmaililik ve İbrahim’in ilahından vahiy alma iddiasına ve bildiğimiz birçok İslami inanç, kural ve yasağa kadar detay veriyor İslam anlatısındaki birçok bilgiyi teyit eden bir şekilde. Bütün bunlar dikkate alındığında, tarihçiler Muhammed adında bir Arabın 7. asır başlarında yaşayıp yeni bir dini harekete öncülük ettiğinde birleşiyor. Benzer şekilde, İsa adında bir Yahudinin 1. asır başında yaşadığı ve yeni bir dini harekete öncülük ettiği konusunda da tarihçilerde devrin Hristiyan ve gayri-Hristiyan kaynakları ışığında fikir birliği var. Tartışılan biyografilerin ve dini hareketlerin detayları, yoksa öncü figürlerin yaşadığı konusunda şüphe yok ciddi tarihçiler arasında haklı olarak.
DeleteMekke kelimesi Kuran’da bir kere, onun varyant biçimi olduğu öne sürülen Bekke kelimesi de yine Kuran’da bir kere geçiyor. Mekke adında bir şehrin varlığı tartışılmıyor, tartışılan şehrin yeri, bugünkü Mekke’nin Kuran’da geçen Mekke olmadığını öne süren tarihçiler ve ciddi araştırmacılar var zira.
Elimizdeki kaynaklara göre, Selçuklu hanedanı babasının adı Tokak ya da Tukak olan Selçuk adında Oğuzların Kınık boyundan bir bey ya da sübaşıya dayanıyor. Oğuzlar, antik DNA testlerinin de işaret ettiği gibi, kabaca yarı Doğu Avrasyalı, yarı Batı Avrasyalı genetikte olan tipik bir ortaçağ Orta Asya Türki kavmiydi (dilleri de Türki bir dil zaten). Günümüzde Oğuz dilleri konuşan grupların hiçbiri bin yıl öncesinin Oğuz coğrafyasında (bugünkü Kazakistan’daki Aral stepi) yaşamıyor, hepsi Oğuzların son bin yılda ulaştığı coğrafyalarda yaşıyor ve hemen hepsinde Oğuz genetiği yerine gayri-Türki yerli kavimlerin genetiği ağır basıyor (örneğin, Anadolu’dakilerin özelinde Anadolu Rumu genetiği).
Bundan böyle otozomal DNA ve haplogrup içeren hiçbir yorum yayımlamayacağım. Lütfen haberiniz olsun.
DeleteSayın Nişanyan,madem öyle bir daha ırklardan,kimliklerden milletlerden vede tarihlerin'den bahsetmeyiniz lütfen, Çünkü y DNA ve mtDNA olmadan her şey yalandır ve hikayedir ve Genetiğe uygun olmayan hikayeler aklı başın da insanların hoşuna gitmiyor. Anlıyorum eski kuşak olmanız bilimsel gerçeklere karşı olmanız da etkili gibi !
DeleteEvet, bir tarihte de frenoloji için öyle diyorlardı. Modadır, geçer.
DeleteEvet, bir tarihte de frenoloji için öyle diyorlardı. Modadır, geçer.
DeleteKusura bakmayın ama gelişim hikayesi insanlık tarihinin en muazzam ve bir o kadar da en keyifli başarı hikayelerinden olan genetik bilimini bilim bile olmayan frenoloji ile kıyaslamanız sizin ne kadar zamanın gerisinde kaldığınızı gösterir sadece. Özellikle 2010 yılından bu yana olan gelişme baş döndürücüdür, arkeoloji ve tarihteki birçok ezber şimdiden yıkıldı. Ama mesela sizin birçok yazınızda işlediğiniz Anadolu’nun Türkleşmesinin mahiyeti konusunda sizin tahminlerinizin pek de uzağında sonuçlar çıkmadı, mevcut Anadoluluların soylarının büyük ekseriyetinin Türk göçü öncesi yerli bölge halklarına (Rumlar, Ermeniler vs.) dayandığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulanmış oldu.
Frenoloji tabii ki bilimdi, +loji bilim demek. Tarihin her çağında, bir müddet son derece ciddiye alınan sonra fos çıkan "bilimsel" disiplinler olmuştur.
DeleteYeterince bilgili değilim, doğru. Ama okuduğum kadarıyla edindiğim izlenim, sorgulanmamış varsayımlar ve döngüsel akıl yürütmeler üzerine inşa edilmiş, inanç ve heyecanlar üzerinden yürüyen bir düşünce akımını düşündürüyor. Umarım yanılıyorum.
Sayın Onur burada her daim tartıştığımız ve her daim haklı olduğumuz, Rum ve Ermeni Toplumlarının da neredeyse yarısı ve yarı fazlasının Evveliyatlarının Haylaşmak vede Helenleşmekten ibaret olmasından mütevellit,
DeleteKenxrios ve Samos kıyıların da yaşayan ve erken tuç çağı insanı olan Sayın Nişanyanın da hoşuna gitmeyen kısım da burada işte.!!!
Misal ben İslamiyetin yayılışının ve yayıldığı coğrafyaların Y-dna'larını takip ederek gördüm ve bundan dolayı şimdi daha iyi anlıyorum İslamın yayılmasını ve hatta Osmanlıyı vede Endülüsü, üstüne Viyana surlarını bile ...
Başka bir şey ise örneğin Y-dnalar ve Hint Avrupalılar, üstüne Natufianlar ve Semitikler,Okyanus ırkları Dravidler falan filan derken birden bire homo sapiens'e ve diğer türlere kadar gittiğimizde bu sefer de saydığımız şeyler manasız kalıyor bir yerde. Yani bu işin bir sınırı var elbette örneğin ben İlber Ortaylı tarzı gibi bir dedikodu saray tarihçiliğini sevmem.
Arkeolojisiz, Antropolojisiz, Matematiksiz, Kimyasız, Fenni olmayan Biyolojisiz vede Coğrafyasız bir geçmiş ve İnsan ve Tarih anlatısı boştur ve bir şeye yaramaz, Lafonten den masallar der geçeriz.
@Sevan Nişanyan
DeleteGenetik konusunda pek bir bilgim olmasa ve sizin blogdakiler dahil özellikle Türkçe yorumlar yapılan bazı sitelerde cahil kişiler tarafından genetikle alakalı konularda sarf edilen saçma sapan yorumları okusam inanın bende de genetik bilimi konusunda olumsuz fikirler uyanırdı. Neyse ki 2009 yılından beri özellikle insan genetiği alanındaki gelişmeleri yakından takip ediyorum ve konu hakkında sapla samanı kolayca ayırt edebilecek derecede bilgiliyim. Sizin gibi konu hakkında yeterince bilgisi olmayanlar için 2010 yılından bu yana çok büyük ilerleme kat etmiş olan insan antik DNA’sı alanındaki incelemelerin sonuçlarını özetleyen şu kitabı tavsiye ederim:
https://www.amazon.com/Who-Are-How-Got-Here/dp/110187032X
Elbette insan antik DNA çalışmaları devam etmekte ve ilerleyen yıllarda test edilmiş insan antik DNA’larının sayısı katlanarak artacağından geçmiş devirlerin genetiğine dair bilgimizdeki boşluklar gitgide kapanacak ve insan popülasyonlarının ve genel olarak insanlığın geçmişine dair daha net bir tablo oluşacak.
Frenolojinin geçmişte bilim olarak görüldüğünü biliyorum elbette, ben günümüzdeki statüsü için konuşmuştum.
Selam olsun O kafalara
DeleteMenata,Sevana, Lata...
Cehalet ne güzel şey !!!
Evrim Yok ki zaten ! DNA kod dizilimi vede izleri sahte zaten !
@15 Haziran 2019’da 21:58’de yazan adsız ya da anonymous
DeleteSevan Bey’in Haylaşmakla problemi olacağını sanmıyorum, tam tersine, soyunun kendi coğrafyasının kadim yerli halklarına dayanması hoşuna gidecektir, onu Türkçülerle karıştırmayın.
Dünyadaki Müslümanların (genel manada) kendileri için yarattıkları bir hakikat var ve bu neden 21. yyda bu halde olduklarını izah ediyor galiba. Ben Quora sitesinden bir Pakistanlının verdiği cevabı paylaşıyorum:
ReplyDelete< Why do Muslim countries appear to do so poorly? Why are Muslim countries so often in turmoil? >
Answer
Zaheer Ahmad, English Editor (2008-present)
I reckon this is primarily due to overindulgence in their religion without knowing much about it. There's a pseudo concept emanating from the accounts of people who lived close to the Messenger as his disciples, wore squalid rags, ate days old stale bread and slept rough on hard floor... et cetera. Hence, by spurning materialistic elegance and emulating all this ascetic sordidness in life, one would find himself acceptable to God. A jejune piety is thus promoted.
This is a total misconception as not all people who lived during that era were mired in dire indigence as the Arab society especially in Mecca was fairly prosperous and ran huge caravans conducting brisk trade with the neighbouring countries. Then there is the most jarring presumptive belief that since the life on this earth is totally worthless compared to the life in the other world(viz. afterlife), you mortals better don't aspire. If you persevere more and earn more and lead a decently luxurious existence, you're looked down upon easily. So, this warped mentality renders one lethargic, drops his output and overall utility to the general society. These are the major obstacles that militate against Muslim societies. It virtually discourages them maintaining a lavish, yet neat and proper life.
As for their societies languishing in constant turmoil, is again due to over indulgence in their religion. Believe me every other individual in Islam is a learned scholar in scriptures and knows something about the journey to Jannah in his own way but the majority of them are misguiding one another. Secondly, Muslim societies are not at peace with themselves with regard to their fate after death. Even the best of best Muslim is not sure whether he is qualified to enter the gates of heaven and will be delivered from the raging flames of Hell. Because whatever they do, it is entirely left to the whims of God to let someone into Janna or toss him into burning Hell. This vague uncertainty about God’s disposition towards them keeps them perpetually on tenterhook. Had there been a robust parameter with which one can gauge his deeds and feel confident to enter the paradise, I am sure most Muslim societies would be at peace with themselves and at peace with the neighbouring societies. It's also because of their extreme intolerance towards everything that is not Islam(ic), is detrimental to their own survival.
'olmaya da bilir' derken -de eki bitişik mi yazılmalı, ayrı mı yazılmalı, üzerinde anlaşılmış bir kuralı var mı acaba? -de ekinin buradaki kullanımı normalde ayrı yazılmalı, ama bu özel örnekte kelime daha sonra da ek almış, dolayısıyla ayrı yazmak kelimeyi ikiye bölmek anlamına geliyor: 'olmayabilir' bitişik iken 'olmaya da bilir' deyince -bilir kısmını da durduk yerde ayırmak zorunda kalıyoruz.
ReplyDeleteÖnceki gün bu konuda birileriyle konuştuk, kasten kullandım. Yeterlik yardımcı fiilinin dA edatından sonraya aktarılması Türkçede yeni bir trend. "Yanlıştır" demek için bir sebep göremiyorum. Ama dA edatı ayrı yazılır kuralını altüst ettiği kesin.
Delete"Olmaya da bilir" şeklinde bir yazım Türkçe yazım kurallarına uygun değil. Günlük konuşma dilinde bu çarpık haliyle kullanılabilse de yazım dilinde kullanılabilir değil. Ayrıca, "olmayabilir de" şeklinde yazım kurallarını alt üst etmeyen bir kullanım söz konusu iken çarpık bir şekilde "olmaya da bilir" yazmanın(!) anlamı var mı?
DeleteSaygılarımla
İlker Polat
Her iki teori de sakattır. İlki yeni bilgiye geçit vermez, Kristof Kolomb ve Galileo’ya toslar. Tüm muteber otoritelerin ittifakıyla dünya düz iken, aklı olan herkes bunu biliyorken, “yuvarlaktır” diyeni ne yapacaksın?
ReplyDeleteBunu okuyan Galieo ve Kolomb dönemlerinde dünyanın genel olarak düz kabul edildiği sanabilir. Bilmeyenler için izah edeyim. Hristiyan ve Müslüman dünyasında Galileo ve Kolomb’dan çok asırlar öncesinden beri dünyanın yuvarlak olduğu en azından eğitimliler ve dini otoriteler arasında genel kabul görüyordu. Genel kabul görmeyen dünyanın güneş etrafında döndüğüydü, zira Hristiyan ve Müslüman dünyasında genel kabul gören evren modeli Aristo ve Ptolemi’nin dünyanın evrenin merkezinde duran hareketsiz bir küre olduğunu ve güneş dahil diğer gök çizimlerinin dünyanın etrafında döndüğünü kabul eden evren modeliydi, yani bu evren modelinde de dünya yuvarlaktı ama dünyanın güneş etrafında döndüğü fikri yerine güneşin ve diğer gök cisimlerinin dünya etrafında döndüğü fikrine dayanıyordu. Galileo’yu papa ile karşı karşıya getiren dünyanın güneş etrafında döndüğünü ve evrenin merkezinde olmadığını kabul etmesi yani, yoksa papa dahil bütün ilgili dini otoriteler dünyanın yuvarlak olduğunu asırlardan beri kabul ediyordu zaten.
Aynen sizin gibi düşünüyorum. Bir ek yapmak gerekirse anadoluda çekik gözlü orta asya tiplerine rastlanmasinin arkasında ilhanlılar güç kaybederken bu coğrafyada kalan etnik moğollar olabilir. Eretna beyligininde moğol olduğu gibi güçlü bir iddia mevcut.kara tatar tatar mevzularında çabası.
ReplyDeleteİddiayla tarih olmaz. Eretna tam olarak Moğol değil(idari sınıfı ağırlıklı olarak Türkî olsa da Oğuzlardan değiller). Ayrıca Moğol İlhanlıların vasalı bir beylik(gerçi sonra Celayirlilere kafa tutuyor).
DeleteKara Tatarlar, evet Moğolların Anadolu'daki bakıyeleri. Fakat Timur Anadolu'yu istila ettiğinde, Kara Tatarları da beraberinde Anadolu'dan Orta Asya'ya götürüyor.
Arkadaş bıktım bu dincilerin kırılganlıklarından yahu. Herifler yok 'inanç özgürlüğüydü', olmadı 'dinlere saygıydı', tutmadı 'insan haklarıydı', yemediler 'düşünce özgürlüğüydü' diye ağlayıp sızlayıp dünyanın her yerinde kendi düşüncelerine saygı bekliyorlar/göstertiyorlar, fakat kendi hükmettikleri yerlerde ise kendi düşüncelerinin bir milim dışına çıkan herkese yaşama hakkı bile vermiyorlar!
ReplyDeleteDinlere, inananlara, Allah’lara, inançlara, peygamberlere, dergahlara, mezarlara, putlara, kiliselere, camilere saygı duy-mu-yo-rum!
Duymayacağım da, çünkü birilerinin Tanrı'sının kendi oğlunu gökyüzüne çektiğine, birilerinin peygamberinin denizleri yardığına, birilerinin peygamberinin 9 yaşındaki kızla evlenmesinin caiz olduğunu söylemesine, birilerinin ana Tanrıçasının irin akan Ganges nehrine hayat suyudur demesine, birilerinin Tanrı’sının oturan şişko ve göbekli bir adamı hayatta ulaşılabilecek en ulvi makam olarak göstermesine ve bunun gibi binlerce başka saçmalamalara saygı duymak mecburiyetinde değilim. Doğal olarak başkalarının bu deli saçması zırvalarına tahammül etmek zorundayım, o kadar!
Mudejar'ın ne olduğunu bilmeden yazıyorsunuz hepiniz. Latin amerikada morisko gerçeği vardır . hatta bu konuda makaleler var.
ReplyDeletehttps://www.cultura.gob.mx/turismocultural/destino_mes/andalusi/ruta1.html
20.yy başına kadar İspanya da bile gizli camiler vardı.Bunları en basit internet araştırmasıyla bile öğrenebilirsiniz.
Bu arada ecdad kavramı ,islami bir bakışta mantıklıdır. Morisko , müslüman kardeştir.
Hele ilk işgal edilen , Hispaniola ve Küba moriskoların ilk yerleştikleri yerlerdir. Bu konuda bilgi eksikliği görüyorum . Latin amerika tarihi klişe ve beyaz dizi gözüyle anlaşılmaz. Marrano , İspanya ve Portekiz'de yaşayan gizli yahudilere verilen isimdir. Neden gizli olduğunu merak eden Engizisyon üzerine akademik kaynakları biraz karıştırsın.En son meydanda adam yakma 1820 lerde meksişka da oldu. Sebeplerini araştırın.
ReplyDeleteSizi takip etmeyi seven ve görüşlerinizin birçoğu ile hemfikir olan biri olarak demeliyim ki bu yazınızdaki argümanlarınızın birçoğu saçmadır. Şahsi deneyle doğrulanabilir/yanlışlanabilir olanları bir kenara koyalım demişsiniz. Bu konuda bilgi teorisinin veya epistemolojonin tavrı nettir ya da ben henüz farklısını söyleyenle karşılaşmadım: deneyle yanlışlanabilir yada doğrulanabilir olmayan bir şey bilgi değildir zaten. Burada tabi bir akımın etkisinde bunları söylüyorum. 19 yy. Sonu 20. yy. Tamamı boyunca üç aşağı beş yukarı bilim felsefesi veya bilimden bahseden her aklı başından insanın hemfikir olduğu logico-empirisist yaklaşıma göre gözlemle yanlışlanamayan yada doğrulanamayan bir şey zaten ne mantıksaldır need empirisistir. Ne muhafazakar bilgi teorisi vardır ne de sizin bahsettiğiniz mânada tamamıyla sübjektivist bir bilgi felsefesi. Bu açıdan “ecdadımız Küba’ya cami yaptı” önermesi zaten ne doğrudur ne yanlıştır, Wittgenstein’ın adlandırdığı üzere “zırva”dır (non-sense). Bazı önermeler bu anlamda bilimin konusu değildir, dolayısıyla bilgi içeren cümleler değildir. “Fenerbahçe muhteşem bir takımdır.” Dediğiniz zaman bilgi ile alakasız bir cümle kurarsınız keza sizin örnek verdiğiniz diğer cümlelerde olduğu gibi: “Meleklerin cinsiyeti olmaz.” Bilgi sorusu yada epistemoloji sizin bahsettiğiniz A veya B bakış açılarını çoktan aştı. Ama siz derseniz ki ben bu teorileri ciddiye almıyorum, benim için halkın ne düşündüğü önemlidir, o zaman bilgi teorisinin alanında değiliz.
ReplyDelete"... bilgi teorisinin veya epistemolojonin tavrı nettir ya da ben henüz farklısını söyleyenle karşılaşmadım: deneyle yanlışlanabilir yada doğrulanabilir olmayan bir şey bilgi değildir zaten."
DeleteŞAHSİ deneyden söz ediyoruz. Siz Grönland'ın varlığını şahsi deneyle doğrulama imkanı buldunuz mu? [İKİNCİ kademe problem: Eğer şahsen Grönland'a gittiyseniz, oranın Grönland olduğundan nasıl emin oldunuz?]
Şahsen gitmediyseniz kime inanacağınıza nasıl karar verdiniz?
Cennet, cehennem ve allahın varlığını ileri süren pek çok kişi var. Grönland'ın varlığına inanıp onların dediklerine inanmamanızın sebebi nedir?
"gözlemle yanlışlanamayan yada doğrulanamayan bir şey zaten ne mantıksaldır need empirisistir" iddiasının ne kadar saçma olduğunun farkında mısınız?
Sizce Jül Sezar var mıdır? Hangi gözlemle doğruladınız? Remus ve Romulus var mıdır? Hangi gözlemle yanlışladınız?
Burada kategorik bir yanlış anlama olduğunu düşünüyorum. Grönland'ın varlığı için şahsi gözlemime ihtiyacım bulunmuyor. Burada bir grup bilim insanı, kaşif yada herhangibir sıfata sahip olmasa da bu konuda çalışmış, buralara gidip gelmiş, üzerinde yayınlar yapıp bu yayınları eleştirel kurumlara ve kuruluşlara sunmuş, dolayısıyla bilimsel metodu yerine getirmiş insanların sözlerine inanırım. Daha doğrusu burada inanç kelimesinin kullanılmasını sakıncalı buluyorum keza ancak metafizik olana inanılabilir. Grönland'ın varlığını bu konuda uğraşırsam kendim de gözlemleyebilirim yada yanlışlayabilirim ama bu illâ ki gözlemi bizzat yapmam gerektiği anlamına gelmez. Peki ya bilimsel kurumlar kuruluşlar sakatsa ne yapacaksın derseniz, o kurumlar için yeterince bilimsel değildirler, dolayısıyla kaynak olarak kabul etmem derim. Ötekisi sizin de önerdiğiniz gibi yıkıcı kuşkuculuktur. Gazali felsefesidir. Oradan çıkmaz sokağa gireriz.
DeleteCennet, cehennem veya Allah hakkında gözlemlenebilir önerme yapılamaz. Dolayısıyla Grönland ile kategorik olarak farklıdır. Metafiziktir.
Son olarak biraz içkili yazmıştım bu yorumumu, evet haklısınız "gözlemle yanlışlanamayan yada doğrulanamayan bir şey zaten ne mantıksaldır ne de empirisistir" biraz totolojik olmuş. Ama Jül Sezar'ın varlığı tarihseldir, tarihsel olan diğer her şey gibi deneyle tekrarlanamaz dolayısıyla bilimsel değildir. Bilgi içerir ama bilimsel bilgi değildir ve kategorik olarak gene farklı bir önermedir.
Sonuç olarak Grönland, Allah ve Jül Sezar'ın varlığı konuları kategorik olarak üç farklı şeydir. Aynı sepette tartılamaz.
Feci derecede dogmatik, dini metafizikçilerden farkınızı göremedim.
Delete"Meleklerin varlığı için şahsi gözlemime ihtiyacım bulunmuyor. Burada bir grup din adamı, hoca yada herhangibir sıfata sahip olmasa da bu konuda çalışmış, meleklere tanık olmuş, üzerinde yayınlar yapıp bu yayınları muteber fetva kurumlarına ve kuruluşlara sunmuş, dolayısıyla dini hakikatinden şüphe edilemeyecek insanların sözlerine inanırım."
Bu mecradan fikirlerimi yeterince iyi açıklayamamış olabilirim ve bir yorum daha yazarak tartışmayı polemikleştirmek istemem ama son bir noktaya değinmek isterim. Bir noktada hemfikir olduğumuza inanıyorum; meleklerin varlığı gibi metafizik önermelerde sizin bahsettiğiniz dogmatiklik/sübjektiflik ikileminde kalıyoruz keza doğruluklarını test edemiyoruz. Öte yandan Grönland’ın varlığı gibi bazı önermelerin kategorik olarak bilimsel önerme olduğunu düşünüyorum ve onlar hakkında tartışırken otoriteye dayalı dogmatiklik veya tam relativizm ikili sisteminde olmadığımızı düşünüyorum. Bilimsel bilginin tartışıldığı alanlarda da otorite kavramının sizin bahsettiğiniz ölçüde var olmadığı kanaatindeyim. Bu bakışımı naif bulabilirsiniz ama bugün bilim camiasında tam rekabetçiliğe yakın bir yapı söz konusudur ve kimse ‘hakikatinden şüphe edilemez’ bir yayın yaptığını iddia dahi etmez. Aksine, bilimsel metot birbirini yanlışlamayı motive ettiği için Popper’in terimiyle kritik bir rasyonellik barındırır. Metafizikte bu durum böyle değildir. Bilimsellik ile metafizik arasındaki ayraç nedir derseniz, bunun cevapları çok daha uzun bir tartışma gerektirir ki çok isterdim böyle bir fırsatım olsun sizinle bu konuları konuşmak için.
Delete