Solda Kalavun ve Berkok türbeleri, sağda geç devir Osmanlı sebili |
Han el-Halili Kahire’nin tarihi çarşısı. Tüm Yakındoğu çarşıları gibi güzel, renkli, labirentvari. Bir Halep çarşısı (iç savaştan önceki) ile kıyaslanmaz gerçi, hatta Urfa’nın yanında sönük kalır. Pırıltısına aldanıyorsun önce; yakından bakınca satın almaya değer tek bir ürün yok. Her şey ucuz, kaba saba, cahilce: aptal saydıkları Batılı turisti kandırır diye umdukları çer çöp.
Arada her iki kapıdan biri başka bir dünyanın enkazına açılan kapı. Fantastik derecede süslü Memluk türbeleri. Bir zamanlar Oxford’un kolejlerine emsal olmuş, şimdi yıkıntıları arasında sokak köpeklerinin eşindiği medrese avluları. Vaktiyle “yaşanırsa ancak böyle yaşanır” dedirttiği belli zengin konaklarının çürümüş, kokuşmuş leşleri. Özellikle Sultan Kalavun’un (hd. 1279-1290) türbesinde ağzımız açık kaldı. Olağanüstü bir sanatkârlık, cüretkâr, coşkulu, kendinden emin. Süsleme zenginliği İtalya’nın en baba barokuyla yarışır. Üstelik daha sakin, daha vakur.
Kapısında bir kişinin işini
beş kişi yapmaya çalışan emniyet görevlileri, kimi terlikli, kimi Amerikan parkalı,
bilet istiyor mu istemiyor mu, sohbetini mi sürdürüyor belli değil. Etrafta “gezdireyim”
diye musallat olan elli tane dilenci. İstemez deyince “Allah rızası için on
para, çocuğum aç” diye yalvarmaya başlıyorlar.
İslam mıdır bunları bu
hale düşüren? Eğer gerçek İslam bu ise, o türbeleri, medreseleri yaptıran ne?
Kalavun türbesinden detay |
Kahire’de piramitlerden
sonra neyi görmeli? Şüphe yok, eski mezarlıklar. El-Qarafa yahut ˁArafa deniyor, büyükleri iki
tane, eski şehrin yanıbaşında, kilometrelerce. Firavunların soyundan gelen Mısırlılar
öyle basit taşla, sandukayla yetinmemiş, ölenleri için dört dörtlük birer aile
evi inşa etmişler; imkanı olanlar ölü evinin alabildiğine süslü, rahmetlinin
statüsüne yakışır güzellikte olmasına özen göstermişler. Evler zamanla çatlamış,
yıkılmış, ocağından incir ağacı çıkmış. Sonra Kahire’nin fakirleri gözüne
kestirdiklerini işgal edip gecekondu yapmış. Şimdi uçsuz bucaksız birer çöplük mahallesi.
Sokak aralarına bakkal açılmış, türbelerin alt katı cam imalathanesi olmuş. Biraz
palazlanan üste briketle kat çıkmış, yan mezarı zaptedip taksisine garaj etmiş.
Onca sefaletin arasında
Memlukların türbeleri, yüzlerce. Hepsi kubbeli, minareli. Her kubbe ayrı bir
desenle, dıştan, dantel gibi işli. Sekiz on tanesini bir kareye sığdırabilirsek
unutulmaz fotoğraf olur dedik. Gittiğimiz gün hava egzos gazıyla karışık bulanık
bir sisle kaplıydı, görüntü daha da esrarengiz olur diye düşündük. Ama bir
türlü olmadı. Ertesi gün gene gideriz dedik, kısmet değilmiş. Şununla yetinin: https://en.wikipedia.org/wiki/City_of_the_Dead_(Cairo).
Türbelerin çoğu Türklere
ait: Kayıtbay, Hond Tuğay, Sultan İnal, Emir Korkmaz, Kavalalı Mehmet Ali el-Bâşâ.
Lakin en meşhurlardan biri değil. Şecer el-Dürr (“inci ağacı”) adıyla anılan
hanımefendi Ermeniymiş deniyor. Son Eyyubi sultanı Turanşah’ın eşi yahut
cariyesi olmuş. Adam 1250 yılında ölünce oğlunu tahta geçirmeye çalışmış. Oğlan
da öldürülünce kendisi saltanat makamına geçmiş, kendi adına ferman çıkarıp
sikke bastırmış. Üç ay sürmüş. Sonunda devletin ileri gelenleri “olmaz böyle”
deyip Türk ordu komutanı Aybek’le evlendirmişler. Memluk saltanatı böyle başlamış.
Yedi yıl sonra Aybek başka hatun getirmek isteyince hanımefendi onu da öldürtmüş.
Bunun üzerine Aybek’in hareminin öbür kızları bir olup İnci Hanım’ı nalınlarla
döve döve tepelemişler.
İslam tarihinde kendi
adına hüküm süren ilk kadın değil. Delhi hükümdarı Raziye Sultan var 1236-1240
yıllarında hüküm süren. Komşulara bakınca Kudüs kraliçesi İsabella var 1190’dan
1205’e bilfiil yönetimi üstlenen. Tarsus’ta diğer İsabella, yahut Zabel, 1219’dan
1252’ye dek Kilikya Ermeni devletini yönetmiş, İnci’nin eski kocasıyla da yeni
kocasıyla da savaşmış.
Besbelli bir trend görüyoruz
orada. Hem İslam aleminde, hem İslam soslu Hıristiyanlarda, kısa bir süre de
olsa kadınlar saltanatı olabilirlikler dünyasına adım atmış. Sonra neden
kesildi? Moğol istilası mıydı sebep? Yoksa tam tersine, Moğolların 1260’ta Ayn
Calut’tan sonra inişe geçmesi miydi? İşin yoksa araştır, dur.
[1] En görkemlisi olan Sultan Baybars medresesi 1260 dolayında kurulmuş. Oxford’un
en eski kolejlerinden Balliol 1263, Merton 1274 tarihli. O günlerde Avrupa’da
benim diyen herkes ya Mısır’ı fethetme hayalleri kurmakla ya da Mısır’da ticaret
yapmakla meşguldü.
Ne derece doğrudur bilmem fakat son Memlûk hükümdarı Kansu Gavri'ye değin Memlûk hükümdarlarının Arapçayı pek az bildikleri, hep Türkçe konuştukları rivayet edilir. Dikkat edilirse, isimleri de ekseri Türkçedir.
ReplyDeleteEvet, Memluk Sultanlığı'nın memluk sınıfının dili devrin Kuman/Kıpçaklarının konuştuğu Türki dildi sultanlığı kuran Kuman/Kıpçak memluk unsurdan ötürü. Gayri-Türki memlukler de bu dili öğreniyor ve konuşuyordu, çünkü bu dil memluklerin sınıfsal dili haline gelmişti, aldıkları Türki isimler de bunun bir parçası.
DeleteHatta gelen çerkes memlükler dahi Türkçe öğrenirlerdi. Çünkü Türkçe dediğiniz gibi sınıfsal dil olmuştu.
DeleteBildigim kadarıyla Sultan olmaya heveslenen kadın için Abbasi halifesi " oralarda erkek sultan yoksa söyleyin erkek yollayalım " demisti. Bu o hadise idi galiba.
ReplyDeleteMısır Memluk devrinde hala muhafaza ettiği büyük medeniyetten bugünkü "sefil" hale nasıl geldi sorusu üzerinde durulmaya değer sorulardandır. Tabii benzer sorular İslam dünyasının geri kalanı için de sorulabilir.
ReplyDeleteİslam soslu Hristiyan meselesini açalım lütfen?
ReplyDeleteOrtaçağ'daki kadınlar saltanatıyla ilgili Miriam Shadis'in "Berenguela of Castile (1180-1246) and Political Women in the High Middle Ages" isimli, Reconquista döneminde Kastilya kraliçesi Berenguela'nın hayat hikayesi üzerinden kadınlar saltanatını inceleyen detaylı bir çalışması var. Çıkardığı sonuç: Dönemin şartlarında bir kraliçe; askerleri idarede, devletin günlük işleyişinde, kiliseyle ilişkilerde, diplomaside bir kralın göstermesi gereken eforun 2-3 katını göstermek zorunda kalıyor ve en ufak bir zafiyet anında meşruiyeti anında sorgulanmaya başlıyor.
ReplyDeleteKeşke önerdiğiniz her konuya doktora tezi yazılsa
ReplyDeleteMısır’da Nâsır geleneğinden gelen askerî elitin garip bir Türk kompleksi vadır. Bunda Mısır’ı Kalavun’dan ta Faruk’a kadar 700 yıl boyunca Türklerin idare etmesi kadar, Menderes hükümetinin 1956 Kanal ve Cezayir meselelerinde emperyalizm ile saf tutan ayıplı tutumunun da payı olduğu söylenebilir. Halkın ise umurunda değildir. Şoför ‘Yavaş yavaş, Hasan Şaş’ der, keh keh güler. Mısır, sözde İslam âleminin liderliği (ne demekse) konusunda kendince Türkiye’yi rakip görür. Onlara göre İslamlık Araplık demek olduğu için ve kendileri aslen Arap bile olmadıkları halde! Bu bağlamda –farkında olmasalar da- hep bir çeşit kimlik krizi içinde olduklarını düşünmüşümdür. Ne olduklarını da, ne olmadıklarını da bilmez, gündelik ekmek kavgası içinde sinekler gibi yaşayıp ölürler. Kalavun Baybars’ın yetiştirmesiydi bu arada. Bunlar Moğol’un kafasını ezmeyi başarmış büyük adamlardır. ‘Sultan’ da monarşi bakımından sembolik bir ûnvan aslında , zira tıpkı Selçuklular gibi Memlûklarda da yerleşmiş bir veraset usulü yok. Kimin baş olacağına ordu karar veriyor. Bir nevî askerî cumhuriyet. Venedik’in ticaret cumhuriyeti veya Polonya’da Sobieski’yi krallığa seçen Sejm Cumhuriyeti gibi.
ReplyDeleteAvrupa'nın ileri gidip diğerlerinin geri kalmasının Antik Yunan'dan beri gayet basit bir açıkaması var.
ReplyDeleteAvrupa soyut kültüre(tarih,felsefe,hukuk vs), keşfe ve insana yatırım yaparken, diğerleri heybetli anıtlara,süslü mezarlara ve görkemli saray ve tapınaklara yatırım yaptı.Bunlar olurken sıradan halkın tunç veya neolitik çağdan insanı olarak pek bir ilerlemesi olmadı ve soyut zihinleri de büyük liderlere itaatten ibaretti.
Mısır bol bol firavun övüp paraları mezarlara gömerken Roma halkın yararlandığı sivil mimariyle(hamam,yol vs) uğraşıyor ve 21.yüzyıla miras kalan Roma hukuku'nu derliyordu.
Günümüz dünyası da farklı değil.ABD daha yeni Mars'a keşif aracı yolladı. Bu sırada Mısır eskisini gölgede bırakacak yeni dev bir Pentagon(şantiye cenneti) inşasıyla meşgul.
Mimar kafasıyla anca çöplüğün içinde şahane Türbe ile anılırsın.