Botanik parkı
Aswan’ın karşısındaki
adalardan birini İngilizler botanik bahçesi yapmış. Üzerinde güneş batmayan
İngiliz imparatorluğunun dört bir yanından görülmedik tropik iklim ağaçlarını
getirip dikmişler, Nil ülkesinin efsanevi bereketine layık bir park yaratmışlar.
Vaktiyle rüya gibi bir yer olduğu belli. Şimdi içler acısı. Ağaçlar onyıllardan
beri budanmamış; yarısı ölmüş, sökmek kimsenin aklına gelmemiş. Patikaları çöp
kaplamış. Hayatından bezmiş bir fellah eline geçirdiği bir palmiye yaprağıyla, yavaş
çekimde süpürür gibi yapıp yol kenarına itekliyor. Bir gözü bizde: bahşiş
koparır mıyım, nasıl koparırım?
Süreci gözümüzün önüne
getirmeye çalıştık. Senaryo yazdık.
İngilizler gider. Yerine
onların yanında yetişmiş efendiden bir zatı müdür yaparlar: adına Kâmil Bey
diyelim. Kâmil Bey bağırır çağırır kimseye söz dinletemez. Bütçesi kesilir; İngiliz
kafasındadır, rejime sadık değildir diye ayağını kaydırırlar. Yerine müdür
yardımcılarının en puştu geçer. Soyabildiği kadarını soyar, patikalara taş döşüyorum
deyip naylon fatura kestirir, parkın bir ucunu kafeterya işletsin diye vali
beyin yeğenine, öbür ucunu kantin yapsın diye bakan beyin makam şoförüne tahsis
eder. Hükümet değişince “yolsuzlukla mücadele” faslından mahkemeye verip güç
bela kurtulurlar. Bir süre yeni müdür atanmaz. Personel iş yapıyor görünüp maaşını
alır. Her biri bir köşeye çöreklenir, yengesinin oğlunu süpürgeci, dayısının kankasını
kayıkçı tayin ettirir. Yıllar geçer, nihayet Kahire’den sürgün yemiş birini
müdür ederler. Kaşarlanmış yapıyı hangi ucundan tutsun? Kafeteryaya çeki düzen
vermeye kalkar, gülerler. Kayıkçı mafyasına el atar, diş gösterirler. Adamcağız
odasına kapanır. Beş vakit namazını kılıp emeklilik günü sayar.
Neden böyle?
Temel neden belli. Mısırlı
açısından o park hiçbir şey ifade etmiyor. Hayatında bir karşılığı yok. Toplumsal
vizyonunun bir parçası değil. Ona vereceği emek kendisine bir şey
kazandırmıyor. Beş tane namaz kılsa, elli beş tane egzotik ağaçtan fazla toplumsal
itibar ve manevi sevap yazılır hanesine.
Daha beteri. O park
İngiliz’in bir egemenlik simgesi. O parkı yapmakla gücünü ve üstünlüğünü sergilemiş.
Piramit ve tapınak yapmaktan var mı bir farkı? Yok. Gücüm derya kadar demiş, ve
bu gücü haybeye kazanmadım, hayat boyu okuyup yüksek alimlerimin ilmine mazhar
olursan ancak sırrına varacağın güzellikler alemi sayesinde kazandım.
O halde: kahrolsun
İngiliz’in parkı.
Peki neden sürdürmemişler
o ilmi? Neden İngiliz’in egemenlik simgesini alıp kendilerine mal etmemişler?
Neden onu kendi toplumsal vizyonlarının bir parçası haline getirmemişler? Başka
türlü soralım: Neden Kâmil Bey yenilip tasfiye edilmiş? Müslümanlık yüzünden Mısırlının
kafası çalışmıyor, İngilizin ilmini takdir edemiyor, ondan mıdır?
Valla uzun mevzu, sizi
ikna edinceye dek kırk makale yazmam lazım. Kısaca kendi kanaatimi söyleyeyim
yetsin.
İngiliz yenilmiş, eserinin
arkasında duramamış, ondan yürümemiş. Egemenlik simgeleri – ilim, sanat, din –
arkasında kahredici askeri güç varsa yaşar. İşlevleri o gücün taşıyıcısı ve
meşrulaştırıcısı olmaktır. Güç gitti mi simgeleri de biter. İngiliz derken
tabii sadece İngiliz’i değil, Batı dünyasının tümünü kastediyorum. 1914 ile
1945 arasında o dünya kendi kendini yedi ve tüketti. Sonra bir müddet Amerika’nın
gözetiminde egemenliğini sürdürmeye çalıştıysa da o kısım göz boyamadır. Dünyanın
yüzde sekseninden kovuldular. Kuyruklarını kıstırıp gittiler. Yüksek ilimleri
de, eski Mısır’ın tanrıları gibi, bir süre sonra peşlerinden gitti. Daha da erimeye
devam ediyor.
Koruyacak orduların yoksa
kral mezarların eninde sonunda soyulur. Botanik parkın da kantinciyle kayıkçıya
yem olur.
Ağa Han
Ağa Han türbesi |
Bütün ülkede yüreğine en çok dokunan yer desen, Aswan’ın karşı yakasında, Ağa Han’ın türbesi. İçini bilmiyorum, bekçi yoktu giremedik, yakınına bile gidemedik. Fakat çevre, “hayallerimizdeki Mısır nasıl olmalı” sorusuna cevap veren cinsten. Bir tarafı çırıl çıplak kum çölü. Aşağıda Nil kenarında ufacık bir koy, birkaç palmiye, terk edilmiş görünen külüstür bir kafeterya, güneşte pinekleyen bir deve. Karşıda bereket fışkıran birkaç ada, yelkenli filikalar. Su masmavi, berrak. Uzak tepelerin üstünde kubbeli birkaç Memluk türbesi.
Ağa Han, biliyorsunuz,
zamanında dünyanın en zengin adamlarından biri. İngiliz seçkin sınıfının en iç
halkasına girmeyi başarmış, ‘jet sosyete’ kavramını neredeyse tek başına yaratan
kişi. 1957’de vefat edince tüm Mısır’ın en büyülü noktasında, çölün kucağına
yatmayı tercih etmiş. Mezarı görkemli. Ama son yüz yılda eşi görülmemiş bir
şey, görkemli olduğu halde görgüsüz değil. Klasik formlara sadık kalmış. Kudretini
haykırmamış, üstü kapalı bir dille fısıldamış.
Oğlu olan Ağa Han’ın
müzesini geçen sene Toronto’da ziyaret etmiştik, hatırlayanınız vardır. Doğu
ile Batı – İslam ve modern dünya – meselesini onlar kadar derinlemesine düşünen
kimse yok sanırım. Nereden almışlar o gücü? En yüksek zirvelerine kadar
tırmandıkları Batı’ya, “ama ben sizden değilim” deme ihtiyacını hissetmişler,
belki ondan.
Aynı yer (bunu ben çekmedim, webden çaldım) |
"Nereden almışlar o gücü? En yüksek zirvelerine kadar tırmandıkları Batı’ya, “ama ben sizden değilim” deme ihtiyacını hissetmişler, belki ondan." Pardon, burasini anlayamadim. Rica edersem, biraz acar misiniz?
ReplyDeleteBatının sömürgeci ya da kolonyal - adına ne dersek - egemenlik düzeninin yürümeyeceği ve bir gün çökeceği belliydi. Ama bu kadar hızlı çökeceğinin (bilhassa Batı Roma İmparatorluğu'na kıyasla) ve arkasından Batı Roma İmparatorluğu'na olanı andıran bir kavimler göçünün geleceğini beklediklerini sanmam. Üstelik bu seferki istilacılar geçmiş Cermen istilacıların aksine asimile de olmuyor, dinlerini de bırakmıyor ve kendi kültürlerini korumada kararlı görünüyor. Bu durum da küresel sermayenin kaydığı yükselen Çin'e yarıyor.
ReplyDeleteBence bu ilginc bir konu.. batinin bu sekilde yurumeyecegi belliydi kismina katilmasam da, bir uygarligin cokme sureciyle batinin suanki halini karsilastirmak, dusunmek -yeni degil- ancak hala ilginc.. nufus, ekonomik etki alani ve goc/ic demografik degisimler acisindan batinin bazi etki alanlarini takviye edemedigi acik, tabi batinin demokratik deneyimleri ve kulturel gelismisligi bu durumu asacak gucte de olabilir. Hala en kolay asimile olunabilen kultur bati kulturu. Dinlerini ve geleneksel kulturlerini yasatmalari onemsiz, sonucta elindeki malzemeyle ne yaptigin onemli. Yapilan sey de uc ornekler disinda her zaman batinin bakisi dahilinde. dunya savaslarinin getirdigi ekonomik ve askeri etki kaybini da formuluze ettikleri insani/toplumsal tekamul araclariyla telafi edecek kudrete bence sahipler. Batinin bunalimi vesaire tezlere de ilgim yok, bunlar insanligin belirli bir seviyede karsilasacagi problemler sadece, sistemin etkisi o kadar belirleyici degil bence. Her toplum benzeri yabancilasmayi yasayacak, gorunen o ki benzeri demografik degisimleri de yasayacak. Kendi ic gelismesi disinda geriden gelen topluluklarin hizla gelismesine de yeterince ayak uyduramayabilir. Uydurmasi gerekir mi ayrica? Kim kime ayak uyduruyor ya da? Kirini, pasini veya susunu, yaldizini kaldirdiginda her toplum aslinda bati medeniyetinin gorus yelpazesinde hareket halinde degiller mi?
Delete@Anonymous
DeleteBatıdaki mevcut gidişatı özetlemesi bakımından şu konuşmayı işaretlediğim kısımdan itibaren beş dakika boyunca dinlemeni tavsiye ederim:
https://www.youtube.com/watch?v=YZLlvc9rviM&t=5570s
Bir kere de İngilizceye çevireyim dedim. Umarım makbule geçer.
ReplyDeletehttps://taner-blog.blogspot.com/2021/02/on-egypt-british-and-aga-khan.html
Bugünkü Polonya'nın en az üçte biri 1945'te sınırlar değişene degin eski Almanya'nın parçasıydı. Lehler, nesiller boyu hem Almanlardan ölesiye nefret ettiler, hem de Alman şehirlerini, Alman eserlerini, Alman mimarisini aslına uygun biçimde muhafaza ettiler. Gözleri gibi baktılar Alman mirasına. Kendileri yapmışlar gibi benimsediler. Hani Botanik Bahçe deyince, aklıma bu misal geldi.
ReplyDeleteMısırlılar niye yapamadı bunu Sevan bey sizce?
Medeniyet farkı da var arada. Polonyalılar Batı medeniyetinde, o Alman eserlerinin Polonyalıların kültüründe bir karşılığı var. Ama bu İngiliz botanik bahçesinin Batı medeniyetinden gelmeyen Mısırlıların kültüründe bir karşılığı yok, Mısırlılar onunla özdeşleşemiyorlar, bir Mısır piramitlerine, tapınaklarına ve mezarlarına baktıkları gibi bakamıyorlar.
Delete@ Onur Dincer March 1, 2021 at 8:49 PM
DeleteBunun cevabını, S. Nişanyan gibi Batı medeniyetini hor görüp, çocuklarını Batı'da yetiştiren birinin vermesi daha iyi olurdu. Ayrıca Polonya, Katolik Hristiyan olmakla beraber, gayet bariz Doğu Avrupa medeniyetine ait bir ülke. Lehler Batılı addedilecekse, Ruslar da öyle addedilmeli.
@Derdo
DeleteBatı medeniyetinden olmakla Batı Avrupalılığı ayırıyorum ben. Batı medeniyeti Katolik-Protestan Avrupa ve onun uzantılarının medeniyetidir ve bu bakımdan Polonya ve Hırvatistan dahil, çeşitli Doğu Avrupa ülkelerini de içine alır. Batı Avrupa ile Doğu Avrupa sınırı ise bana göre kuzeyde İsveç-Finlandiya sınırından başlayıp Baltık Denizi ortasından geçerek Almanya-Polonya sınırından devam eder, Çekya'nın Almanya ve Avusturya sınırları üzerinden dolanır, sonra da Avusturya'nın Slovakya, Macaristan ve Slovenya sınırlarını takip edip İtalya-Slovenya sınırı üzerinden Adriyatik'e ulaşır, oradan da Adriyatik ve İyon denizlerinin ortalarından geçerek Akdeniz'e gelir. Orta Avrupa kavramı Doğu Avrupalıların bir bölümünü siz doğulu değilsiniz diye teselli etmek için uydurulmuş bir kavram gibi duruyor.
Medeniyetle kültürü ayırıyorum ben bu sınırları tahayyül ederken; medeniyet üst tabakalardadır ve çok geniş bir coğrafyaya yayılır, kültür ise diptedir ve medeniyete göre çok daha dar coğrafyanın ürünüdür, dolayısıyla her bir medeniyet altında çok sayıda yerel kültürü barındırır.
Sevan Bey'in Batı medeniyetini hor gördüğünü hiç sanmıyorum, en fazla günümüzde bir çıkmaza girdiğini düşündüğünü söyleyebilirim. Bu fikirleri ben de paylaşmaktayım.
@Derdo
Deleteİkisi devamlı etkileşim içindedir, tamamen ayrı düşünülemezler.