Saturday, June 19, 2021

İslami hippilere dair

Melamilik yahut ehl-i Melamet, tarikat değil, çeşitli tarikatleri az ya da çok etkilemiş bir akım, şaşılacak kadar anarşist bir bakış açısı. 10. yy’da İran’ın doğusunda zuhur etmiş, sonraki iki yüzyılda başta Kalenderilik, Cevlakilik, Haydarilik, Abdalan-ı Rum, Şemsilik, Bektaşilik gibi ekollere çeşitli oranlarda damgasını vurmuş. Anadolu ve Rumeli’de bir yerde Üryan Baba yahut Falanca Abdal, Şemsi Dede veya Kaba Haydar diye yer duyarsanız bilin ki Melamet ehli size göz kırpıyor.

Melamî, lwm kökünden, “kınanan, ayıplanmayı hak eden” demek. Kınanacak bir yaşam sür demişler, namus ehli tarafından ayıplan, ki nefsini – yani egoyu – yenmenin yegane yolu budur. Kendini aşağılattır, rezil ve rüsvay ol, ahali önüne anadan doğma çıplak çık. Erdemli olacaksan erdeminden hiç kimsenin haberi olmasın. Zira öbür türlüsü riyadır. Göstermeliktir. Erdemi göstermelik olanın erdemi erdem değil erdemsizliktir.

Çılgın bir bakış açısıdır. Her ahlak teorisinin temelindeki ölümcül çelişkiye işaret ettiği için değerli. Ahlakı şiar edinmiş olan herkesin – istisnasız herkesin – ana güdüsü, başkalarının ahlakının noksanlığına işaret edip üstünlük taslamak değil midir?

He canım, tabii, erdemsizlik benim erdemimdir diyen de bir üst levılda aynı şeyi yapıyor, bu tuzaktan kaçış yok.

*

Şimdiki İslamcı literatüre girip bakarsanız gülsuyu kokulu bir sürü yavanlık bulursunuz, hiçbir şey anlamazsınız: “Onlar Allah’ı severler ... Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar ...  cihad kelimesi ‘nefisle mücadele’ mânasında ele alındığında, melâmet teriminin Allah tarafından sevilmek, Allah’ı sevmek, O’nun yolunda nefs ile mücahede etmek ve bu mücahede sırasında kendisini kınayanların kınamasından korkmamak şeklinde belirlenmiş olup ... Cenâb-ı Hak o kişileri başkalarını mülâhaza etmekten koruduğu gibi kendilerindeki güzellikleri görüp kibirlenme ve kendini beğenme âfetinden de korumuştur ... Rubûbiyet kalplerini istilâ ettiğinden dolayı riyâsete karşı bir istek duymazlar ... bâtınlarındaki hali asla zâhirlerinde izhar etmediklerini, bu sebeple hallerine hiç kimsenin vâkıf olamayacağını...”

Tarihin en radikal ahlak öğretilerinden birini kuştüyü yastıkla boğmak diyelim, geçelim. Sekülerci literatüre zaten hiç bakmayın, onlar büsbütün cahil.

*

Cidden çarpıcı fakat nispeten kolay bir kaynak istiyorsanız mesela Vahdetî adlı edibin M 1523 tarihli Hâce-i Cihan ve Netice-i Can adlı eserine bakın derim (Akçağ Yay., Ankara 2015). O çağda yaygın olan derviş tarikatlerinin hepsine karşı dehşetli bir polemiktir. Melamilikten ismen söz etmez, ama Kalenderilerin, Haydarilerin, Rum Abdallarının, Bektaşilerin öğretilerindeki melametçi unsurları acımasız bir öfkeyle yerin dibine batırır. Tarz olarak skolastik diyalektiğin nadide bir örneğidir. Önce her tarikatin sözcüsünü konuşturur; coşku ve belagatle konuşturur, okuru neredeyse ikna edilecek kıvama getirir; sonra karşı konulamayacak argümanlarla her birini çökertir. Yarı şiir yarı nesirdir. Bildiğiniz muhafazakar İslam propagandasıdır, şüphe yok; lakin dilinin zarafetine, mantığının berraklığına, detaylarının inceliğine bakınca, Osmanlı’nın parlak çağına oranla yaşadığımız son iki yüz yılın nasıl bir kültür çölü olduğunu insana – bir kez daha – hatırlatır.


Kalenderler bölümünden uzunca örnek vereyim. Öykünün bir yerinde Kalenderiler güruhu hangâha varır, Hace-i Cihan onları misafir eder:

Ķalenderler gürūhı acīb ü ġarīb vücūh-ı hezār sütūhla ḫayl ü haşemle ve tabl ü ˁalemle aheng-i naġamātla ve gülbāng-ı salāvātla Ḫāce-i Cihānuñ ḫān-ķāhına müteveccih oldılar. Çün Ḫāce-i Cihān ol ḫulāsa-ı devrān bu cumhūr-ı pür-sürūrı gördi, tırāşīde ķaş ve saķal ve bıyıķ saçlar ve başlarında yünden örilmiş bir ḫoros ibigi tāclar ve arķalarında siyāh peşmīne şallar cümlesi pā-bürehne ve mesrūru’l-bāllar bu eşkāl-i ˁacībe ve bu efˁāl-i ġarībe tabˁına ḫoş gelmedi, ammā neylesün sāhib-i zāviyedür, çār-nā-çār hemān yerinden turdı, karşu vardı, öñlerine düşüb ḫān-ķāha getürdi. Meskenetler idüb meskenlerin gösterüb buyuruñ miskīnler dedi. Anlar daḫı meskenlerine geçüb sākin oldılar.

Kalenderlerin başı Rüstem-i Hemedani uzun bir mesnevi ile öğretilerini açıklar:

Vefā ˁāleminde ķalenderlerüz / Cefā āteşinde semenderlerüz

Bize āteş-i cevr kār eylemez / Ġam-ı fāķa bizde ķarār eylemez

Belāda çü Eyyūb-ı sābirlerüz / Bu nefs-i hevā-cūya cābirlerüz

Fenā meclisinde beķā bulmışuz / Beķā sohbetinde safā bulmışuz

...

Bizüm arķamuzda bu eski palās / Yek andan kim ola üzerin libās

Bize birdürür seng ü sīm ü güher / Görür bunları böyle sāhib-nazar

Zer ü sīm içün hīç yoķ ġussamuz / Kim irer bize dem-be-dem ḫissemüz

Cihān ḫayr u şerrinden āsūdeyüz / Ķoyub ġayrı tutduķ o maˁbūda yüz

Yolumuzda yoķdur ġam-ı nān u neng / Cihān ḫalķıyıla ne sulh u ne ceng

Behiştile dūzaḫdan āzādeyüz / Yire yüz sürüb dāim üftādeyüz

Ki var cürmümüz üzre iķrārumuz / ˁİbādātumuz üzre inkārumuz

...

Bize rızķ içün pes ne ġussa ne ġam / Virür Haķ bize rızķımuz dem-be-dem

Bu dār-ı fenāda tutanlar mekān / O maˁnīde olar çü tıfl-ı mekān

Fenā ˁāleminde mekān mı olur / Cihān u ten ü cān beķā mı bulur

...

Bize mescīd ü ḫān-ķāh u künişt / Ķamu birdürür dūzaḫ ile behişt

Ki biz virmezüz dīni dünyāyiçün / Hem eylemezüz tāˁat uḫrāyiçün

Hace-i Cihanın on iki sayfalık cevabı, hedonizmin ve toplumsal ahlaka duyarsızlığın varacağı mantıki sonuçlar üzerinde durur.

Aydursın ki cevr ü cefā nārı bize kār itmez ve faķr u fāķa ġamınuñ bārı bizde ķarār eylemez ve Eyyūb peyġamber gibi belāya sabr idici ve nefs-i deġāya cebr idiciyüz dirsin, ġalat idersin ve saķat söylersin, zīrā nār-ı cefā vü cevri ve ġam-ı bār-ı fāķa vü faķrı şol kişi çeker ki bir künc-i ferāġat iḫtiyār idüb kendü kārına mülāzemet eyleye ki Habībullāh mertebesine yol ve Eyyūb peyġamber ˁaleyhis-selām gibi belāya sabr u nefs-i deġāya cebr bir kimesne ider ki bir savmeˁa içine girüb maˁbūda ˁibādet eyler, bīhūde söylemeyüb zikrullāhda müdāvemet gösterüb sākin ola tā kim nefsüñ şerrinden emīn ola. Zīrā ki bu nefs bir aç kelb gibidür, gezmekle şikārın alur, helāl ve harām gözlemeyüb yelmekle kārın görür. Nitekim dimişlerdür toķ yatır ķurtdan aç yeler it yegdür, ol cihetden ki yelerüñ her maķāma kim yelerek gider dürlü taˁāma irer. Andan müstevfā burnun baturub, ķarnın ehillerin ve ˁayāllerin beslemeyüb iş güc gelüb işden ķaçub, ışıķ olub, anları zilletde ķoyub giden bī-hamiyyet ve ˁārlar ve bir gürūh-ı kerīhü’l-vücūh vālideynin āzād itmiş ve ehl-i şeķāvet olub bāzār-ı fısķ u fücūrda fesādı sanāˁat idinüb karār itmege yüzleri olmayub diyārlarından gitmiş hān-horlar toyurur safā kesb idüb her kişinüñ dāyiresin öydürür, urub ısırub diş ķoyurur, ḫalķı talamaġa başlar, giderek ķudurur, āḫir biri urur öldürür, imdi nefs kelbin toyurıcaķ ıssına bu mertebeyi buldurur. Nefs itine eşedd-i ˁazāb ve asˁab-ı ˁiķāb oldur ki bir ḫālī kūşede zencīr-i perhīz ile baġlayasın, bīnān ü bī-āb ķoyub nār-ı ķahrla cigerin daġlayasın, bī-ḫord ve bī-ḫāb zebūn ola bī-tāķat u tāb ser-nigūn ķala.

Nefs kelbin iy bürāder itmek isterseñ zebūn / Gezmesün çek bend-i cuˁa ķoy ˁataş zindānına

Tā ķalub bī-ḫord u ḫāb ola żaˁīf ü bī-mecāl / Ürmeye ısırmaya ķıymaya kimse cānına

İy pīr-i bī-nūr u iy esīr-i bī-basar, bu cumhūr-ı meķhūr ehillerin ve ˁayāllerin beslemeyüb, iş güc gelüb işden ķaçub, ışıķ olub anları zilletde ķoyub giden bī-hamiyyet ve ˁārlar, ve bu gürūh-ı kerīhü’l-vücūh vālideynin āzād itmiş ve ehl-i şeķāvet olub bāzār-ı fısķ u fücūrda fesādı sanāˁat idinüb, karār itmege yüzleri olmayub, diyārlarından gitmiş ḫān-ḫārlar olub, sen daḫı anlardan beter bu gürūh-ı ehl-i şeķāveti ve bu cumhūr-ı ehl-i şenāˁati cemˁ idüb, kendüñe yoldaş idinüb, anlara sen baş olub, özüñ gibi ķaşlarını ve saķallarını yüzleri sahīfesinden tırāş idüb, rūy-ı insān māh-ı ilāhdur māh yüzinde ebr-i siyāh gerekmez olursa gözlere nūr ve göñüllere sürūr virmez diyüb fetvā virürsin, ve tabl u ˁalem ile ve ḫayl u ḫaşem ile bunları uydurub daḫı varduġuñ yerlerde niçe sādedillerüñ ˁömürleri ḫırmenin bāda virüb, lāf-ı dürūġ ile ve güzāf-ı bī-fürūġ ile iblīs-i pür-telbīs gibi idlāl idüb perīşān-hāl eylersin...

Ay bu Arapça deyip bırakmayın, birkaç kez okuyunca çoğunu anlarsınız. Pâ-bürehne “yalınayak”, semender ateş içinde yaşayan bir mitolojik hayvan, yani salamander. Cevr “işkence”, behişt ile dûzah “cennet ile cehennem”, künişt “kilise veya havra”, nan u neng “ekmek ve tuz”, palas “paçavra”, bī-basar “gözü görmez”, ışık “derviş”, ebr “kaş”, düruğ “yalan”.

6 comments:

  1. Melamiler iradelerini yok saymaya çalışırlar.Örneğin İslami hippi yazmışsınız ya İslami tamlamasını kabul etmezler.Esas olan , sizden gelen mesaj hippi olmaktır tabiki bu değerlendirme anlıktır ve sizin başlıkta kullandığınız kelimeler kapsamındadır başka bir başlıkta uygun düşerse İslami kelimesini de kabul edebilirler. Sarık takmazlar manen de İslami hippi tamlamasının sarığı İslami kelimesidir. Kişinin iradesi Allah'ın olana kadar mücadele devam eder.

    ReplyDelete
  2. Nesimi'nin de "ben melamet hırkasını kendim giydim" sözleri ile başlayan bir eseri vardır.

    ReplyDelete
  3. "Şimdiki İslamcı literatüre girip bakarsanız gülsuyu kokulu bir sürü yavanlık bulursunuz, hiçbir şey anlamazsınız"

    Puhahaha çok iyi

    ReplyDelete
  4. Üretiyor, katkı veriyorsunuz üstat.Tesekkurler.

    ReplyDelete
  5. Zamanında şöyle birşeyler öğrenmiştim:

     İslamda hiç kimse levmedilmez, enaniyetin kırılması için insanın kendini, kendi nefsini levmetmesi lazımdır. İslamda levmi levvam vardır. Yani sadece başkasını levmeden levmedilir.

    Kebair-i evliyaullahtan melamî meşrebli Bayezid-i Bestamî hazretleri, birgün kendisini (yüzbeyüz) tanımayan bir güruha rast gelir ve onlarla konuşmaya başlar. Laf döner dolanır Bayezid-i Bistamî hazretlerine gelir. Karşısındakilerin kendisini tanımadığını farkında olan Bayezid-i Bestamî, "-yahu şu Bayezid-i Bestamî ne bozuk herif, pisliğin teki!" diyerek kendisini zemmetmeye başlar. Karşısındakiler ise bu sözlere öfkelenerek, "-Be hey kendini bilmez adam, Bayezid-i Bistamî hazretleri hakkında böyle konuşamazsın, laflarını derhal geri al!"  diyerek ona çıkışırlar. Fakat Bayezid-i Bestamî hazretleri geri adım atmayarak daha da ileri gidince, karşındaki güruh tarafından ağır darp edilir(dayak yer).

    Ağzı yüzü kan içinde kalan Bayezid-i Bistamî hazretleri, kendine gelince Cenab-ı Hakk'a şükürlerde bulunur, hamdü senalar eder.

    ReplyDelete