Nubya
Aswan’dan yukarısı Nubya.
Baraj yapılıp memleketin yarısı sular altında kalınca şehir büyük göç almış,
Nubyalı nüfus baskın hale gelmiş. Arapçayla ilgisiz ayrı bir dileri var.
Renkleri Akdeniz esmeri değil bayağı Afrika karası. Araplar tarafından
ayrımcılığa ve asimilasyona uğramaktan şikayetçiler. Dünyanın dört bir
yanındaki benzerleri gibi daha solumsu, daha düzen karşıtı bir dile yatkınlar.
Köyleri vaktiyle arı peteği gibi kutu kutu kubbeli evlerle doluymuş. Şimdi
onları yıkıp yerine ucube gecekondu apartmanları yapıyorlar.
Nubya |
Toz deryası bir çöl yolunun ucunda, kilometrelerce çöp dağlarını aşıp vardığımız bir Nubya köyünde, yıllardan beri oraya ayak basan galiba ilk beyazı karşılamanın heyecanıyla buyur edildik. Bana birkaç kelime Nubice öğrettiler. Karşıki adaya kayık tedarik etmek için çırpındılar. Normal fiyatın yirmi katını istemeyi, elbette, konukseverlikle çelişen bir şey olarak görmediler. Hava sıcaktı; sebil küpünden bir tas su içmem için ısrar ettiler. Kolera olsak burada ölürüz herhalde diye bir an aklımdan geçmedi değil, ama yiğitliğe toz kondurmadım. Çürümüş yosun aromasına aldırmayıp kana kana içtim.
Dünyanın çapı
Eratostenes deneyini
duymuş olmalısınız. Aswan tam tropik hattında olduğu için – daha doğrusu MÖ 3.
yy’da öyle imiş, şimdi hat birkaç kilometre daha güneyde – 21 Haziranda tam
dikey bir kuyunun dibine güneş vuruyor. Aynı gün öğle saatinde İskenderiye’de
tam dikey bir dikilitaşın gölge uzunluğunu ölçsen, Aswan ile İskenderiye
arasındaki mesafeyi de bilsen, yeryüzünün kuzey-güney aksındaki çevresini
Pisagor teoremiyle kolayca hesaplayabilirsin.
Eratostenes 39.375 km
bulmuş. Doğrusu 40.075 km olmalı. Çünkü o tarihte henüz Aswan-İskenderiye
mesafesini tam ölçecek teknoloji yok. Ayrıca Aswan ile İskenderiye tam aynı
meridyen üzerinde değil.
Bu tarihten 1100 küsur
yıl sonra halife el-Memun’un girişimiyle deney tekrarlanmış. Bağdat’taki Beytül
Hikmet’in kurucularından Musa b. Şakir’in üç oğlu üç ayrı ekip halinde ölçümü
tekrarlamakla görevlendirilmişler. Projenin her aşamasını halife bizzat takip
etmiş. Sonuçta yüzde birden daha küçük bir hata payıyla meridyenin 1 derecelik
arkını hesaplamayı başarmışlar.
Deneyin ayrıntılı analizi
el-Fergani’nin 850 yılı civarında yazdığı Cevami fi İlm-i Nücum kitabında
mevcut. Bu eseri Cremona’lı Gerardus 1170 yılı civarında Liber de
aggregationibus scientiae stellarum adıyla Latinceye çevirmiş. Gerek bu çeviri,
gerek Ioannes Sacrobosco’nun buna dayalı ders kitabı Batı üniversitelerinde en
az 16. yy’a dek yaygın olarak okutulmuş. Dolayısıyla Ortaçağda dünyayı düz sanıyorlardı denirse sakın inanmayın, masaldır çünkü. Bilenler 2300 senedir biliyor.
Artı değer ve
medeniyet
Artı değer ile medeniyet
arasındaki ilişki o kadar bariz ki parmak tutup işaret etmeye gerek var mı
bilemedim.
Tarihin ilk devletini Mısır'da kurmuşlar, Deltadan birinci katarakta kadar Nil havzasının rantını toplamışlar. O gelirle piramitler ve akıllara ziyan tapınaklar inşa etmişler, fantastik ilimlere ve yüksek sanatlara vakıf
bir yönetici sınıf yetiştirmişler. Ptoleme’ler çağında (MÖ 300-30), yönetici
sınıf yabancı da olsa, hatta belki tam da yönetici sınıf yabancı olduğu için,
eskisiyle yarışır şaşaayı sürdürmüşler. Dünyanın bir numaralı kütüphanesini
yaptırmışlar, coğrafya ve kimya ilimlerini icat etmişler, yer küresinin çapını
hesaplayan alimler çıkarmışlar. Püf noktası İskender İmparatorluğunun parçalanması sanırım. Bir ve bütün imparatorluk olarak kalsa Mısır'ın artı değerini memleket içinde tutmaları zor olurdu. Nitekim Roma ve Bizans imparatorluğunun hakimiyeti çağında (0-640) durum değişince Mısır da gerilemiş. Ülkede üretilen servet
İtalya’ya ve İstanbul’a akmış. Hıristiyanlığın en avam ve en fanatik
akımlarının tam o dönemde Mısır’da patlak vermesi tesadüf mü acaba?
İslam imparatorluğunun en
parlak çağında Mısır’da tık yok. Emevilerle Abbasilerin ülkenin başına
koyduğu yöneticilerin görevi, rantın ölmeyecek kadar miktarını yerliye harcayıp gerisini Şam ve Bağdat’a aktarmak.
Ne zaman ki İbni Tulun (ve peşinden Ferganalı Akşit, Kürt Selahattin, Türk ve
Çerkes Memluklar) gelip akışı kesmiş, o zaman yeniden akıl durdurucu boyutlu tapınaklar, masallardan çıkma ölü kentleri kurmak usulden olmuş. 1200’lerden 1400’lere
dek Mısır açık farkla Akdeniz havzasının en zengin ülkesi. Yalnız zengin değil,
entelektüel yaşamıyla, tarihçileriyle, filozoflarıyla, sanatıyla,
teknolojisiyle, tıbbıyla, kumaşlarının kalitesiyle, lüks tüketim mallarının
çeşitliliğiyle İtalyana, Fransıza parmak ısırttırmış. Nasıl çöküp talan ederiz
diye kıvranmışlar (bkz. 5., 6., 7. Haçlı Seferleri). Daha önce bir defa yazmıştım,
Avrupa’da dervişlik geleneğinin kurucusu olan Aziz Francis Mısır’a gelip sultan
tarafından ağırlandıktan sonra memleketini bırakıp bu taraflara yerleşmeye
karar vermiş, eşi dostu zorlukla vazgeçirmişler.
Mısır’ın işini Osmanlı bitirmiş.
Üç yüz yılda ülke taş devrine geri dönmüş. Gerilemeye yol açan bir önemli faktör, tabii, Avrupalıların
okyanuslara hakim olması sonucu Kızıldeniz üzerinden Afrika ve Hindistan
ticaretinin kuruması. 1490’lardan itibaren ekonomik daralma hissediliyor; 1516’da Osmanlı fethine yol açan sebeplerden biri de o krizin siyasi sonuçları. Ama çöküşü sadece ticaret yollarının değişmesiyle açıklamak
zor. Mısır o tarihte muhtemelen dünyanın en büyük tarımsal artı değer üreticisi;
yani Kızıldeniz ticareti kesilse de dünyanın zenginleri arasında yer tutabilecek
bir ülke. Osmanlı egemenliğiyle birlikte ülkenin buğday fazlası Osmanlı
ordularının iaşesine tahsis edilmiş. Merkezden atanan idari
kadronun ana görevi ürünü tespit edip zaptetmek ve gemilere yükleyip merkeze göndermek
olmuş. Ülkenin kanını emmişler, posası kalmış.
1800’lerin başında Mehmet
Ali Paşa’nın İstanbul’a kafa tutup haracı kesmesi üzerine yeniden bir kalkınma
dönemi başlamış. Yatırımlar yapılmış; okullar, demiryolları, büyük tarım
işletmeleri ve hepsinden önemlisi Süveyş kanalı açılmış. Dolmabahçe’ye inat, görene
parmak ısırttıracak saraylar donatmışlar. Paranın kokusu çıkınca Osmanlı ülkesinin dört bir yanında Abdülhamit baskısından ve ekonomik durgunluktan
bunalan herkes Mısır’a doluşmuş. Avrupalılar onları izlemiş. Rumlardan,
Ermenilerden, İstanbullu Türklerden, Yahudilerden, İtalyan maceracılardan,
İngiliz yatırımcılardan oluşan, ortak dilleri Türkçe ve Fransızca olan müthiş
kozmopolit bir elit tabaka şekillenmiş. 20. yüzyıl başında İskenderiye ile
Kahire, İstanbul’dan kat be kat daha modern, daha özgür, daha cüretkâr ve –
tabii – daha zengin şehirler görünüyor.
Yaptıklarının çoğunu
İngiliz ve Fransızlardan aldıkları borç para ile yapmışlar. Avrupalı
yatırdığını elbette misliyle geri almış, Süveyş Kanalı gelirlerinden de zırnık
koklatmamış. Gene de İngiliz ile Fransızın rantının sadakasıyla memleket coşmuş.
Ya da en azından elit tabaka coşmuş. Bu da haliyle tepkiyi beraberinde
getirmiş. 1920’lerde Wafd hareketi, peşinden İhvan-ı Müslimin, peşinden Cemal Abdülnasır
“olmaz böyle” deyip baş kaldırmışlar. Neden kaldırmışlar? Başka yerde çok daha
beter eşitsizliklere tahammül edilirken yumuşak başlılığıyla ünlü Mısır halkı
neden edememiş? Çünkü 1. İngiltere Dünya Harbini sözde kazansa da o savaşta tükenmiş,
emperyal iradesini kaybettiğini belli etmiş, 2. Batı ülkelerinden çıkan “demokrasi”
modası dünyayı sarmış, 3. Yönetici ile yönetilenin dinlerinin farklı olması kan
uyuşmazlığına sebep olmuş. Bizans’ın ve Osmanlı’nın dindaşlarına nispeten kolay
dayattığı boyunduruğu Batı dünyası bir türlü kendi vassallarına oturtamamış.
[Soru: Emevilerle Abbasiler
zamanında Mısır’ın ekseriyeti Hıristiyanmış. O zaman nasıl dayatmışlar?] [Soru:
1920-30’ların ekonomik krizinde aç kalan Batı, Mısır’daki ortaklarına ranttan yeterli
pay bırakmadığı için mi ülkedeki müttefiklerinin desteğini kaybetmiş?]
Mısır’ı külliyen batıranın
Nasır rejimi olduğunu bilmeyen yok. “Vatan, millet, benim halkım, benim
fellahım” edebiyatıyla halkı gaza getirmiş. Eski yönetici sınıfların malına
mülküne çökmüş. Kozmopolit aracı sınıflar – Rumlar, Ermeniler, Yahudiler,
Levantenler – sıvışıp gitmişler. İki iş başarmış. Bir, yatırıma ayrılacak parayı
halka ulufe olarak dağıtmış. Sonuçta üretim durmuş, herkes fakirleşmiş.
İki, geliri halka dağıtmanın en kestirme yoludur diye kamu istihdamını on
katına çıkarmış. Memleket milyonlarca işe yaramaz polis memuru, ordu mensubu, vergi
görevlisi ve resmi daire çaycısı ile dolmuş. Yönetim komple tıkanmış. Kamu hizmetleri
gerçekler alemiyle bağını kesip yavaş çekimli bir rüya alemine dönüşmüş. Nüfus
deliler gibi arttığından memlekette ürün ekecek toprak kalmamış. Dünyanın beş
bin yıldan beri en bereketli tarım ülkesi olan Mısır yiyeceğini dışarıdan ithal
etme noktasına gelmiş.
Şimdiki reis nihayet yatırımın önemini idrak etti, devlet işlerinde yolsuzluğu da kontrol altına almaya çalışıyor diyorlar. Kahire’den 30 km uzakta devasa yeni bir başkent inşa etmeye girişmişler. Çölde yapay sulamayla devasa yeni tarım alanları açıyorlar. Bunların ihaleleriyle yeni bir zengin sınıfın oluşmaya başladığı anlaşılıyor. O yüzden olacak, eski kozmopolit elitlerden arta kalan bir avuç azınlık yeni rejimden oldukça memnun.
Sayin Nisanyan,
ReplyDeleteMisir'a gitmisken, Misir kelimesinin etimolojini yazmamak olur mu?
Hernekadar sozlugunuzde Misir (ulkesinin) adinin Arapca oldugu yaziyorsada, bence Araplar (ve de Aramiler) bu kelimeyi Parslarin (Achamenid Farslarin) ulkeye verdigi isimden "Mudraya"dan almis olmali.
"Mudr-aya". Kelimesinin son eki "-aya" ulke belirten son ek olmali.
-aya ulke belirten son ek bir cok Hint Avrupa dilende hala kullanilmakta.
Mudr da zamanla Eski-Farscadan yeni Farscaya gecerken cokca gorulen D=Z=S degisimi ile Mudr=Muzr=Misr= MISIR olmus olmali.
Siz bu konuda ne dusunuyorsunuz?
Parsalarin (Farslarin) "Mudr-aya" kelimesini nerden aldiklarini bilmiyorum.
D. Bedeng.
Mısır kelimesinin kökeni Akadça miśru sözcüğüdür.Sözcük Akadça'da sınır,serhat anlamlarına gelir.Diğer semitik diller de benzer kombinasyonu kullanır: İbranice mizrayim,ugaritce mzrm vs.
DeleteMudraya'nın ise Proto irancaya bir semitik dilden geçen mižra veya mužra formunun Proto iranca>ahameniş evriminde görülen ž>d geçişinden etkilenmiş hali olması olasıdır.
@ Mem February 26, 2021 at 9:46 AM
DeleteDemek aynı Ukrayna gibi. Malum, Ukrayna da, Slavcada Krayn yani "Sınır, Serhad" manasına gelir. Çünkü eskiden sadece o zamanki Polonya'nın en güneydoğu ucundaki, bugünkü Kiyev şehrinin etrafında, Dinyeper ırmağının sağ yakasındaki ufak vilayete verilen isimdi Ukrayna. Bu vilayetin ötesi, insan yerleşiminin pek az olduğu, Kırım Tatarların elindeki arazilerdi ve buraları Slavlar Dikoye Pole(Vahşi Ovalar) olarak tesmiye ederlerdi.
Sonra bu Ukrayna ismi bütün koca bir ülkeye teşmil edilir oldu..
Bir ulke varsa, o ulkenin adi da vardir. Adi olan ulkeye niye serhad/sinir diye bir isim verilsin ki?
DeleteKaldiki her ulkenin dogu-bati-kuzey-guney yani dort tarafi sinir iken, o kadar sinir duruken sadece kendi adi da duruken neden sadece bir sinira Sinir desin ki?
Kaldiki Parslarin sinir-komutanlari (Marzu-ban) kelimesi varken ve cokca kullanilmisken, neden Akadcanin sinir kelimesini 4000 yillik misir devletine isim yapsin ki?
Farsca (Marzu= sinir, Ban= koruyan, bekci, bekleyen, gozeten).
Merzifon sehrinin ismi de bu kelimeden gelir. (Merzuban=Merzupan=merzipon-Merzifon).
Bu Merz kelimesi bugunki Kurtcede Merc (soyut sinir) diye gecer.
Misirin yerli halki kendine Kipti der. Neden Misira "Kiptaya" demediler. Gerci Avrupalilar bu Kipt kelimesinden muharref "eGipti" diyorlar ama Farslar dememis. Neden?
Acaba Firavunlar kendi ulkelerine ne diyrolardi? Bilen var mi?
Misir kelimesinin kokeni Akadca, Ibranice gibi seyler yazmissin ama unuttugun bir sey var. Misir Firavunlari donemi dili Hamito-Semito bir dildir. Baska bir deyisle Semitik dillerle akraba bir dil. Yani Misru kelimesi pekala Firavun donemi dilde de olan yerli bir kelime olabilir.
Dengbêj.
@Dengbêj
DeleteFarkında mısınız bilmiyorum ama Mısır asırlardır Arapça konuşan bir diyar. Arapçada İslam fetihlerinden öncesinde Mısır'a zaten Mısır deniyordu, dolayısıyla Araplar Mısır'ı fethettikten sonra orası için zaten kullandıkları ismi kullanmaya devam ettiler, Arapçaya geçen Mısır yerlileri de yeni üst kültür dili olan Arapçadaki kullanıma bağlı kalarak oraya Mısır demeye başladı. Bu Doğu Roma'yı fetheden Türklerin ve sonrasında yeni üst kültür dili olan Türkçeye geçen ora yerlilerinin Doğu Roma'ya Yunancadaki gibi Roma ya da Romania demek yerine Türkçede zaten olan adı olan Rum ya da Urum demesi gibi bir şey. Her dilin kendi ritmi vardır, diller gelişigüzel diğer dillerden kelime almaz, sosyal ve kültürel faktörler çok mühimdir, alt kültür dilinden üst kültür diline fazla kelime girmez.
Peki Mısırlılar Mısır'ın Arapların eline geçmesinden önce ne diyordu Mısır'a? Keme diyorlardı Mısırcada. Keme eski firavunlar devrinde Kemet ya da Kumat olan Mısır'ın adının Mısırcadaki zamanla olan ses dönüşümleri sonucunda ortaya çıkan biçimidir.
Ayrıca Egypt kelimesinin kaynağı olan Yunanca Aigyptos kelimesi Kıpttan gelmez, Kıpt Aigyptos'tan gelir. Yunanca Büyük İskender'den beri Doğu Akdeniz ve tabii ki Mısır'da üst kültür dili olduğundan Mısırcaya birçok kelime vermiştir, bunlardan biri Yunancada "Mısırlı" manasına gelen Aigyptios kelimesidir, bu kelime Mısırcaya geçerken başındaki hece düşmüş ve Guptios şeklini almıştır, İslam devrinde de Mısır'ın Hristiyan nüfusunu diğerlerinden ayırt etmek amacıyla Mısırcadan Arapçaya Kıbti (kaf yani q sesi ile) şeklinde ithal edilmiştir (Copt kelimesi Arapça Kıbttan gelir).
Peki Yunanca Aigyptos nereden gelir? Onun da kaynağı Mısırcadaki "Ptah'ın ruhunun evi" manasına gelen Hikuptah kelimesidir, tanrı Ptah'ın Memfis'teki bir tapınağının adından.
@Ananymous
DeleteMiśru'nun etimolojik kökeni açıktır. m-ś-r kökünden(çizmek,damgalamak) türemiştir ve sınır,limit,serhat anlamlarına gelir.Mısır o zamanki Mezoptamya'da bilinen Dünya'nın batı sınırıydı.Aynı zamanda mezopotamya'nın doğusu ve Kuzey Suriye içinde kullanılmıştır.
https://books.google.com.tr/books?id=YMxY_hfXkCQC&pg=PA88&lpg=PA88&dq=akkadian+misru+etymology&source=bl&ots=AZfrszgDKI&sig=ACfU3U1jDV8dXCK3yWhfuYENr_81TsygTA&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwjVit3WmYvvAhVppIsKHXEbAU84ChDoATAJegQICRAC
https://en.m.wiktionary.org/wiki/%D9%85%D8%B5%D8%B1#Arabic
https://en.m.wiktionary.org/wiki/%F0%92%88%AA%F0%92%84%91%F0%92%8A%91%F0%92%84%BF#Akkadian
Kelimenin farşça marzu ile ilişkisi yoktur.Marzu Avesta dilindeki mereza(sınır) kelimesiyle eş kökenlidir.
https://www.google.com/url?sa=t&source=web&rct=j&url=https://en.m.wikipedia.org/wiki/Marzban%23:~:text%3D6%2520Further%2520reading-,Etymology,marzub%25C4%2581n%2520(plural%2520%25D9%2585%25D8%25B1%25D8%25A7%25D8%25B2%25D8%25A8%25D8%25A9%2520mar%25C4%2581ziba).&ved=2ahUKEwjwmsvkmIvvAhXVCRAIHcRHC70QFjABegQIAhAF&usg=AOvVaw1CTt2MtSAVmaydlPAYKtIF
Miśru ise Avesta'dan daha önce Miken Yunanistan'ından Mezoptamya'ya kadar Tunç çağı boyunca mısır'ın adı olarak kullanıldı.
https://en.m.wiktionary.org/wiki/%F0%90%8E%8E%F0%90%8E%95%F0%90%8E%97%F0%90%8E%8E#Ugaritic
https://en.m.wikipedia.org/wiki/Amarna_letter_EA_9
Bir bölgeyi sınır olarak adlandırmak görülmemiş şey değildir.Yukarıda Derdo'nun Ukrayna örneğine ek olarak günümüz Doğu Türkistan'ına Çinlilerin verdiği ad xinjiang yeni sınır anlamına gelir.
Eski Mısırlılar ülkelerini kemet veya kuumat-kara(bereketli) toprak- diye adlandırırdı.Egypt ismi ise Memphis şehri'nin Kıptice adı hikuptah'ın Yunanca telaffuzundan gelir.
https://en.m.wikipedia.org/wiki/Name_of_Egypt
Tesekkurler yazi icin. Hep merak ettim: bugday ve Misir daki zenginlik bu kadar nasil onemli diye, Fransada, Ukraynada, Macaristanda kinden cok daha mi zengin imis Misir in bugdat kapasitesi de bu kadar bin yil zenginlik deyince akla gelen yer olmus ?
ReplyDeleteBu saydıklarınıza Mısır'ın Moğol ya da Haçlı yağmasına hemen hiç uğramamış olmasının avantajlarını da ekleyebirim, tıpkı vakti zamanında Deniz Kavimleri istilalarından yırtması gibi, tabii her ikisinde de Mısır'ın idarecilerince iyi savunulmuş olması ana faktörlerden biri.
ReplyDeleteMısır ve bilhassa İskenderiye şehri Helenistik devirde çok yüksek bir medeniyete ulaşmıştı, antik Yunan kültürü aşısı Mısır'a çok iyi geldi, gerçek manada bilimin Helenistik Mısır'da icat edildiği bile savunulabilir.
Mısır'da ekonominin tamamı askerin elinde. Türkiye'de dört defa askeri darbe oldu fakat asker maddi olarak Oyak ve Tukaş'dan başka birşey elde etmedi. Oysa Mısır'da bütün fabrikalar, holdingler askerin elinde.
ReplyDeleteMısır'da askeriyenin ceberut rejimini ve sekülarizmi destekleyenler sadece Hristiyan azınlık ve okur-yazar kitle. Mısır halkının ekseriazâmı, demokrasi dışı zorla dayatılan elitçi(azınlık tahakkümü) sekülarizme ve varlıklı Hristiyan azınlığa karşı. Bence en geç 7-8 sene sonra, halkın milli iradesi Mısır'da İslamcıları(ihvanül müslimîn) başa getirecek ve 2040'a kadar Hıristiyanları Mısır'dan kovacak.
Bu durumda Müslüman kökenli sekülarist ve elitist kitlenin bir kısmı barınamaz Mısır'da, bir kısmı ise sessizce yeni duruma ayak uydurur, İran'dakine benzer bir süreç yaşanır.
Delete@ Onur Dincer February 26, 2021 at 2:49 PM
DeleteEh, kısmen öyle olur. Gerçi Mısır, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyesi olarak İran'dan çok daha geride. İran ise Türkiye'den 30 sene geride.
Türkiye'de Arab dünyasını en iyi tanıyan Lütfü Akdoğan 2011'de demişti, "-Arablar henüz daha Osmanlı'nın yaşadığı Tanzimat'ı yaşıyorlar" diye.
@Derdo
DeleteEvet, ben de öyle düşünmüştüm İran-Mısır mukayesesinde. O kadar ambargoya rağmen İran iyi iş çıkardı şu geçen on yıllarda. Gerçi bu şu kadar yıl gerisinde ifadeleri günümüzde ne kadar geçerli bilmiyorum, her şeyin çok hızlı değiştiği ve teknoloji ve iletişim imkanlarının çok arttığı bir çağdayız ne de olsa.
Iranin performansı bence de tahminlerin üstünde. Az çok kendine yeter bir ekonomi, nerdeyse bütün temel ihtiyaçlarını üretiyor. Eğitim de silah sanayiinde Turkiyeden daha iddialı. Ülke içi muhalefeti sindirmiş diasporayi etkisizlestirmiş. Şii ideolojinin bayraktarlığını çevreye ve ulkeye yedirmiş. Bütün çatışma görüntüsüne rağmen Türkiye ve Rusya ile uyumlu. Irakta hakim güç, suriyede güçlü ortak.lubnanda filistinde aktör. Yemende taraf... Dış müdahale olmazsa uzun yıllar devam eder molla yönetimi.
DeleteHarika bir yazı
ReplyDeleteMemlukler Memluk devleti yikildiktan sonra da Misir uzerinde hakimiyetlerini surdurduler. Osmanli bir vali atar ayrica askeri garnizonlarda yeniceri bulundururdu osmanli devketi aslinda ii mahmuta kadar ademi merkeziyetci bi yapidaydi. Artik deget yerel yoneticilerle paylasilirdi. Hatta tahminimce cogunluk yerelde birakilip bir kismina el konulurdu. Ayrica yerel unsurlar asker beslemek ve saglamakla da yukumluyduler.
ReplyDelete@uga972
DeleteBu dedikleriniz doğru, ama Sevan Bey'in de haklı olduğu yerler var: Osmanlı klasik devrinde daha merkeziyetçi bir idareye sahipti (modern devletlerdeki gibi bir merkeziyetçilik anlaşılmasın), bu yapı 17. asırdan itibaren gevşedi ve sizin dediğiniz gibi ademimerkeziyetçi bir yapıya evrildi. Sevan Bey'in kendisi de bu dönüşümden bahsediyor bazı sohbetlerinde.
Mısırın makus talihini kırmak için yapılması gereken bir diğer adım da prezervatif ve doğum kontrol hapını ücretsiz yapıp kullanımını teşvik etmektir.
ReplyDeletehttps://www.google.com/amp/s/tr.euronews.com/amp/2020/02/11/misirin-nufusu-100-milyonu-gecti-hukumet-alarmda
Prezervatif ve doğum kontrol hapı biraz etkiliyor. Asıl radikal çare hamileliğin ilk günlerinde kadını uyaracak ve ceninin cinsiyetini bildirecek uygulama, belki wearable cihaz. Bir kuşak içinde nüfusu yarı yarıya azaltabilecek tedbir budur.
DeleteFazla erkek nüfusuna bir çare bulunur elbet. Manastırda keşiş olurlar yahut savaşlarda kırılırlar.
Süper fikir ama çok geç artık...Geçti Bor'un pazarı.
DeleteSevan Bey, sizin,
Delete"hem kontrolsüzce, pervasızca çocuk yapmayı savunup hem de hemen ardından dünya nüfusunun ne denli çok oluşundan ve bunun problemlerinden bahseden tuhaf bir kişi"
https://eksisozluk.com/entry/120470851
olduğunuzu söyleyenlere ne diyeceksiniz?
Sudan'da daha fazla piramit olduğu doğru mu?
ReplyDeleteNicelik değil nitelik önemli.
Delete